hikaye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hikaye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Mart 2025 Cuma

SEN HİÇ DIŞARI ÇIKMIYOR MUSUN?

 


SEN HİÇ DIŞARI ÇIKMIYOR MUSUN?

 

         Bu saatçi dükkânından, daha doğrusu yarısı saatçi, yarısı televizyon-elektronik eşya tamircisi dükkândan aklımda kalan simalardan biri de kahveci Mehmet’ti. Aptallar İnansın Diye gibi tuhaf hikâyelerin ve çok belden aşağı fıkraların rahatça anlatıldığı bu garip dükkâna kadınlar pek uğramazdı. İçerisi nedense ustamın işi gücü olmayan, çoğunlukla hemşerisi ve emekli erkelerle doluydu. Bir de bunlara, arada vaktini geçirmeye gelmiş pasaj ve çevre esnafı ekleyin. Tam cümbüş. Kahvehaneden iyi. Çaylar da beleş, dağıtan benim.

         Benim çıraklığımın bitmesine yakın askerden gelen, ustamın kardeşi Ali de en çok bunlardan şikâyetçiydi. Ben çıraklığa devam ettiğim sırada bu sorunu çözememişti. Bununla ilgili garip bir olay hatırlıyorum.

         O vakitler çarşamba günü, şimdi belediyeye ait bazı yazıhanelerin ve bir parkın olduğu yerde bir Pazar kurulurdu. Pazar, Mimar sokağının yarısını, Dikmen caddesinin büyük bir kısmı, Sinan sokağının bayağı bir kısmı, Name sokak ve çevredeki sokaklar hep pazarın çevresini oluştururdu. Bazı çarşambalar, bu pazar inanılmaz o kadar yayılırdı ki, Dikmen Lisesi önüne kadar Pazar olurdu. Rıfat Börekçi Cami önünde kurulan cumartesi pazarı ve Hatça Ana Lokantasının oralarda bir yerde kurulan Cuma pazarına ilgi yoktu. Sonra Çankaya belediyesi, semt pazarlarının hepsini betonarme yapıldı. Çarşamba pazarı da, Sokulu Mehmet Paşa Caddesinde, postanenin karşısında bir yere taşınınca Çarşamba pazarına ilgi düştü. Pazar da, saatçi dükkânının olduğu İtimat pasajından uzağında oldu zaten. Ama o zamanlarda Çarşamba günü o bölge kalabalık olur, dükkânlar daha fazla iş yapardı.

         İyi hatırlıyorum da, gene böyle bir Çarşamba günü ve dükkan gene kahvehaneyi geçmiş. En bayağı argo laflar gırla. Kadınlar pencereden bakıp, bakıp gidiyorlar. Ali buna sinirleniyor ve kadınlardan birine soruyor,

         -İçeri mi girecektiniz? Kadın gariban,

         -O kadar erkeğin içine ben nasıl gireyim oğlum?

         Sonra bu olay içerde anlattı ama çözüm bulamadı. Tabi Ali için tek sorun Abbas’ın dükkanı kahvehaneye çeviren arkadaşları değildi. Akşamları ustamın içtiği tekel birası ve içki arkadaşları da vardı. Bir de dükkânı kendisinden önce işleten kalfa ve yeğeninin işleri yapmaması.  Yeğeni askere gitti. Abdülkadir ise, bonservisini alıp, ayrılmıştı ve hatırladığım kadarıyla, bir Almancının kızıyla evlenmeye çalışıyordu. İşler, onlar yapmadığı için birikiyordu. Hatta adamın biri uzun süre tamir görmeyen radyo ya da kasetçalarını almaya gelmişti (VCD-DVD, MP-3 yoktu, kasetçalarlar kıymetliydi). Abdülkadir utanmazca, esnaf odasının tarifesinden arıza tespit ücreti almıştı.  Geldiğinden işlerin çok birikmişti. Sonra birden azaldı. Zira dükkâna çok gelen yoktu.

Ali şikâyet ediyordu ama o da çok düzgün değildi. Zira o da alkolü seviyordu ve insanlar ondan da şikâyetçiydi.

         O erkek güruhunun en dengesiz adamı kahveci Mehmet’ti. Babam ve arkadaş çevresi onu iyi tanıyordu.  Bizimkilerim, yani kamyoncuların uğrak yeri, bu dükkanın çaprazında, Mimar Sokak ile Dikmen Caddesinin kesiştiği köşede bulunan Köşem Kıraathanesiydi. Bizim akraba grubu ve hemşerilerin halen ağırlıklı bayağı bir grubu hafriyat kamyonculuğu yapmaktadır. O zamanlara neredeyse tamamı hafriyatçılık işindeydi. Bizimkiler ilk önceleri bu kahvehanede toplanırlarmış. O’nun anlattığına göre, bizimkiler tüm gün oturup, çok fazla masraf yapmayınca, bizimkileri kovmuş, bizimkiler de Köşem Kıraathanesine yerleşmiş.

         -Babana sorsan beni bilir dedi. Ben de babama sordum. Doğruymuş.

         -Oğlum, o adamı biliyorum. Adı Mehmet. Bir gün siz kırolar tüm gün oturup çay içmiyorsunuz diye bizi kovdu.

         Bu adam sadece kahveci değildi. Aynı zamanda müteahhitti. Zaten daha ben oradayken, kahveyi bozdu, kendine emlak bürosu yaptı. Alt kat bilardo salonuydu. Bir süre kahve kapalı, bilardo salonu açık kaldı. Sonra oraya da Noter yerleşti.

         Bu adamın hikâyelik özelliğiyse. Sanki hiç kadın görmemiş gibi davranmasıydı. İçeriye kadın girince, ardından o da damlıyordu.

         -Sinan gördün mü? Kadını gördün mü?

         Özellikle uzun öğle sonralarında çekilmez oluyordu. Ustalarım ortadan çok sık ortadan yok olurlardı. Özellikle yaz aylarında daha çok oluyordu. Gerçi orada bir tam yıl dolmadan ayrıldım. Haziran da başladım. Okullar bitince yani. Hesapta yaz çoraklığıydı. Bütünleme sınavlarını kaybedince, bu senelik oldu. Ayrıldığımda nisan ya da mayıs ayıydı. Gene de sıcak günlerde dükkânda durmazlardı. Sabah dükkânı açarlardı, akşam hasılatı alırlardı. Gün boyunca dükkân bana bakardı. Ortaokul üçüncü sınıfta bütünlemeye kalmış çocuktum. O yıllarda, sınıf tekrarı gibi, beklemeye kalma vardı. Ben ertesi yıl, lise birde de beklemeye kaldım.

         Epey vaktim bu adamın, içeri her kadın geldiğinde, kadın ayrılır ayrılmaz içeri dalmasını çektim. O yan dükkândan ya da dışarıdan kadına nasıl yiyecek gibi bakıyordu bu adam ki, kadın daha pasajdan çıkmadan içeri dalıyordu.

         Gene böyle bir öğleden sonrasıydı. İçeri yaşlı, sıcak havaya rağmen üzerinde ağır ve kalın bir pardösü taşıyan ( O ince uzun paltolar daha sonraları moda oldu, tesettürlüler arasında.), sıkmabaş tesettürlü bir kadın girdi. Biraz da yaşlılığından olacak, çok da çirkin diye hatırlıyorum. Kadın basit bir iş için gelmişti. Ya saatine pil taktırmıştı, ya da kordon, ya da kordonu bağlamaya pim. Çok kalmadın, işi biter bitmez çıktı. O da arkasından içeri daldı.

         -Sinan, karıyı gördün mü karıyı?

         Bu canımı sıktı. Bu ne biçim adamdı? Kendisi rahatsızdı ve beni de rahatsız ediyordu. En nihayetinde kahveciyi yerin yedi kat dibine yollayacak sorumu sordum.

         -Sen hiç dışarı çıkmıyor musun?

         O an dükkân kahkahalara boğuldu. Alel acele dışarı kaçtı. Dükkâna arada bir gelecek oldu, bu söz hatırlatılarak, dalga geçildi. O da birkaç gün ortalıkta gözükmedi. Derken bir sabah, ben dükkanı açmaya gelmiştim. Birden karşıma çıktı.

         -Sinan, sen bana dışarı çıkmıyorsun dedin, zoruma gitti. (Tabi zoruna gidecek, gelen giden dalga geçiyor) ben de Pazar günü Kızılay'a indim. (Ankara'nın çarşısı sayılan merkez. Dikmen'e dolmuşla on beş dakika uzaklıkta.)

Ya kızlar ne biçim giyinmiş. Ne dar pantolonlar, iki adam asılsa kızın üzerinden çıkaramaz. Biz buraya tıkılmış kalmışız.

        

        

17 Nisan 2024 Çarşamba

BİR İKARUS HİKAYESİ



 Kuzey Rönesans'ının ünlü ressamı Pieter Brueghel'in 1558 yılında yaptığı meşhur bir resmin adı İkarus'un Düşüşü (yada İkarus'un düşüşü sırasında bir manzara) resmi, kuzey Rönesansının simgesi olmuştur. Resim, tipik bir Rönesans resmi gibi pek çok imge, simge ve izleyenin her baktığında ayrı anlam verebileceği simgelerle doludur. Kabaca resimde üç ana görüntü vardır. Atıyla tarlasını süren bir çiftçi, koyunlarını otlatan bir çoban ve yüküyle, silüeti görünenbir şehre giden bir gemi. Geminin dibinde suda bacakları görünen kişi de resme adını veren İkarus'tur. Kendisi balmumu kanatlarıyla uçarken, güneşe yaklaşmış,  kanatları eriyince Ege denizine düşmüştür. Sisam civarındaki İkarya adası onun adını taşır. (Destanın ayrıntısını başka kaynaktan öğrenebilirsiniz) Polonyalı yazar Jaroslaw Iwabskiewicz'in, bu resimden ilhamla yazdığı İkarus hikayesi vardır. Polonya, Alman işgalindeyken bir gencin, tramvayda, yanında oturanların bile farkında olmadan tutuklanmasını anlatır.

Hayatımızda görmediğimiz pek çok İkarus ve hikayesi var. Züğürt Ağa filminde Şener Şen, kahyasına veda eder, tazminat olarak elindeki son değerli şeylerini (sigara tabakası, saat, tesbih vesaire) verir. Sonra her ikisi, birbirlerine zıt yönde ve yokuş yukarı yürürler. Etrafta mahşeri bir kalabalıktır ve hiç biride  bu olayın farkına varmaz. Benzer bir ayrıntısa, prodüksiyon ekibinin dikkatsizliği yüzünden Ezel dizisinde olur. Ramiz dayı karakterinin öldüğü sahnenin gerisinde yaşlı birisi, bir ağacın dibine, gündüz gözüyle ayakta işer. Böyle önemli bir dizinin, böyle önemli bir sahnesinin çekilmesi yada böyle önemli bir karaktetin ölümü, birilerinin çişini tutmasına sebep değildir.

Benzer bir olaya da geçen günlerde şahit oldum. Ankara'da yaşayan ve Kızılay meydanına uğrayanlar, keman çalan sokak sanatçısı genç adamı biliyordur muhtemelen. Genelde Kızılay metro istasyonunun, Soysal çarşısı çıkışında, Yapı Kredi Bankası tabelası önünde (bankanın girişi bulvara bakıyor) keman çalarak sokak sanatçılığı yapan genç bir adam vardır. Çok da iyi keman çalar. Gördükçe önüne bir kaç kuruş atarım. Acıdığımdan değil, yoksa dilencilere ve kendini acındırarak bir şeyler satanlara hiç bir şey vermem. Sokak müzisyenlerini beğenmezsem de bir şey vermem. Verdiğim ciddibir para değildir ama kıymetlidir.

Bu anlatacağım olay iki yada üç hafta önce oldu. Okuldan çıkmıştım ve yanılmıyorsam sınav yada seçim ücreti yatmış, bankada uygulama ile bana haber vermişti. Ben de Kızılay'da otobüsten inince bankamatiklere doğru yöneldim. Kemancı da oradaydı. Cebimdeki yedi tane birliği önüne atıp,  bankamatiğe yöneldim. O sırada polise olduğunu tahmin ettiğim birisi, bizim kemancıya yöneldi. Kemancının yüzü bir anda kireç gibi bembeyaz oldu. Polis, size zabıta müdahale etmiyor mu diye azarladı. Ben o sırada para çekiyordum. Aralarında garip bir muhabbet geçiyordu. Sakarya caddesindeki bir eylemden bahsediyordu polis. Kemancı da abi abi deyip duruyordu. Polis,  Sakarya caddesindeki bir eylemden bahsediyordu. Zaten Ankara'da basın açıklamaları ve gösteriler genelse ya Sakarya caddesinde yada Yüksel'de olur genelde. Sonra zabıtalar sana neden ceza yazmıyorlar, o paraları da topla dedi. Kemancı abi diye diye kemanı kapatıp, polisin ardına düştü.

Olay etraftaki hiçkimsenin dikkatini çekmedi. Ben de bir şey diyemedim zira önümüzdeki binanın


hemen arkasında bulunan Sakarya caddesinde ne olduğunu da bilmiyorum. Belli ki polis de kendince haklı. Üstelik müdahale etmeye kalkarsam işler, bizim kemancı lehine ters tepecek. Beni de o göstericilerle irtibatlı falan sanacak.

Diğer yandan polise abi deyip durmasından kemancının gariban, muhtemelen ailece gariban biri olduğunu ve yine uzun süredir sokak müzisyenliği yaptığı sonucunu çıkardım. Güvenlik görevlisine hitap şekliniz sınıfsaldır. Memur bey, komserim, amirim falan, normal hitabettir. Abi demekse tamamen garibanlıktır. Hayatta kimseyi bilmeden kıskanmayacaksın. Keman çalışındaki ustalığa, yakışıklılığına bakıp, kıskanıyorsun, geride ne garibanlık var.

Güzel haber, iki gün sonra onu aynı yerde gene keman çalarken gördüm, epeydir de görmüyorum.En azından balmumu kanadı olan kemanını kurtarmış.

Görürseniz, okuduğunuz hikayenin hatırına da bir kaç kuruş atın.