pensilvanya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
pensilvanya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Ekim 2025 Çarşamba

AMERİKA'DAN GELEN AÇILMA EMRİ VE SONRASI



28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu toplantısı, Türkiye'de karanlık günler için bambaşka bir milat oldu, bu olay, en azından şu ana kadarki son başarılı darbe oldu. Aslında tavsiye nitelikli olan kararlar, bir muhtira olarak iktidarın yıkılması sürecini başlattı. (27 Nisan 2007 Genel Kurmay bildirisini başarısızlardan sayıyorum) Her başarılı yada başarısız darbe sonrası gibi, sıradan insanlar için zor günler başladı. İşten atılmalar, fişlenmeler gırla gitti, ayrıntı vermeyeyim, yalan yada yanlış da söylemiş olurum, üstelik bu yazının konusu bu da değil. Bunlar da acı verici olaylar ve pek çok kişi bu konuda yazdı, çizdi. Benim bu yazıdaki konum, 28 Şubatla tekrar hortalayan türban yasağı. Ben üniversiteye gidene kadar çok az türbanlı gördüm, hatta hiç tanımadım. Hatırladığım kadarı ile 1993'de mezun olduğum Ankara, Dikmen Lisesinde ( Okulum ikiye bölündü; Şehit Erhan Dural Anadolu Lisesi ve Lokman Hekim Sağlık Meslek Lisesi olarak) türbanlı öğrenci yada öğretmen yoktu. O yıl Ankara, Kızılay'da, İzmir caddesindeki Büyük Dershane'de  de türbanlı öğrenci yada öğretmen olmadığını net olarak hatırlıyorum. Sınavı kaybettiğim, dershaneye de gitmediğim, bir kaç farklı işte çalıştığım 1993-94 yılları boyunca çevremde türbanlı kadın sayısının katlanarak arttığının da farkındaydım. 1994'de Isparta'da hem şehir, hem de üniversite türbanlı kadın doluydu ve 1997'e kadar katlanarak arttı. 1997'de türban takma, kapalı gezme alışkanlığı olan bir sürü kadın-kız vardı ve birdenbire yasak geldi, daha doğrusu  12 Eylül icadı olan ve türbanlı kadın sayısı çok fazla arttığı için pratikte hükmü olmayan yasak, tekrar uygulanmaya başladı, ardında da meşhur ikna odaları falan kuruldu. Devlet, muhafazakar insanlarla çatışmaya başlıyordu ki, A.B.D, Pensilvanya'da yaşayan o malum kişi, devletle çatışmamayı, iş yerlerinde başı açmayı emretti. 

Sadece o şahsın tarikatının üyeleri değil, tüm muhafazakar, sağcı kişiler bu emre uydu. Devlet de, muhafazakarlarla, belki de kanlı olacak bir çatışmadan kurtuldu. Bu süreç içinde türbanlı kadın-kız sayısı artmaya devam etti. Benim tahminim 2010'a kadar artmaya devam etti. 2002'de Reis iktidara geldi ve bin yıl sürecek denen 28 Şubat süreci on yıl bile sürmedi.

Bu paragrafı, parantez olarak alın; 27 Mayıs rejimi, Türkiye'de askeri darbeler için garip bir süre sınırlaması, kuralları koydu. Dönemin ünlü darbecisinin (yada ona atfedilen ) bir sözde denildiği gibi, demokrasiye balans ayarı çekti; asacağını astı, keseceğini kesti, sonra köşesine çekildi. Kitap fuarında bir sahafta, eski bir gazete sergileniyordu; gazete ilk sayfasını tamamen Adnan Menderes'in idamının birinci yılına ayırmıştı. Menderes idam edildikten bir yıl sonra taraftarları tekrar ortaya çıkmıştı. En uzun süreni, üç yıl ülkeyi bizzat yöneten 12 Eylülcüler oldu. Ülkemizde 7 yıl Yunanistan'ı yöneten Albaylar cuntası, 1939-1975 arasında ve ölünceye kadar İspanya'yı yöneten General Franco, 21 sene Brezikyayı yada elli seneden fazladır da Myanmar'ı yöneten askeri cuntalar olmadı. İnsanlar fırtınaların geçmesini bekler gibi, darbe yönetiminin geçmesini bekledi. Fırtına sonrası tamir, onarım ve hayatın yeniden kurulmasının uzun zaman alması gibi, darbe sonrası ülkenin toplanması da zaman aldı. 2005 Katrika kasırgasından bu yana New Orleans şehri, halen eski nüfusuna ulaşamadı. Türk demokrasisi de darbe sonrası pek çok değerine halen ulaşamadı.

1998'de öğretmen atandım ve bu süreçte de türbanlı sayısında artış vardı. 2002'de Yalvaç İmam Hatip lisesindeydim. Eğer cuma günü değilse, öğrenciler, son saat saçlarını yapmak (türban takmak) için izin istiyorlar, cuma günüyse İstiklal marşı okunduktan sonra saçlarını yapıyorlardı. 2002'de,  Devlet Bahçeli!nin, krizin etkileri geçmeden birdenbire koalisyonu bitirmesi ve Pensilvanyalı'nın desteğinin de gayretleriyle, on bir aylık bir parti olan AKP, tek başına iktidar oldu. AKP'nin iktidar olmasıyla, türban sorunu hemen çözülmedi.  İktidar değişmesiyle türban sorunu birden çözülmedi, önce üniversitelerde türban üstü peruk başladı. Sonra yavaş yavaş idareciler, türbana karşı daha hoşgörülü olmaya başladı. Bu dönemde türbanı bırakanlar da görülmeye başlandı. Kırıkkale Atatürk Sağlık Meslekteyken, bazı mezun öğrenciler, özellikle atanınca türban takmayı bırakmıştı.Normalde tersi oluyor, son sınıfa gelen yada mezun olan öğrenci örtünüyordu. Gene de bu dönemde türbanlı sayısı-oranı artıyordu.

Bu rada gene Pensilvanyalı'nın desteğiyle, 2010 yetmez ama evet referandumuyla, iktidarın eli daha da güçlendi.

Türban yasağı, 2010-11 gibi iktidar yanlısı memur sendikalarının serbest kıyafet eyleminde kadar sürdü. Memurlara kıyafet serbestliği gelince türban sorunu kendiliğinden çözüldü. Ardından da okul öğrencilerine serbest kıyafet yönetmeliği geldi. Serbest kıyafetle beraber, açılan öğrenci sayısı, yavaş yavaş örtünen öğrenci sayısını geçmişti. Tek tip öğrenci kıyafetinde, türban bir şekilde elbiseyi güzelleştirebiliyor yada daha dikkat çekici yapabiliyordu. Asıl yıkım 17 Aralık 2013'de geldi, 25 Aralık 2013'de de kavganın ilk raundunu iktidarın kazanması ile beraber,  Pensilvanyalı şahıs artık hizmet hareketi yada hoca efendi değil, paralel devletti. 17 Aralık sabahına kadar ülkemin dörtte birinden fazlasının paralel devlet örgütünün üyesi olduğuna yemin edebilirim ama ispatlayamam.

1997, 2002 ve 2010'da sözü dinlenen muteber sivil toplum önderi ve din adamına, 2013'de sırt çevirdi bu sağcı-muhafazakar kitle; 15 Temmuz 2016'da da iyice şeytanlaştırdı.  17 Aralık 2013'den sonra ilk artan şeyler, türbanı çıkaran kadınlar ve boşanan ailelerin sayısı oldu. O vakte kadar dindar aileler pek boşanmaz, çokca da çocuk yapardı. 17 Aralıkta hem bazı örgüt üyeleri 15 Temmuz'un olası başarısızlığına karşı boşandı; hem de artık tarikat şeyhi yada örgütlerinin bireyler üzerindeki baskısı azaldı. Ardında  sosyal medya çağı ve açılan fenomenler, infulusrılar dönemi ile açılma süreci inanılmaz arttı.

Bütün bunlardan da anlaşıldı ki sağcı-muhafazakarlar için tek kutsal iktidarlarıdır, palarıdır. 1997'de Okyanus ötesindeki şeyhleri, açılma emri ile kumpasları, şekillendirilen siyaseti ve zenginliği müjdelemişti. Aslında karşımızda samimi inançlı, dindarlar yok, para ve iktidar hırsı içinde, cahil bir kitle var. Aleviye kız vermeyip, Katolik Hritsiyan İtalyanlar yada Budist-Hritsiyan ya da Ateist Korelilerle evlenenler var.

Mücadele ettiğimiz şey, iki yüzlü ve her şeyi yapacak, örgütlü bir kötülük.

3 Ekim 2025 Cuma

FECÖ VE SAİD-İ NURSİ (NURCULUK DİNİ)

 


1)Fecö bir nur talebesiydi ve hep öyle kaldı. Okullarında, evlerinde ve teşkilatlarında öncelikli olarak okutulacak kitap, Risale-i Nur Külliyatıdır. Fecö'nün yazdıkları ve söyledikleri her zaman, Nursi'nin gölgesinde kalmış, Fecö, Nursi'den sonra gelecek olan Bedüüzaman olmamıştır. Genel anlamda Nurcular, risaleleri okuyanlar olarak, okuyucu Nurcu, yazanlar olarak yazıcı Nurcu diye ikiye ayrılır. Nurcular, risaleleri okur, yazıcılar elleriyle yazar. Fecö'nğn yazdıkları asla risalelerin kutsallığı ile yarışmadı. Sadece Fecö, sırma işlemeli cübbe giydi, tıpkı üstadı gibi. Diğer Nurcu şeyhler, sırna işlemeli cübbeyi giymedi.

2) Fecö, Nursi'nin hemşerisi olduğunu söylemekle beraber, onunla akrabalığını da ima etmiştir. Erzurum, Pasinler kütüğüne kayıtlı da olsa, Bitlis'ten göç ettiğini söylemişti. Nurcularda, üstad dedikleri Nursi'ye yakınlık derecesi önemlidir. Üstadı gören abiler ve görenler gören abiler diye bir hiyeraşileri vardır. Fecö ise ilerlemiş yaşı, hatta bu gün artık ölü olmasına rağmen, üstadı gören abi değildir. Gerçekten Bitlisli olmayıp, kendisine Nurcular arasında meşruiyet sağlamak için bunu söylemiş olabilir.

3)Fecö ve Fecöcüler, uzun zaman Nursi üzerinden kendilerini yüceltmişler ve bir hocamın deyimiyle, Nursi'nin umuzundan tüfek atmışlardır. Kuponla Nur külliyatı verilmiş, yazılarda mutlaka külliyata atıf yapılmıştır. Kutlu doğum haftası, seksenlerde 13 Ekim yada Ekim ayının ilk haftası kutlanıyormuş ve daha ziyade Diyanet işleri kutluyormuş ve bu kutlamalar daha mütevazıymış. Doksanlardan itibaren 20 nisan olarak ve bu hafta baz alınarak, Föcö'nün doğum günü olarak kutlanmaya başlanmış. Bu kutlama da Nursi etkisi var.

4)Nursi'de, Fecö'de en başından itibaren devletteki bazı grupların bilgisinde, kontrolünde ve denetimindeydi. Fecö, bu kadar hızlı büyüyüp, devlet içinde çeteleşirken, devlet içindeki başka birimler de takip ediyordu. Necip Hablemitoğlu, Hanefi Avcı ve benzeri yazarları okusanız, bu bilgileri sadece kendi imkanları ile almadıklarını, bilgilerin onlara iletildiğini de görürsünüz. Doksanların başında çok da saklanacak gibi değillerdi, iyice yüzsüzleşmişlerdi. Fecö, nasıl devlete sızmışsa, devlette Fecö'ye sızmıştı. Nursi'de en başından itibaren, devletin içindeki bazı gruplarca korunuyor, o sıralar Anadolu'ya egemen olan Ticanilik tarikatının yerine hazırlanıyordu.

5)15 T'den sonra Fecöcülük gibi, Nurculukta tasfiye edilmeye başlandı. Nurculuk birden bitirilmedi. 15 T'den sonraki ilk aylarda biraz destekleniyor gibi gösterildi. Hatta bazı otobüs-metro tutacaklarına risale ayetleri yazıldı. Bir sene sonra, önce sosyal medya risalecileri hesaplarını birden bire kapatmaya başladı. Nurculuk, seksen yıl boyunca Anadolu'nun başat tarikatı oldu. Şu anda ise bunu, üçe bölünmüş Menzil'e kaptırdı. Menzil başat olması ile tarikatçılığın demode olma dönemi başladı. Artık her tarikat aynı zamanda darbeci olma ihtimali olan kurumdur. Nurculuk, Atsız'ın Nurculuk Denen Sayıklama başlıklı yazısından da anlaşılacağı üzere Ticaniliğin yerine kuruluş, Nurculuğun yayılmasıyla, Ticanilik tasfiye edilmiştir.