türkeş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
türkeş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Temmuz 2025 Pazartesi

TERÖR: İHANET HEP SAĞDAYDI



Sağcıların en sevdiği saldırı türü,  bilimsel literatürde adı AD-HOC (Ad Hominem) olan, bel altı (bizde genelde kişinin cinselliğine saldırılır) yada kişiliğe yönelik saldırılardır. Kendilerinden olmayanları önce etnik kimliği ile vururlar. Karl Marks'ın ailesi, o beş yaşındayken ını vaftiz etmişlerdir ama onlar için Marks, bir Yahudi'dir. On sekiz yaşına kadar Katolik olarak yaşamış, kardeşi Hırvat Katolik kilisesi başkanı olan Sokullu Mehmet Paşa yada Kayserili bir Ortodoks Rum devşirmesi olan Mimar Sinan'ın Müslümanlığına ise laf etmezler. Pek çok kişi, soldan birilerinin soyunda gayrı müslümlük arayıp, icat etmeye çalışır. Pek çok kişi, yedi göbek atası Türktür ama onlar illa bir gayrı Türklük yada Müslümanlık bulur. Adnan Menderes'in ve Dış İşleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu'nun, İttihatçıların meşhur Doktor Nazım'la akrabalığı ve Sebataycı olma ihtimalleri hiç konuşulmaz. Sağda yada muhafazakarlıkta savunma, karşındakine hakaret etmektir. Hepimiz, bir zamanlar gazetelerin üçüncü sayfalarında anlatılan haberleri, detektiflik de yaparak, ekranlara getiren gündüz programlarını bir şekilde takip ediyoruz, çünkü hepimiz bir şekilde sosyal medya kullanıyoruz. Sosyal medyada içerik hazırlayanların en büyük malzemesi bu programlar. Bu programlada hem giyim (yüzde doksan yada doksan beşinde illa en az bir kapalı bir kadın bulunuyor. Konuşmalarından muhafazakar olmak bir yana, belli bazı tarikatların üyesi oldukları bile belli. Ben artık insanları yürüyüşünden bile, tarikat yada Ülkü ocaklı olup, olmadığını, hata payı fazlaca olmakla beraber, tahmin edebiliyorum. Konuşmalar ve çocuklara verilen isimlerse, kesin belli ediyor, en aptal bile anlar. Yıllarca muhafazkar medya, solcuların geniş insanlar olduğu propagandası yaptı ama gördük ki muhafazakarlar daha genişmiş. Mum söndü iftiralarınıza karşı, bu programlarda hiç Alevi'ye rastladınız mı? Bazı faşist trollerin Öşekçi diye aşağıladığu Kürtleri de göremiyoruz bu programlarda. Cem Yılmaz'ın dediği gibi, hani marjinal bizdik. Yeşilçam filmleri, yıllarca zenginleri ve şehirlileri geniş gösterdi, oysa asıl seks skandalları köylerde dönüyormuş.

Diğer yandan son yıllarda dini vakıf, kuran kursu ve ihl'lerde ne çok skandal dönüyor, Karaman'daki gibi çok büyük olanların bile alel acele üstü kapatılıyor, bilmem farkında mısınız? İktidarın müfettişlerinin ve gözlerinin sürekli üzerinde olduğu solcu-Atatürkçü derneklerin kursları, bursları veya diğer etkinliklerinde böyle sıkandallara rastlıyor musunuz? Ortada sahipsiz sosyal medya hesaplarından, bir görünüp, bir kaybolan sahipsiz iddialar var ama soruşturma yada delil yok. Köye Enstitülerine, özellikle Hasanoğlan için o kadar dedikodu çıktı ama açılmış hiç bir soruşturma yoktur. Hasanoğlan için, kanalizasyonda bebek cesetleri var falan dediler, ben iki yıl kadar orada da çalıştım. Okulun tarihinde hamile öğrenci olayı 12 Eylül sonrasında olmuştu ve o olay olduğunda burası öğretmen lisesiydi. Ben oradayken de okul, Ülkü ocaklarının elindeydi bazı okul yöneticileri, okulda akran zorbalığından başka işe yaramayan bu grubu koruyordu. Oradan ayrıldıktan dört yıl sonra, çocuğu orada okuyan öğretmen bir arkadaştan, okuldaki akran zorbalığı çetesinin halen de faal olduğunu öğrendim. 

Sağ, terör ve bölücülüğü hep solla ilişkilendirdi. Son bir kaç aydır olanlar şaşırdınız mı? Bu blogu uzun sürdedir düzenli okuyan olsanız, en Kürtçü ve en Türkçü partinin iktidara desteğini ben pek çok yazımnda, doğrudan adlarını vermesem de yazmıştım. Yıllar önce, Gezi zamanında darbeyi gören kişi, yıllardır hapiste de olsa, iktidar yanlısıdır. Yıllarca üç beş dergi satmak için Kürtçülere yaü çeken solcular (özellikle Marksist-Leninist çok solcular), son olaylar karşısında şok oldu. Muhtemelen son açıklamalardan sonra da bazı üç hilalli kişilerde hayret etti. Son darbe girişiminden beri temel görevi salı günleri muhalaefeti tehdit olmak olan şahıstan ne bekliyordunuz. Bu şahıs en son cumhurbaşkanı yardımcılarının etnik kökene göre atanmasını önerdi. Bu öneri, Aleviler ve Kürtler, cumhurbaşkanı olmasın demektir ve daha ötesi vali yardımcısı olsun, vali olmasın, kaymakam yardımcısı olsun, kaymakam olmasın, astsubay olsun, subay olmasın, albay olsun, general olmasın gibi anlamlara da gelir. Bu yönetim sistemi, Lübnan'da, Fransızlar tarafından, manda yönetimi zamanında kuruldu ve anayasa buna göre yapıldı. Bu anayasa ne Lübnan'da 25 yıl süren bir iç savaş çıkmasını ne de bu iç savaş sonrası istikrarsızlaşmasını engelledi. Benzer bir anayasa, İngilizlerce desteklenen Tito tarafından Yugostlavya'ya yapıldı ve ülke, etnik kökenine göre eyaletlere ayrıldı, sonucu hepiniz biliyorsunuzi, bilmiyorsanız da araştırın.

Diğer yandan bu Alevilik ve Kürtlük, zencilik yada sarışınlık gibi insanda doğuştan yada hemen bakınca belli değil. Esat ailesi, 19721de iktidarı ele geçirdiklerinde Hafız Esat, anayasa gereği iktidarda bir Sünni olması gerektiğinden, baş müftü yanında kelime-i şehadet getirip, kağıt üzerinde de olsa Sünni oldu.  Benzer şekilde bir dönem Arjantin cumhurbaşkanlığı yapan Carlos Menem'de, politikada yükselmek için Katolih Hristiyan oldu. O zamanlar Arjantin'de cumhurbaşkanının Katolik olması şarttı (Bu şark 1994'de kaldırılmış). Ölünce de Müslüman mezarlığına gömüldü. Hele son nesilde, sağcı gençler arasında dinsizlik (Ateizm, Deizm, Angnostisizm vesaire) bu kadar yaygıngen, etnik kökeni nasıl saptayacaksın? Diğer yandan ülkedeki tek etnik kök, Alevilik, Kürtlük ve Türklük değil, Çerkez, Boşnak, Arnavut vesairlerde var ve Bulgaristan göçmenleri bile en az iki nesil, kendi içlerinde, dışarıdan kız-damat almadan yaşıyor.

Etnik kökenle ilgili olarak kavranılmayan diğer bir şeyde, hangi Alevilik, hangi Kürtlük? Suriye'nin, en azından savaştan önce, kabaca yüzde on kadarı Nusayri yada diğer adı ile Arap Alevisi'di. Öte yandan Suriye'deki tek Alevi topluluğu, Arap Alevileri değildir. Türkmenlerin ve Kürtlerin de önemli bir kısmı Alevi'dir. Fakat Nusayriler, Türkmenleri (Bektaşi) ve Kürtleri Alevi'den saymaz. Esat ailesi Suriye'yi kendi ve birkaç yakın aşireti ile, bazı  Sünni ve Dürzi iş birlikçisi kabile ile yönetmiştir. (Ek olarak, Kürt derken, Kırmanci mi Zazaki mi?)

Şimdi pek çok kişi, Aslan amca yaşasaydı böyle olmazdı falan diyecek, eski politikacıları anacaktır. Ne çabuk unuttuk Erbakan'ın Kaddafi tarafından aşağılanmasını, Özal'ın Eruh ve Şemdinli baskınlarından sonra tüm gün havuzdan çıkmadığını yada terör ya bitecek, ya bitecek sözü ile ünlü Tansu hanımın, pek çok silah fabrikasını özelleştirip, ülkey ithalata mecbur ettiğini ve sonra da Avrupa devletlerinin silah ambargolarını, nasıl da unuttuk. Süleyman Demirel'in, Maraş'ta kan gövdeyi götürürken, bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemez dediğini ne çabuk unuttuk? Sonra aynı Demirel'in, tekrar seçilebilmek uğruna, 28 Şubat dönemi dalaverelerini ne çabuk unuttuk? Yıllarca muhafazakarlık sayesinde seçilen Demirel, en sonunda baş örtülüler okumaya Suudi Arabistan'a gitsin demedi mi?

Gelelim başbuğumuz Alpaslan amcamıza: kendisi 1960 darbesinin bildirisini okumak bir yana planlayanlardan değil midir? Bir sürü insanın suçsuz yere aylarca hapis yattığı, 27 Mayıs'ın en az bilinen günahlarından Sivas kampının mucidi değil midir? CKMP daha MHP olmamışken, başında halen Osman Bölükbaşı varken, kendisi Hindistan büyükelçisi iken,  partisinin elamanlarının, halen sağ partilere oy veren Alevilere saldırmaya ve daha sağ-sol ayrımının belirsiz olduğu 1964'de Aydın'da, beş Alevi'yi katldederek, Alevileri sola sürüklediğini ne çabuk unuttuk. Maraş, Çorum, Bahçelievler ve bilumum cinayetleri ne çabuk unuttu ki, tüm bunlara şaşırıyoruz.

Çünkü Goebbels'in mehur ilkesini uyguladılar, yalan söylediler, bu yalanı sürekli bağırarak söylediler ve suçlarını başkalarına anlattılar. Nietzsche'nin dediği gibi, kim ahlak bekçiliği yapıyorsa, en ahlaksız odur. 



17 Ağustos 2024 Cumartesi

ŞİKAGO OĞLANI ÖZAL



 Şili diktatörü Pinoşe döneminde ülke ekonomisini yöneten bir grup iktisatçı, kendilerine Şikago oğlanları (Chicago Boys) demiştir. Yaklaşık yirmi kişinin  ortak özelliği, Şikago üniversitesinde iktisat mastırı yapmış olmalarıdır. Sadece Şili değil, Güney Amerika'nın pek çok askeri diktatörüne yada kapitalist iktidarına danışmanlık yapmışlardır. Milton Friedman'ın şekillendirdiği Neo Liberalizmin en ateşli savunucularıydılar. Turgut Özal'da onlardan biri olmakla beraber, galiba Şikago'ya hiç gitmedi. (Resmi ziyarette gittiğini hatırlamıyorum) İktisat mastırını Teksas üniversitesinde ve Hauston'da yaptı. İnsanlar bir parça üniversite yada askerlik yapıkları yerleri pek unutmaz ve biraz da oralı olurlar. Özal'da, yüksek lisansını yaptığı Houston'u çok sevdi, başbakanlığında ve cumhurbaşkanlığında, açık kalp ameliyatlarını bu şehirde olup, aylarca bu şehirden Türkiye'yi yönetti. Kendisi her daim neoliberalist oldu. Bürokratlığında da neoliberalistti. Müsteşarlığı sürecince, Devlet Planlama Teşkilatını, yüksek burjuvaya ucuz kredi verme kurumuna çevirmişti. Meşhur 24 Ocak kararlarını hazırlayan ekibin içindeydi. Teksas'tan döndükten sonra, şimdilerde olmayan Elektrik İşleri Etüt idaresine genel müdür yardımcısı oldu. Emin Çölaşan, yayımlandığına aşırı çok satan, Turgut Nereden Koşuyor adlı kitabında, ğek çok şeyi eksik anlatmış, Turgut Özal'ın 12 Eylül diktası arasındaki organik bağı saklamak istemiştir.

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/07/turgut-nereye-kostu.html

12 Eylül darbesi sonrası, 1983 seçimlerinde aslında darbecilerin kendi kurallarına göre darbe öncesinde siyaset yaptığı için veto yemesi gereken Özal'a iktidar yolu açıldı. Özal, 1977'de, MSP (Necmettin Erbakan'ın Milli Selamet Partisi)'den seçilseydi, zaten 1990'a kadar siyasete atılamayacaktı. Bence Özal, o seçimlere, siyasete  adım atmış olmak için başlamıştı ve 12 Eylül darbesi sonrasına daha o zamanlar hazırlanıyordu. Siyasiler darbeden habersizdi. Hatta, Türkeş, tam o gece haberdar olmuştu. Oysa dönemim tutuklu ve hükümlüleri, darbeden altı ay öncesinden, sorgucu ve işkencecilerin birden vahşileştiğini, 12 Eylüle yaklaştıkça bu vahşiliğin arttığını yazıyorlar. Yani, Türkeş'in, Demirel'in bilmediğini, sorgu polisleri biliyordu. Hapishanelerdeki gardiyanlar biliyordu. 24 Ocak kararlarını hazırlayan Turgut Özal, çok iyi biliyordu. Solun ve sendikaların çok güçlü olduğu zamanda, 24 Ocak kararlarını uygulamanın imkanı yoktu. Milton Friedman'ın iyi bir öğrencisi ve tipik bir Şikago oğlanı olan Özal, bu işin askeri bir darbe ile yapılabileceğini biliyordu. Latin Amerika'da olduğu gibi acı reçete, darbe gücü ile verilecekti ama Latin darbelerinde diktatörler,  özelleştirme yapmamış, daha doğrusu yeterince özelleştirme yapmamıştı. Özeleştirme yapmak, babalar gibi satmak, sivil politikacıların işiydi. Bu politikacılar,  en azından işi başlangıcında, askerlerin korumasında olmalı, acı ilaç, din morfini ile verilmeliydir. Zorunlu din dersleri, ülkenin tek televizyon kanalında (o da saat 20-24 arasında yaın yapıyor) din programları,  Alevi köylerine cami yapılması gibi programlar zaten 12 Eylül generallerinin programlarında vardı. Özal'da her fırsatta din ve Allah diyerek buna destek verdi. Kendi ailesinin Nakşibendiliğini kullandı. Annesini, Nakşibendi şeyhinin yanına, özel bakanlar kurulu kararıyla defnetti. F. G, sözüm ona aranıyorken teşkilatını genişletti. Sonra bir tesadüf sonucu tutuklanınca, Özal'ın telefonu ile serbest bırakıldı. Aslında Özal ile F, 12 Eylül öncesinde de görüşmüştü.

https://onbinkitap.blogspot.com/2024/07/evren-ozal-fto-ucgeni.html

Siyasetin sivillere verildiği sanısını yaratmak üzere, Kenan Evren, Turgut Özal'a hükumeti kurma yetkisini, bir ay bekleme ile verdi. Sonra da özelleştirme ve fakirleştirme reformlarına başladı. Önünde muhalefet yok yada yok gibi bir şeydi. Meclisteki diğer iki partiden Milliyetçi Demokrasi partisi dağıdı ve mebusları ANAP'a katıldı. Sosyal Demokrat parti ise, Halkçı parti ile rekabetteydi. Medya'da da gazetelerin gücü zaten düşmüştü. Sona iki kanallı ve gün boyu (Gece yarısından sabaha hariç) yayın yapacak devlet televizyonu ve radyosu emrindeydi.  Üzerine Dinç Bilgin, İzmir'in Yeni Asır gazetesini ulusal yaparak, Sabah gazetesini kurdu. Turkuaz medya, o zamanlar neoliberalizmin en güçlü savunucularından biri oldu. Özal güçlü olduğu sürece Özalcıydı. Özal güç kaybedince,  DYP-Demirelci oldu. Hatta Demirel cumhurbaşkanı olup, DYP başkanlığı ve başbakanlık makamı boş kaldığında, DYP kongresi öncesinde, Kasım'a kadar İsmet Abi'ci oldu. Kongreyi, Aydın Doğan medyasının desteklediği Tansu Çiler kazandı. İsmet Sezgin, hayatı boyunca Süleyman Demirel'in getirini-götürünü yapmak dışında ciddi bir iş yapmamış biriydi. Hayatı boyunca Demirel'in partilerinin (Adalet Partisi ve DYP) çok güçlü olduğu Aydın'dan ve listenin üst sırasından, hatta birinci sıradan milletvekili oldu ama tüm yatırımlarını memleketi Siirt'e yaptı ve Siirtli hemlerilerini kamu kurumlarında işe aldı. Köksal Toptan da kongre de aday olmuştu. Adları pek anmaya değmez kişilerdi. Sabah üzerine belki kapsamlı bir yazı yazarım ama şu günlerde önceliğim değil. Diğerleri hakkında yazmıştım. Bu yazının konusu Özal.

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/07/suleyman-demirel-kimdir.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/04/tansu-cillerin-siyasi-tarihi.html

Özal, sadece neoliberlizmciliği ile Şikago oğlanı değildi. Tek adam olma hevesini hiç saklamadı. Başkanlık sistemini ikide birdile getirdi. Kendi partisi ANAP'ı tek adam olarak yönetti. Sık sık meclisten altı aylık yetkiler ile sürekli kanun hükmünde kararnameler çıkardı. Bunların bazıları halen yürürlükte. Kenan Evren'le çok iyi anşatı ama cumhurbaşkanı olunca başbakan yaptığı Yıldırım Akbulut ve Mesut Yılmaz'la anlaşamadı. Ölmeden önce cumhurbaşkanlığını bırakıp, tekrar siyasete atılmaya hazırlanıyordu. Hatta parti kurmak için ANAP'tan istifa eden Yıldırım Akbulut,  Özal ölğnce, ANAP'a dönmüştü.

https://onbinkitap.blogspot.com/2022/08/yildirim-akbulut-ve-mesut-yilmaz.html

Siyasi açıdan da Amerikancıydı. Pqq, Eruh ve Şırnak baskınlarını yaptığı gün havuzdan çıkmadı ve bunu tüm medyaya gösterdi. Saldırılar arttıkça, bunlar üç beş başldırı çıplakalrdır deyip durdu. Bu baldırı çıplaklar lafı, 33 silahsız erin şehit edilmesine kadar sürdü. Sonra köklerini kazıyacağız söylemi başladı.  Özal ölene kadar orduya, teröre karşı savaşmak için doğru dürüst silah alımı bile yapılmadı. Özal'ın bu konuda tek doğru icraatı, darbecilerin Kürtçe kaset-canlı müzik yasağını kaldırması oldu.

https://onbinkitap.blogspot.com/2023/07/silahli-direnisin-provakasyon-olmasi.html

Siyasal ve ılımlı İslam adına da çalışmaktaydı. F' nin tüm ülkede yayılmasını sağladığı gibi, 1980 yılının, İstiklal Marşının inatla oturularak dinlendiği, Konya şehrindeki Kudüs mitingini düzenleyen Mehmet Keçeciler'i, darbe vetosuna rağmen partide öenmli yerler verdi. 1986 referandumu ile 12 Eylül öncesi politikacıların, politikacı yasakları kalkınca, Keçeciler'i önce milletvekili, sonra bakan yaptı. Birinci Azeri-Ermeni savaşında açıkça ve Ebulfez Elçibey'in yalvarlamalarına rağmen, Azerbaycan'a yardım etmedi. Onlar Şii, onlara İran yardım etsin dedi. Mezhepçiliği o kadar ileriydi ki, ANAP'ın hiç Alevi milletvekili olmadığı gibi, Alevi millet vekili adayı, hatta aday adayı bile olmadı. İktidardayken hacca giden ilk başbakan oldu (siyasete atılmadan önce gitmişti). Kılıçdaroğlu'nu, vekaletn SSK'nın başına getirmesini de, bu işi yapacak başka dürüst adam yok diye açıkladı.

İktidarında, 12 Eylülcülerin darbecilefinin grev ve sendikalaşma  yasaklarını, kanun hükmünde kararnameleri ile genişletti. 12 Eylül anayasaının sadece redyo-televizyon devlet eli ile olur yasağına karşıydı. Onu da, oğlu Ahmet Özal'ın ortağı Uzan ailesi aracılığı ile illegal olarak deldi. Legal olarak delmeme sebebi, grev ve sendikalaşma yasaklarını da kaldırmak zorunda kalacak olmasıydı.

Özal, sadece sendikalaşmanın düşmanı değildi. Kooperatifleşme ve her türlü kamulaşmanın da düşmanıydı. Fiskobirlik, Çukobirlik, Antbirlik gibi kooperatifleri, sonraki iktidarların yıkabileceği şekilde zayıflattı. Toprak Mahsülleri Ofisi, piyasadan daha düşük alımlarla, çiftçiyi tüccarlara mahkum etti. Ben zengini severim deyip duruyordu. Zenginin de Amerikancısını sevdi. Kendisnin ilk yandaş basınını kurmak için milyarlar harcayan Asil Nadir'i bir gecede harcadı. Kendisine yönelik suikast teşebbüsü sonucu, dönemin vurguncusu Kemal Horzum'u harcadı. Horzun, o dönemin teleks-fax dolandırıcılığı ile, devlet bankası olan Emlak Bank'ı dolandırmıştı. Emlak Bank, dil bilmeyen avukatları yüzünden parasını alamıyor, Kemal Horzum'da ortalıkta serbestçe geziyordu. Suikasttan sonra dil bilen avukatlar aracılığıyla Kemal Horzum bitirildi. Tetikçi ise bir süre sonra Özal tarafından affedildi. Mermi, kendisine isabet etmediği halde, çakı ile parmağını yaralayıp, gazi olmuş gibi propaganda yaptı.

Kendisi ayrıca ciddi bir Atatürk düşmanıydı. Atatürk, süpermen değildi lafını sık sık söylerdi. Arap sermayesini Türkiye'ye soktu Bu sermayede Mustafa Kemal ve diğer komutanların adının bile geçmediği bir Çanakkale belgeseli ile propagandaya başladı. Ül keyi kafasına göre şekillendirme çabasına önce erken ölümü engel oldu. İkincisi de halkın kıvama gelmesi daha doğrusu kıvama gelen seksenler çocuklarının seçmen olmasını bekleyememesi oldu. Öte yandan halkın neoliberalizmi kabul etmesi için biraz daha imam hatipe, basın propagandasına falan ihtiyacı vardı. (Bu konuyu çok yazım ve gene yazacağım)

Ani ölümü çok araştırıldı. Suikast yada zehirlenme olsa neoliberalistler, tıpkı daha önceki suikast teşebbüsü gibi bir propaganda şölenine dönüştürürdü. Ülkemizdeki teş Şikago oğlanı Özal değildi. Alparslan Türkeş'te,diploma ibraz edemese de, Amerika'da olduğu yıllarda iktisat doktorası yaptığını söyler.

Son dönem muhalif görünen neoliberalist ikstisat profesörleri Daron Acemoğlu ve Özgür Demirtaş'ta bana göre Şikago oğlanıdır.