13 Şubat 2022 Pazar

KOÇGİRİLERİN BİLİNMEYEN TRAJEDİSİ 1 (KOÇGİRİ AĞALARI)



 Başlarken:  Bu yazı, aile büyüklerinden dinlediğim pek çok şeyi de içereceğinden, internet ya da kitaplarda bulamayacağınız bilgiler içerecek, internet ya da kitaplarda bulacağınız pek çok bilginin  de yalan olduğunu anlatacaktır. Koçgiri isyanı, Kurtuluş savaşı ile ilgili en az bilinen, en az araştırma yapılan olaylardan birisidir. Bu isyan ve diğer Kürt isyanları ile ilgili yalanların kaynağı da Nuri Dersimi ya da diğer namı ile Baytar Nuri'dir.



 Nuri Dersimi'nin yalancılığı: Koçgiri isyanı ile ilgili tek derli-toplu kitap (en azından benim bildiğim) Baki Öz'ün kitabıdır. Baki Öz, dikkatlice yaptığı araştırmada Nuri Dersimi'nin yalanlarını ortaya çıkarmıştır. Benzer bir şekilde Hüseyin Aygün'de Mahsur adlı kitabında, Nuri Dersimi'nin yalanlarını sayar. Aygün, Dersimi'nin  yalanlarının sebebini açıklar. Kendisi anılarını, Suriye'de sürgündeyken yazmıştır. Anılarını yazdığı zamanlarda Suriye, Fransız mandası altındadır. Kendisi de Türkiye'deki Kürtleri isyan ettirebilecek önder olduğu iddiasını yaymak için anılarında kendisine bolca yer vermiştir, Kürt isyanlarındaki rolünü abartmıştır. Bunda da amacı, o zamanlar Suriye'yi Manda denen sömürge tipi ile yöneten Fransa ve diğer Avrupa devletlerine beğendirme çabasıdır. (Bu, Hüseyin Aygün'ün iddiasıdır. Aygün, Mahsur adlı kitabında, Dersimi'nin kendisine vaat edildiği iddia edilen bir manastırın, harabe olmuş fotoğrafını da kitabına almıştır. 



Dersimi'nin anılarını doksanlarda popüler yapan da, Doktor İsmail Beşikçi'dir. İtiraf ediyorum kitaplarını okumadım. Baki Öz'ün ve Hüesiyin Aygün'ün kitaplarındaki atıflarla biliyorum. Kitaplarının yeni baskısı yok. Nadirkitap.com adlı sahaflık sitesinde iki kitabının eski baskıları, bayağı yüksek fiyatlarla satılmakta. Bir gün okursam, ayrıca bir yorum yazarım.


Koçgiri kavramı ve olmayan Batı Dersim ile olmayan konfederasyon kavramı: Batı Dersim kavramı, en azından benim için doksanlar ya da iki binlerde duyduğum bir kavramdır. Koçgirililer asla kendilerine Dersimli dememiştir. Dersim, kabaca bugünkü Tunceli ve civarının adıdır. Osmanlıca ve Arapça'da Der kapı, Sim'de gümüş demektir ve bir zamanlar var olmuş olan gümüş madenlerinden adını alır. Koçgiriler, Kurmaç iken, Dersimliler Zaza'dır. Ortak noktaları Alevi olmalarıdır.

Koçgiri kelimesi ise büyük göç, Kurmançice büyük göç ya da göç edenler anlamına gelir. Siirt civarında da göçebe topluluklara Köçer denmesinden, bu kelimenin de Türkçe göç kelimesinden geldiğini düşünüyorum.

Koçgiri olarak biri dar, iki geniş anlamda topluluk tanımı vardır. Birincisi Sivas-Erzincan ve civarındaki Kurmanci dili konuşan Kızılbaş Kürtrlerin gelen bir tanımı, diğeri de bu Kürtler arasındaki en büyük ve yönetici Koçgiri aşiretinin özel adıdır. Sivas'ın Zara ilçesinin eski adı da Koçgiri'dir.



Bu yazıyı yazma sebebim de, Yılmaz Özdil'in Son Cüret kitabındaki Koçgiri isyanı ile ilgili bölümdür. Çok ısa alınan bölüm, muhtemelen internetten ve Nuri Dersimi-İsmail Beşikçi tarafından yayılan bilgilerden kesip-kopyalamıştır. Dersimi, 17 aşiret saymış ve bir konfederasyon olduğunu yazmış. Belki de daha fazla aşiretten oluşan bir birlik vardır ama olan şey bir konfederasyon değil, Koçgiri ağalarının. özellikle Alişir ağanın diktatörlüğüdür.

Şimdi ben de Koçgiri topluluğunu Zeruken aşiretindenim. Yani hem Koçgiriyim, hem de değilim zira Zerukenim. Zira dış dünya, hepimize birden Koçgiri diyor. Diğer aşiretler (Babikyanlar, Gegeller vs) de, son on yıldır artık kendisine doğrudan Kıçgiri demekte.

Beşikçi'nin anlattıklarına bakarsanız, ortada nerdeyse kurulan bir cumhuriyet veya ona benzer bir aşiretler kurultayı vardır. Oysa Koçgiriler tarihleri boyunca Koçgiri ağalarının yönetiminde olmuşlar, bildikleri tek örgütlenme, Koçgiri ağalarına itaat etmek olmuş, isyanın bastırılması, Koçgiri ağalarının Balıkesir'e sürgünü, cumhuriyet döneminde de ağaların otoritesinin kalmaması sonucu örgütsüz kalmıştır. Sonradan da büyük şehirlere ve Almanya'ya göç başlamıştır. 

Bu örgütsüzlükte Koçgiriler, kalabalık olmalarına rağmen siyasette pek varlık gösterememişler, Sivas ya da Erzincan'dan Koçgiri milletvekili çıkmadığı gibi, isyanın merkezi İmranlı ilçesi bile ancak son seçimde ve dört oy farkla CHP'li ve Alevi bir belediye başkanı görmüştür.

Seksenli ve doksanlı yıllarda Koçgiri ağalarının aslında Sünni olduğu ve Bitlis-Bingöl civarında akrabaları ile halen görüştükleri dedikoduları çıkmış, iki binli yıllardan itibaren de bu dedikodu unutulmuştur. Aslında bu dedikoduya sebep olarak Koçgirilerin diğer aşiretlerin üyeleri ile evlilik yapmaması ama kirvelik, mushaiplik gibi yollarla akraba olmasıdır. Mushaiplik ve kirvelik ise, aileler arasında yedi nesilden evliliği yasaklayan bir yapay akrabalık sistemidir. Amca ya da teyzenizin kızı ile evlenebilirsiniz ama babanızın ya da kendinizi mushaipinin-kirvesinin uzak akrabaları bile artık size uzaktır. İki binlerde ise hem Sünniler ve diğer topluluklar, hem de aşiretler arasında evlilikler yaygınlaştı.

Koçgiri ağalarının diktatörlüğü ve Osmanlıya bağlılığı nedeniyle (bundan daha sonra bahsedeceğim) Dersimliler başta olmak üzere, diğer Kürt toplumları da isyana katılmak bir yana Ankara hükümetine destek veriyorlar. Zaten kendi halkını açlıktan öldüren (Koçgiri kıtlığından da bahsedeceğim) bir diktatör aşiretin egemenliğine girmek çok da akıllıca değil.

Son olarak, Koçgiriler ile Tunceli-Dersim bölgesindeki Koçuşağı aşireti arasında isim benzerliği ve Kızılbaş olmak dışında ortak noktaları yok.

Yazı uzun olduğu için burada kesiyorum ama bütünlüğü de bozulmasın diye araya başka yazı eklemeyeceğim.


SPORCU VE SANATÇI YETİŞTİREMEME MESELEMİZ

 


Ülkemiz pek çok meslekten insan yetiştirme problemi olduğu gibi, sporcu ve sanatçı yetiştirmede de başarısız. Bunun üzerine bende kendi naçizane fikirlerimi yazmaya karar verdim. Çünkü bu alanda başarısızlığımız çok bariz. Mesela milli takıma, seksen milyonluk ülkemiz, üç küsur göçmenimizin yaşadığı Almanya'dan daha az uluslar arası sporcu yetiştiriyor. Satranç başta olmak üzere,  pek çok spor dalında, on milyonluk Azerbaycan'dan daha gerideyiz (özellikle Satrançta). Sanatta da benzer sorunlar söz konusu.

Ben de bununla ilgili tespitlerimi yazdım:

1)Herkesin beden-resim-müzik  dersinin 100 olması: Başlığı sporun öğrenilecek bir şey olarak görülmemesi olarak yazacaktım ama bu herkese illa yüz verilmesi de (bu resim ve müzikte de var) aynı anlama geliyor. Spor dersi, ciddi ciddi verilmesi gereken, öğrencinin çalışması gereken bir derstir. Öğrencilerin beden dersinin konularını öğrenmesi gerekir. Bu sadece sporcu yetiştirme meselesi değildir. Daha esnek, atletik ve obezlilkten uzak nesiller içinde gereklidir. Sanat eğitimi eksikliğimiz ise, zevksiz zanaat işleri ve yaşam tarzımıza yansıyor.

2)Sporun ve sanatın ciddiye alınması, eğlence olarak görünmemesi: Semih Saygıner dünya şampiyonu olana kadar bilardo, serseri etkinliği olarak görünürdü. Satranç ise kamuoyu için tavlanın biraz üzeriydi. Doğrusu diğer sporlarda da konumu, yakın zamana kadar benzer durumdaydı. Çok para kazanan futbolcular bile, şanslı serseriler olarak görülürdü. Sporun ciddi ciddi yapılması gereken bir iş olduğu, antrenmanların da ciddi bir mesai olduğunu halkımız kavramalı. Sanatta da provalar, eskizler, ciddi bir mesaidir.

3)Spor ve sanatın sadece yetenek olarak görülmesi: Burada söze büyük fizikçi Einstein'ın meşhur sözünü ekleyeyim. Deha % 1 ilham, %99 çalışmadır. Ne kadar yetenekli olursanız olun, çalışmak, antrenman, prova yapmak şarttır.

4)Spor ve sanatta bir kariyer imkanlarının az olması: Ülkemizde sporda genel anlamda para, sadece en üst ligde ve en büyük spor kurumlarında vardır. Sanatta da genelde devlet kurumlarında veya eğitici-öğretmen olarak bir kariyer umudu var. Şimdilerde öğretmenlikte pek cazip değil. (Bu ayrıca bir yazı konusu) Sporda da en üst liglerde ve  en büyük takımlarda para var. Özellikle futbolda, sporcularla ve antrenörlerle profesyonel sözleşme yapıp, sigorta yapmak istemeyen pek çok spor kulübü, profesyonel lige çıkmamak için eleme grubunda özellikle yeniliyor. 

5) Sadece sonucun ödüllendirilmesi, sürecin ödüllendirilmemesi: Bu alışkanlığımız, Türk sporcularının adlarının sık sık doping ve benzeri skandallarla duyulmasına sebep vermektedir. Sanatçı veya sporcu, hedefe ulaştıktan sonra değil, hedefe ilerlerken desteklenmeli, hedefe giden yolda, belli aşamaları geçince de kısmen ödüllendirilmeli, geçinmek için yaptığı diğer işlerde de desteklenmelidir.

6)Adam kayırma-torpil: Kim ne derse desin, akademilerimizde adam kayırma var ve bu bazen yetenekli gençleri yetenek sınavlarına başvurmaktan bile uzak tutuyor.

7)Sporun ve sanatın diğer derslere engel olarak görülmesi: Özellikle 8 ve 12. sınıflarda öğrenciler bir test çözme makinesine dönüşüyor ve spor-sanat işlerinde kendisini en geliştireceği dönemi yitiriyor. Oysa ilginçtir okullar arası turnuvalarda en iyi sonuçlar alan takımlar da, en yüksek puanlı liselerden çıkmakta. Bu durum son yıllarda gittikçe artmakta. Çünkü özen gösteren aileler, çocuklarının spor ihtiyacı da olduğunu öğrenmiş durumda.

8)Sanatın, eğlence ya da süs, sporun da boş zaman değerlendirme sanılması: Müzik, tiyatro, roman, hikaye ya da benzer bir sanat etkinliğinin bizi bilgilendirmek zorunda olmadığı gibi, eğlendirmek zorunda da değildir. Eğlendirirse ve öğretirse daha iyi olur ama bu gerekli değildir. Gelişmek ve ilerlemek için sanat da ihtiyacımız, o da hayat damarlarımızdan biridir.


9 Şubat 2022 Çarşamba

BAZI OKUMAYIN TAVSİYELERİ 2: ÜNLÜ VE KOF OLANLAR

 


Yazının bu 2. bölümünde listeyi dikkatli yapmaya ve tanınmış ya da klasik diye bize pazarlanan yazarları ve kitaplarını ele alıp, listeyi dar tuttum. Çünkü bloğumun çok az okuruna dahi de olsa bazı gereksiz kişileri tanıtmış olmak istemem. Burada yazacaklarım zaten satılan, okunan kitaplar. Ben sadece bu açıdan bakın istedim.



1.Alev Alatlı (Kadere Karşı Koy A.Ş.) Alev Alatlı'nın kitapları doksanlı yıllarda, en azından benim yakınımdaki arkadaşlar arasında modaydı. Aslında pek de satılmasa da, ara ara cilalanan bu yazarın kitabını, il halk kütüphanesinden aldım ve o kadar kötü bir kitaptı ki, başka bir kitabını okumamaya karar verdim. Kitapta eğitimli ve çalışan bir kadın, üstelik orta yaşı ile beraber,  kariyer de kazanmış, kendisini aldatan kocasını yeniden kazanmaya çalışıyor. Bunun için de kocasının kariyer yapmış, beyaz yakalı bir genç kadın olan,  metresine benzemesine çalışıyor. Bu benzeme sırasında da, doksanların gözde sosyoloğu Profesör Nilüfer Göle'yi örnek alıyor. Kitapta Nilüfer Göle'nin adı aşırı sık geçiyor. Kendisini zaten sevmezdim, doksanlarda dinci-tarikatçı milletini şirin göstermeye çalışanlardan biriydi, Göle'den  iyice soğudum bu kitapla (roman demek istemiyorum). Bu nesil, kariyeri ve ekonomik özgürlüğü olan bir kadının, kendisini aldatan bir erkek için bu kadar çırpınmasını zerre kadar anlamaz.



2.Mahir Çayan (Tüm yazıları) : Böyle ünlü ve simge birisinden, Marksizm'le ilgili çok şey beklediğimden olacak, büyük hayal kırıklığına uğradım. Kitapta benim canımı en çok sıkan şey, sürekli olarak yaşadığı dönem Türkiye'sini, çarlık rejimin son dönem Rusya'sı ile kıyaslaması. Oysa her ülke ve her devrim, kendine özel değil midir? (Simge bir isim olduğundan daha fazla şey yazamıyorum.)



3.Amin Maalouf (Doğunun Limanları) :Bu yazarı da çok övüyorlar. Arap olmakla beraber Fransızca yazan ve Fransa'da yaşayan bir yazar. Roman kahramanı Lübnanlı bir asilzade ve okumak için Fransa'ya gidiyor. O sırada Alman işgali oluyor, Fransız direnişine katılıyor ve efsaneleşiyor, bir Fransız kadınına aşık oluyor. Sonra ülkesine dönüyor, Lübnan'ın Fransa'ya karşı bağımsızlık mücadelesi başlıyor o da direnişe katılmıyor. Katılan ise esrar tüccarı kardeşi.  Romanın geri kalanını anlatmayayım ama romanda her şey Lübnan'da Fransız işgali bitince sarpa sarmaya başlıyor. Roman düpedüz keşfe Lübnan'ı tekrar Fransa  işgal etse diyor. Zaten önsözde açıklandığına göre Romanın Fransızca orijinal adı Doğu'nun Merdivenleri. Lübnan'ın Sidon, Sayda ve Beyrut şehirlerine Fransızların verdiği ad. Lübnan kıyısının haritada merdivene benzetilmesinden bu adı almış.



4. Noam Chomsky (Anti Amerikan-siyasi kitapları) : Chomsky, fil felsefesinde bir efsane. Aynı zamanda Amerika aleyhtarı bir Amerikan vatandaşı, ciddi biri siyasi aktivist olarak da tanınıyor. Benim de sözüm bu Amerika aleyhtarlığı kitaplarının bir zaman sonra sıkıcı olması ile ilgili. Zira hep bir Amerikan emperyalizminden şikayet, Amerika'nın kötülüğü üzerine yazıyor ama çözüm yok. Bir de arka arkaya okursanız içinizi bir sıkıntı basıyor ve karamsarlığa kapılıyorsunuz.



5. Can Dünar'ın Atatürk Belgeselleri:  Gazeteci Can Dündar, sekiz tane Atatürk belgeseli yapmıştır ama ilginçtir hiç birinde Atatürk'ün zaferleri ya da devrimleri anlatmaz. Bu belgeselleri izlemek, sizin Atatürk'e hayran olmanıza ya da hayranlığınızın artmasına yol açmaz. Bu belgeselle Atatürk'e acımanıza yol açar. Dündar, genizden gelen buğulu sesiyle,  belgeselini yaptığı kişinin çektiği çileleri ve üzüntüleri anlatır. Bence izlenilmese, okunmasa daha iyi.

3 Şubat 2022 Perşembe

LİNÇ EDİLEN DÜRÜST GAZETECİ FALİH RIFKI ATAY



 Falih Rıfkı Atay hakkında yazı yazmama sebep olan Lui Ramber adlı bir İsviçrelinin, Gizli Notlar adı altında yayımlanmış anıları oldu. Bu şahıs, Abdülhamit döneminde tütün rejisinde üst düzey yönetici. Osmanlı devleti sürekli tütün rejisinden para istemedi, rejinin sorumluluğundaki tütün alanları ve tütün alım-satım merkezleri ve depoları denetlemek ve bazı sorunları halletmek adına da o dönemin Osmanlı ülkesini bol bol gezmiş, şirketinin çıkarları için Osmanlı yönetimiyle bol bol mücadele etmiş, yani ülkeyi çok iyi tanıyan birisi.

Ramber'in her satırı bana Falih Rıfkı Atay'ı ve Şevket Süreyya Aydemir'in yazdıklarını hatırlattı; bir de Reşat Nuri Güntekin'in hikaye ve romanlarını. Ramber'in anlattıkları ise daha dehşet. Mesela efeler, tütün postasını soyuyor, peşlerine devletin jandarması düşüyor. Jandarma yüzbaşısı, efe çetesinin reisinin kardeşi ve çetenin kaçmasını sağlıyor. Devlet, memurlarına pek çok kere maaş veremiyor ama devlet hanedan üyeleri için yeni saraylar ve köşkler yapacak parayı hemen buluyor. Memurlar da bazen aylarca dairelerine uğramıyor, arada maaş verileceğini duyunca dairelerine uğruyor.

Benzer olayları Falih Rıfkı Atay, Aydemir ve Güntekin'de anlatıyor ama genelde linç edilen Falih Rıfkı oluyor. Zira kendisi Birinci Dünya Savaşı sırasında, İttihat ve Terakki'nin üçüncü en güçlü (Enver ve Talat'tan sonra) üçüncü  paşası olan Talat paşanın katipliğini yapıyor. Hiç istemediği halde, Talat Paşanın adamı lakabını kazanıyor. Kurtuluş savaşı sırasında, Atatürk'ün emri ile İstanbul'da kalıp, Ankara hükümetinin sesi oluyor ve bu uğurda Nemrut Mustafa Divanında idam istemi ile yargılanıyor. Sonra gene Atatürk'ün emri ile Ankara'ya geliyor.

Cumhuriyetin ilk yılları anlatılırken, hemen her cepheden ilk alay edilen ya da eleştirilen Falih Rıfkı Atay olunur. O, bu eleştirilere ezelinden beri alışıktır. Cephede Cemal Paşanın adamı, Kurtuluş Savaşından sonra Cumhuriyetin prenslerinden olmuştur.

Diğer yandan da q harfinin Türkçeye girmesine engel olması ile alay edilir. Kendisi harf devriminde q harfinin alınmayışını kendi ısrarı ve imzasını küçük harflerle atan Atatürk'ün bu harfin küçük halini beğenmemesine bağlar. 

Oysa bunun sebebi Türk harf devriminin ses açısından muhafazakar olması, Türkçeye yabancı sesler alınmasına engel olma çabasında olmasıdır. W ve x harfleri de bu yüzden kabul görmemiştir. Sürekli kıyaslanan Japonlar ise, 1863'de daha büyük bir harf devrimi yapmış, beş bin civarı karakteri sadeleştirmenin yanında, sayı sistemini değiştirip, yabancı sesler için alfabeye yeni şekiller eklemiştir. Üstelik bunu Türkiye gibi okuma-yazma oranın en iyimser açıdan %10, kadınlarda %1 civarındayken değil, erkekler arasında en kötü ihtimalle % 40 üzeri okuma-yazma varken yaptı.

Falih Rıfkı Atay ise, kendisine yapılan bu saldırı ve alaylara  rağmen, dürüst gazeteciliği ve tarihi dosdoğru anlatan anılarıyla,  kitapları ile kütüphanelerdeki yerini aldı.

1 Şubat 2022 Salı

BAZI OKUMAYIN TAVSİYLERİ 1.YALANCILAR (OKUR OLARAK HAYALKIRIKLIKLARIM)

 


Bibliyofil de denecek kadar bir kitap kurdu birisi olarak bu seferde okumama tavsiyesi yazmaya karar verdim. Bunun içinde hedef olarak birileri tarafından çok  övülen ve hatta bazıları okullara adı verilen yazarları hedef aldım. Sıradan, tanınmamış yazarları okuma demek kolaydır ve bence bir yerde de gereksizdir. Üstelik de böylesi yazar ve kitapların dikkat çekmesine sebep olursunuz. Ünlü yazarları ise neden okunmamasını istediğinizi açıkça yazmanız gerekir. Ben de belli başlılarını, sebepleri ile sınıflandırıp, yazdım.

1)Yalan Dolan olanlar. Ünlü yazarlarca yazılmış da olsa, yalan içeriklerle dolu olanlar. Bunların da ciddi bilimsel kaynak diye gösterilenleri.



Cemil Meriç: Kendisi, Japonların her okuduğunuza inanacaksanız, hiç okumayın daha iyi atasözüne örnektir. Zamanında solcu olmuştur ama solculuğunda yazdığı tek yazı yoktur. Üniversitede hocalardan birisi,  kendisinin beni sol okudu sağ anlamadı dediğini veya yazdığını söylemişti. Ben beş ya da altı kitabını okudum, böyle bir sözüne rastlamadım. Kitaplarını sağcı gençlik için yazmış. Fransız olanlar başta olmak üzere, Rönesans ve Aydınlanma dönemi Avrupalı filozofları karalamakla uğraşıyor. Doğrusu hiç birinin aslı-astarı  yoktur.

Sosyoloji notları, açık ara en kötü kitabıdır. Kendisinin sosyolog olma ya da bu alanda eğitim alma gibi bir özelliği yok. İstanbul üniversitesine Fransızca öğretmeni olarak çalışıyor o zamanlar. Fransızca bilme sebebi de, Fransız mandasındaki Hatay'da doğup, büyümüş olması. Profesörün biri gitmek istemediği Fransızca sosyoloji dersini buna veriyor. Ders dediğim de, lise kafasında verilen bir ders. Kendisi de, kitabı bir kenara bırakıp, kafasına göre bir şeyler anlatıyor.  



Profesör Bahaeddin Ögel (Türk Kültür Tarihine Giriş): Ben Profesörümüzün sadece bu kitabını okudum ama her biri yaklaşık beş yüz sayfalık on cildini (gençtim ve aptaldım) okudum. Kitabın önemli bir kısmını resimler oluşturuyor. Özellikle orta Asya-Sibirya ile ilgili bir sürü fantezisini de kitabına (kitaplarına) aktarmış. En akılda kalanı kımız ile ilgili. Kımızın içine şarap katarak alkollendiğini (süt, mayalanma sonucu alkoleniyor), kımızın ciddi ciddi ilaç olduğunu, Rusya'da kımız tedavisi yapan bir sürü sağlık kurumu olduğunu söylemiş. Bu dedikodusunun sebebi de tahminim Cengiz Aytmatov'un Gün Uzar Yüzyıl Olur romanındaki karakterin kendisini kımızla tedavi etmesi.



Ziya Gökalp (Türk Kültürü) : Kendisi de Bahaeddin Ögel gibi Orta Asya-Sibirya kültürü ile ilgili olarak atıp-tutmuş. Rus antropologların eserlerini, ya Fransızca üzerince çevirerek, ya da çevirterek edindiği bilgilere, pek çok kendinden şey katmış Orta Asya- Sibirya Türkleri ile ilgili pek çok şeyi de kendisi uydurmuştur.



Cahit Zarifoğlu (Düzyazıları): Böyle anlı-şanlı ve hatta efsanevi bir şair ile ilgili, böyle şeyler duymak, biraz garip gelebilir. Düzyazıları ise, Avrupa hakkında bir sürü yalan yanlış bilgi içeriyor ki, bu gün kamuoyunca çok popüler. Avrupalılarda cinsel ahlakının düşük olduğu ya da İsveç başta olmak üzere kuzey ülkelerinde intihar oranlarının yüksek olduğu gibi ülkemizde çok popüler yanlış bilgilerin kaynağı da Zarifoğlu. İsveç ya da her hangi bir zengin     Avrupa ülkesi, intihar oranlarında ilk ellide bile değil. Sadece İsveç ve İskandinav ülkeleri, uzun kış gecelerinde intihar oranları yüksek olunca, ışık ile depresyon arasında ilişki kurmuş ve ışık tedavisini icat etmişler.

Benim asıl kızdığım, Avrupa'nın aile yapısını kötülemesi ve buna ispat olarak uzun süre Avrupalıların evinde misafirliğini anlatması. Benim bildiğim misafir ağırlamanın adabı kadar, misafir olmanın da adabı vardır. Misafirlik, beleş otel değildir, arada eve ufak-tefek bir şeyler getirirsin ki, hediye olsun. Girerken, çıkarken, uyurken vesaire işlerinde ev halkını rahatsız etmezsin.  En önemlisi de, ev sahipleri hakkında ileri-geri konuşmaz,  dedikodusu yapılmaz. Kendisi İslam-Doğu ülkelerini, Avrupa'da olduğu gibi oto stop ile gezebilmiş, ailelerin evinde kalabilmiş mi de, Avrupa medeniyetine laf atıyor.

29 Ocak 2022 Cumartesi

İHTİYARLAR DİKTATÖRLÜĞÜ

 


İHTİYARLAR DİKTATÖRLÜĞÜ

 

Dünya ne zaman durur

Bir kereden bir şey olmadığı zaman

Kırık kol ne zaman kaynamaz

Yen içinde kaldığı zaman

 

Her sorunun bir cevabı vardır

Bazıları doğru bazıları yanlış

Umut kalmamışsa doğru yoktu

Çünkü kesin olmayan her cevap yanlıştır

Bazen umutsuzluk bile yoktur

 

Siz mendeburlar, ahlak tüccarı ahlaksızlar

Sizin için nedir gençlik?

Yeni şeyler öğrenilecek dönem mi?

Mutlu olunması gereken bir çağ mı?

Dünyanın keşfedilme zamanı mı?

Ya da bir tehlike

Atlatılması gereken

 

Siz ahlak tüccarı ahlaksızlar

Sizin göre bir genç ne yapmalı

Eğitim-öğretime mi devam etmeli

Çalışıp para mı kazanmalı?

Ya da sizden uzaklaşmasın,

Yeni şeyler keşfetmesin de

Ne olursa olsun

 

Siz bunak ihtiyarlar, siz hep haklısınız

Hep gençler hatalı, siz doğrusunuz

Her şeyi biliyorsunuz

Öyleye şunu da bilin

Bir genç ne zaman intihar eder

İçindeki şarkı bittiği zaman

 

28 Ocak 2022 Cuma

ALKIŞLARLAYAŞIYORUM.COM'UN KAPANMASI

 


Uzun yıllar, gençlerin trollük dediği aktif üyeliğini yaptığım alkislarlayasiyorum.com sitesi 23 temmuz 2020 tarihinde kapandı. Bu site ile ilgili olarak yazı yazmak için aradan biraz zaman geçmesini bekledim. Sonra başka şeyler yazım falan derken, bayağı da geç oldu.  Sitenin internetteki izleri yavaş yavaş siliniyor. Ben de artık kendimi vefasız ve suçlu biri gibi hissetmeye başladım ve bu yazıyı yazmaya karar verdim. Konu da bir internet sitesi nasıl işletilmez ve batırılır olacak. Geleneksel öğretmen alışkanlığı ile, maddeler halinde de yazıyorum.

1)Berbat tasarım ve diğer içerikleri önemsizleştirme:  Fatih Aker ya da Mesut Bahtiyar, bu berbat ötesi tasarımı yabancı bir siteden araklamış ve üzerine hiç bir şey eklememiş. Böylece site video ve diğer şeyler sitesi haline geldi. Sloganı da biz asla best of youtube olmayacağızdı ama daha beteri oldu. İlk yıllarda siteyi googleladığınızda ilk önce oyun, yani atari  (oyun)bölümü çıkıyordu, ilk kapanan bölüm de o oldu. Şipşak ya da yazıyorum bölümleri de, onedio.com gibi siteye üye çekebilirdi ama sadece video ve azıcık da ses bölümüne yatırım yapıldı.

2)Kötü ötesi mobil uygulama: İnternet dünyası giderek mobil uygulamalara yönelirken, bu sitede ses ve video hariç diğer içeriklerine cepten-tabletten giremiyordun. Oysa içerdiği onlarca basit oyun cepten-tabletten oynanabilseydi, genç insanlar üzerinde bağımlılık yapabilirdi. Videolar için de çoğu kez cepten yorum yapmak ya da bağır-çağır denen sohbet odacığına yazı yazamıyordun. Çoğu kez cepten videolar da açılmıyordu.

Bir de sitenin cep uygulaması her zaman telefonu ağırlaştırıyor ve sorun yaratıyordu. Hatta benim telefonum bir kaç kere uygulamayı kendiliğinden sildi. O zamanlar 

3)Personel azaltma: Nokta yayımcılığın en büyük hatası, siteyi sadece üç adminle yönetmeye kalkması, diğer adminlerin işlerine son vermesi, kurnaz esnaf-kobi sahibi mantığı ile iş yapmaya kalkmasıdır.  Bu tip kobiler, ekonomik krizlerde ilk kapananlar olur. Admin sayısı azalınca,  içerik gönderenler cevap verilmez oldu. Özellikle ergen üyeler, biraz da adminlerle konuşmak için içerik gönderiyordu. Bir de admin sayısı azalında, troller daha kolay cirit atar, eski içerikler daha fazla atılır oldu.

Ayrıca sadece üç admin, biri de İzlesene'ye müdürlükte yapan Cem Evecen'in kendisi, nasıl her işe yetişecek, bir de siteyi geliştirecekti. İşlere yetişsen bile, işi geliştiremezsin. Bence Cem Evecen, şirket sahiplerinin oğlu-yeğeni falan ya da ortaklarından. Yoksa bu kadar beceriksiz birine tahammül edilmez.

4)Gereksizleşen erotizm: Sitenin özellikle cuma sabahları yayımladığı memeli içerikleri ve twerk (popo titretme) başta olmak üzere absürt erotik ve porno başlandığı içerikleri, başta üye sayısını arttırsa da, sonradan pek çok üyenin siteyi terk etmesine, mevcut üyelerin de video sonunda ekranda beliren resimlerden dolayı kendi videolarını, kendi sosyal medya hesaplarından paylaşamamasına sebep oldu .

Diğer yandan zaten sitede kız üye yoktu. Bir ara sinirli sarışın diye bir üye vardı, o da terk etti. Bu erotik içerikler, kadın izleyiciyi de siteden uzak tuttu.

Erotizm, ulaşılması zorken kıymetliydi, Z kuşağı hele, telefondan hiç zahmet etmeden, en rezil pornolara, ücretsiz ve kolayca, cep telefonundan ulaştığını düşünürsek, normal bir site için erotizm can sıkıcı ve utanç verici ya da bireysel olarak mahrem olması gereken  bir şey. Mantıklı olan temiz yayındı.

5)Sosyal medyayı kullanamama: Sitenin resmi facebook ve twitter sitesinin takipçisi çok azdı. Adminlerden Hoanes'in twitter hesabı vardı, o da site içeriklerinden çok, kendi fenomenliği peşindeydi. Sitenin instagram hesabı ise, kapanmasına yakın açıldı. Siteye ait tüm sosyal medya hesapları vasatın altı ve sıkıcıydı. Sitenin çok izlenenleri genelde ekşisözlükten geliyordu. Sebebi de kurucusu Mesut Bahtiyar ve ilk adminlerinin çe çoğu üyesinin ekşi üyesi olmasıydı. Fatih Aker, gerçekten ekşi yazarlığının ekmeğini yiyor ve yemekte. Alkislarla'yı kurdu,  eki sayesinde tanıtıp, büyüttü, iyi fiyata sattı. Ardından ellidokuzsaniye.com'u kurdu, onun da üyelerinin çoğu ve izlenmeleri de ekşiden geliyordu. Şu anda yaptığı Odadaki Fil poskesti de büyük ölçüde ekşiden faydalanıyor.

6)Siyasi kararsızlık: Hoanes'in açıkça HDP'li olduğunu ifade etmesi, Alihasan'ıl LGBT'liği siyasi trollerin yalan haber yayma ve küfürlerine karşı yetersiz mücadele, sonra birden bire siyasi içerik almama kararı da siteye tabutun son çivilerini çaltı. Ben de kendi hesabıma kemalkılıcdaroglu gibi takma adla, CHP trollüğü yaptım. Her gün üç-beş Aktrolü oyalıyordum. Lakin banlanmamak için küfür kullanmamaya özen gösteriyordum. Bu trol kavgaları siteyi çok yıprattı. Bir öz eleştiri olarak belki de benim de banlanıp, başka bir takma adla yeniden üye olmam gerekliydi.

7)Gereksiz özellikler: Sitenin radyosu, gereksiz bir karışık kasetçalardı ve yazışma ekranı benim kan duyurularımla doluydu, kapandı. Üyelerin duvarları, bir incisözlük saldırısından sonra kapandı. Bağır-çağır ve özel mesajlaşma, adminler hariç kapanmalıydı. Bir ara duyuru ekranı falan da vardı, başka bazı özellikleri de oldu. Ekranı kalabalıklaştırmak ve özellikle cep uygulamasını ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramadı.

EK-1 Yazık olan: Site, damlaya damlaya göl olur atasözünün ispatıydı. Siteye atılan bir kısım video ve ses, izlesene.com'da duruyor ise de pek çoğu artık yok. Gerçi onları ya birileri indirmiş ya da telif hakkı olanlar sildirmiştir. Bir gün, bir yerlerden çıkar ya da öyle umuyorum. Fotoğraf, yazı ve oyun içeriklerine tamamen yazık oldu.

EK-2 Genel anlamda pişman değilim: Az da olsa bazı içerikleri internette, özellikle kapanan yorutube sayfalarından kaybolmaktan kurtarıp, izlesene.com'a ekledim. Pek çok şeyi de ilk defa oradan öğrendim. Hatalarım, kırdıklarım oldu ama onlar da beni kırdı. Hakkını helal et muhabbetini sevmiyorum. Varsa ölümden sonra yargı, haklarımız karşılıklı baki kalsın.

EK-3 Siteden sonra hayat: Siteden sonra diğer üyelerin discord grubuna bir gün yazdım, üç-beş gün de izleyici oldum, sonra discordu sildim. Site bağımlılık yapmıştı ve ben siteyi bırakmadan, site beni bırakmıştım ve bağır-çağır bile hatayken, oralarda sürünemezdim. Hem yeterince farklı sosyal medya hesabım var, hatta fazla bile var. Daha fazla olursa, kendi işlerimi yapamam. Daha sonra Uludağ'a üye oldum, iki haftada ondan da sıkıldım.

Ek-4 Keşke bu kadar vakit ayırmasaydım: Alkışlarla ile ilgili tek pişmanlığım fazla vakit ayırmaktı. Ayda-yılda bir içerik atan üye olsaydım daha iyi olacaktı.