demirel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
demirel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ekim 2025 Cumartesi

MASA-KASA-NİSA MESELESİ (İLLE DE MASA)



 Hiç tanımadığı birilerinin tartışmasını dinliyordum; biri, bunlar kasa-masa nisa meselesidir dedi; ben de kullanayım bunu dedim, güzel kafiye. Kasa, para demek; sadece para saklanan yer değil, dükkanlarda ödeme yapılan yerlere de kasa deniliyor. Masa, makam demek; bugün makam sahipleri yükseltilmiş tahtlardas değil, makam odalarında ve o odalardaki kocaman masalarda oturmak demek. Nisa daArapça kadın demek; kadınları dövebilrisiniz, 4 taneye kadar evlenebilirsiniz, erkek çocuklara göre yarım pay verin gibi hüküm veren ayetlerin olduğu Kuran suresi aynı zamanda. Fakirlere göre en değerli olan nisadır; hali vakti yerinde olanlara göre kasadır, masayı perde arkasından o yönetir; tarihse masanın tadının baldan tatlı olduğunu söyler. Tarihte, en azından benim bildiğim, sadece Büyük Britanya kralı 8. Edvard, 20 Ocal 1936'da, dul bir kadınla evlenebilmek için tahttan çekilmiştir.Gavad kelimesinin kökeni ile ilgili olaak Şah 1. Gavad ile ilgili söylentiler ise asılsızdır, kelimenin kökeni Arapçadır. Tahta geçmek  değil de, makam kapmak için sultanlarına kadın ikram eden yada karısını boşayıp, saraya damat olan çok isim vardır, hele Osmanlı'da, zira padişahın kızı kuma olamazdı, üzerine kuma getirilemezdi. 16. yüzyıl Bektaşi babalarından Harabati Baba'nın diğer bir adı da Sersem Ali Baba'dır. Karısını çok sevdiği için, Kanuni Sultan Süleyman'ın damadı olmayı red etmiş, devlet görevlerinden istifa eder, Hacı Bektaş Dergahına postuşin olmuştur.

Bu kafiyeye İsa'yı, dini de ekleyebilirdik; lakin biliyoruz ki din, hiç bir zaman sebep olmadı. 4. Haçlı seferi, Müslümanlarla savaşmak yerine, Doğu Roma'nın başkenti, doğu-batı ticaretinin merkezi, o dönemin Konstantinopolis'i, şimdinin İstanbul'unu yağmaladı. Cumhuriyet tarihinin en büyük tarikatı, bit bankanın şubelerinde Kuran okuyarak son nefesini verdi. Tarikatlardan birinin cübbeli yüzü, yavru vatan'da kumarhaneciler için dua etti. Bu yüzden İsa'da, Musa'dan yada Muhammed'den bahsetmenin çok bir anlamı yok.

Nisa meselesi, hep öne sürüldü. Yıllarca türbanlı bacım söylemi, türbanlı kadınlara saldırı yalanları ortaya atıldı. Yıllar önce bir polis bana iki tane unutamayacağım laf etmişti. Biri, aptal adam bok yiyecek ki, akıllı adam bal yesin'di; diğeri de adamın çirkefi adamın üzerine çocuğuylai karısını gönderirmiş sözüydü. Bu parağrafta ikinci söz üzerine. Türkiye'de tarikatlar, önce kızların eğitimine ve karma eğitime karşı çıktılar; kızlar okursa o.. olur, bakire olmaz falan dediler. Sonra en büyük silahlarını, dedikodularını ortaya çıkardılar; köy enstitülerinde kız-erkek beraber kalıyor falan dediler.  Menderes hükumetinin ilk işi, köy enstitülerinde karma yatakhanelere (ayrı binalarda da olsa) son vermek oldu. Binlerce öğrenci başka okullara göç etti. Altmışlı yıllarla beraber, muhafazakar-dindar kızların da eğitim istediği, eğitimi haremlik-selamlık yapmanın da çok mümkün olmadığını görünce, kadın meselesini yeni bir boyuta taşıdılar ve Şule Yüksel Şenler, bu günkü modern türbanı icat etti. Nisa meselesi de türban üzerinden yürüdü; 12 Eylül rejiminin türban meselesi ile rejime muhalefet edildi. Türkiyeîn 1960'lar öncesi fotoğraflarına bakın, sıkma baş yada Şule başa rastlayamazsınız. Doksanlarda bu sıkma baş meselesi, kadın meselesinin tamamı haine getirildi, sağcılar tarafından. Oysa türban kelimesi bile Fransızcadır ve Hindistan'daki Sih toplukunun erkeklerinin başına bağladıkları bezin adıdır. Osmanlı'da, binde dört olan kadın okuryazarlığının cumhuriyetle artışını; ili kadının şahidinin bir erkeğe eşit sayıldığı şeri mahkemeleri ve daha neleri neleri görmeyen liberal tayfa,  şapka devrimi ve türban üzerinden Atatürkçülüğü, özgülük düşmanı ilan etti, seksenler ve doksanlar boyunca. O zamanlar bir tarikat lideri, tüm kadınlar kapalı da olsa, edepli de olsa, kadın bir numaralı meselemiz olacak diye bir beyanat vermişti. Türbanlılar da hayata karışmaya, eğlenmeye, kariyer edinmeye ve kapitalistleşmeye başlayınca, türbanı kazandık,  içindekini kaybettik diye ağladılar. 17-25 Aralık operasyonları ile türbanlı kadın ve kız, süratle türbanını çıkarmaya başladı, yeni nesil türbansız büyümeye başladı. 15 Temmuzdan sonra türbandan ayrılık hızlandı, 2025'den sonra da hızlandı. Sağcılık, elindeki nisa silahını kaybetti. Profesör Nilüfer Göle'ye göre mahalle baskısı, örtünmek isteyene engel oluyordu, gördük ki açılmak isteyene engel oluyormuş. Göle ve çetesi, türban üzerinden Atatürkçülüğe aldırdı, ödlüllünü (yada çetesi ile ödüllerini) de aldıç

Kasa sahipleri her zaman masayı da kontrol etmek istediler ama siyasete atılmak her zaman risk taşıdığı için çoğu kez yapamadılar. Bir Türk atasözü, ya devlet başa, ya kuzgun leşe der. Osmanlı döneminde devlete isyan edenler gömülmez, leş kargalarına yem yapılırmış. Uzman Çavuş Ömer Halisdemir'in öldürdüğü Tuğgeneral Semih Terzi, kendisine mezar yeri verilmeyince, üzüm bağına gömüldü. 15 Temmuz kadar büyük değilse de, başka türlü hezimetleri de tarih ve yakın tarih yazmıştır. Turgut Özal'a yönelik 18 Haziran 1988 tarihli başarısız suikast teşebbüsünden sonra, yolsuzlukları tüm kamuoyunun bildiği ama kendilerine hiç dokunulmayan üç iş insanının serveti yok edildi; Kemal Horzum, Mehmet Okumuş ve Hasbi Menteşoğlu. Bu üç kişinin, Özal suikasti ile alakası nedir, tam bilmiyorum ama suikastin, daha doğrusu duikastin ertesi günü, önce medya, sonra adalet mekanizması, bu kişilerin aleyhine döndü. Kemal Horzum'la suikast teşebbüsünğ birbşrşne bağlayan bir köşe yazısı okuduğumu hatırlıyorum. Horzum'un devlet bankası olan, şimdilerde olmayan Emlak Bank'ı, faks havalesi solandırıcılığı ile dolandırdığı konuşuluyordu. Suikastten sonra Emlak Bank, yabancı dil bilen, işin uzmanı avukatlar tuttu.  Derken sıra Hasbi Menteşolu ve Mehmet Okumuş'a geldi. Geeçmiş zaman, merak eden internette iyice araştırır, hatta olay, bazı kaynaklara göre Asil Nadir'e de ulaşıyor. Tek diyebileceğim olanlar, başarısız bir masayı elegeçirme çabasıydı. Özetle üçü de mahvoldu.

Kapitalistler, genellikle masayı perde gerisinden kontrol etme çabasındadırlar. Turgut Özal, bunun bir örneğidir. Özal, 1983 öncesinde Sabancı Holding, TÜSİAD ve Dünya Bankasında çalışmış profesyönel bir yöneticiydi. Partisini hızla kurduktan sonra, dönemin medya karteli Erol-Haldun Simavi kardeşler gazeteleri tarafından parlatıldı. O günlerde yeni kurulan Sabah gazetesi de bu kervana katıldı. Derken ANAP,  Sabah gazetesinin anketinde ANAP, birinci parti çıktı, Kenan Evren'de anket yapmayı yasakladı. ANAP'ı kapatamadı, kapatsaydı seçim çok daha komik bir hal alacaktı. Seçimlere üç parti, Evren'in deyimiyle iki buçuk parti katılıyordu, buçuğu ANAP'tı. Diğer iki partiyi zaten askerler kurmuş, kurulan diğer partileri de kurucularını vetolayarak, kurulmalarına engel olmuştu. ANAP', en sazından seçim varmış gibi görünmesi için lazımdı. Sadece Özal değil, dünyada pek çok politikacının geçmişinde, özel sektörde profesyönel yöneticilik yada bayilik vardır. Süleyman Demirel'de, Amerikalı Morison firmasının Türkiye temsilcisiydi. Türkiye'de politikacılar çoğunlukla devlet memuru (üst düzey bürokrat) yada avukat kökenlidir Özal, Devlet Planlama Teşkilatının müsteşarı, Demirel'de Devlet Su İşleri, genel müdürüydü.

Bazen de kasa sahipleri, yani büyük burjuvalar, masa başına geçmeyi tercih eder. Silvio Berlusconi ve Donald Trump gibi başarılı olanları vardır; Cem Uzan ve Cem Boyner gibi başarısız olanları vardır. Devlet masasının başına geçmek öyle kolay değildir. Cem Uzan demişken,  Ali Koç'un son bir kaç yıldır hali, özellike Fenerbahçe başkanlığını kaybettiği zamanki hali, tavırları, jestleri, mimikleri, Cem Uzan'ın iki binli yıllardaki tavrına benziyor. Aradaki fark, Cem Uzan, muhtemelen içtiklerinden dolayı, bembeyaz bir surata sahipken; Ali Koç'da gene muhtemelen içtiklerinden dolayı, kıpkırmızı bir surata sahip. Cem Uzan'ın giyim kombini beyaz gömlek, siyah pantolonken, Ali Koç, koyu renk t elbisler giyiyor; ikisinin de kombinini kocaman ve muhtemelen Rolex yada Patek Philippe marksa lüks saat tamamlıyor. Diğer yandan Koç ailesi ve üyeleri, yarım asırdan fazla bir süredir (27 Mayıs 1960 darbesinde günler kala Vehbi Koç'un istifasından beri) açıkça bir partiyi desteklemez veya partililerle samimi olmaz. Ali Koç ise uzun süredir MHP ve Bahçeli ile fazla samimi hatta son kongreyi MHP ve Ülkü Ocaklarının desteğine rağmen kaybetti. 2025'deki Koç ailesi, abartmıyorum 2002'deki Uzan ailesini en az yüz kere satın alır, hatta 1997'de Boyner ailesinin servetini çok rahat seçim için harcar. Başkanlığı süresince Fenerbahçe klubünün futbol takımını bir kaç kere şampiyon yapsa kesin siyasete atılır, 2002'den beter ortalığı karıştırırdı. Seçimi kaybettikten sonra, dayak yemiş ergenler gibi küfrederek ve tehdit ederek dışarı çıkması ve oğlu Kerim Koç'un ağlaması bence bunu gösteriyor. Fenerbahçeli arkadaşlar kızmasın ama Fenerbahçe'nin şampiyon olamaması iyi olmuş. Fenerbahçe'yi sevmeyenler de kızmasın ama yokluunda Fenerbahçe şampiyon olursa, Koç ailesinin imajı iyice yerle bir olur.

17 Ağustos 2024 Cumartesi

ŞİKAGO OĞLANI ÖZAL



 Şili diktatörü Pinoşe döneminde ülke ekonomisini yöneten bir grup iktisatçı, kendilerine Şikago oğlanları (Chicago Boys) demiştir. Yaklaşık yirmi kişinin  ortak özelliği, Şikago üniversitesinde iktisat mastırı yapmış olmalarıdır. Sadece Şili değil, Güney Amerika'nın pek çok askeri diktatörüne yada kapitalist iktidarına danışmanlık yapmışlardır. Milton Friedman'ın şekillendirdiği Neo Liberalizmin en ateşli savunucularıydılar. Turgut Özal'da onlardan biri olmakla beraber, galiba Şikago'ya hiç gitmedi. (Resmi ziyarette gittiğini hatırlamıyorum) İktisat mastırını Teksas üniversitesinde ve Hauston'da yaptı. İnsanlar bir parça üniversite yada askerlik yapıkları yerleri pek unutmaz ve biraz da oralı olurlar. Özal'da, yüksek lisansını yaptığı Houston'u çok sevdi, başbakanlığında ve cumhurbaşkanlığında, açık kalp ameliyatlarını bu şehirde olup, aylarca bu şehirden Türkiye'yi yönetti. Kendisi her daim neoliberalist oldu. Bürokratlığında da neoliberalistti. Müsteşarlığı sürecince, Devlet Planlama Teşkilatını, yüksek burjuvaya ucuz kredi verme kurumuna çevirmişti. Meşhur 24 Ocak kararlarını hazırlayan ekibin içindeydi. Teksas'tan döndükten sonra, şimdilerde olmayan Elektrik İşleri Etüt idaresine genel müdür yardımcısı oldu. Emin Çölaşan, yayımlandığına aşırı çok satan, Turgut Nereden Koşuyor adlı kitabında, ğek çok şeyi eksik anlatmış, Turgut Özal'ın 12 Eylül diktası arasındaki organik bağı saklamak istemiştir.

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/07/turgut-nereye-kostu.html

12 Eylül darbesi sonrası, 1983 seçimlerinde aslında darbecilerin kendi kurallarına göre darbe öncesinde siyaset yaptığı için veto yemesi gereken Özal'a iktidar yolu açıldı. Özal, 1977'de, MSP (Necmettin Erbakan'ın Milli Selamet Partisi)'den seçilseydi, zaten 1990'a kadar siyasete atılamayacaktı. Bence Özal, o seçimlere, siyasete  adım atmış olmak için başlamıştı ve 12 Eylül darbesi sonrasına daha o zamanlar hazırlanıyordu. Siyasiler darbeden habersizdi. Hatta, Türkeş, tam o gece haberdar olmuştu. Oysa dönemim tutuklu ve hükümlüleri, darbeden altı ay öncesinden, sorgucu ve işkencecilerin birden vahşileştiğini, 12 Eylüle yaklaştıkça bu vahşiliğin arttığını yazıyorlar. Yani, Türkeş'in, Demirel'in bilmediğini, sorgu polisleri biliyordu. Hapishanelerdeki gardiyanlar biliyordu. 24 Ocak kararlarını hazırlayan Turgut Özal, çok iyi biliyordu. Solun ve sendikaların çok güçlü olduğu zamanda, 24 Ocak kararlarını uygulamanın imkanı yoktu. Milton Friedman'ın iyi bir öğrencisi ve tipik bir Şikago oğlanı olan Özal, bu işin askeri bir darbe ile yapılabileceğini biliyordu. Latin Amerika'da olduğu gibi acı reçete, darbe gücü ile verilecekti ama Latin darbelerinde diktatörler,  özelleştirme yapmamış, daha doğrusu yeterince özelleştirme yapmamıştı. Özeleştirme yapmak, babalar gibi satmak, sivil politikacıların işiydi. Bu politikacılar,  en azından işi başlangıcında, askerlerin korumasında olmalı, acı ilaç, din morfini ile verilmeliydir. Zorunlu din dersleri, ülkenin tek televizyon kanalında (o da saat 20-24 arasında yaın yapıyor) din programları,  Alevi köylerine cami yapılması gibi programlar zaten 12 Eylül generallerinin programlarında vardı. Özal'da her fırsatta din ve Allah diyerek buna destek verdi. Kendi ailesinin Nakşibendiliğini kullandı. Annesini, Nakşibendi şeyhinin yanına, özel bakanlar kurulu kararıyla defnetti. F. G, sözüm ona aranıyorken teşkilatını genişletti. Sonra bir tesadüf sonucu tutuklanınca, Özal'ın telefonu ile serbest bırakıldı. Aslında Özal ile F, 12 Eylül öncesinde de görüşmüştü.

https://onbinkitap.blogspot.com/2024/07/evren-ozal-fto-ucgeni.html

Siyasetin sivillere verildiği sanısını yaratmak üzere, Kenan Evren, Turgut Özal'a hükumeti kurma yetkisini, bir ay bekleme ile verdi. Sonra da özelleştirme ve fakirleştirme reformlarına başladı. Önünde muhalefet yok yada yok gibi bir şeydi. Meclisteki diğer iki partiden Milliyetçi Demokrasi partisi dağıdı ve mebusları ANAP'a katıldı. Sosyal Demokrat parti ise, Halkçı parti ile rekabetteydi. Medya'da da gazetelerin gücü zaten düşmüştü. Sona iki kanallı ve gün boyu (Gece yarısından sabaha hariç) yayın yapacak devlet televizyonu ve radyosu emrindeydi.  Üzerine Dinç Bilgin, İzmir'in Yeni Asır gazetesini ulusal yaparak, Sabah gazetesini kurdu. Turkuaz medya, o zamanlar neoliberalizmin en güçlü savunucularından biri oldu. Özal güçlü olduğu sürece Özalcıydı. Özal güç kaybedince,  DYP-Demirelci oldu. Hatta Demirel cumhurbaşkanı olup, DYP başkanlığı ve başbakanlık makamı boş kaldığında, DYP kongresi öncesinde, Kasım'a kadar İsmet Abi'ci oldu. Kongreyi, Aydın Doğan medyasının desteklediği Tansu Çiler kazandı. İsmet Sezgin, hayatı boyunca Süleyman Demirel'in getirini-götürünü yapmak dışında ciddi bir iş yapmamış biriydi. Hayatı boyunca Demirel'in partilerinin (Adalet Partisi ve DYP) çok güçlü olduğu Aydın'dan ve listenin üst sırasından, hatta birinci sıradan milletvekili oldu ama tüm yatırımlarını memleketi Siirt'e yaptı ve Siirtli hemlerilerini kamu kurumlarında işe aldı. Köksal Toptan da kongre de aday olmuştu. Adları pek anmaya değmez kişilerdi. Sabah üzerine belki kapsamlı bir yazı yazarım ama şu günlerde önceliğim değil. Diğerleri hakkında yazmıştım. Bu yazının konusu Özal.

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/07/suleyman-demirel-kimdir.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/04/tansu-cillerin-siyasi-tarihi.html

Özal, sadece neoliberlizmciliği ile Şikago oğlanı değildi. Tek adam olma hevesini hiç saklamadı. Başkanlık sistemini ikide birdile getirdi. Kendi partisi ANAP'ı tek adam olarak yönetti. Sık sık meclisten altı aylık yetkiler ile sürekli kanun hükmünde kararnameler çıkardı. Bunların bazıları halen yürürlükte. Kenan Evren'le çok iyi anşatı ama cumhurbaşkanı olunca başbakan yaptığı Yıldırım Akbulut ve Mesut Yılmaz'la anlaşamadı. Ölmeden önce cumhurbaşkanlığını bırakıp, tekrar siyasete atılmaya hazırlanıyordu. Hatta parti kurmak için ANAP'tan istifa eden Yıldırım Akbulut,  Özal ölğnce, ANAP'a dönmüştü.

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/08/yildirim-akbulut-ve-mesut-yilmaz.html

Siyasi açıdan da Amerikancıydı. Pqq, Eruh ve Şırnak baskınlarını yaptığı gün havuzdan çıkmadı ve bunu tüm medyaya gösterdi. Saldırılar arttıkça, bunlar üç beş başldırı çıplakalrdır deyip durdu. Bu baldırı çıplaklar lafı, 33 silahsız erin şehit edilmesine kadar sürdü. Sonra köklerini kazıyacağız söylemi başladı.  Özal ölene kadar orduya, teröre karşı savaşmak için doğru dürüst silah alımı bile yapılmadı. Özal'ın bu konuda tek doğru icraatı, darbecilerin Kürtçe kaset-canlı müzik yasağını kaldırması oldu.

https://onbinkitap.blogspot.com/2023/07/silahli-direnisin-provakasyon-olmasi.html

Siyasal ve ılımlı İslam adına da çalışmaktaydı. F' nin tüm ülkede yayılmasını sağladığı gibi, 1980 yılının, İstiklal Marşının inatla oturularak dinlendiği, Konya şehrindeki Kudüs mitingini düzenleyen Mehmet Keçeciler'i, darbe vetosuna rağmen partide öenmli yerler verdi. 1986 referandumu ile 12 Eylül öncesi politikacıların, politikacı yasakları kalkınca, Keçeciler'i önce milletvekili, sonra bakan yaptı. Birinci Azeri-Ermeni savaşında açıkça ve Ebulfez Elçibey'in yalvarlamalarına rağmen, Azerbaycan'a yardım etmedi. Onlar Şii, onlara İran yardım etsin dedi. Mezhepçiliği o kadar ileriydi ki, ANAP'ın hiç Alevi milletvekili olmadığı gibi, Alevi millet vekili adayı, hatta aday adayı bile olmadı. İktidardayken hacca giden ilk başbakan oldu (siyasete atılmadan önce gitmişti). Kılıçdaroğlu'nu, vekaletn SSK'nın başına getirmesini de, bu işi yapacak başka dürüst adam yok diye açıkladı.

İktidarında, 12 Eylülcülerin darbecilefinin grev ve sendikalaşma  yasaklarını, kanun hükmünde kararnameleri ile genişletti. 12 Eylül anayasaının sadece redyo-televizyon devlet eli ile olur yasağına karşıydı. Onu da, oğlu Ahmet Özal'ın ortağı Uzan ailesi aracılığı ile illegal olarak deldi. Legal olarak delmeme sebebi, grev ve sendikalaşma yasaklarını da kaldırmak zorunda kalacak olmasıydı.

Özal, sadece sendikalaşmanın düşmanı değildi. Kooperatifleşme ve her türlü kamulaşmanın da düşmanıydı. Fiskobirlik, Çukobirlik, Antbirlik gibi kooperatifleri, sonraki iktidarların yıkabileceği şekilde zayıflattı. Toprak Mahsülleri Ofisi, piyasadan daha düşük alımlarla, çiftçiyi tüccarlara mahkum etti. Ben zengini severim deyip duruyordu. Zenginin de Amerikancısını sevdi. Kendisnin ilk yandaş basınını kurmak için milyarlar harcayan Asil Nadir'i bir gecede harcadı. Kendisine yönelik suikast teşebbüsü sonucu, dönemin vurguncusu Kemal Horzum'u harcadı. Horzun, o dönemin teleks-fax dolandırıcılığı ile, devlet bankası olan Emlak Bank'ı dolandırmıştı. Emlak Bank, dil bilmeyen avukatları yüzünden parasını alamıyor, Kemal Horzum'da ortalıkta serbestçe geziyordu. Suikasttan sonra dil bilen avukatlar aracılığıyla Kemal Horzum bitirildi. Tetikçi ise bir süre sonra Özal tarafından affedildi. Mermi, kendisine isabet etmediği halde, çakı ile parmağını yaralayıp, gazi olmuş gibi propaganda yaptı.

Kendisi ayrıca ciddi bir Atatürk düşmanıydı. Atatürk, süpermen değildi lafını sık sık söylerdi. Arap sermayesini Türkiye'ye soktu Bu sermayede Mustafa Kemal ve diğer komutanların adının bile geçmediği bir Çanakkale belgeseli ile propagandaya başladı. Ül keyi kafasına göre şekillendirme çabasına önce erken ölümü engel oldu. İkincisi de halkın kıvama gelmesi daha doğrusu kıvama gelen seksenler çocuklarının seçmen olmasını bekleyememesi oldu. Öte yandan halkın neoliberalizmi kabul etmesi için biraz daha imam hatipe, basın propagandasına falan ihtiyacı vardı. (Bu konuyu çok yazım ve gene yazacağım)

Ani ölümü çok araştırıldı. Suikast yada zehirlenme olsa neoliberalistler, tıpkı daha önceki suikast teşebbüsü gibi bir propaganda şölenine dönüştürürdü. Ülkemizdeki teş Şikago oğlanı Özal değildi. Alparslan Türkeş'te,diploma ibraz edemese de, Amerika'da olduğu yıllarda iktisat doktorası yaptığını söyler.

Son dönem muhalif görünen neoliberalist ikstisat profesörleri Daron Acemoğlu ve Özgür Demirtaş'ta bana göre Şikago oğlanıdır.