5 Ekim 2023 Perşembe

ÇEDES'İN ÖLÜ DOĞUMU

 


Malumunuz ülkemizde en sık değişen şey, eğitim sistemi.O kadar sık sistem değişiyor ki, bence bir sistemsizlik sisteemi. Ellinci doğum günüme yaklaştığım ömrümün 25 öğretmenlik ve öncesinde de 15 öğrencilik yılı yaşadım. İki yıl aynı düzenin yürüdüğünü görmedim. Her sene mutlaka bir şeyler değişti: Sınıf geçme yönetmeliği, liselere giriş sınavı, üniversite giriş sınavı,  disiplin ve ödül yönetmeliği, sınav yönetmeliği, öğretmen özlüğü ile ilgili yönetmelikler,  bütünleme ve sorumluluk sınavları ile ilgili yönetmelikler, ders dağıtımı ve ders saatleri,  öğretmenlikte idareci olma ve görevde yükselme, ve buna benzer şeylerin iki sene hepsinin aynı olması bir yana her sene en az bir kaç tanesi değişir. Müfredat ise ikide bir değişir. Öğretmene de zerre kadar sorulmaz. Yalnız bir kere sorulurmuş gibi yapıldı. İlçe zümre başkanı olarak sayfalarca yazı yazdım. Gelen müfredatın öğretmenlerin isteğiyle alakası yoktu.

İktidarın en başarılı olduğu konu, iktidarma kalma. Bunun için televizyon, radyo ve gazetelerin %90'ını, binlerce trolü, kendi uydu partilerini ve muhalefetten satın aldıklarını kullanıyor. En başarısız olduğu alanlar eğitim ve kültür. Bunu kendileri de itiraf ediorlar. İktidar için eğitim, din eğitimi ama onda da başarısız. (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/11/dinsiz-birakan-din-egitimimiz-dinsizlik.html) Her alt sınıfta dinsizlik artıyor. (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/01/altin-neslin-dinsiz-cocuklari.html) Böyle giderse Alevi-Sünni kavgası yerine Deist-Ateist-Panteist kavgası çıkacak yakında.

Devletin bulduğu formül, daha çok din dersi. Oysa çokca okul değiştiren biri olarak şunu gözlemledim, din dersi arttıkça, dinsiz öğrenci çoğalıyor. Bir de Arapça dersleri meselesi var. Arapları ülkeye uyum sağlaması için uğraşıyorsun ama onlar kendilerini bir sığıntı değil, efendi olarak görüyor. Zira sen Müslüman değil, mevalisin. (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/09/turk-ve-arap-fasizan-ustunluk-duygusu.html) Kaldı ki Araplar arasında da bir çeşit kast olduğunu gözlemledim. Zengin Araplar, fakirleri pek umursamıyor.

Devlet zannediyor ki, doktor dövmekle övünen, kamu görevlilerini ikide bir şikayet eden halk veya Z kuşağı denen yeni nesil, okula gelen imama yada manevi danışmak denen şeyhe saygı duyacak, onun yolundan gidecek.Öğretmen rol model olmuyor, şeyh yada imam model olacak.

 ( https://onbinkitap.blogspot.com/2023/06/ogretmenlerin-rol-model-olamamasi.html)Oysa ülkede imam hatip sayısı artarken, öğrenci sayısı azalıyor. İmam hatiplerin en büyük işlevi,  küçük burjuva ailelerinin, devlet okulundan, özel okula yönelmesini sağlamak. (https://onbinkitap.blogspot.com/2019/06/egitimde-bakolarya-ozel-okul-imam-hatip.html) İmam hatipe baskı ve yönlemdirmeler sonucu çok kayıt olsa da, mezun olan az. Herkes ya açık liseye, ya da özel okula kaçıyor. Şimdi açık liseye geçişi, yönetmeliklerle zorlaştırmaya çalışıyorlar. İsteksiz öğrenciyi okulda tutmaya kalkarsan, daha çok ateist-deismam Hatipli görürsün. Bilinmesi gereken, bu dinsizliğin sosyolojik temelleri olduğudur. (https://onbinkitap.blogspot.com/2021/11/dinsizlik-sosyolojisi.html)

Bu projenin sonu, yeni nesil çocuklar ve ergenlerle başedemeyen din adamları takımının iktidarı daha da zora sokmasıdır. Bu din adamlarının pedogoji eğitimi almadıkları gerçektir. Devlet okullarında, tarikat yurtlarındaki otoriteleri olmayacaktır. Kaldı ki son üç yıldır dinsiz (ateist-deist vesaire) gençlerin hikaleyerini okyup, dinliyorum. Pek çoğunda tarikat yurdu deneyimi var. Yurttan çıktıktan sonra muahfazakar ailelerine rağmen dinden uzaklaşıyorlar. Hatta belki de bu yüzden uzaklaşıyorlar. (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/05/dinsizlik-turleri-8-dinin-somut-siyasi.html)

Diğer yandan o kadar Arapça dersi neyin nesi? İngilzce öğretemediniz, bir de Arapça mı öğretecek milli eğitim? Bunca yıl Alevi ve Kürt düşmanı olarak eğittiğiniz insanları, Arapları yüce görenler olarak mı eğiteceksiniz? (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/09/turk-ve-arap-fasizan-ustunluk-duygusu.html) Yıllarca Alevi ketledenleri ödüllendirip, hayırl olsun dediniz, şimdi Arap ve Afganlar aleyhine bir kaç haber yapanları, 12 Eylül rejimi gibi saçlarını üç numaraya vurarak mı korkutuyorsunuz? O zamanlar Kürtleri yılmadığı gibi, daha da radikalleşip, PKK'lı oldular. Üstelik onlar, akıl almaz işkenceler gördüler. Öyle ki, Aziz Nesin bile, ilk dinlediğinde abartı sanmış, bunu da itiraf etmiştir. Yıllarca 1944 Irkçılık-Turancılık olaylarında yaşadıklarını anlatan Türkçüler, tekrar devlete muhalif olmayı  öğreniyorlar. Bu ırkçılık-Turancılık davasına katılanların hayatlarını tek tek inceleyin. Atsız ve hemen yanındaki bir kaç kişi hariç hepsi, daha sonra Nurculuk başta olmak üzere tarikatlara girdiğini görürsünüz. Atsız'ın 1944 olaylarını anlattığı anıları ve pek çok önemli yazısı ilk defa, Necip Fazıl'ın Büyük Doğu dergisinde yayınlamıştır. (https://onbinkitap.blogspot.com/2021/05/atsizin-canakkale-gezisi-ve-turkculugu.html) (https://onbinkitap.blogspot.com/2017/06/) Hani Müslümanlar diyor ka, küfür tek millettir, aslında sağcılık tek parçadır. 

Oysa şimdi Çedes'le, sağın bir kanadı Türkçülüğü kesmek istiyorsunuz ve dahası zenginlerin sosyal medyada gösteriş pornosu yaparken; başka ülkelerdeki işçi sınıfının, Türkiye'deki küçük burjuvadan daha rahat yaşamını görüyor, devir seksenli yıllar değil. (https://onbinkitap.blogspot.com/2021/06/12-eylulun-sucluluk-duygusu-egitimi-2.html)

İktidar seçimleri bir şekilde kazansa da, muahlefeti parçalasa da, 12 eylülün suçluluk duygusu eğitimi anlım kitleleri kandırsa da, gençliği memnun edemiyor.

3 Ekim 2023 Salı

KOMPRADORLAR İŞGALCİLER KADAR TEHLİKELİDİR



 Komprador kelimesi İspanyolca kökenli bir kelimedir ve tam olarak satın alıcı demektir. İspanyol işgalciler, fethettikleri ülkelerde, halkla muhatap olmamak adına,  yerel halkın içinden yandaşlarını, önce yerel ürünleri satın almak için kullanmışlar, sonra da küçük yerlerden başlayarak, işgalciler adına bölgeyi yöneten yerel yöneticiler için kullanılmış bu terim. Deniz imparatorluğu kuran Avrupa ülkeleri, bu sistemi yaygınlaşırınca, bu terim de yaygınlaşmış.

Bu terim, işgalci ya da sömürgeci ülkelerin işbirlikçileri için kullanılır ve iki tür komprador vardır, siyasetçi komprador ve burjuva komprador. Her ikisi de birbirinin o kadar olmazsa olmazıdır ki, çoğu kez her ikisi de aynı kişilerdir. Sömürülen ülkelerde her siyasetçi tüccar, her tüccar siyasetçidir. Buna komprador medyayı da ekleyebiliriz. Komprador medyanın asıl işlevi, komprador burjuva ve siyasetçinin çıkarlarını, ülkenin çıkarıymış gibi göstermektir. 

Kompradorlarla mücadele, işgalciyle mücadeleden daha zordur. Komprador, arkasına yaslandığı asıl devletin çıkarlarını nasıl savunduğunu çok iyi saklayıp, vatanseverleri halkın gözünde küçük düşürebilirler.

Dahası kompradorlar ülkeyi yabancı güçlere peşkeş çekerken, işgalcilerden daha korkusuzu ve fütursuz olabilir. İşgalcilerin asker kaybı ya da işgali terk sonrası politik utanç sorunları, kompradorlarda bulunmaz.

Kompradorlarla savaşta, işgalciler ile savaşta olurcasına ciddi ve tutarlı olmalıyız ve çok daha dikkat etmeliyiz.

Ve hem çok daha cesur, hem de çok daha acımasız olmalıyız. Çünkü ilkemiz düşmanla barışılır ama hainler azla affedilmez olmalıdır.

30 Eylül 2023 Cumartesi

ÖVÜNME BAHSİ (GEZİ)

 


ÖVÜNME BAHSİ

 

Her zaman öncü olamadım

Yok bende önderlik vasfı

Önder olamadım hiçbir olaya

Sadece bir hevesli oldum

Olanların kıyısında ve köşesinde

Lakin uzakta kalamazdım tarih yazılırken

Bir devrin eşiğine gelmişken

Seyredemezdim uzaktan

Olanları ve olacakları

Seyredemezdim uzaktan

Gerçek bir isyanı

Sonu ne olursa olsun

Bu yüzden Ankara’daydım

Gezinin tam ortasındaydım.


29 Eylül 2023 Cuma

Salvador Allende'nin son konuşması


11 Eylül 1973 yılında faşist bir darbeyle devrilen Şili'nin sosyalist başkanı Salvador Allende'yi, ölmeden önce radyodan yaptığı konuşmayla anıyoruz.

Allende’nin ölümünden hemen önce radyo’dan yaptığı veda konuşması:

Dostlarım,

Hiç şüphe yok ki, bu sizlere seslenmek için son fırsatım. Hava Kuvvetleri Magallanes Radyosu’nun vericilerini bombaladı.

Sözlerim sitem değil, hayal kırıklığı taşıyor. Umarım, kendi sözlerine ihanet edenlerin utancı olurlar... Şili’nin askerleri, birer unvandan ibaret başkomutanları, kendi kendini Donanma Komutanı ilan eden Amiral Merino, daha dün Hükümet’e sadakatini sunan, bugün ise kendini Carabinero’ların (paramiliter polis) başı ilan eden General Mendoza…

Bu koşullarda, sözlerim sadece işçilere: Teslim olmayacağım!

Bu tarihi dönemeçte, halka olan sadakatimin bedelini hayatımla ödeyeceğim. Ve onlara, binlerce Şilili’nin tertemiz vicdanına serptiğimiz tohumların kuruyup gitmeyeceğinden şüphem olmadığını söyleyeceğim.

Güçlüler ve bize üstün gelecekler, ancak toplumsal dönüşümler ne suçla ne de güçle bastırılabilir. Tarih bizimdir, tarihi toplumlar yapar.

Ülkemin emekçileri, adalete olan büyük özleminizin ancak bir sözcüsü olan, Anayasa’ya ve kanunlara bağlı kalacağına söz vermiş bu adama gösterdiğiniz sadakat için teşekkür ederim. Sizlere seslenebildiğim bu son anda, yaşadıklarımızdan ders çıkartmanızı diliyorum: Yabancı sermaye, emperyalizm, gericilikle birlikte Silahlı Kuvvetlerimizin kendi geleneğini bozmasına varan koşulları hazırladılar. Bu geleneğin kurucuları General Schneider ve Komutan Araya da, bugün dışarıdan aldıkları destekle kendi çıkarlarını ve imtiyazlarını korumaya çalışan aynı sosyal kesimin kurbanlarıdır.

Esas olarak size sesleniyorum, ülkemin mütevazi kadınları, bize inanan köylü kadınlarımız, çocuğunu esirgediğimizi bilen anneler… Size sesleniyorum Şili’nin fikir işçileri kapitalist toplumun avantajlarından bahsedip duran meslek örgütleri ve sendikalar tarafından yaratılan kargaşaya karşı çalışmaya devam eden yurtseverler… Size sesleniyorum, ülkemin gençleri, öğrencileri, şarkılarını söyleyenler, bize neşelerini ve mücadele ruhunu verenler… Size sesleniyorum Şili’nin insanları, işçiler, köylüler, aydınlar, zulüm görecekler ülkemizde faşizm saatlerdir iş başında. Harekete geçmesi gerekenlerin sessizliği karşısında terörist baskınlar yapıyor, köprüleri havaya uçuruyor, demiryollarını kesiyor, gaz ve petrol borularını imha ediyorlar. Suçludurlar. Tarih onları yargılayacaktır!

Hiç şüphe yok ki Magallanes Radyosu susturulacak. Sakin ve metalik sesim sizlere ulaşamayacak. Sorun değil. Sesimi duymaya devam edeceksiniz. Her zaman yanınızda olacağım. En azından, onurlu ve ülkesine sadık bir adam olarak hatırlanacağım.

Halkım kendini savunmalı ancak kurban etmemelidir. Halkım, kendisinin yok edilmesine veya kurşunlarla delik deşik edilmesine izin vermemeli, ancak aşağılanmaya da müsaade etmemelidir.

Ülkemin işçileri, Şili’ye ve yazgısına inanıyorum. Başka insanlar, ihanetin galebe çaldığı bu karanlık ve acı anı yenecekler. Siz de bunu bilerek ilerlemeye devam edin er ya da geç, o büyük caddeler tekrar açılacak ve özgür insanlar yeni bir toplum oluşturmak için o caddelerden yürüyecekler.

Yaşasın Şili! Çok yaşa halkım! Yaşasın işçiler!

Bunlar benim son sözlerim, fedakarlığımın boşuna olmadığından eminim. Sonunda, en azından, suçu, alçaklığı ve ihaneti cezalandıracak bir ahlak dersi olacak.

Santiago de Chile, 11 Eylül 1973

28 Eylül 2023 Perşembe

KUPON SAVAŞLARININ ASIL NEDENİ (2002 SEÇİMLERİ-4)

 


Türk basın tarihinde üzerine kitap yazılması gereken bir dönemdir kupon savaşları. Buna kısa süreli bakkal çıraklığım sırasında, 1993 yılında ben de yaşadım. Markette çalıştığım kısa süre, kupon savaşlarının ilk raundu olan ansiklopedi savaşlarına denk gelmişti. Sabah gazetesi, uzun bir ismi olan bir ansiklopedinin sadece birinci cildini vereceğini söylemişti. Bunun için yüksek bütçeli bir reklam kampanyası yaptı. Bizim markete de bir gün önceden geldi ansiklopedi ciltleri. Pek çok kişi önceden ısmarlamıştı. Bizim marketin bir de günlük servis yaptığı müşteriler vardı. Ben sekiz tane, her gün Sabah gazetesi alanlar için ayırmıştım. O gün geldiğinde dükkana yarım saat geç gittim, büyük hataydı. Ahali, patrondan önce (dükkanı iki kardeş işletiyordu, adlarını unuttum) sıraya gelmişler, çabucak ansiklopedileri alıp, gitmişlerdi. Biz ise günlük abonelerimizi düşünüyorduk. Neyse ki benim ayırdıklarım eldeydi. Sokakta isteyenlerin ısrarlarına karşın bu sekiz cildi, Sabah gazetesi abonelerine götürdüm. Lakin gene de bir tane eksik kalmıştı. Kendime ayırdığımı evden aldım, onu verdim. Kızkardeşim, kırk uılda bir tane işe yarar bir şey getirdin, onu  da götürüyorsun diye serzenişte bulundu.



O günü atlattık, gazete ertesi gün, bir milyon kadar bastı ve dokuz yüz bin küsur iade aldı. Birinci cildi alanların, devamını getireceğini ummuşlardı muhtemelen. Oysa herkes birinci cildi aldı, devamını getirmedi. O bir cilt, evlerde bir fetiş objesi olarak kaldı, zamanla da pek çoğu kayboldu.Aynı gazete, iki yada üç hafta sonra 250 gram pakette çamaşır deterjanı verdi, kimse doğru dürüst ilgilenmedi. Bu olay kupon savaşları döneminin çok hatırlanan olaylarından biridir. Bir diğeri de gene Sabah gazetesinin dağıttığı mini müzik setinin abartılı minikliği ve kupon biriktirenlerin yaşadığı sinir krizidir. O zamanlar walkmenler vardı, bir de müzik setleri. Bu müzik setleri, plak, kaset ve cd gibi değişik fotmatlardaki sesleri yayınlar, devasa hoparlörleri ile konu komşuya da müzik yayını yaparlardı. İnsanlar, reklamlardaki mini kelimesini tam anlamamış, walkmen'den bile küçük olan bu şeyleri aldıkları için öfke duymuşlardı.



Kupon savaşı yavaş yavaş başladı. Seksenlerde kuponları zarfa gönderiyor, gazetenin İstanbul'daki merkezlerine posta ile gönderip, noter huzurundaki çekilişi bekliyordunuz. Hatta dönemin başbakanı Turgut Özal'ın eşi, böyle bir çekilişle televizyon kazanmıştı. (https://onbinkitap.blogspot.com/2022/07/turgut-nereye-kostu.html) Sonra bir ara gazeteler, kazı-kazan tipi hediyeler veriyordu. Pek çok kumarbaz, bir şey çıkmayınca, gazeteyi almıyordu. Bu yüzden bir kaç zaman boyunca kupon biriktirmek gerekliydi. Kupon biriktirme, benim hatırladığım kadarı ile gene Sabah gazetesinin 5'erli gruplar halinde, Nobel ödüllü yazarlara ait 25 kitabı vermesi ile başladı. Sonra çığ gibi büyüdü, Müzik setleri, halılar, kilimler vesaire vesaire.



Mini müzik setinden sonra bu ilgi düşer gibi oldu. İnsanlar ağır bunalım geçirmişti. Sonra özel yasa çıkarıldı. Önce reklamlarla ilgili olarak, bir obje, yanında büyüklüğü kıyaslanacak başka bir obje ile fotoğraflanıp, öyle reklam edilecekti. Sonra kuponla verilecek ürünler, kültür ürünleri, yani kitap-kaset-cd ve benzeri materyaller ile sınırlandırıldı. 



Sabah gazetesi,  bu yasaklamadan evvel bazı grip ürünler verdi. Özellikle iki Körfez savaşı (Yani Irak'ın Kuveyt'i işgali ve Irak'tan geri alınması ile, Amerika'nın Irak'ı işgali arasında kalan süre) arasında, ne zaman Amerikan ordusu harekete geçer gibi olsa, askeri bir şeyleri kuponla veriyordu. Deri ceketleri, bombardıman ceketi diye verdi. Bir sürü oyuncak Amerikan askeri verdi. Hatta bir seti, harekat iptal edilince vermekten vazgeçti. Yeni nesil, dolma kalem-tükenmez kalem arası kalemleri, pilotlar kullanıyor diye, pilot kalem olarak verdi. O zamanlar ödevleri, el yazısı ile dolma kalem kullanarak yazardık. Z kuşağı, hatta Y kuşağı bilmez,  bu dolma kalemlere, şırıngaya su çeker gibi mürekkep çekerdik. İki sayfalık ödevde bile her tarafımız mürekkep olurdu. Pilot kalemler zamanla dolma kalemleri piyasadan sildi.



Bu dönemde gazeteler, bir sürü ek verir, bazen de bir kitabı, cd ve dvd'yi tek bir gazeteyle veya gazetenin üzerine biraz para vererek alabilirdiniz. Gazeteler, özellikle hafta sonları,  bazen bir kiloya yakın kağıttan oluşurdu. Kadın eki, çocuk eki, edebiyat eki ve bir sürü şey. Dergilerde pek çok promasyon verirdi. Sadece kitap, kaset, cd, dvd, poster, çıkartma falan değil, bazen sabun, diş macunu ve poşet çay verdiği de  olurdu. Dergiler, aralık yada ocak  ayında kalın yayınlar yapar, yılın özeti verirlerdi.



 Bu dönemde, gazeteden çok, İhlas ev aletlerini pazarlama şirketi olan Türkiye gazetesini, konudan ayrı tutuyorum. Türkiye gazetesi, Işıkçılar tarikatının yayın organı olarak, özellikle küçük ev eşyası satma derdindeydi. Zaman gazetesi, hiç kupon-hediye işine girmedi. Radikal gazetesi ise, o zavallı tirajı ile Aydın Doğan'a bir de kupon-hediye masrafı yapamazdı.



Daha önce Radikal ve Yeni Yüzyıl gazetelerinin hiç kara geçmediklerini yazmıştım. (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/09/nilufer-golenin-korosuradikal-yeni.html) Bu iki gazete, yandaş reklamları ve muhasebe oyunlarına rağmen kar etmiyordu. Yeni Yüzyıl, bir ara Yeni Yüzyıl kitaplığı diye bir seri kitap verdi, daha doğrusu vermiş. Arada bir sahaflarda rastlıyorum. Kupon savaşları, doksanlarda tırmandı, özellikle özel televizyonlar yaygınlaşınca daha da azdı. Diğer yandan gazeteler, son derece pahalı yöntemlerle tirajlarını arttırmıştı. Üstelik kısmen 1993'de Türkiye'de internetin başlaması da kağıt gazetelere darbe vurmaya başladı. Zor bela arttırdıkları tirajlar, iki binli yılllardan sonra düşmeye başladı. Hele koronadan sonra, iade masrafları almamak için, baskı sayısını da azalttılar.



Diğer yandan şunu düşündüm. Diğer gazeteler, bu yer yer çok abartılı promasyon ve hediyeleri sonucu zarar etmiyor muydu? Gazete çıkaran medya kuruluşları, televizyon kanalları da kurmaya başlamışlardı. Kanallarda ilk yıllarda, haberlerden sonra günün yorumu yapan kişiler olurdu. Engin Ardıç, Meriç Köyatası ve Güneri Civaoğlu,  bu işi ilk yapanlardı. (O zamanlar henüz 4-6 kişilik grupların saatlerce konuştukları programlar yoktu) Lakin fark edildi ki, konuşmanın ikna ediciliği yoktu. İnsanlara yazıları okutmaya ihtiyaçları vardı, hatta insanlara kitap okutmaya ihtiyaçları vardı ki, siyaset üzerinde etkili olabilsinler, seçimleri yönlendirebilsinler.Uzan ailesi, sadece Star değil, bir sürü küçük televizyon ve radyo kanalına sahipti ve bir gazetenin gereğini ancak 1999 yılında anladı. İlk başlangıçta bir dağıtım engeli ile karşılaşınca, kendi dağıtım şirketini kurdu. O zamanlar gazetelerde kar marjı %4 gibi komik bir rakamdı, %20'e çıkardı. Pringles marka pahalı patates cipsleri başta olmak üzere pek çok promasyon yaptı. Muhtemelen Star gazetesi de genelde zarar ediyordu.

Kupon çılgınşığının bir sebebi de internet ve sosyal medya çağının yaklaşmasıydı. İnternet sitelerinin popülerliği, internet dışındaki tiraj ve reytingleri ile beraber kalkınıyordu. Önce çok izlenen kanal, çok satan gazete olacaktınız ki, çok tıklanasınız.

Aslında burjuvanın pek çok medya kuruluşuna desteğinin sebebi, ürünlerinin satımından çok, politiktir. Medya patronları ise aslında asıl patronları komprodorlarıdır. (mümessil-bayi) (https://onbinkitap.blogspot.com/2023/08/2002-secimlerinde-medya-manipulasyonu.html)

Bir de son olarak. Fetöcülerin meşhur Zaman gazetesi, 2006'dan aşama aşama pek çok yere tamamen ücretsiz dağıtılmaya başlandı. Okullarda müdür ve müdür yardımcılarına, doktorlara ve pek çok kişiye, istemese de Zaman gazetesi her gün dağıtılıyırdu.

Antik Mısırlı Şair ANKHU-Bozuk düzen



 BOZUK DÜZEN

Olup bitenler çileden çıkarıyor insanı.
Memleket baştan başa azapla kıvranıyor,
Yıldan yıla büsbütün allak bullak.
Bir öncekini aratıyor her geçen yıl.
Kargaşalık var ülkede, yıkımın eşiğindeyiz.
Kapı dışarı ettiler adaleti,
Haksızlık kol geziyor hükümet çevrelerinde.
Tanrıların tasarıları karman çorman,
Tanrı buyruklarına aldırış eden yok.
Memleketin durumu berbat,
Ne tarafa baksak çile,
Halk yas tutuyor kentlerde de taşrada da…
Millet yoksulluktan perişan,
İnsanlarda ne saygı kaldı ne sevgi.
Huzur sultanları bile ter ter tepiniyor.

*****

Gün doğunca baş çeviriyoruz.
Gece olanları görmemek için.
Olup bitenler çileden çıkarıyor insanı:
Dertler tümen tümen geliyor bugün.
Yarın ıstırapların seli kopup gelecek.
Memleket baştan başa tedirgin,
Ama ağzını açıp tek kelime söyleyen yok.
Masum insan kalmadı artık,
Herkesin işi gücü fesat.
Yürekler yas içinde, tasa içinde.
Komut verenle komut alan bir örnek,
İkisinin de dünya umurunda değil.
Her sabah kalkar kalkmaz görüyoruz durumu,
Ama düzeltmek için çabaya girişmiyoruz.
Dün neyse bugün de o…
Miskinlik sinmiş insanların yüzüne,
Kimse laf anlamıyor,
Anlayıp kızanlar bile dilini tutuyor.
Yaman bir acıyla kıvranıyorum durmadan:
Yoksullar zengin karşısında güçsüz…
Ne acıklı bunu görüp de haykırmamak.
Ama anlamayanlara dil dökmek daha acı.
İnsan, sesini yükseltmeye görsün,
Başlıyor gerçekleri bilmeyenlerin öfkesi.
Bugünlerde herkes sırf kendini dinliyor;
Kendinden başkasına inanan yok.
Hiç ilişki kalmadı gerçekle söz arasında…

Mısırlı şair Ankhu ’nun yazdığı bu şiir Prof. Dr. Talat Halman tarafından Türkçemize kazandırılmıştır.

26 Eylül 2023 Salı

Mahir Çayan-Hücredeki Adalinin Rüyasi

 


Hücredeki Adalının Rüyası

Taş duvar, demir karyola ve yerlerde sayısız izmaritler.

Helanın pis kokusu, rutubetli, sıkıntılı, nikotinli,
İnsanı serseme çeviren kurşun gibi ağır bir hava,
Duvarlar sanki soğuk dalgaları imal ediyor.
İstediğiniz kadar üzerinize kalın şeyler giyinin,
Oligarşinin hücresinde soğuğu yenmek imkansız.
Ranzanın karşısında kafesli demir kapı,
Arkasında Mehmet.
Görevi dakikası dakikasına beni denetlemek
Mehmedim utanıyor, kahroluyor.
‘Askerlik ağam n’aparsın’diyor.
Aslında o da tutsak.
Ben hücre içinde, o hücre önünde.
Günde beş kere büyük başlar bakar içeriye;
Yüzlerinde tecessüs.
‘Çılgın adam,3-5 kişi ile koskoca karanlıklar
İmparatorluğuna kafa tutan adalılar.’
Ama yine de ‘çılgın adamın’ karşısında
Bir eziklik, bir burukluk duyuyorlar o başka.
Gündüz gece diye bir ayrım yoktur hücrede,
Zaman ve mekan özümlenmiş artık.
Sadece koldaki saattir, geceyi gündüzü bildiren.
Işık yirmidört saat yanar.
Bir nefes, bir dumandır yoldaşım,
Cigaramı her çekişte duman olur,
Uçar giderim, ta uzaklara.
Çoğu kere Ada’ma giderim,
Cigaramın dumanı, beni memleketime; Ada’ma götürür.
Kahpe İstanbul’un, kahpe bir bölgesinde,
Bir evdeyim, yoldaşlarımla beraber.
Bu ev, yoldaşlık-dostluk-kardaşlık-mertlik-kazanç ve sevgi evidir.
Bu evde, herşey o kadar güzel ve o kadar anlamlıdır ki...
Ev de değil, ada, ada!
Satılmışlığın, kahpeliğin, riyakarlığın, adiliğin ve her çeşit
aşağılık ve her çeşit yabancılaşmanın karışımı olan,
Karanlık Denizi’nin ortasında,
Güneşi batmayan bir ada.
Ben ne şuralıyım ne buralı,
Adalıyım adalı,
Adam ormanlıktır.
Dostluk yoldaşlık, mertlik ormanı,
bütün ada’mı kaplar.
Erdemin güneşi yirmidört saat aydınlatır adamı
Biz ada sakinleri bilmeyiz karanlığı.
Ben adalıyım ey kahpe hücre, Ada’lı.
Doğru ya, sen nereden bileceksin Ada’mı.
asırlık, feodal, militarist hücre.
Ya, sen, öküze benzemek için kasılan, şişen
haset kurbağa hilkat garibesi bilir misin ada’mı?
Dünya karanlıktır, güneşi batmayan böyle bir ada
yeryüzünde yoktur.
Değil mi karanlıklar cücesi, zavallı acuze?
Ya sen yarasalar şairi, pişkin Cacomcho?
Değil şiirlerde, masallarda bile böyle bir ada yoktur.
böyle bir ada eşyanın tabiatına aykırıdır.
Senin için değil mi karanlıkların kapkapa şairi?
Senin dediğin eşyanın değil, karanlığın tabiatına aykırıdır.
Karanlık cüceleri, acuzeler, dürzüler...
Yarının Türkiye’sinin hayvanat bahçesinde
teşhir edilecekler...
Adam kalabalıktır hain hücre:
Elde mitralyözüyle,
Sierra Maestra’da, Falcon’da, Vietnam’da
Mozambik’te, Angola’da, Sina çöllerinde...
Özgürlüğün türküsünü söyleyenler.
Zulme, kahpeliğe, sömürüye karşı...
Dişiyle, tırnağıyla üç kıtada karşı koyanlar
benim evlatlarımdır kahpe hücre.
Benim adamın ormanlığından aldıkları fideleri,
“birer birer dikiyor, kahpeler koalisyonunun dünyasına.
Kel dünya, Ada’mın ağaçlarıyla ayıbını örtüyor, güzelleşiyor artık.
İyi bak bana feodal duvar, iyi tanı beni.
Seni yerle bir edecek Ada’lıları iyi tanı.
Adam ve hemşerilerinin çoğu ne halde diye
dudak bükme, orospunun dölü utanç duvarı
Evet adamı karanlığın suları bastı.
Evet, benim gibi pek çok adalı bu çirkef suların altında,
ama boşuna sevinme, Ada’m batmaz, yok olmaz
Ada’m, sadece karanlık denizinde yerini değiştirdi.
Hepsi o kadar.