24 Şubat 2021 Çarşamba

BRAVEHEART - CESUR YÜREK FİLMİ


 

Bu gün durduk yerde 1995 yapımı Braveheart (Cesur Yürek) filmini anlatmaya karar verdim. 1995 yapımı olan bu film, senaristi, yönetmeni ve yapımcısı olan Mel Gibson'un eserdir. Film, Türkiye ve dünya sinemalarında en uzun süre gösterimde kalan film oldu. Ankara, Batı sinemasında üç yıla yakın, belki de daha fazla gösterimde kaldı. Sinemanın altı salonu vardı ve uzun süre en az bir tanesinde bu film olurdu.

( Bu sinema, Ankara'nın en kötü sineması diye nam salmıştı ama ben severdim. O zamanlar Batı iş hanının içinde küçük barlar  falan da vardı. Sonra Kızılay-Kocatepe bölgesindeki sinemaların Büyülü Fener dışındakiler kapandı, yerlerini AVM sinemalarına bıraktı. Batı iş hanı ise ucuz kumaş ve tekstilcilerle doldu)

Filmin bu başarısının yanında, halen de hatırlanmasının iki sebebi var.

İlki, pek çok Amerikan filmi gibi bilgisayar efektleri ile dolu değil, yüzde doksan küsuru stüdyolarda ve yeşil-mavi  perde ile çekilmemiş. Sonuçta bir film ve mutlaka çekim hileleri vardır ve o kadar insan filmde gerçekten ölmemiştir. Ama çekimler iki sene sürmüş, İrlanda'da yapılmış ve  yüzlerce, hatta binlerce oyuncu-figüran, gerçekten ata binmiş, ok atmış, kılıç tutmuş.

Diğer yandan filmin senaryosu, zannedildiği gibi bire bir tarihi olayları anlatmaktan çok uzak, yüzde doksanı kurgu. Dahası cesur yürek, William Walace'ın değil, başka bir İskoç kahramanının ünvanıymış. Gene İskoçlar, Wallace'ın kılıcını halen müzelerinde sergiliyorlar. İskoçya, hiç bir zaman tam olarak İngilizlerce işgal edilmedi. En sonunca Avrupa kraliyet aileleri arasında oluşan bir dizi entrika sonucu, zamanın İskoç kralı, aynı zamanda İngiltere kralı olunca, iki ülke birleşmiş oldu. Edinburg'daki İskoç Kraliyet sarayı da terk edildi, zamanla çatısı çöktü. İskoçlar da 2014'de referandumla bağımsızlığı red ettiler.

İkincisi ise filmde, İngilizlerin ve sömürgecilerin, gerçek yüzü ile gösterilmesi ki filme gerçeklik duygusunu da veren bu. Çoğu Amerikan-Batı filminde beyaz adam daima bir parça merhametli gösterilir. Öz eleştiri sayılacak filmlerde bile, mutlaka merhametli bir efendi olur. Oysa filmde bu yok. Gene her İngiltere'de geçen filminde, konu Roma devri ve hatta daha önceki devirde de olsa kadroya siyahi birisini alma gibi kalıplar da yok. Bu da filme sahicilik havası veriyor. Filmde İngiliz gaddarlığı tüm gerçekliği ile gözümüze sokuluyor.

Oysa diğer batı filmlerinde bu yoktur. Mesela 1986 yapımı Müfreze (Platon) filminde, eğitimli koca bir Amerikan komando bölüğü (yaklaşık otuz kişi) ,  makineli tüfekli bir kişi tarafından durdurulur. Sonra  o kişi, küçük bir kız çocuğu çıkar, üstelik az önce yardım ettikleri çocuklardan biridir. Ama ne olmuş da bu çocuk, bu şekilde savaşacak kadar güdülenmiştir, bize göstermez. Bu filmde ise William Walace'ın İngiliz nefretinin hangi yaşananlar sonucu olduğunu adı adım görüyoruz.

Diğer olmayan şey de İngiliz askerlerinin kahramanlığı.  Gerçi bu dünyada olmayan şeydir. İngilizler ilginçtir, 1918-45 arasına dünyanın üçte birini işgal etmiş de olsalar, tarihlerinde öyle kahramanlık öyküsü pek yoktur. Kara savaşlarında, böl-yönet ve paralı askerler ile ele geçir şeklindedir. İngilizler daima düşmanlarından satın alınacak birilerini bulur ki, Cesur Yürek filminde de öyle oluyor. Wallace'ın her kahramanlığı ya da zaferi, bir İskoç soylusunun ihaneti ile boşa gidiyor.

İngilizler, denizler dışında çok az büyük çatışmaya girmiştir. Denizde de, düşmanı kendi üssünde baskın ve uzun menzilli toplarla, uzaktan imha şeklindedir. Öyle ki 1899-1902 Boer isyanında,  Güney Afrika'ya yerleşmiş, Hollandalılar olan Boerleri bölemeyen İngilizler, Yedi yıl savaşlarından beri en büyük can kaybını yaşamışlardır. Öyle ki ünlü tarihçi Arnold Toynbee, bu savaşı İngiliz imparatorluğunun gerileme devrinin başlangıcı diye anlatır. (Toynbee, Türkleri Ermenilere soykırım yapmakla suçlayan meşhur Mavi Kitap'ın da yazarıdır.)

Bu yüzden İngilizlerin savaş kahramanları genelde casuslardır. Ya  Thomas Edward Lawrence gibi gerçek ya da James Bond gibi hayali, İngiliz casusluk teşkilatı üyeleridir.

Bu filmi, benzer diğer Amerikan-İngiliz filmleri ile kıyasladığınızda, sanatın ne kadar bir propaganda gücü olduğunu anlarsınız. En basitinden Vietnam savaşını konu edinen o filmleri izlediğinizde, sinema-film sanatının önemini anlarsınız. 

Bence Rusların ve Çinlilerin, Amerikalılar karşısındaki asıl güçsüzlüğü, bir Hollywood'ları olmamasıdır. Japonlar Animeleri ve Kurosawa gibi dahi yönetmenleri, Türk dizileri bu açıdan toplumların imajı için en iyi araçlardır. 

  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder