Kartacalı komutan Hanibal, savaş kazanmak için gerekli olanın iyi ordu, iyi komutanlar değil de, sağlam devlet yapısı gerektiğinin ispatıdır. Hanibal'in Canea zaferi, Roma'yı yıkmamış, Sikippio'nu Zama zaferi, Kartaca'yı geri dönmesi imkansız bir yıkıma uğratmıştır.
Hanibal, Zama yenilgisinden sonra Kartaca'dan başka devletler için de generallik yapmış, son olarak da bu günkü İzmit'i başkent yapmış Bitinya devleti kralı Pirusa adına çalışmış, ona bu günkü Bursa ovasını boş bıraktığını, burada bir şehir kurmasını söylemiş, kral da bu tavsiyeye uyarak bu günkü Bursa şehrini kurmuştur. Bitinyalıların kendisini Romalılara teslim edeceğini öğrenince de intihar etmiştir. Mezarı İzmit'de, Tübitak'ın arazisi içindedir.
Kendisi ile ilgili anlatılan ilginç bir olaysa, Pavlov'un teorisinin o yıllarda da, en azından pratikte de bilindiğini gösterir.
Hanibal'in orduları, atları ile gemidedir. Gemide seyahat uzun sürer ve atların yemi biter. Hayvanlar açlıktan huzursuzlanır. Hanibal yem borusunun çalınmasını emreder. Atlar yem beklentisi ile sakinleşir. Sonra gene huzursuzlanır, gene yem borusu çalar ve ordu kıyıya gidene kadar durumu idare ederler.
Bu yem borusu taktiğini politikacılar ve hatta şu anki iktidar da çok güzel kullanmaktadır.
AKP'nin ilk iktidar yıllarında basında sürekli Norveç yüz bin Türk işçi alacak, Kanada yüz bin göçmen alacak ve Çin yüz bin turist gönderiyor gibi haberler çıktı.
Sonra hemen her seçim öncesi, bir yerlerde kömür, uranyum, altın ve benzeri madenler bulundu. Trakya'da her seçim öncesi doğal gaz bulundu.
Ardından milli araba, milli uçak, milli tank geldi. (Sonuçta yangın söndürme uçağını tamir edemiyoruz falan dediler) Her seçim öncesi ortaya çıktı, hatta bir kere videosu çıktı. Hatırlar mısınız, tam da seçimlere haftalar vardı?
Bu güzel haberler sık sık gelse de, seçimlere yakın çoğalır. Tıpkı her gün gelen dilencilerin cuma, muharrem ve ramazan gibi günlerde daha sık gelmesi gibi.
Bazı yem boruları seçimlerden sonra başka olayların ve başka yem borularının arasında gümbürtüye gider ve hepten unutulur. Mesela 3600 gösterge? Ne oldu memurlara verilecek bu göstergeye.
Bu gösterge masalının arkasında, emekliliği gelmiş ama emekli olmamış memurları, emekli olmamaya ikna etme amacı vardı.
Zira iki türlü sıkıntı var emeklilikte yaşa takılanlarla ilgili olarak.
En baştan söyleyeyim, ben de eyt'li olarak bu yaş meselesinden 7-8 sene fazladan çalışacağım. Bence bu sorun anca son eyt'li emekli olunca ya da ölünce anca biter. Türkiye'de Ekim devrimi gibi devrim olsa bile gene bitmez.
Bunun ilk nedeni herkesin tahmin ettiği maddi sorunlar. Zira birileri emekli olunca, hem emekliye, hem de emekli olanın yerine yeni gelene maaş bağlamak gerek.
Geçmişte pek çok kişi 43-44 ve hatta daha genç yaşlarda emekli oldu. Bunların büyük bir kısmı da (özellikle kadın ve devlet memuru olanları), ekonomiye hiç bir katkı sağlamıyor. Hani, hm emekli olup, hem çalışsa, devlet belki ona da razı olacak.
Olayın ekonomik yönü başka. Bir de devleti yoracak diğer yönü var.
Öğretmenlikte belli branşlarda böyle yığılma var. Mesela teyzem (benden bir buçuk yaş büyük) altı yıl bankacılık yaptıktan sonra, sırf İngilizce hazırlık yaptıktan sonra, İngilizce öğretmeni olarak atandı.
Teyzemden bahsetmişken, bir Hanibal yem borusu hikayesi de ondan dinlemiştim. Çalıştıkları banka BDDK (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu) tarafından kapatılmış, son bankacılık işlemleri falan yapılıyor, Halkbank çatısındalar ve Halkbank' dan maaş alıyorlar. İşten atılmaları ay değil, gün meselesi. İşte o günlerde, bankanın üst düzey bir müfettişi geliyor ve vaatlerini sayıyor:
-Yakında BDDK'dan çıkacağız, Türkiye'nin Citibank'ı olacağız. Arkadaşlar, gidiyoruz....
-Nereye diye sormuş teyzem. Müfettiş anlamamış veya anlamazdan gelmiş.
-Geleceğe, ileriye diye devam etmiş. Yani yemin kırıntısı bile yokken yem borusu çalmak, yönetici olmanın şanındandı anlaşılan.
Öğretmen açığı, şu atanamayan öğretmenler furyasında, sadece bütçe ve kararname işi.Asıl tehlike orduda ve polislikte. Belli dönemlerde büyük çaplı polis, astsubay ve uzman çavuş alımları yapıldı.
Öte yandan bu EYT homurdanmasının ve huzursuzluğunun başka nedenleri de var.
Darbe teşebbüsünden bu yana 3 yıldan fazla zaman geçti. Halen de tasfiyeler, tutuklamalar devam ediyor. Bir ay kadar önce 111 (yüz on bir) astsubay tutuklandı ve olay sadece bir kaç gazetede küçük haber olarak yayımlandı.
Seksenlerde ve doksanlarda Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararları ile elli-almış subay-astsubayın ordu ile ilişiğinin kesilmesi, günlerce manşetlerden düşmezdi. Meşhur 28 Şubat yıllarında bile (1997-1998-1999 falan) en fazla 150-160 olmuştu.
Yüzden fazla astsubayın tutuklanması, Türkiye'nin dört-beş kat daha fazla askeri olan Çin, Amerika, Rus ordularında bile olsa, yer yerinden oynamalı ama Türkiye'de neredeyse yaprak bile kımıldamadı.
Şimdi bu ortamda çalıştığınızı düşünün. Sadece ordu ve emniyet değil, pek çok kurum da benzer durumda. Fırsatını bulsa, herkes kaçacak.
Hatta mevcut emekliliğini doldurmuşları da 3600 gösterge vaadi ile durduruyorlar.Yazının başında da bahsetmiştim.
Şu günlerde basında iki de bir çıkan EYThaberleri de bana Hanibal'in yem borusunu aklıma getiriyor.
Hanibal'in yem borusu demişken. Pavlov'da zil ve ışık sonrası bazen et verdiği, bazen vermediği köpekleri (özellikle en fazla üzerinde çalıştığı Layka'yı) histeri yapmış. Böylece o vakte kadar sadece kadınlarda olduğuna (%90 kadın hastalığıdır) ve sebeinin kadınların cinsel tatminsizliği olduğuna inanılan histeri hastalığını yeniden tanımlayarak, histerinin aslında kaygı bozukluğu olduğunu ispat edip, 1904 Nobel Tıp ödülünü almış.
Hanibal'in de taktiksel deha olmasında rağmen Romalılar tarafından her seferinde nihai yenilgiye uğraması, askerleri ve halkı üzerinde güven sorunu yaratıp, kaygı bozukluğuna sebep olması olmasın?