İnançlı birisiyken Alevilik, İslam değildir diyene kızardım. Dedem Korkut kitabını yıllar sonra tekrar 'de okuduğumda aslında bunun, doğru olduğunu gördüm. Konuyu bu blogda defalarca yazdığım için konuyu uzatmayacağım. Nurculuk son yirmi yılda o kadar çok devlet kurumlarına yayıldı ki, Nurcuları bayağı bir tanımış oldum. Turan Dursun'un Nurculuk ve Müslümanlık adlı 1971'de, Müslüman olduğu zamandan kalma kitabı var. Kitabı hem satın alabilir, hem internetten okuyabilir, hem de özetini okuyabilirsiniz. Bir de Nihal Atsız'ın Ötüken dergisinde, 16 Mart 1964'de yazdığı makaleyi internette okuyabilirsiniz. Ben daha ziyade genelde Nurcuların tavırlarından yola çıkacağım (Tabi Nursi'nin yazdıklarına da değineceğim. İlk olarak Nurcuların, peygamber yerine Said-i Nursi'nin sünnetini nasıl daha önceye koyduğunu göstereceğim.
1)Kronik bekarlık: Bilindiği gibi hem Said-i Nursi, hem de yakın tarihlerde ölen Pensilvanyalı, hayatı boyunca evlenmemiş, nişanlanmamış, bir kadınla adı anılmamıştır. Bu basit bir tesadüf değildir. Nurcu liderlerin tamamına yakını erkek ve bekardır. Hem Nursi'nin, hem de Pensilvanyalının bekarlığı, müridlerince övülür. Evli olsaydı bu hareket bu kadar büyümezdi denir. Turan Dursun, Nurculuk, İslamı Hristiyanlaştırma çabasıdır der. Nurculuk, bu açıdan Hristiyanlığa, daha doğrusu Ortodoks Hristiyanlığa benzer. Hristiyanlığın üç ana mezhebi vardır, bunlardan; Protestan mezhebinde din amalarının evlenmeleri ile ilgili bir yasak yoktur (hatta pek çoğunda papaz yada bişop denen din adamlarının evlenmesi teşvik edilir); Katolik dininde tamamen yasaktır; Ortodokslukta ise alt rütbede kalmaya, sadece mahalle papazı ya da en fazla bölge kardinali olmaya razı olursan serbesttir ama Patrikliğe kadar yükseleceksen bekar kalmalısınızdır. Nurculukta da benzer bir yapı vardır. İslamda çoğu kez dervişlere bile evlilik teşvik edilirken, Nurcu liderlerde üst rütbeye çıkmak için, bekarlık esastır.
2)İşlemeli cübbe: Peygamberle ilgili çok sık okuduğunuz yada duyduğunuz bir kıssa vardır. Bedevinin biri, peygamberin de bulunduğı bir mekana girer ve peygamberi tanıyamaz (sonuçta alnında peygamber yazmıyordur.) Muhammed hanginiz diye sorup, durur. Kıssayı burada bitirirler ama aslında devamı vardır. Peygamber o günden sonra kenarları sırma işlemeli bir cübbe giymiştir. Nursi, riaslelerin birinde anlattığına göre, İstanbul'da, kimsenin bilmediği bir medresede, aşırı zor bir sınavdan geçmiş, (Böyle garip bir sınavdan, vahiy derlemecisi Buhari'de bahseder. Buhari'nin sınavı matematiksel olarak imkansız ve karikatürüzidir, o ayrı konu.) böylece Bedüzaman (zamanının güzeli) ünvanını almıştır. Nurculara göre bu ünvanı peygamber müjdelemiştir ve yüz yılda bir kişi bu ünvanı almış, sonuncu da Said-Nuri olmuştur. Fecöcülere göre de bir sonraki pensilvanyalıdır. Pensilvanyalının hep işlemeli cübbe ile gezdiğini hatırlayın.
3)Hitabet şekli:Doksanlı yılların sonlarıydı. Cemaatin organize ettiği bir etkinlikte, genç bir gazeteci, işlemeli cübbeli yüce şahsiyete, Fettullah bey dedi diye ortamdaki herkesten azar işitti. Adı ve soy adı söylendikten sonra, hocaefendi denmeliydi. Kendisine önce hocaefendi diye hitap edilmeliydi. Sadece Fecö değil, tüm diğer Nurcu gruplar da, liderlerine (neredeyse tamamı bekar) hoca efendi hazretleri der. Said-i Nursi'ye de Bedüüzaman hazretleri derler. Bu hazretler asla mütevazilik sevmezler. Kendilerini eleştiren sorularda daima hiddetlenir ve sizi yanından kovar. Bunların bir de onun her sözünü öven ve soru soranı azarlayan müridleri olur. Daha konuşmaya başlamadan, onun yüce bir şahıs olduğunu kabul etmeniz gerekir.
4)Vahiy katibi: Nursi, risalelerini kendi eli ile yazmamıştır. Peygamberin kendisine vahiy katipleri tutması gibi, kendisine risale katipleri tutmuştur. En fazla kullandığı katibi ise Şamlı Tevfik olarak da bilinen Tevfik Göksu'dur. Nursi, gayet iyi okuma-yazma bilmekte, hatta öğündüğü bir medrese eğitimi almıştır. Sanılanın aksine, yeni alfabeyi de iyi bilmektedir. Bu tavrı, peygamberi taklittir. Risalelerde sık sık Enver'e laf atar. Burada bir açıklama değil de, konuşan-yazan ayrımını belli etme .çabası tavrdır. Nursi, pek çok yazısında, pek çok ayeti, kendisinin geleceğine dair müjdelenme olarak sunmuştur. Kendisini çağının güzeli, yani bedüüzaman hazretleri olarak peygamber makamına o kadar benimsemiştir ki, peygamber gibi kendisine katip tutmuştur. Risalelerde sık sık bunlar bana yazdırılıyor falan demiştir.
5)Sakalsızlık ve badem bıyık: Nurcular hariç İslam tarikatları, peygamber sünneti olarak sakal bırakır, hatta seksenlerde ve doksanlarda tarikat üyeleri için çember sakallı denilirdi. Nurcular ise çoğu kez ince badem bıyıklı ve sakalsızdır. Çünkü Said-i Nursi, hayatı boyunca sakallı gezmemiş, gençliğinde ilk başta kalın bir bıyık sahibiyken, orta yaşlarında bıyığını inceltmiş, sonra da tamamen kesmiştir. Nurcular bu konuda da şeyhlerinin sünnetini izler.
6)Doğum günü ve yemeği. Malum darbeci güruhun, 20 Nisanı peygamberin doğum günü diye kutlu doğum haftası diye kutlattığı ve asıl amacın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramını gölgelemek olduğunu biliyoruz. Kutlu doğum haftaları, özellikle imam hatip liselerinin kendisini gösterme haftasıydı. Afişi internette tekrar bulamıyorum ama Diyanet İşleri başkanlığı da seksenler boyunca 13 Ekim ve haftasını kutlu dığum hatfası diye kutlamış ve muhtemelen amacı 29 Ekim'i gölgelemekti ve gene muhtemelen Said-i Nursi'nin doğum günüydü yada öyle sanılıyordu. Makbule denen ve kökeni İran kültürüne dayanan pilav da, Pensilvanyalının doğup, büyüdüğü Erzurum'da bilinmez, ülkemizde daha çok Siirt-Bitlis civarında bilinir. Bitlis demişken, Amerika'da gömülü şeyhimiz Erzurumlu olarak bilinse de köken olarak Bitlisli'dir ve bir ihtimal Nursi'nin akrabasıdır.
7)Risalelerin dili: Bu dil Arapça olmadığı gibi, Osmanlıca'da değildir. Öyle olsa Osmanlıca pek çok eserin çevirisini yapan Nihal Atsız, Osmanlıca derdi. Atsız, risalelerin dili için Türkçe ile Kürtçe karışımı diyor ancak Kürtçe bilenlerin söylediğine göre Kürtçeyle de alakası yok. Bu garip dili kullanma amacı, Kuran gibi pek çok anlama çevrilebilecek, yeni anlamlar ve yeni müjdelenmeler çıkarılacak bir kitap yazma çabasıdır.
Sonuç olarak Nurculuk, görünüşte Sünni İslamın bir tarikatı, hatta Nakşibendiliğin bir kolu gibi görünse de, pratikte başka bir dindir ve bu dinin müridleri, peygamberin sünneti yerine, şeyhlerinin sünnetini uygulamaktadır. Nurculuğu daha iyi bilen biri, muhtemelen bu örnekleri çoğaltacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder