4 Kasım 2023 Cumartesi

ANSİKLOPEDİNİN BİRİNCİ CİLDİ

 


 I

 

         Teknolojiye bağlı şeylerin modası geçer. Video geçti gitti. VHS'i vardı, BETAMAKS' ı vardı. Lüks geldi, lüks gitti. Bizim evde hiç olmadı mesela. Bill Gates'in kızı babasına plağı sormuş. Ben doğduğumda plak demodeydi. Kasetler demode ve birkaç yıla kadar ortadan kalkacak gibi. CD'ler ise, MP3'e yenik düşmek üzere.

         Fakat bizim konumuz ansiklopediler. Lisedeyken dönem ödevlerini ansiklopedilerden yazar verirdik. Internet, özellikle google sayesinde ansiklopedide demode oldu.  Artık öğrencilerim ödevlerini internetten  indirip, yazdırıp, getiriyorlar.

         Ülkemizde gazetelerin ansiklopedi verme savaşı, ansiklopedilerinin öneminin kaybetmesine ve benim üniversite öğrencisi olmama az kala gerçekleşti. Benim iki kere (ortaokul üç ve lise bir) sınıfta kalmam yetmezmiş gibi, bir de o zamanlar iki basamaklı ve ikinci basamağı ÖYS olan sınavı ilk girişimde kaybettim. Benim eğitime ara verişlerim, sınıfta kalışlarım, çıraklık zamanlarımdır. Sınıfta kalmamın bedeli, çok ucuz askerlik demek olan, çıraklıkla geçti. Saatçilikte hesapta meslek öğrenecektik ama ustam olacak adam bana hiçbir şey öğretmeyip, bol bol dövdü. Kamyon galerisinde de öğrenilecek bir şey yoktu, sermaye gerekliydi. ÖYS' kaybetmek bir felaketti.Bu felaketi yaşamayan bilmez. Nasıl aile ve arkadaş çevresinden dışlanır, ana-baba nasıl adama düşman olur, yaşamayan bilmez. O sebepten dolayı, öğretmen olduğum halde halen, teşekkürlerle, taktirlerle, sınıfta kalmadan, hele sınıf atlayarak okulu bitirenlere halen gıpta ederim.

         ÖYS' i kaybettiğim anlaşılınca, önce sürücü kursuna gidip, B sınıfı ehliyet aldım. Aldım ama alalı on yılı geçti, bir daha elim direksiyona değmedi. Kullanmayı unuttum. Ardından Kazım Karabekir Caddesinde, bir iş hanının bodrumunun bir kısmını kapsayan matbaada yirmi beş gün çalıştım. Sonra bana eve yakın başka bir matbaada iş bulunduysa da, başka bir yakın evime çok yakın bir markette iş buldum. İki ay orada çalıştım. Çok aşırı yoruyordu. İki ay boşta gezdim, sonra başka bir amcaoğlunun otomobil galerisinde işe girdim. O işte de, sınav sonucunun açıklanmasına az kala kendi isteğimle ayrıldım.

         Şimdi okuyucular merak etmektedir muhtemelen, o kadar işte çalıştın da, nasıl bu sınavı kazandın diye. Üstelik iki kere sınıfta kalmış bir öğrencisin. Bu hikâyeyi başka bir zaman anlatmak istiyorum.

         Anlatacağım olay, tahmin edebileceğiniz gibi markette çalışırken oldu. Marketin bir işi de gazete satışıydı. Gazetenin karı yok denecek kadar azdı. Yüzde dört. Tekel mamullerinde de aynı oran vardı. Tekel, o zamanlar sigara ve diğer tüm tütünün üretiminde, ithalinde ve ülke içi dağıtımında, adı üzerinde tekeldi. Bira ve ithal alkollüler hariç diğer tüm alkollü içecekleri de tekel üretir ve dağıtırdı.tekelin birası da vardı ama o sidik gibi birayı, çalıştığım saatçi dükkanındaki ustam haricinde içene rastlamadım. Bizim dükkana gelmezdi.

         Biz konumuzdan uzaklaştık. Gazeteye gelelim. Cem Uzan'ın Star gazetesine kadar bu böyle kaldı. Uzan, bayi payını yüzde ona çıkarınca, ardından da gazeteyle doğrudan verilen ürünler çıkınca, gazete satmak, karlı bir iş oldu. O zamanlar, müşteriler kaçmasın diye katlanılan bir eziyetti. Bu eziyetin bir kısmını dükkanın elemanı olarak ben yapardım.

         Dükkan, biraz iriceydi. Şöyle ortalama üç dükkanın birleşimi kadar. Dört katlı bir apartmanın zemin katının büyük kısmını içine alıyordu. Dükkanda iki eleman ve iki ortak vardı. Ortaklar kardeşti. Sivas, Şarkışla ilçesindeki köylerinde arazilerini ve traktörlerini satıp, Ankara'da önce bir videocu açmışlar, video demode olunca bu marketi açmışlardı. Öteki çırak, Zafer, kardeşlerden küçüğün kayınbiraderiydi. Eniştesinin evinde kalırdı. Ben yabancı olduğumdan, daha ziyade sabah ekmek ve gazete dağıtımıyla, bir de telefonla sipariş edilen malları dağıtırdım. Kasaya dokunmazdım. Bir de temizlik işi benim için ağrıdı.

         Gazeteyle beraber, ekleri ve hediyeleri de dağıtırdım. Bu iki aylık sürede en fazla rağbet, Sabah gazetesinin dağıttığı tek cilt ansiklopediyeydi. Adı da Grosser, Ansiklopedia Amerikana'ydı. Bu ad, daha doğrusu adındaki Amerikana adı tartışma konusu olmuştu. Rakip Hürriyet gazetesinin Amerika temsilcisi, kimdiyse adını hatırlamıyorum,  New York sokaklarında insanlara bu ansiklopediyi sormuştu. Sabah'ın yayım müdürü Zafer Mutlu da bu adamı telefonda tufaya getirmiş, onun sözlerin teybe kayıt edip, gazete de yayımlatmıştı. İşte bu ansiklopedinin birinci cildi, başka bir bedel olmadan okurlarına verdi. İlk cilde abartılı bir rağbet oldu ama devamını takip eden olmadı. Şimdiki öyküm, bu rağbetle ilgili.

 

II

 

         Bu birinci cildin verilişi, bir hafta önceden, neredeyse bulunabilecek tüm imkan ve yollarla ilan edildi. Sabah gazetesi , ATV ve grubun tüm dergileriyle bunu duyuruyordu. Duvar panoları ve TRT'de buna dahildi.  Nedense diğer medya holdinglerinin yayım kurumlarına reklam verilmiyordu o zamanlar. Dağıtım için bir hafta öncesinden siparişler, benim aracılığımla patronlara ulaşmıştı. Dağıtım sanırım cumartesi ya da pazar günüydü. Bize de ansiklopediler çarşamba gününden geldi. Her gün sabah gazetesi alan sekiz müşterim vardı. Zaten sekiz cilt bir koli ediyordu, ben bir koliyi önceden ayırdım.  Tezgahın arkasında bir odamız vardı, orada sakladım.

         Benim patronların birinin adı İbrahim'di. İbrahim, biraz daha genç gözüküyordu. Hafif bebek yüzlüydü. Ötekinin adını hatırlamıyorum. O daha esmer tenli ve kalın bıyıklıydı. Onun adını hatırlamıyorum şu an, ama adını Mehmet diyelim gitsin. Bu değilse bile, böylesi çok kullanılan bir addı.

         Ben, bir tane kendime ayırmıştım. Bu ayırdığım cildi eve götürdüm. Anlatıyorum çünkü, daha sonra hikayeye lazım olacak. Bir gece önceden bizim patronlar bu ciltleri sattı.

         Derken büyük gün geldi. Vukuat günü. Dükkan sabah yedide açılırdı. Ben normalde her sabah erken geldiğim halde o gün yarım saat geç geldim. Aslında yapmamam gerekliymiş. Geldiğimde öğrendim.

         Bizim patron saat altı buçukta gelmiş. Ahaliyi sıraya girmiş halde bulmuş. En öndekiler saat beşte gelmiş. On beş dakikada bitmiş. Dağıtılacaklara geldi sıra. Ben derhal sakladığım koliye baktım. Koli iyi yapılmamıştı. Paket açıktı. Saydım yedi taneydi. O arada  İbrahim'de geldi. Günlük aboneleri ne yapacaklarını konuşmaktaydılar. Ciltlerin hepsi kapışılmıştı. Sabah gazetesini alan olmamıştı.

         Ben geldim ve yedi ansiklopedi olduğunu söyledim. Bir tane de eve götürdüğüm vardı, onu da getirince, tam sekiz olduğunu söyledim.

         - Yedi-sekiz tane var mı, öyleyse iyi dediler.  Eve gittim, o cildi de aldım kız kardeşim Selma, surat astı.

         -Kırk yılda bir eve işe yarar bir şey getirdin, onu da geri götürüyorsun, dedi.

         Ben aldırman o cildi alıp, dükkana döndüm. Ansiklopedileri ve sabah gazeteleri bir sepete koydum. Diğer gazeteleri ve sabah dağıtacağım ekmekleri başka bir sepete doldurdum. Büyük marketlerde kullanılan kol sepetlerini biz kendi işimiz için kullanırdık. Ben bu sepeti alıp, her zamanki listeye göre, saf saf dolaşmaya başladım. İlk birkaç müşteri iyi sayılırdı. Satın almayı teklif ettilerse de, ben durumu açıkladım. Anlamadılarsa da kabullendiler.

         Derken belamı buldum. Ben o vakitler on dokuz yaşındayım. Doğrusu market çıraklığı için ileri bir yaş. Sokakta,on, on iki yaşlarında bir oğlan çocuğuna rastladım. Ansiklopedileri görür görmez bağıra bağıra konuşmaya başladı.

         - Onlar ne? Ansiklopediler di mi? Niye bize yok dediniz? Bu arada başka çocuklarda doluşmaya başladı etrafıma. Çıkışı bağırıp, onları etrafımdan kovmakta buldum.

         - Çekilin başımdan be, bunlar, her gün Sabah gazetesi alanlar. Derken etrafımda çocuklar çoğaldı, kalabalıklaşmadan kaçtım. Yakındaki müşteriye gazetesini, ekmeğini bıraktım. Bir de süt dağıtıyordum o zamanlar. Doğruca dükkana geldim. Biraz sinirden, daha ziyade de korkudan titremekteydim. Beni bir tabureyle oturttular.

         - Şunları siyah poşete koyalım, beni az kaldı linç ediyorlardı, dedim.  İbrahim, Zafer'e döndü,

         -Bir siyah poşet ver dedi.

         Bana dedikleri gibi bir poşet verdiler. Kalan ciltleri buna doldurdum. Sabah gazetelerini de doldurdum. Her zamanki abonelerin gazetelerini dağıttım. Dükkana geldiğimde ortalık azıcık karışmıştı. Çocuğun annesi dükkana telefon etmiş, ortalığı velveleye vermişti. O kadın ve ailesi, gazeteden başka bir şey almıyordu dükkandan, öyleyse sorun yoktu.

         Ben ve Zafer, kalan sipariş ve aboneleri de dağıttık.  Saat on gibi bir muhasebe  yaptık. Tam bir felaketti. Özelikle sabah erkenden oluşan kapışmada, ansiklopedilerle beraber muhtemelen el altındaki çikletler, çikolatalar, gofretler, piller ve pek çok küçük malzeme muhtemelen çalınmıştı. Sabah gazetelerin geri alan olmamıştı. Ekleri yerleştiremediğimiz için iade kabul edilmedi ve dükkana zarar yazdı.

         Olayı asıl ilginç kılan, sonrasında olanlardı. Ertesi gün, aynı sayıda, yani her gün gelenin on katı Sabah gazetesi geldi. Unuttuğum konuya ek, o gün Sabah gazetesi çok fazla gelmişti. Hepsi iade edildi. Ansiklopedinin tamamını hemen hemen kimse almadı. A başlığının bile hepsini bile almayan ansiklopediyi sonra ne yaptı o alanlar bilmiyorum. Ben o dükkanda toplam iki buçuk ay çalıştım. O arada bir de, gazeteyle aynı fiyata deterjan dağıttık. Hangi gazete hatırlamıyorum ama dağıttığımız deterjan OMO' ydu galiba. Piyasadaki ortalama bir paketin yarısı kadar bir şeydi. Gene de bir gazete fiyatından kat kat fazlaydı. O cilde olan ilginin zerresi yoktu deterjan dağıtımda. Kimse almadı.   

         Geçen yılda bu deterjanı dağıtmışlar. Ansiklopediye olan olmuş, müşteriler küsmüş.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder