11 Şubat 2019 Pazartesi

FUZULİ-HAKİKATÜL SAADA , İLHAN ARSEL-ŞERİAT VE KADIN (DİNİ BIRAKMA NOKTAM)

fuzuli hadikatü's süeda ile ilgili görsel sonucu                     Bu yazımda dini inançlarımı kaybetme öykümün sonuna geleceğim. O günlerde okumayı sürekli ertelediğim bir kitabı, okumaya karar verdim.
           Bu erteleme bayağı uzun erteleme olmuştu. O kitabı biz lisedeyken kız kardeşim almıştı. Ben o yıllarda öldürülen Turan Dursun'u okuduğum halde bu kitabı okumadım. O zamanlar pek de ateist olma, İslam'ı bırakma aşamasında değildim. O kitap yıllarca aile kütüphanemizde yattı.
        Ben yıllar sonra, Sünni bir arkadaşın tavsiyesi ile Fuzuli'nin Hakikat-ül Saada (Saadet Ermişlerinin Bahçesi) adlı kitabı okudun. Bir Alevi olarak kitap beni çok etkiledi.
      Kitabın ilk yarısında Adem'den itibaren bir peygamberler tarihi vardı. Sonra son peygamber Muhammed'in hayatının önemli kesimleri anlatılıyor, sonra onun torunu olan Hasan'ın öldürülmesi, ardından da Hüseyin ve beraberindekilerin başından geçenler anlatılıyordu.
       İmam Hasan, karısı tarafından zehirlenmişti. Karısı Sara ya da Cude (U harfinin üzerinde inceltme olacak), bizzat kocasının babası, yani İmam Ali tarafından öldürülmüştü. Hasan ise muta nikahı ile sürekli evlenip, boşanıyor ve karısını kıskançlıktan çıldırtıyordu. İşin bu kısmının üzerinde durmamıştım.
kufe ile ilgili görsel sonucu
      İşin üzerinde durmadığım başka bir kısmı da, Hasan-Hüseyin ile Yezid'in, daha doğrusu kitaptaki hemen herkesin akraba olması idi. Ayrıca ta o zamanlarda fark ettiğim bir şeyde Muhammed'in, Mekke'nin fethine yakın ve fetihten sonra akrabası olan Mekkelileri devlet kadrolarına doldurmasıydı.
     Sonra o akrabaları, kendi torunlarını Kerbela'da,  kendisini yıllarca misafir eden, kendisi ile beraber savaşan Medineli ensarları da Kerbela'dan sonra Medine'nin işgalinde katletti.
     Kitabın asıl konusu Kerbela olayıydı. Önce Kufeliler (Gene U'da inceltme var), Hüseyin'i davet ediyorlar. Öncen Müslim-i Akil ve iki küçük oğlu dahil bir heyet gidiyor. Tipik bir Arap savaşı olduğundan, çocuk da olsa kimseye acımıyorlar. Çocukları saklandıkları yerde bulup, öldürüyorlar.
       Bu katliamı bilmeyen İmam Hüseyin ve beraberindekiler (Alevi efsanesine göre yetmiş iki kişi) yola çıkıyor. Yalnız kitabı okuyalı çok zaman geçti. Orada mı yazıyordu, Medine'den yola çıkmadan önce ihtiyarın biri Hüseyin'in önüne çıkmış.
     -Ya Hüseyin, gel gitme. Çünkü Kufelilerin kalpleri senden, kılıçları Yezit'ten yanadır, demiş.
kerbela ile ilgili görsel sonucu    Sonrasını çok kaba özet geçeyim.
    Kufe'de Hüseyin, beklediği ilgiyi göremiyor ve Kufe valisi de Hüseyin ile anlaşıp, geri dönmesini tavsiye ediyor. Hüseyin'de bu  tavsiyeye uyup, geri dönüyor ama o yıllarda henüz pusula icat edilmemişti.
         Türkülere konu olan Mars gezegeni,( sarı yıldız ya da çobanaldatan da denir) kervanı yanıltmış, güney batıya (Medine) değil, kuzey batı ya, o zamanlar Mevala denen şimdilerde de Kerbela (Kerb-Üzüntü ve Bela) denen yere geliyorlar, sonrasını da anlatmayayım.
           Bu kitabı da okuduktan yıllar sonra dinle ilgili bir kaç kaynak birden İlhan Arsel'den bahsedince, çok kitap okuduğum halde bu kitabı okumamış olmamdan dolayı utandım.
ilhan arsel ÅŸeriat ve kadın ile ilgili görsel sonucu          Kitap, İmam Hasan'ın ölümü ile ilgili kısmına gelmem, dinle alakamı kesmeme sebep oldu. Babasının Ali ya da Muhammed tarafından öldürülmesi bir yana, hangi kadın kocasının eve ikide bir muta denen nikahla, üstelik de çoğu on beş yaş ve altı ve kızlarla ilişkilerine tahammül etmek zorunda mıydı Cude (ya da Sara)? Kocanız sırf son peygamberin torunu diye hangi kadın buna katlanmalıydı?
       Sonra aklıma muta nikahının Alevilikte olmadığını hatırladım. Oysa kendisi de Şii-Alevi olan Fuzuli, ikinci imamın muta nikahı ile sürekli evlenip, boşandığından bahsediyor. Demek ki Aleviliğin temelinde İslam yokmuş.
     Zira Alevilikte üç kere boş ol demeyle kadını boşama olmadığı gibi, hülle nikahı da yoktur.
     Diğer yandan kadını bu kadar hor gören dinin bu çağda ne işi vardı. Kitap daha bitmeden, zaten iyice incelmiş olan iman zincirim koptu.
        Sonuçta evreni yaratan bir tanrı var mı, yok mu bilmiyorum. Bildiğin tanrının MS 7. yüzyılda yaşamış bir Arapı elçisi olarak göndermediği, milat yıllarında bir Yahudi kadının babasız bir şekilde çocuk sahibi olmasını sağlamadığı, o çocuğun da tüm insanlık için ölmediği gibi şeyler.
           Belki tam Ateist değilim, belki de Agnostiğim. Bildiğim dinin yalanın yüceltilmesi olduğu.
             

5 Şubat 2019 Salı

İMDAT İLE ZARİFE FİLMİ VE ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK

imdat ile Zarife    
  10. Sınıfların felsefe kitabı öğrencilere izletmek için 1965 yapımı, Metin Erksan’ın yönettiği Sevmek zamanı filmini önermekte. Ben de izlettim ama film, o yaş kuşağı için aşırı sıkıcı.
                Ben de 1990 yapımı İmdat ile Zarife’yi izletmeye karar verdim. Türkiye’de ayı oynatıcılığı ile ilgili  ilk ve tek (Gırgıriye serisini saymıyorum. O absürt bir komediydi) film olma özelliğini koruyor.
                1980’erin sonunda rahmetli eski bakanlardan Adnan Kahveci,  bu ilkelliğe savaş açtı ama ömrü yetmedi. 1990’da yani film yapıldığında son demlerini yaşıyordu. Filmi izleyen çocukların neredeyse tamamı böyle bir mesleğin varlığından bile habersizdi.

ayı oynatma, ile ilgili görsel sonucu                Sadece ayı oynatmak deyimini biliyorlardı.

                Film, doğal olarak bir Roman obasında geçiyor. Gırgıriye, Cennet Mahallesi benzeri bu topluluğu sevimli ve komik değil, mümkün olduğunca gerçekçi gösteriyor. 
İmdat, yani Şevket Altuğ, ayı oynatıcısı olarak çöp toplayan karısı Selma Çetinel, ne iş yaptığı belli olmayan kayın babası Üstün Asutay, çırağı ve oğlu Erkan Özkurt ve de ayısı Ayşe filmde Zarife ile birlikte yaşıyor. En ufak  tartışmada birbirlerine bıçak çekiyor, her gece göbek atıyor, sefil barakalarda yaşıyor, Roman ağzı ile bol küfürlü konuşuyorlar.
                Ayakkabısını bile kaybedecek kadar kumar düşkünü İmdat. Karısı, kocasının ayı ile ilgilenmesinden kıskanıyor,  oğlu ayıcılık yapmak istemiyor, babası fiilen bir işte çalışmıyor ama arada bir âlem yapıyor. O dönemde de belediyeler ayı oynatmaya karşı, buna karşın gazinolarda ayı oynatma modası da var.
yavru ayı ile ilgili görsel sonucu                Şimdi çok da filmin özetini anlatmayayım. Ruslar ve İskandinavlar için ayı, güç ve kuvvetin simgesidir. Biz nasıl, aslan, bozkurt diye erkelere ad koyarsak, onlar da ayı (Bear) diye isim koyar.
                Geçenlerde bir yazıda biz o yiğitlik simgelerinin oynatıldığını gördük diyordu. Oralarda ayı oynatma hemen hiç olmamış ve onlar bu güçlü hayvanların nasıl zavallı bir hale düştüğünü görmüyor.

                Filmin başında ayının yavruluğunu görüyoruz.

Avcılar annesini vuruyor ve o ile kardeşlerini oynatıcılara satıyor. Küçük yaşta özgüvenini eziyorlar. Filmin finaline kadar ayıya kaba ve zalimce davranıyorlar.
                Bence zengin bir aile çocuğu olmanın en iyi tarafı, özgüveninizin hiç kırılmaması, bu sayede de özsaygınızın kuvvetli olması.
                Filmde her şeyi değiştiren, zabıtaların İmdat’a ceza yazmak yerine şehir dışına, ormana bırakması ile başlıyor. Sonradan İmdat ile Zarife’ye iş verecek olan gazinocunun arabası ile dönüyorlar. İmdat’ın ustası ve kayınpederi Üstün Asutay, ayıların ormanı görmesini iyi olmadığını söylüyor.
                Ayı sık sık isyan ediyor ve kaçıyor, sonra geri getiriliyor. Film boyunca duvarı bile yıkan (filmin bir sahnesinde Zarife yapıyor bunu), bu kadar kuvvetli bir hayvan sık sık dövülüyor, aşağılanıyor.  Özgüveni yıkılmış ayı, ayılığını unutmuş ve hepsini sineye çekiyor.
üstün asutay ile ilgili görsel sonucu                Filmde ufak rollerde oynayanların piyes (yeni nesil Flash tv, Gerçek Kesit diyor) tarzında kötü oyunculukları ise filme başka bir tat katıyor.
                Filmin finaline doğru Zarife, sahibini bir güzel dövüyor ve İmdat, ondan sonra Zarife’yi ormana salıyor.

 Film boyunca İmdat (yani Şevket Altuğ), Zarife ile yıllardır beraber yaşamalarını, ona sahip olma ve onu istismar etmesinin bahanesi olarak kullanıyor.

                Tıpkı küçük kız çocukları ile evlenenlerin, yuva kurduk, çocuk sahibi olduk, bu yuvayı yıkmayın demeleri gibi.
özgüven ile ilgili görsel sonucu                Aslında pek çok insan, bu oynatılan ayılar gibi çocukluktan itibaren ezilmiş, silikleşmiş ve içindeki kuvvetten habersiz. Hatta insanlar değil, kitleler, çünkü böyle eğitiliyoruz.
                Bir gün  Aristo, İskender’e lalalık yapmak için daha fazla para isteyince, kral Filip ona kızmış.
                Ne yani, bir köle bulur, ona baktırırım, demiş. Aristo’nun cevabı ise
                -O zaman bir yerine iki köleniz olur (köle, köle yetiştirir) demiş.  Biz ise bu zavallılıktan kendimizi ve çevremizi kurtarmalıyız.  Nesilleri de özgüveni ve özsaygıları güçlü olarak yetiştirmeliyiz.

4 Şubat 2019 Pazartesi

LA METRİE , İLAÇLAR VE ATEİZM (RİTALİN)

RÄ°TALÄ°N ÇÖZÃœM DEĞİL Dikkat EksikliÄŸi Sendromu ve Hiperaktivite TeÅŸhisi KonmuÅŸ Çocuklar İçin Ä°laçsız Uygulamalı Bir Program     Bu yazı aslında bir itiraf olacak ve zaten itiraflar zinciri ile başlayacak. İşin doğrusu başarısızlıklarla dolu bir yaşamım oldu. Pek çok psikolojik problemle uğraştım.
      Uzun süre de devlet hastanelerinde, karşısındakini on beş dakika dinleyen psikologlarla uğraştım. En ağır antidepresanları ve sakinleştiricileri vermeyi marifet biliyorlardı. Onlarda bana bol bol kilo yaptı.
       En sonunda terapiye gittim. aralar vererek, uzun süren bir süreçti. Son derece de pahalıydı. Bir ara ek dersimde yoktu. İki bin liradan biraz fazla maaşım vardı ve iki yüz elli lirasını, yani yüzde onunu bir terapi seansına veriyordum.
       Terapi seansları sırasında psikologum bana disleksi tanısı koydu. Bu arada terapi seansları da devam ediyordu. Disleksi olduğum için bana RİTALİN adlı pahallı ve kırmızı reçeteli bir ilaç yazıldı. Bu ilaç, dört doktorluk bir heyet tarafından yazılıyor. heyet raporun altı ayda bir yenilenmeli ve reçeteyi de ayda bir yazdırabiliyorsun.
kırmızı reçete ile ilgili görsel sonucu            Altı aylık muayene olmadan kimse heyet raporu alamıyorsun. Bu yüzden de ilk rapor aldığın hastane hariç, başka hastaneden de raporu yenileyemiyorsun. Bunun sebebi de ritalinin uyuşturucu olarak da kullanılabilmesi.
        On sekiz yaşından büyükseniz, Türkiye'de sosyal güvenlik ilacınızı karşılamıyor. İlaç dört saat garantili ve genelde dikkat toplama ihtiyacınız olduğunda alıyorsunuz.
        Ritalin ilaç bende çok fazla işe yaramadı. Aksi gibi öfke nöbetlerimi arttırdı.
        Bir de bu süreçte psikologumun ve klinikteki diğer bazı psikiyatr  ve psikologların, onlara hediye ettiğim romanımı okumamış olmaları, onlara karşı güvenimin yitmesine sebep oldu. Bu terapiler sayesinde pek çok sorunumu çözmüş de olsam, kendi yazdığım kitabı okumamış olmaları, bende onların bana değer vermedikleri düşüncesinin oluşmasına sebep oldu.
        Derken internette A.. adlı ilacın adını öğrendim. Hakkında bir sürü yorum okudum. Gene de almaya başlamam geç oldu. Keşke daha erken başlasaydım.
disleksi ile ilgili görsel sonucu            İlaç, biraz pahalı vitamindi ve her yerde de bulunmuyordu. Zaman içinde kullandıkça faydası arttı, dikkatimi daha fazla toplayabildim, kullandıkça da etkisi arttı.
          Bu ilaç yıllardan beri piyasada vardı. Hatta alacağım zaman eczacı, çocuğun sınavları mı yaklaştı diye bana sordu. Yani dikkat eksikliği olanların sık kullandığı bir ilaçtı.
          Peki kliniğim neden bu ilacı seçmemişti? Üstelik bu ilaç, bu konudaki tek ilaç da değildi. Gene de klinikler bol bol ritalin yazıyor. Siz kırmızı reçete ve heyet raporu için o kliniğe bağımlı olun diye, amaç bu.
la mettrie ile ilgili görsel sonucu         Derken başka bir eczacı da, daha ucuz başka bir ilacı tavsiye etti. Daha ziyade demans hastalarının kullandığı bu ilaç daha ucuzdu. N.. ilacı, A ilacına göre dikkat toplamada daha başarılı değil, buna karşın dürtüsel zorlanma ve öfke krizlerini bastırmada daha etkili.
          Ben de okul zamanı N'yi, tatillerde A'yı kullanıyorum. N, A'dan daha ucuz ve daha kolay bulunabiliyor.
        Ben bu ilaç kullanma sürecinde adını ve görüşlerini sadece felsefe kitaplarından bildiğim La Metrie'nin tüm canlıların, dolayısı ile insanın da bir çeşit makine olduğu görüşü, bana doğru gelmeye başladı. Biz daha çok kimyasal bir makineydik.