Geçen gün şehrin bayağı kenar mahallede bir lisede sınav görevim vardı. Okulda müdür hanımın öğrencilere saksılarla yaptırdığı botanik bahçesini gördüm. Mütevazi ama öğrenciler için ilginç bir tecrübeydi. Aynı projeyi kendi müdürüme de önermeye karar verdim.
Diğer yandan da, bir tarım ülkesinden uzaklaşmamız bir yana, yeni neslin doğadan uzaklaşması tehlikesini de düşündüm. Okul, çevrenin kendisi olmalı, çevreden yalıtılmamalı. Bunlar herkesin bildiği ya da bilmesi gereken eğitim ilkeleri.
Oysa Türkiye'de okul halen, yani pratik durumda ders anlatılan, dinlenilen ve belirli özel günler haricinde de pek az etkinlik yapılan yerler. Çalıştığım pek çok okulda bunu gördüm. Mesela köy enstitüsü- Anadolu Öğretmen lisesi ve en nihayetinde de fen lisesi olan bir okulda iki yıl çalıştım. Ne bir okul gezisi, pikniği, ne bir öğrenci şenliği (köy enstitüsü etkinliğini saymıyorum, öğrencilerle alakası yoktu) olmadığı gibi, ulusal-uluslar arası bir yarışmada da olmadı. Okulun tek ciddi öğrenci etkinliği, kendileri çalıp, kendileri oynadıkları Tübitak fuarıydı. Kendi çalıp, kendi oynamak deyiminin tam yeriydi bu fuar. Gayet güzel bir ziyafetle, ilçe kaymakamını ve ilçenin önemli isimlerini ağırlamamız dışında, ilçedeki diğer okulların haberi bile olmayan bir etkinlikti. Bir öğretmenin 65 (altmış beş) projeye birden danışmanlık yaptığı tuhaf bir etkinlikti. Tarihi okulun ne spor ne de sanatta doğru dürüst bir etkinliği yoktu. Ne ilçe-il-ülke çapında bir yarışmaya katılıyor, ne okul içi yarışma-turnuva düzenliyordu. Üstelik okulun köy enstitüsünden kalma devasa orman arazisi, (Önemli bir kısmını polis okulu, kız meslek, imam hatip lisesi ve hatta ilçe hastanesinin bir polikliniğine bırakmış da olsa, o arazi gene de devasaydı:)hatta içinde kısmen de meyve ağaçları vardı. Bir kısmına bazı meraklı öğretmenler baksa da, çoğu da bakımsız kalmıştı.
Çalıştığım pek çok okul, bu durumdaydı. Zira her etkinlik, ciddi bir sorumluluk demektir. Yukarıdan bir emir, ya da öğrencilerden-velilerden bir istek gelmedikçe bir etkinlik yapmamak, çevre ile iletişime geçmemek en iyisidir.
Çünkü ülkemizde iyi bir işe yaptığınızda takdir etmezler, iş yapmadığınızda, neden yapmadınız demezler ama kötü iş yapıldığında, neden diye sorarlar. Bu sadece bir devlet geleneği değildir, halkın tepkisi de böyledir. Mesela turnuvada kavga çıktı, okul pikniğinde kızlardan bir kocaya kaçtı (bir arkadaşımın başına gelmiş) veya kaza oldu, herkes size hesap sorar. Fakat başarılı bir gezi ya da programın ödülü yoktur.
Şöyle ilginç bir olay anlatayım. Çalıştığım başka bir okulda, vekaleten idarecilik yapan iki arkadaş, yaz tatilinde ilçede olduklarından, ilçenin geleneksel güreş festivalinde (aslında kültür-sanat ama işler hep yağlı güreş turnuvasında takılıyor) görev almışlar. Bir de o zamanlar, bu festival çok gözde, koalisyon ortağı partilerden birisinden belediye başkanı. Bayağı öneli politikacılar katılıyor, bürokratlar katılıyor ve yapılan pilavı beğenmiyor. Aşçının hatasının bedelini bu iki arkadaş düşük sicil notu ve bu düşük sicil notu yüzünden müdür yardımcılığı sınavına girmeyerek ödüyor. Bu düşük sicil notunu ve sebebini de o zaman öğreniyorlar.
Şimdi bu ve buna benzer olaylar, öğretmeni etkinlik düzenleme ya da düzenlenen etkinliğe katılma hevesinden alıkoyuyor. Bir de, belediyenin etkinliğinde neden öğretmen görevlendirilir? Özellikle ilçelerde, resmi törenlerde illa öğretmenlere angarya görev vermek, hastalıklı bir alışkanlık gibi.
Asıl zararlı alışkanlık da, başarıyı takdir etmemektir. Anadolu Öğretmende çalıştığım zaman bir sınıfta (25 kişilik sınıf) 16 hukuk kazanan olmuştu ( o zamanlar bu kadar çok hukuk fakültesi yoktu). Öğretmenlere ödül verilmesi söz konusu olduğunda il milli eğitim müdürlüğü, başarıyı dershaneye bağlamış ve ödül vermeyi ret etmişti. (Öğretmen arkadaşlar ödüle değil de, başarının dershane bağlanmasına içerlenmişlerdi. Sahi, madem marifet dershanede, süper lise (o zamanlar süper lise vardı) mezunlarında neden benzer bir başarı kazanamamıştı?)
Böyle olunca da öğretmen ya da memur, amirlerden emir gelmedikçe ekstradan bir etkinliğe öncü olmaya isteksiz oluyor.
Diğer bir konu da bu etkinlikler için öğrenci seçimi sorunu. Okulların pek çoğunda, önemli gün ve hafta etkinliklerine (kompozisyon, şiir okuma, sunum, folklor gösterisi vesaire) bir sunum ve okulun kendisini gösterme faaliyeti olarak görüyor. Bunun sonucu olarak da, bu faaliyetlere hep aynı öğrenciler katılıyor. Çünkü öğrencinin olası başarısızlığı, okulun başarısızlığı gibi bir durumdan korkmakta, öğrencinin sorunundan sorumlu olma korkusu yaşamaktadır.
Oysa bu etkinlikler, aynı zamanda bir eğitim etkinliğidir. Bu yüzden de sıkıntılı öğrencilere, risk alınarak da olsa, rol verilmelidir. Aslında yapılması gereken, bu etkinliklere mümkün olduğunca çok öğrenciyi katmaktır. Bu etkinliklere katılmayan ya da çağrılmayan öğrencilerin, okulu benimsememe durumu ortaya çıkabilir ki pek çok kez öyle de oluyor.
Başka bir sorun olarak ülkemizde etkinliklerin bir öğrenme eylemi değil de, özel günlerdeki gibi gösteri ya da gezi-takım maçı durumlarda eğlence gibi algılanması. Oysa takım oyunları, takım halinde hareket etmek, sevmesen bile aynı takımda olduğun için uyumlu davranmayı öğretir. Okul gezileri, topluluk içinde hareket etmeyi, otel kuralları ile geceyi geçirmeyi vesaireyi öğretir. İşin doğrusu gezi planlanırken , bu tür eğitimlerin de planlanması gerekir.
Son olarak da, okul pikniklerinin sadece mangalda et ya da bir şeyler yemek olmaması için de planlama yapılması gerekliliğindeyim. Öğrencilere doğa sevgisi öğretilmeli, ağaçların sadece mangalcılara gölge olmadığı öğretilmeli ve hatta okul pikniklerinde mangal yasaklanmalıdır.
Eğitim sistemimiz tel tel dökülürken, her teli için az da olsa fikir üretmeye çalışmaya devam edeceğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder