Bedüüzaman diye de anılan Said-i Nursi'ye, Kürdi demekteki amacım onunla dalga geçmek değildir. Aslında kendisine ait pek çok özelliğin, Kürt olmasından dolayı olması ve taraftarlarının da bunu bilmezden gelmesidir.
En başta 26 yaşında aldığı Bedüüzaman ünvanı, aslında bir Şafi şıhı olması dolayısı ile aldığı, biraz da kendi kendine verdiği bir unvandır. Zamanının güzeli demektir ki, bir şekilde Şafi şıhlarının birbirlerini övmek için ürettikleri unvanlardan biridir.
Aslında bu tür unvanları genelde din adamlarına ya kendileri, ya da çok yakınındakiler veriyor. Bu unvanı taşırken de yalandan da olsa tevazu göstermiyorlar. Evet, ben Bedüüzaman'ım(zamanının güzeli), evet ben şairlerin sultanyım, molların mollasıyım, Ulum-u Din'im falan diyorlar.
Aslında Gazali yazısına yazacaktım ama geç de olsa yazayım. Türk insanı ve muhtemelen dünya çapında dindarların pek çoğu dinlerin kutsal kitaplarını okumadıkları gibi o anlı şanlı din alimlerin kitaplarını da okumuyorlar.
Boydan boya duvara dizip, poz veriyorlar. Bir de bu kitapların, bir fetiş objesi gibi evi korumasını bekliyorlar. Kitaplar okursanız sizi korur ya da korumaz, tehlikeye atar.
Dini kitaplardan genelde şirin mi şirin örnekler alınır. Örneğin Mevlana'nın Mesnevisinden çocuklar için fabl derlemeleri yapılıp, ucuz ucuz dağıtılır da; eşekle cinsel ilişkide ölen kadın, belinde hançer olduğu halde ırzına geçilen oğlan çocuğu gibi hikayeler pek bilinmez.
Sait'in kitabı da okunmaz, dinlenir. Nurcu tarikatların (sevimlileştirmek adına cemaat denmesi bir çeşit sahtekarlık bence) hemen hemen hepsinde, hoca ya da abiniz gözetiminde risaleleri dinlersiniz. Bir cümleyi yarım saat açıklar ve bu topluluğa ilk defa geliyorsan, yalnız da değilsindir. Diğerleri de bu abinin açıklamalarına yardımcı olur.
Meşhur risaleleri de aslında Arapça olmakla beraber, garip bir dille tercüme edilir. Bu dil tam olarak Türkçe olmadığı gibi, Osmanlıca falan da değildir. Pek çok kelime de bir kereliğine bu anlamda kullanmıştır.
Gene de birileri bu risalelerin konularının çoğunun, Bahailiğin kurucusu Bahaullah'ın kitabından araklandığını fark etmiş, Ekşisözlük ve benzeri bazı mecralarda da ifşa etmiştir.
Ben iki kere bu risale okumaya davet edildim.Birinde üniversitede öğrenciydim. Başka bir öğrenci ile bir sebeple tanıştık. Hemşeri muhabbeti kurduk (O da Erzincanlıydı, adını unuttum ama Erzincanlı olması kalmış aklımda) ve beni öğrenci evine davet etti.
Orada da kendisi dahil üç kişi vardı. Biraz çay-börek faslından sonra, risale okumaya başladılar. Metin, yazsam bir paragrafı geçmez. Kürdi namaz kılarken, şeytanla karşılaşıyor. Şeytan ona okuyacağı dua-sure veya ona benzer bir şeyi şaşırması için uğraşıyor. O da şeytanla tartışmaya başlıyor.
Tartışma ise kısa sürüyor. Şeytan, Kuran'ı kenara koy, tarafsız tartışalım diyor. Kürdi de, değerli mal sahipsiz kalmaz,o olmadan tartışmam diyor ve olay kapanıyor.
Arkadaşın bunu anlatması bir saat kadar sürdü. Sonra da sıra geldi onu övmeye. Peygamber öldükten sonra, her yüz yılda bir, dini TAZELEYEN bir alim geliyormuş. Kuranı çağın ihtiyaçlarına göre tekrar yorumluyormuş. sonra on küsur evliya adı saydı. Aralarından Mevlana Bağdadi'nin adı aklımda kaldı. Sebebi de bu Mevlana'nın bizim bildiğimiz Mevlana Rumi olmadığını özellikle belirtmesiydi.
Zaten olsaydı şaşardım, ayrı konu. Bu o zaman da bana saçma gelmişti. Madem yenilecek, neden birileri tazeleyip, duruyor? Bu Kuranı TAZELEME alimlerinin kitapları, Kuranın, daha doğrusu müşkül, belirsiz ayetlerinin yorumuymuş. (Kuran'da ne dediği tam anlaşılamayan altı yüze yakın ayet vardır.)
Bu olay hayatım boyunca Nurcu ve Fetullahcı (o zamanlar hoca efendi idi, Fetö değildi) topluluklardan uzak durmama sebep oldu.
Öğretmen olduktan sonra da bunlarla sık sık karşılaştım. Öğretmenliğe başlamam 28 Şubat dönemine denk geldi. Bu dönem de anca 5 yıl sürdü. Meşhur Milli Güvenlik Kararlarının alındığı 28 şubat, 1997 yılının 28 şubatıydı. 2002'de de AKP iktidara geldi.
O yıllarda bile Nurcular (sadece fetöcüler değil) ve diğer tarikatlar (o yıllarda cemaat deniyordu ama böyle yumuşatma çabalarına ne gerek var?) bayağı güçlü ve bürokraside bayağı etkiliydi.
Bakmayın şimdilerde 28 şubat diye ağladıklarına. Şu anki politikacılar, o zamanlar bürokrattı. Üst düzey bürokratların çoğu Ülkücü ya da tarikat üyesiydi. Hatta Milli Eğitim, DSP'nin elinde iken Fetö, diğer Nurcular ve diğer tarikatlar da güçlendi.
Fetö, diğer tüm tarikatları yöneten bir maestro oldu, 17-25 Aralık sürecine kadar. (Bu süreci ayrıca yazacağım) Aslında diğer tarikatlar da, devleti ele geçirme hevesinde Fetö'den daha farklı düşünmüyorlar.
AKP iktidarda olduğu zamanlarda da bir kere daha bu risale okumaya gittim. Okuldaki din kültürü öğretmeni arkadaştı. Orada da beni bekleyen iki kişiydiler. Kürdi'nin meşhur katibi Teyfik'i ile bir konuşmasıydı. Havadaki zerrenin, Teyfik'in gözünde parça olmasıydı konu.
Fetö, Kürdi ve benzerlerinin sohbetleri, bazen metafiziksel varlıklarla (şeytan, cin), bazen gerçek kişiler (Atatürk,İnönü, dönemin valisi vs), bazen de ölürler ( son peygamber ve diğer peygamberler, sahabeler, halifeler vs) ile olur.
Bu sohbetlerin hangileri hepsi de hayalidir. Mesela Kürdi, Kürdi mahlasını kullanırken, 2. Abdülhamit tarafından akıl hastanesine kapatılmıştır. Atatürk'le hiç karşılaşmamış, belki de Atatürk, varlığından bile haberdar olmamıştır.
Lakin kitabında Atatürk'ün adını vermeden, ima ederek onunla tartıştığını ima eder. Bu tür tartışmaların hepsi de hayalidir. Müritleri onu övmek için bazılarına gerçek, bazılarına hayali der.
Mesela sözüm ona Kürdi'nin hayatını anlatan Hür Adam filminin fragmanında Atatürk'le makam odasında tartışır, kapıyı çarpıp, çıkar. Atatürk'le hiç görüşmemiş olması bir yana, iktidarının doruğunda bir cumhurbaşkanına parmağını uzata uzata, bağıra bağıra konuşup, kapıyı çarpıp, gidebilmesi de ihtimal dışıdır.
Tepkiler üzerine o sahne filmden ve fragmanlardan çıktı ama iddialardan çıkmadı. Kendisini zorla yüceltme eğilimi Kürdi'de ve tüm din adamlarında görülür.
Kürdilikten, Nursiliğe geçişinde bu çabaların da etkisi var. Önce Kürtlerin dini lideri olma çabasına giriyor. Bu olmayınca, Türkler arasındaki potansiyelini görüyor ve kendisine Nursi adını veriyor.
Bu dönemde Türk-İslamcı Osman Yüksel Serdengeçti gibi müritlerini buluyor ve Kürtlere karşı faşizan öfke ile savaşmak yerine, Kürtlüğünü unutturmak istiyor. Kendisini Peygamberin öz torunu, hem Hasan'ın soyu Şerif, hem de Hüseyin'in soyu olarak seyit olduğunu iddia ediyor. Gerçi bu iddiayı hemen her tarikat lideri iddia etmekte.
Din, her zaman ırkçılıkla iç içedir. İslam da böyledir. Mesela Gazali için Kureyş kabilesi kutsaldır. Ali, Bedir savaşında bu kabilenin pek çok üyesini öldürdüğü için, o ve soyu halife olmamalıdır. Bence Gazali'nin Farabi ve İbni Sina'ya hakaret etmesinin sebebi de, ikisinin de kelamcı olup, hem de Türk kimliklerinin çok öne çıkması.
Nursi (Kürdi), Fetö, diğer Nurcular, Süleymancılar ve diğer tarikatları böyle tanıyınca, içlerinin yalan ve şiirme olduğunu anlıyor ve din kavramından soğuyorsunuz.
Nurculardan soğuma sebebiniz ise, çoğu kere, Bedüüzaman diye Kürdi'nin kitaplarını, Kuran'n önüne koymaları, pek çok kere Kuranı okumadan, onun risalelerini yazmalarını, hem de elleri ile. Nurcuları yakından tanırsanız, Kuran'ın en açık ayetlerini bile takmayıp, risaleleri ön plana koyduklarını görürsünüz.
En başta 26 yaşında aldığı Bedüüzaman ünvanı, aslında bir Şafi şıhı olması dolayısı ile aldığı, biraz da kendi kendine verdiği bir unvandır. Zamanının güzeli demektir ki, bir şekilde Şafi şıhlarının birbirlerini övmek için ürettikleri unvanlardan biridir.
Aslında bu tür unvanları genelde din adamlarına ya kendileri, ya da çok yakınındakiler veriyor. Bu unvanı taşırken de yalandan da olsa tevazu göstermiyorlar. Evet, ben Bedüüzaman'ım(zamanının güzeli), evet ben şairlerin sultanyım, molların mollasıyım, Ulum-u Din'im falan diyorlar.
Aslında Gazali yazısına yazacaktım ama geç de olsa yazayım. Türk insanı ve muhtemelen dünya çapında dindarların pek çoğu dinlerin kutsal kitaplarını okumadıkları gibi o anlı şanlı din alimlerin kitaplarını da okumuyorlar.
Boydan boya duvara dizip, poz veriyorlar. Bir de bu kitapların, bir fetiş objesi gibi evi korumasını bekliyorlar. Kitaplar okursanız sizi korur ya da korumaz, tehlikeye atar.
Dini kitaplardan genelde şirin mi şirin örnekler alınır. Örneğin Mevlana'nın Mesnevisinden çocuklar için fabl derlemeleri yapılıp, ucuz ucuz dağıtılır da; eşekle cinsel ilişkide ölen kadın, belinde hançer olduğu halde ırzına geçilen oğlan çocuğu gibi hikayeler pek bilinmez.
Sait'in kitabı da okunmaz, dinlenir. Nurcu tarikatların (sevimlileştirmek adına cemaat denmesi bir çeşit sahtekarlık bence) hemen hemen hepsinde, hoca ya da abiniz gözetiminde risaleleri dinlersiniz. Bir cümleyi yarım saat açıklar ve bu topluluğa ilk defa geliyorsan, yalnız da değilsindir. Diğerleri de bu abinin açıklamalarına yardımcı olur.
Meşhur risaleleri de aslında Arapça olmakla beraber, garip bir dille tercüme edilir. Bu dil tam olarak Türkçe olmadığı gibi, Osmanlıca falan da değildir. Pek çok kelime de bir kereliğine bu anlamda kullanmıştır.
Gene de birileri bu risalelerin konularının çoğunun, Bahailiğin kurucusu Bahaullah'ın kitabından araklandığını fark etmiş, Ekşisözlük ve benzeri bazı mecralarda da ifşa etmiştir.
Ben iki kere bu risale okumaya davet edildim.Birinde üniversitede öğrenciydim. Başka bir öğrenci ile bir sebeple tanıştık. Hemşeri muhabbeti kurduk (O da Erzincanlıydı, adını unuttum ama Erzincanlı olması kalmış aklımda) ve beni öğrenci evine davet etti.
Orada da kendisi dahil üç kişi vardı. Biraz çay-börek faslından sonra, risale okumaya başladılar. Metin, yazsam bir paragrafı geçmez. Kürdi namaz kılarken, şeytanla karşılaşıyor. Şeytan ona okuyacağı dua-sure veya ona benzer bir şeyi şaşırması için uğraşıyor. O da şeytanla tartışmaya başlıyor.
Tartışma ise kısa sürüyor. Şeytan, Kuran'ı kenara koy, tarafsız tartışalım diyor. Kürdi de, değerli mal sahipsiz kalmaz,o olmadan tartışmam diyor ve olay kapanıyor.
Arkadaşın bunu anlatması bir saat kadar sürdü. Sonra da sıra geldi onu övmeye. Peygamber öldükten sonra, her yüz yılda bir, dini TAZELEYEN bir alim geliyormuş. Kuranı çağın ihtiyaçlarına göre tekrar yorumluyormuş. sonra on küsur evliya adı saydı. Aralarından Mevlana Bağdadi'nin adı aklımda kaldı. Sebebi de bu Mevlana'nın bizim bildiğimiz Mevlana Rumi olmadığını özellikle belirtmesiydi.
Zaten olsaydı şaşardım, ayrı konu. Bu o zaman da bana saçma gelmişti. Madem yenilecek, neden birileri tazeleyip, duruyor? Bu Kuranı TAZELEME alimlerinin kitapları, Kuranın, daha doğrusu müşkül, belirsiz ayetlerinin yorumuymuş. (Kuran'da ne dediği tam anlaşılamayan altı yüze yakın ayet vardır.)
Bu olay hayatım boyunca Nurcu ve Fetullahcı (o zamanlar hoca efendi idi, Fetö değildi) topluluklardan uzak durmama sebep oldu.
Öğretmen olduktan sonra da bunlarla sık sık karşılaştım. Öğretmenliğe başlamam 28 Şubat dönemine denk geldi. Bu dönem de anca 5 yıl sürdü. Meşhur Milli Güvenlik Kararlarının alındığı 28 şubat, 1997 yılının 28 şubatıydı. 2002'de de AKP iktidara geldi.
O yıllarda bile Nurcular (sadece fetöcüler değil) ve diğer tarikatlar (o yıllarda cemaat deniyordu ama böyle yumuşatma çabalarına ne gerek var?) bayağı güçlü ve bürokraside bayağı etkiliydi.
Bakmayın şimdilerde 28 şubat diye ağladıklarına. Şu anki politikacılar, o zamanlar bürokrattı. Üst düzey bürokratların çoğu Ülkücü ya da tarikat üyesiydi. Hatta Milli Eğitim, DSP'nin elinde iken Fetö, diğer Nurcular ve diğer tarikatlar da güçlendi.
Fetö, diğer tüm tarikatları yöneten bir maestro oldu, 17-25 Aralık sürecine kadar. (Bu süreci ayrıca yazacağım) Aslında diğer tarikatlar da, devleti ele geçirme hevesinde Fetö'den daha farklı düşünmüyorlar.
AKP iktidarda olduğu zamanlarda da bir kere daha bu risale okumaya gittim. Okuldaki din kültürü öğretmeni arkadaştı. Orada da beni bekleyen iki kişiydiler. Kürdi'nin meşhur katibi Teyfik'i ile bir konuşmasıydı. Havadaki zerrenin, Teyfik'in gözünde parça olmasıydı konu.
Fetö, Kürdi ve benzerlerinin sohbetleri, bazen metafiziksel varlıklarla (şeytan, cin), bazen gerçek kişiler (Atatürk,İnönü, dönemin valisi vs), bazen de ölürler ( son peygamber ve diğer peygamberler, sahabeler, halifeler vs) ile olur.
Bu sohbetlerin hangileri hepsi de hayalidir. Mesela Kürdi, Kürdi mahlasını kullanırken, 2. Abdülhamit tarafından akıl hastanesine kapatılmıştır. Atatürk'le hiç karşılaşmamış, belki de Atatürk, varlığından bile haberdar olmamıştır.
Lakin kitabında Atatürk'ün adını vermeden, ima ederek onunla tartıştığını ima eder. Bu tür tartışmaların hepsi de hayalidir. Müritleri onu övmek için bazılarına gerçek, bazılarına hayali der.
Mesela sözüm ona Kürdi'nin hayatını anlatan Hür Adam filminin fragmanında Atatürk'le makam odasında tartışır, kapıyı çarpıp, çıkar. Atatürk'le hiç görüşmemiş olması bir yana, iktidarının doruğunda bir cumhurbaşkanına parmağını uzata uzata, bağıra bağıra konuşup, kapıyı çarpıp, gidebilmesi de ihtimal dışıdır.
Tepkiler üzerine o sahne filmden ve fragmanlardan çıktı ama iddialardan çıkmadı. Kendisini zorla yüceltme eğilimi Kürdi'de ve tüm din adamlarında görülür.
Kürdilikten, Nursiliğe geçişinde bu çabaların da etkisi var. Önce Kürtlerin dini lideri olma çabasına giriyor. Bu olmayınca, Türkler arasındaki potansiyelini görüyor ve kendisine Nursi adını veriyor.
Bu dönemde Türk-İslamcı Osman Yüksel Serdengeçti gibi müritlerini buluyor ve Kürtlere karşı faşizan öfke ile savaşmak yerine, Kürtlüğünü unutturmak istiyor. Kendisini Peygamberin öz torunu, hem Hasan'ın soyu Şerif, hem de Hüseyin'in soyu olarak seyit olduğunu iddia ediyor. Gerçi bu iddiayı hemen her tarikat lideri iddia etmekte.
Din, her zaman ırkçılıkla iç içedir. İslam da böyledir. Mesela Gazali için Kureyş kabilesi kutsaldır. Ali, Bedir savaşında bu kabilenin pek çok üyesini öldürdüğü için, o ve soyu halife olmamalıdır. Bence Gazali'nin Farabi ve İbni Sina'ya hakaret etmesinin sebebi de, ikisinin de kelamcı olup, hem de Türk kimliklerinin çok öne çıkması.
Nursi (Kürdi), Fetö, diğer Nurcular, Süleymancılar ve diğer tarikatları böyle tanıyınca, içlerinin yalan ve şiirme olduğunu anlıyor ve din kavramından soğuyorsunuz.
Nurculardan soğuma sebebiniz ise, çoğu kere, Bedüüzaman diye Kürdi'nin kitaplarını, Kuran'n önüne koymaları, pek çok kere Kuranı okumadan, onun risalelerini yazmalarını, hem de elleri ile. Nurcuları yakından tanırsanız, Kuran'ın en açık ayetlerini bile takmayıp, risaleleri ön plana koyduklarını görürsünüz.