Jack London, ülkemizde ve dünyada çok tanınan bir yazardır ama ne yazık ki ülkemizde eksik anlatılmaktadır.
Gençlik onu daha çok Vahşetin Çağrısı ve Beyaz Diş romanları ile tanımakta. Oysa London, Amerika'da aynı zamanda fururist (geleceği tahmin) ve politik bir yazardır. Alaska ve Okyanusya'yı en iyi anlatan yazarlardandır.
Ademden Önce, Evrim teorisine bir saygı duruşudur. Kızıl Veba, kıyamet senaryolarının ilki olabilir. Bir evsiz kılığına girip, Londra'daki yoksulların halini anlatmıştı.
Öte yandan anti kapitalist ve sosyalist yönünü de unutmamalı. Gerçi onun sosyalistliği, biraz ırkçılıkta taşır, beyaz ırkı her zaman yüceltmeye çalışır.
İlginç olan ise, Okyanusya öykülerinde yerlileri (bu günkü gençliğin deyimi ile) gömerken, onları birer zavallı gibi gösterirken; Alaska yerlileri için bunu yapmaz. Bununda sebebi, o yıllarda da beyazların, Alaska yerlilerinin bilgi ve tecrübelerine muhtaç olmalarıdır.
Deniz Kurdu romanında kaptanı Wolf Larsen, Mobydick'in Kaptan Ahab'ının taklidi gibi görünse de, 20. yy'ın diktatörlerinin bir prototipi gibidir. Wolf, Ahab'ın aksine entelektüel ve kültürlüdür. Ahab ise tek bir hayvana, balina Mobydick'e takıntılıdır. Wolf ise, kötülüğüne felsefi olarak bağlıdır ve fok avından kalan günlerini okuyarak ve düşünerek geçirmektedir.
Diğer bir siyasi romanı, Ay Vadisi'dir. Burada işçiler, grev yapmaktan vazgeçer ve bir işçi ailesi şehirden uzak, kendi yaşamlarını kurar. Martin Eden'da ise, yazarlıkla sınıf atlayan bir işçinin bunalımı anlatır.
En önemlisi 1906'da yayımladığı Demir Ökçe'dir. Aldous Huxkey, meşhur Cesur Yeni Dünya romanını, Demir Ökçe'yi okuduktan sonra yazmaya başladığını söylemiştir.
Romanın önemi sadece bir disütopya olması değildir. Roman, 1920 ve 30'lu yıllarda dünyayı kasıp, kavuran faşizmi önceden öngörmesidir. Romanda bazı sektörlerdeki işçilerin ayrıcalıklı olması, burjuva çocuklarının devlet kademelerinde görev alacaklarını, devletin burjuvaziyi daha da zenginleştireceğiniz, oligarşinin kobileri de yutacağını falan, hep bu romanla önceden tahmin eder.
Daha da önemlisi kapitalizmin, demokrasi oyununu köşeye sıkıştığında nasıl yırtıp, atacağını da en iyi anlatan kitaptır.
Kitap, faşizmin yavaş yavaş ilerleyişini ve milliyetçilik duygularını nasıl kullandığını, işçi sınıfının haklarını nasıl kıstığını çok güzel anlatıyor.
İşin ilginci, bu olayları, sanki faşizan ihtilal A.B.D'de olmuş gibi anlatıyor. Romanda sanki faşizm bitmiş de yıllar sonra birileri belgeler üzerinden o yılları tekrar anlatıyormuş gibi bir anlatım var.
Roman, garip bir şekilde, önemsizmiş gibi gösterilmekte ve çok fazla adı alınmamakta. London' ın ismi, sadece Vahşetin Çağrısı ve Beyaz Diş gibi bir kaç fantastik romana hapsedilmek istenmekte.
Oysa günümüz kapitalist terörünü ,askeri darbelerini ve kademe kademe artan devlet baskısı, kırpıla kırpıla kuşa çevirilen emekçi haklarını anlamak için, Demir Ökçe romanını tekrar keşfetmemiz şart.