türban etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
türban etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Kasım 2025 Pazartesi

KADIN VE AİLEYİ KAYBEDEN MUHAFAZAKARLIK (NİSA MESELESİ)



1997-2002 arasında 28 Şubat denen ve adını 28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu kararlarından alan dönemde, türbanlı kadınlara karşı şiddetli, yer yer de olağan üstü bir baskı vardı ve buna rağmen türban takan kadın-kız sayısı artıyordu. Üstelik o dönemde türbanın sorunu sadece devletle değildi, o dönem için türban, basbayağı siyasi bir simgeydi. Büyük bir ihtimalle Refah partili, değilse de Refah'lı olacak gibiydi. Toplumun bir kısmı için öcü gibiydiler. Sevgili edindiklerinde hemen dedikoduları yapılır, parklarda, tenha yerlerde öpüşenler medyada, 2002'den sonra da sosyal medyada (Facebook) ifşa edilirdi. Şimdilerde her yerdeler, CH'nin yada Atatürkçü Düşünce Derneklerinin bile içinde türbanlılar var; hatta Alevilere gelin gitmiş ve Alevi derneklerinde de varlar; sevgilisi olan türbanlılara dönüp bakan yok. Oysa şimdilerde türbanlı sayısı ciddi oranda azalıyor. Halbuki arması gerekir, artık aykırı, radikal bir grup değiller. Bu yazının konusu türbanlı kadınların-kızların azalması değil; artan imam hatip sayısına rağmen artmayan ve hatta azalan imam hatipli sayısı; gündüz programlarında kocalarını bırakıp, başkalarına kaçan ve her haltı yiyen çiçekli türbanlılar değil; dekolteli, mini etekli ilhatçılar-imam hatipliler değil; sosyal medyada Atatürkçülük yapan fenomenler değil;  birazcık takipçisi artınca örtüsü açan fenomenler ve diğer bazı şeyler de değil; bunlar sadece asıl olanları görmek için birer gösterge.Asıl konu, yıkılan muhafazakar aile düzeni, bu düzen kadınların kölelğine, ikinci plana atılmasına, erkeğin zorbalığına dayanıyor; dine değil. Son yıllarda artan kadın cinayetleri ve bu cinayetlerin cezasızlığını dinle nasıl açıklayabiliyorsunuz? Açıklamaya ihtiyaç da duymuyorsunuz, hedefiniz dinden çok, dine bağlı olarak kendi egemenliğiniz. Tecavüzcülerin cezasız kalması,  rızası var diye kurbanların aşağılanması; kadınların nafakalarına bile göz dikilmesi, sizin iktidarınızda olmadı mı? 

Muhafazakarlık ve dindarlık, oksimoron olarak önce kadınlar tarafından yayılır ve gene önce kadınlar tarafından yıkılır. Humeyni'yi Tahran havaalanında karşılayan devasa kalabalığın çoğunluğu kadındı. Darbeci tarikat, Akp ve öncesinde Refah partisi, kadınların ev ev gezmesi ile büyüdü. Kadınlar muhafazakarlıkta, erkek koruyuculuğu arıyordu. Yaşadığımız bu erkek egemen düzen, erkekler için bedava değildir; erkekler bu egemenliğin bedelini emeğiyle, malıyla, mülküyle, yumruklarıya ve en nihayetinde canıyla öder. Karısını (yada karılarını), kızlarını, bacılarını koruyamayan erkek, erkek egemen dünyada erkek değildir.,

Oysa şimdi yarattığınız ve bitmeyen ekonomik kriz ve işsizliki toplumdaki çoğu erkeği iğdiş etti; artık kendileri korunmaya muhtaç. Kadınlarsa bu kriz ve geri getirmeye çalıştığınız erkek egemenlik yüzünden kendilerini var edemiyorlar. Buna bir de katın katilleri ve zorbaların korunmasını ekleyelim.

Sonuçta bu muhafazakar düzen, çökmeye başladı; İran'da baş örtüsü mecburiyeti kuralına uymayarak, kadınlar çökertmeye başladı; ülkemizde de, bir zamanlar yasaklamalara, ikna odalarına karşın, türban mücadelesi veren kızların çocukları, tüm teşviklere rağmen örtünmemekle, örtülerini çıkarmakla, örtülü halleriyle Atatürkçülük ve size muhalefet etmeye başlamakla yıkmaya başladılar. Sizin çözümünüz nedir? Veaat ettiğiniz cennet bile yarım, sadece cehenneme gitmeme tesellisi. Üzerine bir de bazı tarikatlar, kadınların boşanabilme hakkına bile göz dikmiş durumda. Kalan kapalıları da kara çarşafa, hatta burkaya sokma derdinde. Yurt dışındaki örnekler de iyi değil; Hollanda yada batılı ülkelere Sodom diyorsunuz ama Afganistanda baça bazi oğlanlarına nikah kıyılıyor, dünya mültecilerinin çoğunluğu (Venezüella ve Ukrayna dışındaliler) Müslüman ama bu Müslümanlar, Müslüman olmayan ülkelere göç etmeye çalışıyor.

Muhafazakarlık, kadın davasını kaybetti, nisa meselesini baş örtüsüne indirgemekten başka bir şey yapmadığı için böyle oldu.

15 Ekim 2025 Çarşamba

AMERİKA'DAN GELEN AÇILMA EMRİ VE SONRASI



28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu toplantısı, Türkiye'de karanlık günler için bambaşka bir milat oldu, bu olay, en azından şu ana kadarki son başarılı darbe oldu. Aslında tavsiye nitelikli olan kararlar, bir muhtira olarak iktidarın yıkılması sürecini başlattı. (27 Nisan 2007 Genel Kurmay bildirisini başarısızlardan sayıyorum) Her başarılı yada başarısız darbe sonrası gibi, sıradan insanlar için zor günler başladı. İşten atılmalar, fişlenmeler gırla gitti, ayrıntı vermeyeyim, yalan yada yanlış da söylemiş olurum, üstelik bu yazının konusu bu da değil. Bunlar da acı verici olaylar ve pek çok kişi bu konuda yazdı, çizdi. Benim bu yazıdaki konum, 28 Şubatla tekrar hortalayan türban yasağı. Ben üniversiteye gidene kadar çok az türbanlı gördüm, hatta hiç tanımadım. Hatırladığım kadarı ile 1993'de mezun olduğum Ankara, Dikmen Lisesinde ( Okulum ikiye bölündü; Şehit Erhan Dural Anadolu Lisesi ve Lokman Hekim Sağlık Meslek Lisesi olarak) türbanlı öğrenci yada öğretmen yoktu. O yıl Ankara, Kızılay'da, İzmir caddesindeki Büyük Dershane'de  de türbanlı öğrenci yada öğretmen olmadığını net olarak hatırlıyorum. Sınavı kaybettiğim, dershaneye de gitmediğim, bir kaç farklı işte çalıştığım 1993-94 yılları boyunca çevremde türbanlı kadın sayısının katlanarak arttığının da farkındaydım. 1994'de Isparta'da hem şehir, hem de üniversite türbanlı kadın doluydu ve 1997'e kadar katlanarak arttı. 1997'de türban takma, kapalı gezme alışkanlığı olan bir sürü kadın-kız vardı ve birdenbire yasak geldi, daha doğrusu  12 Eylül icadı olan ve türbanlı kadın sayısı çok fazla arttığı için pratikte hükmü olmayan yasak, tekrar uygulanmaya başladı, ardında da meşhur ikna odaları falan kuruldu. Devlet, muhafazakar insanlarla çatışmaya başlıyordu ki, A.B.D, Pensilvanya'da yaşayan o malum kişi, devletle çatışmamayı, iş yerlerinde başı açmayı emretti. 

Sadece o şahsın tarikatının üyeleri değil, tüm muhafazakar, sağcı kişiler bu emre uydu. Devlet de, muhafazakarlarla, belki de kanlı olacak bir çatışmadan kurtuldu. Bu süreç içinde türbanlı kadın-kız sayısı artmaya devam etti. Benim tahminim 2010'a kadar artmaya devam etti. 2002'de Reis iktidara geldi ve bin yıl sürecek denen 28 Şubat süreci on yıl bile sürmedi.

Bu paragrafı, parantez olarak alın; 27 Mayıs rejimi, Türkiye'de askeri darbeler için garip bir süre sınırlaması, kuralları koydu. Dönemin ünlü darbecisinin (yada ona atfedilen ) bir sözde denildiği gibi, demokrasiye balans ayarı çekti; asacağını astı, keseceğini kesti, sonra köşesine çekildi. Kitap fuarında bir sahafta, eski bir gazete sergileniyordu; gazete ilk sayfasını tamamen Adnan Menderes'in idamının birinci yılına ayırmıştı. Menderes idam edildikten bir yıl sonra taraftarları tekrar ortaya çıkmıştı. En uzun süreni, üç yıl ülkeyi bizzat yöneten 12 Eylülcüler oldu. Ülkemizde 7 yıl Yunanistan'ı yöneten Albaylar cuntası, 1939-1975 arasında ve ölünceye kadar İspanya'yı yöneten General Franco, 21 sene Brezikyayı yada elli seneden fazladır da Myanmar'ı yöneten askeri cuntalar olmadı. İnsanlar fırtınaların geçmesini bekler gibi, darbe yönetiminin geçmesini bekledi. Fırtına sonrası tamir, onarım ve hayatın yeniden kurulmasının uzun zaman alması gibi, darbe sonrası ülkenin toplanması da zaman aldı. 2005 Katrika kasırgasından bu yana New Orleans şehri, halen eski nüfusuna ulaşamadı. Türk demokrasisi de darbe sonrası pek çok değerine halen ulaşamadı.

1998'de öğretmen atandım ve bu süreçte de türbanlı sayısında artış vardı. 2002'de Yalvaç İmam Hatip lisesindeydim. Eğer cuma günü değilse, öğrenciler, son saat saçlarını yapmak (türban takmak) için izin istiyorlar, cuma günüyse İstiklal marşı okunduktan sonra saçlarını yapıyorlardı. 2002'de,  Devlet Bahçeli!nin, krizin etkileri geçmeden birdenbire koalisyonu bitirmesi ve Pensilvanyalı'nın desteğinin de gayretleriyle, on bir aylık bir parti olan AKP, tek başına iktidar oldu. AKP'nin iktidar olmasıyla, türban sorunu hemen çözülmedi.  İktidar değişmesiyle türban sorunu birden çözülmedi, önce üniversitelerde türban üstü peruk başladı. Sonra yavaş yavaş idareciler, türbana karşı daha hoşgörülü olmaya başladı. Bu dönemde türbanı bırakanlar da görülmeye başlandı. Kırıkkale Atatürk Sağlık Meslekteyken, bazı mezun öğrenciler, özellikle atanınca türban takmayı bırakmıştı.Normalde tersi oluyor, son sınıfa gelen yada mezun olan öğrenci örtünüyordu. Gene de bu dönemde türbanlı sayısı-oranı artıyordu.

Bu rada gene Pensilvanyalı'nın desteğiyle, 2010 yetmez ama evet referandumuyla, iktidarın eli daha da güçlendi.

Türban yasağı, 2010-11 gibi iktidar yanlısı memur sendikalarının serbest kıyafet eyleminde kadar sürdü. Memurlara kıyafet serbestliği gelince türban sorunu kendiliğinden çözüldü. Ardından da okul öğrencilerine serbest kıyafet yönetmeliği geldi. Serbest kıyafetle beraber, açılan öğrenci sayısı, yavaş yavaş örtünen öğrenci sayısını geçmişti. Tek tip öğrenci kıyafetinde, türban bir şekilde elbiseyi güzelleştirebiliyor yada daha dikkat çekici yapabiliyordu. Asıl yıkım 17 Aralık 2013'de geldi, 25 Aralık 2013'de de kavganın ilk raundunu iktidarın kazanması ile beraber,  Pensilvanyalı şahıs artık hizmet hareketi yada hoca efendi değil, paralel devletti. 17 Aralık sabahına kadar ülkemin dörtte birinden fazlasının paralel devlet örgütünün üyesi olduğuna yemin edebilirim ama ispatlayamam.

1997, 2002 ve 2010'da sözü dinlenen muteber sivil toplum önderi ve din adamına, 2013'de sırt çevirdi bu sağcı-muhafazakar kitle; 15 Temmuz 2016'da da iyice şeytanlaştırdı.  17 Aralık 2013'den sonra ilk artan şeyler, türbanı çıkaran kadınlar ve boşanan ailelerin sayısı oldu. O vakte kadar dindar aileler pek boşanmaz, çokca da çocuk yapardı. 17 Aralıkta hem bazı örgüt üyeleri 15 Temmuz'un olası başarısızlığına karşı boşandı; hem de artık tarikat şeyhi yada örgütlerinin bireyler üzerindeki baskısı azaldı. Ardında  sosyal medya çağı ve açılan fenomenler, infulusrılar dönemi ile açılma süreci inanılmaz arttı.

Bütün bunlardan da anlaşıldı ki sağcı-muhafazakarlar için tek kutsal iktidarlarıdır, palarıdır. 1997'de Okyanus ötesindeki şeyhleri, açılma emri ile kumpasları, şekillendirilen siyaseti ve zenginliği müjdelemişti. Aslında karşımızda samimi inançlı, dindarlar yok, para ve iktidar hırsı içinde, cahil bir kitle var. Aleviye kız vermeyip, Katolik Hritsiyan İtalyanlar yada Budist-Hritsiyan ya da Ateist Korelilerle evlenenler var.

Mücadele ettiğimiz şey, iki yüzlü ve her şeyi yapacak, örgütlü bir kötülük.