Bir internet kullanıcısı olarak reklam engelleyici kullanmamakta ısrar ediyorum Sebebi de genelde bilgisayarları yavaşlatması.
Gene de öyle bir çağdayız ki, reklamdan kaçamıyorsunuz. En azından yemek yediğiniz lokanta ya da şehirler arası, hatta şehir içi otobüslerde bile reklamlara denk geliyorsunuz.
Son bir kaç yıldır bankalar ile bazı yabancı markalar ve bazı bankalar, ürünlerini tanıtmak yerine sosyal sorumluluk projelerinin reklamını yapmakla meşguller.
Bu reklamlar, birbirlerine çok benziyorlar. Genelde bir güneş doğumu sahnesi ile başlıyor reklam. Sonra seyrek tuşa basılan bir piyano sesi ve Anadolu yollarında bir kamyon veya otobüs. Sonra genizden gelen Can Dündar belgesel seslendirmesine benzeyen buğulu ve hafif hırıltılı erkek sesi kampanyayı anlatıyor. Otobüs ya da kamyon, köye ulaşıyor, neşeyle karşılaşıyorlar falan filan.
Bir kampanya yaklaşık bir buçuk yıl sürüyor ve beş bin civarı kişiye-aileye falan ulaşıyorlar.
Ben bu kampanyalara Sabancı tipi kampanyalar diyorum. Zira Sakıp Sabancı, böyle yarım kampanyaların, iyi reklamla ürünlerin satışını da arttırdığını. Türkiye'de ilk fark eden sanayiciydi.
Sabancı, yardım kampanyasının tanıtımına, yardım kampanyasının dağıtacağı yardımlardan daha çok para harcardı.
Çağdaş Yaşamı Destekleme derneği ile AHBAP bile bu dev şirketlerin kampanyalarından çok daha fazla insana ulaşıyor.
Şu günlerde ise anlı şanlı pek çok vakfın sesini bie duymuyoruz.
Şu karantina günlerinde ise,
Bir de bu reklamlarda bir memleket duygusallığı, sen bu ülkeyi nasıl terk edersin, kal, bize ucuz işçi ol ağlaklığı var. Sen bu ülkenin beynine bir gelecek vermiyorsan, sadece duygusal sloganlarla bu işi sağlayamazsın. Türk işvereni her krizde işten işçi çıkarma, ücretsiz izne çıkarma, hep daha ucuza çalıştırma alışkanlığını bırakmadıkça, bu ucuz duygusal reklamlara daha çok bel bağlayacaktır.
Hep söylenir ya birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olan şu günlerde diye başlayan malum cümleler; tam da öyle günlerdeyiz. Pek çok insan işini kaybetmiş hastalık kime bulaşır, kimi öldürür belli değil.
İşin acısı işsiz ve yoksulluk çekenler, zenginlerimizin zerre umurunda değil. Bence Noel Babaya olan nefretin sebebi adının Hristiyanlıkla alınması değil, yoksullara servetini dağıtmasıdır.
Türk halkının Noel Bana diye bildiği Santa Klaus, tarihsel belgelere göre aslında bir pagandı ve kendisini kilise de pek sevmez.
Bir başka sorunumuz da insanları evde tutmak. Çalışmak zorunda kalanları anlayabiliyorum.
Lakin halkımızda, hele de yaşlılarında ne biçim bir sosyalleşme arzusu varmış, eve zor zapt ediyoruz.
Yapılması gereken sokağa çıkma yasağı ilan etmek. Bunu yapamıyor çünkü bunu yapması için halka ciddi yardımlar yapması gerek, Devletin yapması gereken ise, olağan üstü hal ilan edip, sokağa çıkma yasağı uygulamak. Oysa yapamıyor. Yaparsa elektrik, su, kira gibi giderlere yardım etmesi, pek çok özel sektör kurumunu, özellikle de hastaneleri, kamulaştırması gerek. Devletimizin 30 mart
Onun yerine sürekli bir evde kal çağrısı. Bir de daha sinir bozucu olarak, bir sürü ünlü, lüks kelimesinin bile az kalacağı devasa evlerinden çekim yapıp, evde kal diyorlar.
Hayat eve sığarmış. O eve iki tane okul bile sığar. Evin salonu, çalıştığım devlet lisesinin spor salonundan büyük. Evindeki spor ekipmanları çoğu spor lisesinde yoktur.
Şimdi bir zamanlar devletin kamu spotlarında bile görünmemiş tiplerden evde kal videoları; zorla anlı yayın açıp, bitmeden bıkkınlık emareleri göstermeleri falan filan.
Zaten Umut Sarıkaya'nın meşhur karikatüründeki gibi insanlara mesaj veren ünlüleri hiç sevmem. Karantinadaki doktorların maaşının kesildiği ortamda, zenginliklerini bağışlarla falan göstersinler.
Çok iyi bir yazı. Şu cümlenizi özellikle beğendim: ''Bence Noel Babaya olan nefretin sebebi adının Hristiyanlıkla alınması değil, yoksullara servetini dağıtmasıdır.''
YanıtlaSilGeç de olsa teşekkür ederim
Sil