Geçen sene bu zamanlar ya da geçen sene ekim-kasım ayı falandı. Yıllar önce görmediğim bir şahıs, dediğine göre beni, bir uygulamadan bulmuş. Yıllar sonra tekrar buluştuk, ikimi de geçen yıllar oranında değişmiştik. Ben kısa bir evlilik yapmıştım, o ise evli ve bir çocuk annesiydi. Ben artık tüm dini ve metafizik inançlarımı terk etmiştim, o ise halen dindar ve türbanlıydı.
Türbanlıydı ama pardösülü değildi. Sonraki günlerde onunla pek görüşmedik. Ancak özel günlerde, kandillerde mesaj attım. son iki aydır onu da unuttum.
O günden sonra pardösü, daha doğrusu türbanın tamamlayıcısı olan pardösünün yok olduğunu gördüm. Bu pardösü, seksenlerde ortaya çıktı hem de cübbeli pek çok şeyhin fetvasıyla. Gerçekten Türk gibi başlamak ve İngiliz gibi bitirmek gerekliymiş. Pek çok şey nasıl da Türk gibi gümbür gümbür başladı ve gene Türk gibi sessiz sedasız bitti ve bitiyor, farkında mısınız? Mesela lokmacılar, yüzde doksan dokuzu sessiz sedasız kapandı. Okul sütü projesi, FATİH projesi, sessiz sedasız kapandı. Seksenlerin sonlarında, tesettürün (türban değil) olmazsa olmazı denen pardösü de sessiz sedasız ortadan kalktı.
Pardösü halen var ama topuğa kadar uzanan, yaz-kış giyinen, önü hep ilikli ve türbanın bir parçası olarak yok. Yoksa bu güzel giysi, türbandan önce de vardı.Yaz sıcağında, hele de topuğa kadar uzanan, önü ilikli pardösülü bir kadın görünce, Suriyeli olduğunu anlıyorum. (Bir de siyahiler, özellikle Sudanlılar, Araplar ya kara çarşaflı ya da tesettürsüz; tesettürlü İranlı bulmak ise, tesettürlü Alman bulmak gibi bir şey. İranlılar, ülke sınırı dışına çıkar çıkmaz -en azından Türkiye'ye geldiklerinde tesettürü unutuyor.) Düşünüyorum ve hafızamı zorluyorum da,17-25 Aralık operasyonlarından sonra yavaş yavaş azaldı bu pardösü. 15 Temmuzdan sonra da türban önce hızla, sonra yavaş yavaş azalmaya başladı.
Sadece türban ve pardösü değil, siyasal İslam'ın iktidara gelmek için hayatımıza soktuğu pek çok şey, daha iktidardan düşmeden hayatımızdan azalarak, çıkmaya başlıyor. Doksanları üniversitede yaşamış biri olarak, şimdiki türbanlılar, bana pek türbanlı gelmiyor. Sadece pardösü değil, ayaklarda yemeni ayakkabısı, koltuk altlarında Zaman, Milli Gazete gibi gazeteler, Şule Yüksel Şenler, Alev Alatlı, Hekimoğlu İsmail gibi yazarların romanları olurdu. Her yere sekiz on kişilik gruplar halinde gider, sürekli fısır fısır konuşurlar, erkeklerle uzun süre samimi olmaz, oldukları ile de öyle çok fazla senli-benli olmazdı. Bazıları üçüncü ve dördüncü sınıfta erkek arkadaş edindi, ağzımız beş karış açık kaldı. (Hatta bazıları kocaya kaçıp, okula ara verdi) Kahkaha atmaz, gülmeleri, hatta gülümsemeleri de nadirdi Genelde makyaj yapmadıkları gibi, kaşlarını da aldırmaz, çalı gibi kaşlarla dolaşırlardı.
Şimdi bunlar, şimdiki türbanlı kızlar için bile absürt gelecektir. En son ne zaman bir liselinin elinde Şule Yüksel Şenler ya da Hekimoğlu İsmail ya da benzeri bir yazarın kitabını, liseli gençlerin ellerinde görmedim. Doksanların fuarların gözdesi İslamcı yayınevleri şimdilerde kayıp. O yıllardan geriye Orhan Pamuk ve onun gibi yetmez amacıların azalan popülerliği kaldı ( https://onbinkitap.blogspot.com/2017/10/doksanli-yillar-7-yetmez-ama-evetcilik.html ).
Son günlerdeki Orhan Pamuk, Fazıl Say buluşması da bu çöküşün bir simgesi. Kitap satışları iyi olmasa Pamuk, Fazıl Say'a selam vermezdi. Öte yandan Say'da, hem ünlü biri olarak ülkede ateşe körükle, kavgaya sırıkla gitmemeli (ben ünsüz olmanın bu nadir lüksünü kullanıyorum), hem de Yapı Kredi bankasının tek kültür işi yayınevi değil. Pek çok konser ve festivalin de ya düzenleyicisi, ya sponsoru. Sadece Orhan Pamuk'un değil, pek çok yazarın da yayınevi.
Ben de itiraf edeyim, türbanlı sevgili edindim ama türbana hiç sempati duymadım. Ülkücü, Türkçü oldum ama siyasal İslam'a hiç sempati duymadım. En sonunda dinsiz oldum ve dinsizliğin sosyolojisi amatör de olsa yaptım. Pardösü, İslamcı romanlar, Sırlar Dünyası ya da Minyeli Abdullar gibi dinci filmler-dizilerin ve diğer simgelerin insanlar tarından benimsenmemesini de, insanların metafizikten uzaklaştıran sebeplerden biri olarak gördüm.