I
Teknolojiye bağlı şeylerin modası
geçer. Video geçti gitti. VHS'i vardı, BETAMAKS' ı vardı. Lüks geldi, lüks
gitti. Bizim evde hiç olmadı mesela. Bill Gates'in kızı babasına plağı sormuş.
Ben doğduğumda plak demodeydi. Kasetler demode ve birkaç yıla kadar ortadan
kalkacak gibi. CD'ler ise, MP3'e yenik düşmek üzere.
Fakat bizim konumuz ansiklopediler.
Lisedeyken dönem ödevlerini ansiklopedilerden yazar verirdik. Internet,
özellikle google sayesinde ansiklopedide demode oldu. Artık öğrencilerim ödevlerini internetten indirip, yazdırıp, getiriyorlar.
Ülkemizde gazetelerin ansiklopedi verme
savaşı, ansiklopedilerinin öneminin kaybetmesine ve benim üniversite öğrencisi
olmama az kala gerçekleşti. Benim iki kere (ortaokul üç ve lise bir) sınıfta kalmam
yetmezmiş gibi, bir de o zamanlar iki basamaklı ve ikinci basamağı ÖYS olan sınavı
ilk girişimde kaybettim. Benim eğitime ara verişlerim, sınıfta kalışlarım,
çıraklık zamanlarımdır. Sınıfta kalmamın bedeli, çok ucuz askerlik demek olan,
çıraklıkla geçti. Saatçilikte hesapta meslek öğrenecektik ama ustam olacak adam
bana hiçbir şey öğretmeyip, bol bol dövdü. Kamyon galerisinde de öğrenilecek
bir şey yoktu, sermaye gerekliydi. ÖYS' kaybetmek bir felaketti.Bu felaketi
yaşamayan bilmez. Nasıl aile ve arkadaş çevresinden dışlanır, ana-baba nasıl
adama düşman olur, yaşamayan bilmez. O sebepten dolayı, öğretmen olduğum halde
halen, teşekkürlerle, taktirlerle, sınıfta kalmadan, hele sınıf atlayarak okulu
bitirenlere halen gıpta ederim.
ÖYS' i kaybettiğim anlaşılınca, önce
sürücü kursuna gidip, B sınıfı ehliyet aldım. Aldım ama alalı on yılı geçti,
bir daha elim direksiyona değmedi. Kullanmayı unuttum. Ardından Kazım Karabekir
Caddesinde, bir iş hanının bodrumunun bir kısmını kapsayan matbaada yirmi beş
gün çalıştım. Sonra bana eve yakın başka bir matbaada iş bulunduysa da, başka
bir yakın evime çok yakın bir markette iş buldum. İki ay orada çalıştım. Çok
aşırı yoruyordu. İki ay boşta gezdim, sonra başka bir amcaoğlunun otomobil
galerisinde işe girdim. O işte de, sınav sonucunun açıklanmasına az kala kendi
isteğimle ayrıldım.
Şimdi okuyucular merak etmektedir
muhtemelen, o kadar işte çalıştın da, nasıl bu sınavı kazandın diye. Üstelik
iki kere sınıfta kalmış bir öğrencisin. Bu hikâyeyi başka bir zaman anlatmak
istiyorum.
Anlatacağım olay, tahmin edebileceğiniz
gibi markette çalışırken oldu. Marketin bir işi de gazete satışıydı. Gazetenin
karı yok denecek kadar azdı. Yüzde dört. Tekel mamullerinde de aynı oran vardı.
Tekel, o zamanlar sigara ve diğer tüm tütünün üretiminde, ithalinde ve ülke içi
dağıtımında, adı üzerinde tekeldi. Bira ve ithal alkollüler hariç diğer tüm
alkollü içecekleri de tekel üretir ve dağıtırdı.tekelin birası da vardı ama o
sidik gibi birayı, çalıştığım saatçi dükkanındaki ustam haricinde içene
rastlamadım. Bizim dükkana gelmezdi.
Biz konumuzdan uzaklaştık. Gazeteye
gelelim. Cem Uzan'ın Star gazetesine kadar bu böyle kaldı. Uzan, bayi payını
yüzde ona çıkarınca, ardından da gazeteyle doğrudan verilen ürünler çıkınca,
gazete satmak, karlı bir iş oldu. O zamanlar, müşteriler kaçmasın diye
katlanılan bir eziyetti. Bu eziyetin bir kısmını dükkanın elemanı olarak ben
yapardım.
Dükkan, biraz iriceydi. Şöyle ortalama
üç dükkanın birleşimi kadar. Dört katlı bir apartmanın zemin katının büyük kısmını
içine alıyordu. Dükkanda iki eleman ve iki ortak vardı. Ortaklar kardeşti.
Sivas, Şarkışla ilçesindeki köylerinde arazilerini ve traktörlerini satıp,
Ankara'da önce bir videocu açmışlar, video demode olunca bu marketi açmışlardı.
Öteki çırak, Zafer, kardeşlerden küçüğün kayınbiraderiydi. Eniştesinin evinde
kalırdı. Ben yabancı olduğumdan, daha ziyade sabah ekmek ve gazete dağıtımıyla,
bir de telefonla sipariş edilen malları dağıtırdım. Kasaya dokunmazdım. Bir de
temizlik işi benim için ağrıdı.
Gazeteyle beraber, ekleri ve hediyeleri
de dağıtırdım. Bu iki aylık sürede en fazla rağbet, Sabah gazetesinin dağıttığı
tek cilt ansiklopediyeydi. Adı da Grosser, Ansiklopedia Amerikana'ydı. Bu ad,
daha doğrusu adındaki Amerikana adı tartışma konusu olmuştu. Rakip Hürriyet
gazetesinin Amerika temsilcisi, kimdiyse adını hatırlamıyorum, New York sokaklarında insanlara bu
ansiklopediyi sormuştu. Sabah'ın yayım müdürü Zafer Mutlu da bu adamı telefonda
tufaya getirmiş, onun sözlerin teybe kayıt edip, gazete de yayımlatmıştı. İşte
bu ansiklopedinin birinci cildi, başka bir bedel olmadan okurlarına verdi. İlk
cilde abartılı bir rağbet oldu ama devamını takip eden olmadı. Şimdiki öyküm,
bu rağbetle ilgili.
II
Bu birinci cildin verilişi, bir hafta
önceden, neredeyse bulunabilecek tüm imkan ve yollarla ilan edildi. Sabah
gazetesi , ATV ve grubun tüm dergileriyle bunu duyuruyordu. Duvar panoları ve
TRT'de buna dahildi. Nedense diğer medya
holdinglerinin yayım kurumlarına reklam verilmiyordu o zamanlar. Dağıtım için
bir hafta öncesinden siparişler, benim aracılığımla patronlara ulaşmıştı.
Dağıtım sanırım cumartesi ya da pazar günüydü. Bize de ansiklopediler çarşamba
gününden geldi. Her gün sabah gazetesi alan sekiz müşterim vardı. Zaten sekiz
cilt bir koli ediyordu, ben bir koliyi önceden ayırdım. Tezgahın arkasında bir odamız vardı, orada
sakladım.
Benim patronların birinin adı İbrahim'di.
İbrahim, biraz daha genç gözüküyordu. Hafif bebek yüzlüydü. Ötekinin adını
hatırlamıyorum. O daha esmer tenli ve kalın bıyıklıydı. Onun adını
hatırlamıyorum şu an, ama adını Mehmet diyelim gitsin. Bu değilse bile, böylesi
çok kullanılan bir addı.
Ben, bir tane kendime ayırmıştım. Bu
ayırdığım cildi eve götürdüm. Anlatıyorum çünkü, daha sonra hikayeye lazım
olacak. Bir gece önceden bizim patronlar bu ciltleri sattı.
Derken büyük gün geldi. Vukuat günü.
Dükkan sabah yedide açılırdı. Ben normalde her sabah erken geldiğim halde o gün
yarım saat geç geldim. Aslında yapmamam gerekliymiş. Geldiğimde öğrendim.
Bizim patron saat altı buçukta gelmiş.
Ahaliyi sıraya girmiş halde bulmuş. En öndekiler saat beşte gelmiş. On beş
dakikada bitmiş. Dağıtılacaklara geldi sıra. Ben derhal sakladığım koliye
baktım. Koli iyi yapılmamıştı. Paket açıktı. Saydım yedi taneydi. O arada İbrahim'de geldi. Günlük aboneleri ne
yapacaklarını konuşmaktaydılar. Ciltlerin hepsi kapışılmıştı. Sabah gazetesini
alan olmamıştı.
Ben geldim ve yedi ansiklopedi olduğunu
söyledim. Bir tane de eve götürdüğüm vardı, onu da getirince, tam sekiz
olduğunu söyledim.
- Yedi-sekiz tane var mı, öyleyse iyi
dediler. Eve gittim, o cildi de aldım
kız kardeşim Selma, surat astı.
-Kırk yılda bir eve işe yarar bir şey
getirdin, onu da geri götürüyorsun, dedi.
Ben aldırman o cildi alıp, dükkana
döndüm. Ansiklopedileri ve sabah gazeteleri bir sepete koydum. Diğer gazeteleri
ve sabah dağıtacağım ekmekleri başka bir sepete doldurdum. Büyük marketlerde
kullanılan kol sepetlerini biz kendi işimiz için kullanırdık. Ben bu sepeti
alıp, her zamanki listeye göre, saf saf dolaşmaya başladım. İlk birkaç müşteri
iyi sayılırdı. Satın almayı teklif ettilerse de, ben durumu açıkladım.
Anlamadılarsa da kabullendiler.
Derken belamı buldum. Ben o vakitler on
dokuz yaşındayım. Doğrusu market çıraklığı için ileri bir yaş. Sokakta,on, on
iki yaşlarında bir oğlan çocuğuna rastladım. Ansiklopedileri görür görmez
bağıra bağıra konuşmaya başladı.
- Onlar ne? Ansiklopediler di mi? Niye
bize yok dediniz? Bu arada başka çocuklarda doluşmaya başladı etrafıma. Çıkışı
bağırıp, onları etrafımdan kovmakta buldum.
- Çekilin başımdan be, bunlar, her gün
Sabah gazetesi alanlar. Derken etrafımda çocuklar çoğaldı, kalabalıklaşmadan
kaçtım. Yakındaki müşteriye gazetesini, ekmeğini bıraktım. Bir de süt
dağıtıyordum o zamanlar. Doğruca dükkana geldim. Biraz sinirden, daha ziyade de
korkudan titremekteydim. Beni bir tabureyle oturttular.
- Şunları siyah poşete koyalım, beni az
kaldı linç ediyorlardı, dedim. İbrahim,
Zafer'e döndü,
-Bir siyah poşet ver dedi.
Bana dedikleri gibi bir poşet verdiler.
Kalan ciltleri buna doldurdum. Sabah gazetelerini de doldurdum. Her zamanki
abonelerin gazetelerini dağıttım. Dükkana geldiğimde ortalık azıcık karışmıştı.
Çocuğun annesi dükkana telefon etmiş, ortalığı velveleye vermişti. O kadın ve
ailesi, gazeteden başka bir şey almıyordu dükkandan, öyleyse sorun yoktu.
Ben ve Zafer, kalan sipariş ve
aboneleri de dağıttık. Saat on gibi bir
muhasebe yaptık. Tam bir felaketti.
Özelikle sabah erkenden oluşan kapışmada, ansiklopedilerle beraber muhtemelen
el altındaki çikletler, çikolatalar, gofretler, piller ve pek çok küçük malzeme
muhtemelen çalınmıştı. Sabah gazetelerin geri alan olmamıştı. Ekleri
yerleştiremediğimiz için iade kabul edilmedi ve dükkana zarar yazdı.
Olayı asıl ilginç kılan, sonrasında
olanlardı. Ertesi gün, aynı sayıda, yani her gün gelenin on katı Sabah gazetesi
geldi. Unuttuğum konuya ek, o gün Sabah gazetesi çok fazla gelmişti. Hepsi iade
edildi. Ansiklopedinin tamamını hemen hemen kimse almadı. A başlığının bile
hepsini bile almayan ansiklopediyi sonra ne yaptı o alanlar bilmiyorum. Ben o
dükkanda toplam iki buçuk ay çalıştım. O arada bir de, gazeteyle aynı fiyata
deterjan dağıttık. Hangi gazete hatırlamıyorum ama dağıttığımız deterjan OMO'
ydu galiba. Piyasadaki ortalama bir paketin yarısı kadar bir şeydi. Gene de bir
gazete fiyatından kat kat fazlaydı. O cilde olan ilginin zerresi yoktu deterjan
dağıtımda. Kimse almadı.
Geçen yılda bu deterjanı dağıtmışlar.
Ansiklopediye olan olmuş, müşteriler küsmüş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder