25 Ekim 2025 Cumartesi

MASA-KASA-NİSA MESELESİ (İLLE DE MASA)



 Hiç tanımadığı birilerinin tartışmasını dinliyordum; biri, bunlar kasa-masa nisa meselesidir dedi; ben de kullanayım bunu dedim, güzel kafiye. Kasa, para demek; sadece para saklanan yer değil, dükkanlarda ödeme yapılan yerlere de kasa deniliyor. Masa, makam demek; bugün makam sahipleri yükseltilmiş tahtlardas değil, makam odalarında ve o odalardaki kocaman masalarda oturmak demek. Nisa daArapça kadın demek; kadınları dövebilrisiniz, 4 taneye kadar evlenebilirsiniz, erkek çocuklara göre yarım pay verin gibi hüküm veren ayetlerin olduğu Kuran suresi aynı zamanda. Fakirlere göre en değerli olan nisadır; hali vakti yerinde olanlara göre kasadır, masayı perde arkasından o yönetir; tarihse masanın tadının baldan tatlı olduğunu söyler. Tarihte, en azından benim bildiğim, sadece Büyük Britanya kralı 8. Edvard, 20 Ocal 1936'da, dul bir kadınla evlenebilmek için tahttan çekilmiştir.Gavad kelimesinin kökeni ile ilgili olaak Şah 1. Gavad ile ilgili söylentiler ise asılsızdır, kelimenin kökeni Arapçadır. Tahta geçmek  değil de, makam kapmak için sultanlarına kadın ikram eden yada karısını boşayıp, saraya damat olan çok isim vardır, hele Osmanlı'da, zira padişahın kızı kuma olamazdı, üzerine kuma getirilemezdi. 16. yüzyıl Bektaşi babalarından Harabati Baba'nın diğer bir adı da Sersem Ali Baba'dır. Karısını çok sevdiği için, Kanuni Sultan Süleyman'ın damadı olmayı red etmiş, devlet görevlerinden istifa eder, Hacı Bektaş Dergahına postuşin olmuştur.

Bu kafiyeye İsa'yı, dini de ekleyebilirdik; lakin biliyoruz ki din, hiç bir zaman sebep olmadı. 4. Haçlı seferi, Müslümanlarla savaşmak yerine, Doğu Roma'nın başkenti, doğu-batı ticaretinin merkezi, o dönemin Konstantinopolis'i, şimdinin İstanbul'unu yağmaladı. Cumhuriyet tarihinin en büyük tarikatı, bit bankanın şubelerinde Kuran okuyarak son nefesini verdi. Tarikatlardan birinin cübbeli yüzü, yavru vatan'da kumarhaneciler için dua etti. Bu yüzden İsa'da, Musa'dan yada Muhammed'den bahsetmenin çok bir anlamı yok.

Nisa meselesi, hep öne sürüldü. Yıllarca türbanlı bacım söylemi, türbanlı kadınlara saldırı yalanları ortaya atıldı. Yıllar önce bir polis bana iki tane unutamayacağım laf etmişti. Biri, aptal adam bok yiyecek ki, akıllı adam bal yesin'di; diğeri de adamın çirkefi adamın üzerine çocuğuylai karısını gönderirmiş sözüydü. Bu parağrafta ikinci söz üzerine. Türkiye'de tarikatlar, önce kızların eğitimine ve karma eğitime karşı çıktılar; kızlar okursa o.. olur, bakire olmaz falan dediler. Sonra en büyük silahlarını, dedikodularını ortaya çıkardılar; köy enstitülerinde kız-erkek beraber kalıyor falan dediler.  Menderes hükumetinin ilk işi, köy enstitülerinde karma yatakhanelere (ayrı binalarda da olsa) son vermek oldu. Binlerce öğrenci başka okullara göç etti. Altmışlı yıllarla beraber, muhafazakar-dindar kızların da eğitim istediği, eğitimi haremlik-selamlık yapmanın da çok mümkün olmadığını görünce, kadın meselesini yeni bir boyuta taşıdılar ve Şule Yüksel Şenler, bu günkü modern türbanı icat etti. Nisa meselesi de türban üzerinden yürüdü; 12 Eylül rejiminin türban meselesi ile rejime muhalefet edildi. Türkiyeîn 1960'lar öncesi fotoğraflarına bakın, sıkma baş yada Şule başa rastlayamazsınız. Doksanlarda bu sıkma baş meselesi, kadın meselesinin tamamı haine getirildi, sağcılar tarafından. Oysa türban kelimesi bile Fransızcadır ve Hindistan'daki Sih toplukunun erkeklerinin başına bağladıkları bezin adıdır. Osmanlı'da, binde dört olan kadın okuryazarlığının cumhuriyetle artışını; ili kadının şahidinin bir erkeğe eşit sayıldığı şeri mahkemeleri ve daha neleri neleri görmeyen liberal tayfa,  şapka devrimi ve türban üzerinden Atatürkçülüğü, özgülük düşmanı ilan etti, seksenler ve doksanlar boyunca. O zamanlar bir tarikat lideri, tüm kadınlar kapalı da olsa, edepli de olsa, kadın bir numaralı meselemiz olacak diye bir beyanat vermişti. Türbanlılar da hayata karışmaya, eğlenmeye, kariyer edinmeye ve kapitalistleşmeye başlayınca, türbanı kazandık,  içindekini kaybettik diye ağladılar. 17-25 Aralık operasyonları ile türbanlı kadın ve kız, süratle türbanını çıkarmaya başladı, yeni nesil türbansız büyümeye başladı. 15 Temmuzdan sonra türbandan ayrılık hızlandı, 2025'den sonra da hızlandı. Sağcılık, elindeki nisa silahını kaybetti. Profesör Nilüfer Göle'ye göre mahalle baskısı, örtünmek isteyene engel oluyordu, gördük ki açılmak isteyene engel oluyormuş. Göle ve çetesi, türban üzerinden Atatürkçülüğe aldırdı, ödlüllünü (yada çetesi ile ödüllerini) de aldıç

Kasa sahipleri her zaman masayı da kontrol etmek istediler ama siyasete atılmak her zaman risk taşıdığı için çoğu kez yapamadılar. Bir Türk atasözü, ya devlet başa, ya kuzgun leşe der. Osmanlı döneminde devlete isyan edenler gömülmez, leş kargalarına yem yapılırmış. Uzman Çavuş Ömer Halisdemir'in öldürdüğü Tuğgeneral Semih Terzi, kendisine mezar yeri verilmeyince, üzüm bağına gömüldü. 15 Temmuz kadar büyük değilse de, başka türlü hezimetleri de tarih ve yakın tarih yazmıştır. Turgut Özal'a yönelik 18 Haziran 1988 tarihli başarısız suikast teşebbüsünden sonra, yolsuzlukları tüm kamuoyunun bildiği ama kendilerine hiç dokunulmayan üç iş insanının serveti yok edildi; Kemal Horzum, Mehmet Okumuş ve Hasbi Menteşoğlu. Bu üç kişinin, Özal suikasti ile alakası nedir, tam bilmiyorum ama suikastin, daha doğrusu duikastin ertesi günü, önce medya, sonra adalet mekanizması, bu kişilerin aleyhine döndü. Kemal Horzum'la suikast teşebbüsünğ birbşrşne bağlayan bir köşe yazısı okuduğumu hatırlıyorum. Horzum'un devlet bankası olan, şimdilerde olmayan Emlak Bank'ı, faks havalesi solandırıcılığı ile dolandırdığı konuşuluyordu. Suikastten sonra Emlak Bank, yabancı dil bilen, işin uzmanı avukatlar tuttu.  Derken sıra Hasbi Menteşolu ve Mehmet Okumuş'a geldi. Geeçmiş zaman, merak eden internette iyice araştırır, hatta olay, bazı kaynaklara göre Asil Nadir'e de ulaşıyor. Tek diyebileceğim olanlar, başarısız bir masayı elegeçirme çabasıydı. Özetle üçü de mahvoldu.

Kapitalistler, genellikle masayı perde gerisinden kontrol etme çabasındadırlar. Turgut Özal, bunun bir örneğidir. Özal, 1983 öncesinde Sabancı Holding, TÜSİAD ve Dünya Bankasında çalışmış profesyönel bir yöneticiydi. Partisini hızla kurduktan sonra, dönemin medya karteli Erol-Haldun Simavi kardeşler gazeteleri tarafından parlatıldı. O günlerde yeni kurulan Sabah gazetesi de bu kervana katıldı. Derken ANAP,  Sabah gazetesinin anketinde ANAP, birinci parti çıktı, Kenan Evren'de anket yapmayı yasakladı. ANAP'ı kapatamadı, kapatsaydı seçim çok daha komik bir hal alacaktı. Seçimlere üç parti, Evren'in deyimiyle iki buçuk parti katılıyordu, buçuğu ANAP'tı. Diğer iki partiyi zaten askerler kurmuş, kurulan diğer partileri de kurucularını vetolayarak, kurulmalarına engel olmuştu. ANAP', en sazından seçim varmış gibi görünmesi için lazımdı. Sadece Özal değil, dünyada pek çok politikacının geçmişinde, özel sektörde profesyönel yöneticilik yada bayilik vardır. Süleyman Demirel'de, Amerikalı Morison firmasının Türkiye temsilcisiydi. Türkiye'de politikacılar çoğunlukla devlet memuru (üst düzey bürokrat) yada avukat kökenlidir Özal, Devlet Planlama Teşkilatının müsteşarı, Demirel'de Devlet Su İşleri, genel müdürüydü.

Bazen de kasa sahipleri, yani büyük burjuvalar, masa başına geçmeyi tercih eder. Silvio Berlusconi ve Donald Trump gibi başarılı olanları vardır; Cem Uzan ve Cem Boyner gibi başarısız olanları vardır. Devlet masasının başına geçmek öyle kolay değildir. Cem Uzan demişken,  Ali Koç'un son bir kaç yıldır hali, özellike Fenerbahçe başkanlığını kaybettiği zamanki hali, tavırları, jestleri, mimikleri, Cem Uzan'ın iki binli yıllardaki tavrına benziyor. Aradaki fark, Cem Uzan, muhtemelen içtiklerinden dolayı, bembeyaz bir surata sahipken; Ali Koç'da gene muhtemelen içtiklerinden dolayı, kıpkırmızı bir surata sahip. Cem Uzan'ın giyim kombini beyaz gömlek, siyah pantolonken, Ali Koç, koyu renk t elbisler giyiyor; ikisinin de kombinini kocaman ve muhtemelen Rolex yada Patek Philippe marksa lüks saat tamamlıyor. Diğer yandan Koç ailesi ve üyeleri, yarım asırdan fazla bir süredir (27 Mayıs 1960 darbesinde günler kala Vehbi Koç'un istifasından beri) açıkça bir partiyi desteklemez veya partililerle samimi olmaz. Ali Koç ise uzun süredir MHP ve Bahçeli ile fazla samimi hatta son kongreyi MHP ve Ülkü Ocaklarının desteğine rağmen kaybetti. 2025'deki Koç ailesi, abartmıyorum 2002'deki Uzan ailesini en az yüz kere satın alır, hatta 1997'de Boyner ailesinin servetini çok rahat seçim için harcar. Başkanlığı süresince Fenerbahçe klubünün futbol takımını bir kaç kere şampiyon yapsa kesin siyasete atılır, 2002'den beter ortalığı karıştırırdı. Seçimi kaybettikten sonra, dayak yemiş ergenler gibi küfrederek ve tehdit ederek dışarı çıkması ve oğlu Kerim Koç'un ağlaması bence bunu gösteriyor. Fenerbahçeli arkadaşlar kızmasın ama Fenerbahçe'nin şampiyon olamaması iyi olmuş. Fenerbahçe'yi sevmeyenler de kızmasın ama yokluunda Fenerbahçe şampiyon olursa, Koç ailesinin imajı iyice yerle bir olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder