12 Ocak 2018 Cuma

ŞEVKET SÜREYYA AYDEMİR’İN KİTAPLARI ÜZERİNE YORUM
                Aslına başka bir konu üzerine yazı yazacaktım ama bir önceki yazıda Şevket Süreyya Aydemir’e çok atıf yaptığımı fark edince, onun üzerine yazmaya karar verdim.
                Kendisinin kitaplarının çoğunu daha lise yıllarında okudum. Kendisi, özellikle biyografileri ile ünlü. Ben de daha ziyade bu kitaplarını okudum. Eleştirilerim de bu yönde olacak. Toprak uyanırsa adlı romanını da okuduğum için, ona da bir değineceğim.
                En başta kitaplarda anlattığı bilgilerin yanlışı yoktur, eksiği de yok denecek kadar azdır. Mesela Atatürk hakkında onlarca kitap okusanız da bulamayacağınız pek çok ayrıntıyı, Tek Adam kitabında bulabilirsiniz. İkinci cildi 19 mayıs 1919 ile 9 eylül 1922 arasındaki zaman dilimini ele alır ki, 19 mayıs öncesi pek çok olaydan bile ayrıntısı ile bahseder. Tahmin edeceğiniz gibi birinci cildi doğumundan, 1919’a kadar olanları, üçüncü cildi de 1922 sonrasını anlatır. Yanlışı yoktur demişken, bir olay hariç. Menderes’in Dramı adlı kitabında,  Menderes’in idamdan hemen önce kimseye küskünlüğüm yok, hiç kırgın değilim dediğini aktarır. Kaynak da vermez. Yıllar önce rahmetli Mehmet Ali Birand, 27  Mayıs ile ilgili olarak yatığı, Demirkırat belgeselinde de kullanmış ve kaynak olarak bu kitabı göstermişti. Kendisi ise bu olayla ilgili her hangi bir kaynak göstermez. Menderes’in dramında en çok atıf yaptığı kitap, Demokrat Parti milletvekilliği yapmış Samet Ağaoğlu’nun Arkadaşım Menderes kitabıdır. Kitabı okuyamadım. Menderes’i idam eden ekipten her hangi birinin böyle bir beyanatı yoktur. Ağaoğlu’da idam edilirken yanında değildi,  böyle bir şey demiş olacağını sanmam. Diğer yandan Demokrat partinin son yılında bazı kişilerin, bunlar gidemiyor, bir şekilde başımızdan gitse dediğini falan da yazar. Belki de onun CHP sempatisini bilenler, onunla böyle konuşmuştur. Diğer yandan Enver Paşanın yurt dışına çıkışında dair, özellikle de ölümüne dair yazdıkları, başka kaynaklardan aktardıklarından ibarettir. Aydemir, düşüncesizce bir çılgınlıktan bahseder. Enver paşanın ölümü sırasında tam da Türkmenistan’da olan Zeki Velidi Togan’sa, tuzağa düşürüldüğünü anlatır. Togan, hem olaylara daha yakındır, hem de anlattığı daha mantıklıdır.
                Suyu Arayan Adam’da kendi hayat hikâyesini anlatır. Kafkasya’da mücahitlikten, okumak için Moskova’ya gidip komünist olması, sonra da Atatürkçü, devletçi iktisatçı olması en ufak ayrıntısı ile anlatılır. Oradaki anlatılan en ilginç olay, Afyonkarahisar hapishanesinde yaşanır. Bir grup komünist hapistedir. Koğuşta yer yatakları ve karyolalar vardır. Çok iyi hatip olan bir şair, ideolojik ders vermektedir. Kendisi karyolada yatmaktadır. Derken koğuşa daha kaliteli karyolalar gelir. Kendisi, karyolayı yerde yatan yoldaşlarından birine vermek yerine, kendisi hemen gelen karyolaların en iyisini kendisine ayırır. Eşyalarını eski karyoladan, yeni karyolaya taşır. O hatip ve şair, adını vermese de belli ki Nazım Hikmet’tir. Hapishane ortamında iyi bir karyola o kadar önemlidir ki, pek çoğunun kalbi kırılır ve bazıları da komünizmdi bırakır. Yoldan ol, yoldaştan olma atasözü burada önem kazanır. Aydemir asla isim vermez ama tarifine uyacak tek kişi de odur. Bu yüzden komünistler ve radikal sol, onu pek sevmez.
                Sonra yeni devletin iktisat teorisyeni olur. Kendi gibi teorisyenlerle Kadro dergisini kurar. Bu dergideki ekiple, yeni bir iktisat teorisi kurmaya çalışır. Uzun süre çeşitli devle kademelerinde çalışır. Emekli olunca da kitap yazar. Hemen hemen tüm eserleri emekliliği sonrasındadır. Kronoloji ve nakilciliği dört dörtlüktür. Mesela Atatürk’ün Trablusgarp’a, İtalyanlarla savaştan önce gittiğini falan onunla öğreniriz. Yorumlaması iyi değildir, hatta kötüdür. CHP’nin 1950 seçimlerini kaybetmesi üzerine, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun değerlendirmeleri ve nakilleri daha iyidir. Karaosmanoğlu’nun Panorama’sı, bu konuda benim okuduğumm en iyi kaynaktır.

                Bir de Toprak Uyanırsa romanına kısaca değineyim. Emekli bir ilköğretim müfettişinin, öğretmen olarak göreve dönüp, Polatlı’nın bir köyüne göreve başlamasını anlatıyor. Fazlasıyla ütopik ve Karaosmanoğlu’nun Yaban’ına cevap diye yazılmış gibidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder