5 Haziran 2019 Çarşamba

KEŞFEDİLMESİ GEREKEN BİR DİSTOPYA KLASİĞİ-DEMİR ÖKÇE


demir ökçe ile ilgili görsel sonucuJack London, ülkemizde ve dünyada çok tanınan bir yazardır ama ne yazık ki ülkemizde eksik anlatılmaktadır.
Gençlik onu daha çok Vahşetin Çağrısı ve Beyaz Diş romanları ile tanımakta. Oysa London, Amerika'da aynı zamanda fururist (geleceği tahmin) ve politik bir yazardır. Alaska ve Okyanusya'yı en iyi anlatan yazarlardandır.
Ademden Önce, Evrim teorisine bir saygı duruşudur. Kızıl Veba, kıyamet senaryolarının ilki olabilir. Bir evsiz kılığına girip, Londra'daki yoksulların halini anlatmıştı.
Öte yandan anti kapitalist ve sosyalist yönünü de unutmamalı. Gerçi onun sosyalistliği, biraz ırkçılıkta taşır, beyaz ırkı her zaman yüceltmeye çalışır.
martin eden ile ilgili görsel sonucuİlginç olan ise, Okyanusya öykülerinde yerlileri (bu günkü gençliğin deyimi ile) gömerken,  onları birer zavallı gibi gösterirken; Alaska yerlileri için bunu yapmaz. Bununda sebebi, o yıllarda da beyazların, Alaska yerlilerinin bilgi ve tecrübelerine muhtaç olmalarıdır.
Deniz Kurdu romanında kaptanı Wolf Larsen, Mobydick'in Kaptan Ahab'ının taklidi gibi görünse de, 20. yy'ın diktatörlerinin bir prototipi gibidir. Wolf, Ahab'ın aksine entelektüel ve kültürlüdür. Ahab ise tek bir hayvana, balina Mobydick'e takıntılıdır. Wolf ise, kötülüğüne felsefi olarak bağlıdır ve fok avından kalan günlerini okuyarak ve düşünerek geçirmektedir.

cesur yeni dünya ile ilgili görsel sonucuDiğer bir siyasi romanı, Ay Vadisi'dir. Burada işçiler, grev yapmaktan vazgeçer ve bir işçi ailesi şehirden uzak, kendi yaşamlarını kurar. Martin Eden'da ise, yazarlıkla sınıf atlayan bir işçinin bunalımı anlatır.
En önemlisi 1906'da yayımladığı Demir Ökçe'dir. Aldous Huxkey, meşhur Cesur Yeni Dünya romanını, Demir Ökçe'yi okuduktan sonra yazmaya başladığını söylemiştir.      
ademden önce ile ilgili görsel sonucuRomanın önemi sadece bir disütopya olması değildir. Roman, 1920 ve 30'lu yıllarda dünyayı kasıp, kavuran faşizmi önceden öngörmesidir. Romanda bazı sektörlerdeki işçilerin ayrıcalıklı olması, burjuva çocuklarının devlet kademelerinde görev alacaklarını,  devletin burjuvaziyi daha da zenginleştireceğiniz, oligarşinin kobileri de yutacağını falan, hep bu romanla önceden tahmin eder.
Daha da önemlisi kapitalizmin, demokrasi oyununu köşeye sıkıştığında nasıl yırtıp, atacağını da en iyi anlatan kitaptır.

Kitap, faşizmin yavaş yavaş ilerleyişini ve milliyetçilik duygularını nasıl kullandığını, işçi sınıfının haklarını nasıl kıstığını çok güzel anlatıyor. 
İşin ilginci, bu olayları, sanki faşizan ihtilal A.B.D'de olmuş gibi anlatıyor. Romanda sanki faşizm bitmiş de yıllar sonra birileri belgeler üzerinden o yılları tekrar anlatıyormuş gibi bir anlatım var.
Roman,  garip bir şekilde, önemsizmiş gibi gösterilmekte ve çok fazla adı alınmamakta. London' ın ismi, sadece Vahşetin Çağrısı ve Beyaz Diş gibi bir kaç fantastik romana hapsedilmek istenmekte.
Oysa günümüz kapitalist terörünü ,askeri darbelerini ve kademe kademe artan devlet baskısı, kırpıla kırpıla kuşa çevirilen emekçi haklarını anlamak için, Demir Ökçe romanını tekrar keşfetmemiz şart.

10 Mayıs 2019 Cuma

TÜRK GİBİ BAŞLAYIP BİTİREMEMEK-OKUL MECLİSLERİ

Türk Gibi Başlayıp Bitirememek
Türk gibi başlayıp, İngiliz gibi bitir lafı çok eskidir. Hatta ben bayağı eski bir kitapta,  Türk gibi başla, Alman gibi sebat et, İngiliz gibi bitir şeklinde olana da rastladım.
Tarihimiz ne yazık ki bunun örnekleri ile dolu. Hatta Cumhuriyet tarihinden örnekler verelim. En ünlüsü Köy Enstitüleri, ne kadar kısa sürdü, bu nesil inanamaz. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü, sadece bir dönem mezun verebilmiştir.
gap projesi ile ilgili görsel sonucuBunlar gibi pek çok büyük projeler, çoğu da sessiz sedasız bitti. Köy enstitülerinin bitirilmesi, komünizm tehlikesi yaygarası ile bayağı gürültülü oldu.
Pek çok gürültü ile başlayan şey, sessizce bitti.Mesela efsanevi GAP projesi: Türkiyeyi bir tarım devi yapacaktı. Sırf GAP ile sulanan arazi, Türkiyeyi beş kere beslerdi. Tarımın iyice dibe vurduğu bu günlerde bu haberi hatırlamak bazı kişilere acı verebilir. Bir sürü barajla ülkenin doğusunu göller yöresine çevirdik ama tarımda dibe batmışız ülke olarak. Sebebi de tarımda üretimi arttıracak politika üretilmemesi.
Devletin tarım için birincil görevi inşaat yapmak değil, politika yapmaktır.
f1 istanbul park ile ilgili görsel sonucuİkinci hususta, 1967'de Turgut Özal'ın, şimdilerde kapanan Devlet Planlama Teşkilatı müsteşarı olması ile başlayan, 90'larda çılgınlığa ulaşan teşvik kredileri. 90'larda gene doğuda DPT'nın paraları ile bir sürü sözde fabrika kuruldu. O teşvik çılgınlığından geriye terk edilmiş binalar kaldı.
Devletin  sanayi için birincil görevi kredi vermek değil,  sanayi için politika üretmektir.
Hem devlet planlama teşkilatı banka değildi, banka oldu.
Şu anki mevcut iktidarın da pek çok icraatı öyle oldu.
Önce Avrupa Birliği üyesi olma ve serbest dolaşım hayallerini hatırlayalım. Gerçi bu masal Tansu Çiller döneminden kalmadır ama bu iktidarın da , gündüz vakti patlattığı havai fişekleri ve gene günüz vakti Ankara Kızılay meydanını kapatarak, konser-miting vermesini unutmayalım. (Gerçi orada yüz kişi ya vardı, ya yoktu.)
fatih projesi tablet ile ilgili görsel sonucuÖyle ki, say say bitmiyor.  Mesela Formüla 1 İstanbul'a turist yağdıracaktı. Kamu bankaları (Ziraat, Vakıf ve Halkbank) merkezi İstanbul'a taşınınca, Merkez bankası da İstanbul'a taşınacaktı (Ekşisözlük'te ilgili başlık halen duruyor). İstanbul,tıpkı Londra gibi, bankalar arası para piyasasının merkezi olacaktı. 
Eğitimde de pek çok şey böyle gümbür gümbür başlayıp, sessizce bitti. Okul sütü ve Fatih projeleri mesela. Fatih geriye, okullardaki akıllı tahtalar kaldı. Sayesinde sunumlar ve videolar gösteriyoruz. Hesapta tüm ders kitapları tabletlerde olacaktı vs vs. 
Bu cuma günü de sessizce okul meclisi ve okul başkan seçimlerini iptal ettikleri gibi, üzerine bir de yasakladılar. Türk demokrasisi gibi çok işleyen bir şey değildi. Gene de öğrenciler, aday olmayı, propaganda yapmayı, sandık görevlisi olmayı, oy saymayı, tutanak tutmayı falan öğreniyordu. Demek ki artık buna da gerek görülmemiş.
O kadar sessiz sedasız oldu ki, muhalif basın dahi halen haber yapmadı.

6 Mayıs 2019 Pazartesi

azu filmi (2013 Venezuella)

azu venezuela ile ilgili görsel sonucuAZU FİLMİ (2013 VENEZUELA) 
Siyah derili insanların köleliği öyle sadece Amerika Birleşik devletleri ile sınırlı değildir. Hatta A.B.D, en büyük ve en uzun süreli köle alıcısı da olmamıştır.
Bu rekor, köleliğe ilk başlayıp, son bırakan, Afrika'dan en fazla köle ithal etmiş, yazılı tarihi boyunca bir tarım devi olmuş Brezilya'ya aittir.
Bu film ise Venezuela yapımı. Filmi, Venezuela büyük elçiliğinin, Çankaya belediyesine ait bir mekanda, ücretsiz Venezuela filmleri göstermesi  sayesinde izledim.
Bu filmlerden üçünü izleyebildim. Üç hafta sonu bu filmler yayımlandı ve aksi gibi üç cumartesi nöbetim oldu. Bence filmlerden biri anlatmama değerdi.
azu venezuela ile ilgili görsel sonucuO da 2013 yapımı Azu filmiydi. Film, köleliğe, kölelikten kaçanlar açısından bakan  bir film. Yıllar önce Amazonlar ile ilgili bir belgeselde, böyle bir köyden bahsediyordu. Siyahi köleler, sahiplerinin ellerinden kaçıp, Amazon ormanlarının  ve And dağlarının, Kızılderili denen Amerika yerlilerinin bile yaşamadığı köşelerine köylerini kurmuş.
Yani bu oldu, tüm kıta boyunca yaygın bir olgu. Pek çok yerde köleler,  ıssız yerlere kaçıp, bir şekilde kendi köylerini kurmuş, film de onun hikayesini anlatmakta.
Filme beş dakika kadar geç geldim. Bu yüzden başını net göremedim. Kaçtıktan sonra yakalanan, işkence gören ve işkenceden ölen bir köle vardı. Kaçan köleleri kovalayan ve yakalayan da başka bir siyahi.
azu venezuela ile ilgili görsel sonucuBu karakter tanıtımında, siyahilerin kendi aralarında efsanevi bir sığınma köyüne inandıklarını öğreniyoruz. Hepsinin hayalinde bu köye ulaşmak var ve yaşlı bir siyahi de, buna inanların lideri konumunda. 
Hikayede çiftlik sahibinin bolca kölesi, şeker kamışı tarlaları, küçük bir evi, frijit, cinsellikten nefret eden şişko bir karısı var. Adam da cinsel arzularını, eli yüzü düzgün, köle kızlardan çıkarıyor. Bu amaçla kullandığı bazı kızları şımartıyor, kızlar birbirini kullanıyor vs.
Hikayenin dönüm noktası, Afrika'dan yeni ve güzelce bir köle kızın gelişi ile değişiyor. İhtiyar, bu kızın bekledikleri ilahi işaret olduğunu söylüyor.
Böylesi film eleştirilerinde, filmi anlatırken, izlenme arzusunu kıracak kadar öyküsünü anlatma ve ne olduğunu tam anlatmayacak kadar az anlatma tehlikesi hep vardır. Filmin köleliğe, Amerikan filmlerinden bambaşka bir açıdan bakmış. Olayın merkezinde siyahiler var, beyazlar tamamen kölelik yanlısı ve öyle yardımcı olan kahraman ve iyiliksever beyaz karakterler yok. (Amerikan filmlerinde hep olur)
Beyazlar olması gerektiği gibi, kölelik yanlısı ve kölelerine karşı gaddar. Köleleri Hristiyan yapmakla uğraşan kardinal de böyle. Kardinal de, köleliğe değil, çiftlik sahibinin köle kızlarla oynaşmasına kızıyor.
Luís Alberto Lamata ile ilgili görsel sonucuNot, Amerikan filmlerinde papazları pek nadiren kötü rolde görürüz. En azından ben hatırlamıyorum. Bir de Amerikan filmlerinin final sahneleri genelde bir kilise ya da Las Vegas'da kumarhanede olur.
Burada ise, tahtırevan ile, dört kölenin omuzları üzerinde gezinen kardinalin, kölelerin yaşam koşulları ile ilgili her hangi bir derdi yok.
Ben filmin yönetmeni(Luís Alberto Lamata) zenci sandım. İnternetten baktım, beyazmış. Olayda beyazlar sadece kötü  efendiler olarak var.
Kaçış öyküleri ise gizem, metafizik ve efendiye karşı aşk-nefret  ilişkileriyle karışık olarak, gayet heyecan verici şekilde  sürüyor.
Filmin finalinin çok iyi bağlandığını söyleyemem. Başkaları beğenebilir ya da sonu o kadar çok mükemmel bağlanmamış olsa bile, beyaz adam düşüncesini ve Naom Chomsky'in deyimiyle İnsan Yerine Konmayan' lara bakışını görmemizi sağlayacaktır.