19 Ağustos 2020 Çarşamba

KULLANIŞLI APTALLAR , UKALALAR VE GÖREVLER

Kullanışlı aptalların süren inadı – Coşkun Adalı
Felsefenin bir sürü tanımı vardır. Bir felsefe öğretmeni olarak ben, uzun yıllar sonunda felsefenin ukalalık olduğu sonucuna vardım.
Öyle lafı bölme, laf çakma gibisinden basit bir ukalalık değil. Ciddi ciddi kitap yazma, yazı yazma, iddiada bulunma anlamında ukalalık.
Modern anlamda Türklerde böyle bir filozof olarak Rıza Teyfik Bölükbaşı karşımıza çıkar. Yazılarını Filozof Rıza Teyfik diye imzalar. Arkasından alay edilir, eskiden Arnavut taklidi yapardı (O yıllarda bu yılların Laz taklidi ve fıkraları, Arnavutlar için yapılırmış), şimdi filozof taklidi yapıyor diye yazılar yazılır. Sevr antlaşmasını imzalayan heyette yer alması da, üstüne tuz biber olmuştur.
Sadece felsefe değil, her alanda başarısızlar ve başarısızlıklar, başarılardan daha fazladır. Başarılı insanların da başarıya giden yolu öyle düz bir çizgide ilerlememiştir. Sık sık başarısızlıklar yaşanmıştır.
Filozof olarak  çalışmalarınız matematik ile ifade edilip,  deney ve sistematik gözlemlerle ifade ederseniz de, adı bilim oluyor.
Ukalalık yapmak için de bazı kriterler lazımdır yoksa çok doğru şeyler anlatsanız bile sizi dinlemez ve okumazlar. Benim de başıma gelen bu oldu.
Tarihte de çok olmuştur. Mesela elektromanyetizma biliminin kurucusu Faraday, sonuçları matematikle anlatamayınca, teori Maxwell'e ait olmuş.
Belli durumlarda ise, iş başa düşer, kendiniz bir icat çıkarmak zorunda kalırsınız. İlk otomatik operatörü icat edende bir tesisatcıymış. Rakibi esnafın karısı santral operatörü olup, işleri kendi kocasına yönlendirince, mecbur kalmış.
Ben de böyle bir durumda icat değilse bile, kendi yapmamam gereken tehlikeli bir iş yaptım, baca temizledim. Hem de üç katlı bir apartmanın bacasında. Kışın ortasında soba yakamıyordum, kimlere gitmedim  bacayı temizletmeye. İstedikleri her parayı da vermeye hazırdım.
Sonuçta çatıya çıktım be bacayı temizledim. Temizliğin nasıl yapılacağını teorik olarak öğrenmiştim. Bütün baca havalandırması kadar ip ve ucuna demir bir ağırlık, tercihen terazi ağırlığı alacak, çatıya çıkacak ve bacadan sallayacaktım. Döküntüleri de havalandırma deliğinden toplayacaktım.
Ankara'da yıllarca ailemle kömür sobalı evlerde yaşadım, hiç ben ya da babam baca temizlemedik. Apartman halkı olarak yılda bir kere baca temizleme parası verirdik. O baca temizlediğim ilçeden ayrıldıktan sonra da sobalı evlerde oturdum ama hiç baca temizlemediğim gibi, baca temizleme parası da vermedim. Sadece arada bir şimdilerde galiba şirketi Fetöden dolayı kapatıldığı için üretilmediğini duyduğum bacasil kullandım.
Bu baca temizlemeyi uzun uzun anlatma sebebim,  uzmanlık alanı olmadığımız işleri yapma mecburiyetini anlatabilmektir.
Neyse ben işin nasıl yapıldığını anlatayım. En başta çatıda 2 tane baca görünse de o baca birbirinden ince tuğlalarla ayrılmış. Önce az bir ateş yakıp, o dilimlerden hangisi senin dairene ait, onu öğreniyorsun.
Sonra ucuna balyoz kafası ya da demir ağırlık eklediğiniz ipi sallayıp, bırakarak o kiremiti kırıp, temizliyorsunuz.  Sonra havalandırma deliğinden kiremit ve kurumu temizliyorsunuz.
Kiremiti temizlerken bir defa daha o dağ başındaki ilçeden ayrılmaya karar verdim. Zira kırılmış haliyle bile o bacadan içeri doğal olarak girmezdi.
Bazen ülkeniz içinde böyle üzerinize vazife olmayan şeyleri yapmanız gerekir, özellikle internet ortamlarında. Mesela kadın katilleri tutuklansın diye twitter tabelalarına, rt ile bile olsa destek olmak gibi.
2010 Yetmez ama sonrası olacakları, Kürt açılım ve çözüm süreçlerinin çökeceği bence baştan belliydi. Yetmez amaya (sözde) boykotla destek veren Selahaddin Demirtaş'ı da her zaman sistemin bir parçası olarak gördüm. Zaten kendisi Gezi'de darbeyi görmüştü. ( 15 Temmuzu görmemişti o ayrı )
Bence 2016 Nisan-Mayıs aylarında 15 Temmuz darbe girişiminin geleceği, davul-zurna ile belliydi.  İktidarın da bunu bildiği de belliydi bence. Altan kardeşler ve Nazlı Ilıcak'ın saldırganlığı bile tek başına delildi. Fetöcü tüm yayınlar da bir şekilde susturuluyordu. Çünkü halk darbelere propaganda yolu ile hazırlanır. Öte yandan milli eğitimde bile il-ilçe-bölge imamı gibi önemli konumdaki fetöcülerin hemen hepsi pasif görevlere gönderilmiş, çoğu yöneticilikten alınmıştı.
Ben darbeyi askeriyeden debilde, AKP içinden bekliyordum çünkü o 17 Aralık öncesinde AKP'li olup da hoca efendiyi (o zamanlar öyle deniliyordu) sevmeyen yoktu. (17-25 Aralık operasyonlarını da bu kadar erken beklemiyordum ama Hakan Fidan'ın Mit müsteşarlığına ve dershanelerin kapanmasına itiraz sürecinin ipleri koparacağı belliydi ama kimse bu kadar erken beklemiyordu.
2016'ın yaz aylarında Fetöcülerin büyük çapta bir darbe girişiminde alacakları belliydi. Olayın askeri yanını tahmin etmeme sebebini, 17-25  Aralıktan sonra okullara ve neredeyse her yere beleş gelen örgüt yayınlarını,  para verip almayı kendime zul olarak görmekle açıkladım. Oysa Zaman gazetesinin meşhur sirenli-bebekli reklamı bile darbeyi haber veriyordu.
Askeri darbe olsa bile önce AKP içi bir kalkışma olmalıydı zira tek parti iktidarına karşı isyanın bir meşruluğu olmalıydı.
Darbeden sonra bu blogu yazmaya karar verdim. Zira baktım doktora bir yana, yurt dışında  yaşamış, eğitim almış kişilerden ola ola kullanışlı aptal oluyor. Ben yabancı dil bilmeyen, taşra üniversitesinden mezun bir lise öğretmeni olarak, görevini yapmayanlara karşı üzerime görev edinmeye karar verdim.
Tıpkı baca temizlemediğim gibi.
Bu blogun çok okuru yok ama ben buraya yazarak görevimi yaptığımı düşünüyorum. Çok okunmayı isterim ama okunmama sorununu da göze aldım

16 Ağustos 2020 Pazar

GAZALİ'NİN OMUZUNDAN ATILAN TÜFEKLER


Şimdi sen  sahaflardan bulduğun kitaplara yazı yazıyorsun diyeceksiniz ama bazı kitapların hakikatten keşfedilmesi gerekiyor.
Bu kitap ise bir sahte kitap, üstelik ünlü bir din adamının, ünlü bir kitabının sahtesi.
Önce bu kitabın elime nasıl geçtiğinden bahsedeyim. Malumunuz kitap düşmanı bir iktidarımız var ve kendisi pek çok belde-köy kütüphanesini kapattı. O kapanan kütüphanelerden biri çalıştığım ilçedeydi. Personel kadrosu sebebi ile kapanan kütüphanenin kitapları, ilçe merkezindeki kütüphaneye taşındı. Devletin aldığı kitaplar, ilçe kütüphanesine katılırken, halkın kütüphaneye bağışladığı kitaplar da hurda kağıda gidecekti.
Bunu tesadüfen öğrendim. Önce kendim, sonra okuldaki öğrencilerimle beraber, mümkün olduğunca çok kitabı kurtardık. Önemli bir kısmını da okul kütüphanesine bağışladık.
 Lakin giden de gitti.
Kitabı neden bu şekilde edindiğimi anlatmamın sebebini, kitabın içeriğinden bahsedince anlayacaksınız.
Kitaplar çeşitli tarihlerde, çeşitli kişilerce kasaba kütüphanesine bağışlanmış. Galiba çoğunluğu öğretmen. Bir de bazı kurumlar, kitapları tüm kütüphanelerde olsun diye doğrudan kargo ile göndermiş.
IŞIK, Hüseyin Hilmi - TDV İslâm Ansiklopedisi
Sık sık da çeşitli sebeplerden tek tek ya da topluca kitap alan birisi olduğumdan, pek çok kitaba uzun süre sıra gelmedi. Aralarında İmam Gazali'nin bir kaç kitabı da vardı. (Ayrıca başka bir İmam Gazali kitabını da başka bir yerden bulup, okumuştum.)
Derken korona hastalığı, karantina süreci derken, yeni kitap almaktansa, bu kitapları okumaya karar verdim.
Sıra nihayet İmam Gazali'nin Hüccet-ül İslam adlı eserine geldi.
Bu arada not, tam da bu kitapları aldığım zaman bir yerde Gazali'nin lakabının Ulum-u Din olduğunu ve Sünni İslam'a göre peygamberden sonra en yetkin din otoritesi kabul edildiğini okumuştum.
Peygamberin ölümünden dört yüz yıl kadar sonra doğmuş bir kişiye böyle bir unvan verilmesi çok garibime gitti.
Son okuduğum Gazali'ye ait kitabın şok eden özelliği ise Hüccet-ül İslam olmaması,  hatta Gazali'ye ait bile olmaması.
Benim bir tezim vardır, özellikle Türkiye'de dini kitaplar çok satılır, az okunur. Bu kitap da onun delili gibi.
Kitap 1967 yılında, Salah Bilici Kitabevi tarafından, 1967'de İstanbul'da basılmış. Tercümeyi Işıkçılar tarikatının kurucusu, İhlas Holding Ceo'su Enver Ören'in kayınpederi Süleyman Hilmi Işık yapmış.
Kitabı kaydeden kütüphaneciye göre ( artık her kimse) yazarı da Süleyman Hilmi Işık (bence de öyle).
Kitap, arka iç sayfasında yapıştırılan ve muhtıra denen kağıda göre 1981'de bir kere ödünç alınmış. Kütüphaneye ne zaman bağışlanmış bilmiyorum ama benim elime 2013'de geçti. (Yüz civarı kitapla beraber)
Sorun kitabın Hüccet-ül İslam olmaması ve hatta Gazali ile alakasının olmaması.
İlk önce vapurda ve trende de kıbleye dikkat etmelidir sözleri kafamı karıştırdı. Hadi gemi kelimesini Türkçe'ye vapur diye çevirdi, Gazali zamanında tren mi vardı?
Sonra kitapta ilerledikçe, kitabın Gazali tarafından yazılmadığını, 20. yüz yılda, tahminen de 1960'lı yıllarda bir Türk tarafından yazıldığı çok belliydi. O yazan da muhtemelen Süleyman Hilmi Işık'dı.
Bir kere Gazali,  benim bildiğim Şafi'ydi, kitapta size Hanefiliğin kurallarını anlatacağım diyordu. Sonra Mevlana müzik ve raks etmezdi, bunlar sonradan uydrululmuş deyip, kendince Mevleviliği anlatıyor. Anlattığının Mevlevilikle alakası yok. Sonra bir yerde Vahabilik aleyhine bir şeyler yazıyor.
Sonra birbirini tutmayan bir sürü saçmalığı din adına anlatıyor. Sonra iki yerde Kimyayı Saadet'ten (Gazali'nin başka bir kitabı) alıntı yapacağım diye Gazali ile alakası olmayan şeyler yazıyor.
İhlas suresine kafayı takmış, her halde ezbere bildiği tek sure olmasından dolayı.
Peki bu kadar saçmalığı yazıp, İslamın ünlü aliminin adına yayımlayan Süleyman Hilmi Işık'a sen ne yapıyorsun diyen olmamış mı?
Aksine, aslında bir kimya mühendisi olan Süleyman Hilmi Işık, ışıkçılar diye bilinen tarikatı kurmuş ve etrafına pek çok mürit toplamış.
Ben de bir yandan daha önce okuduğum diğer Gazali kitapları da böyle miydi diye düşündüm. Ne kadarı gerçekten Gazali'ye, ne kadarı Gazali'nin omuzundan tüfek atışıydı.
İslam filozoflarından Meşailerin  (İbni Rüşt, Farabi, İbni Sina, El Kındi vs) kitapları piyasada bulunuyor. Az da olsa felsefe meraklıları için basılıyor.
Tasavvuf kitapları ile, din ve mezhep liderlerinin (Ebu Hanife, İmam Şafi, Bayezid-i Bistami, Abdülkadir Geylani vs) kitapları ya bulunmuyor ya da tarikatlar tarafından basılıyor.
Halkı din konusunda bilgilendirmek olan Diyanet İşleri başkanlığının koca bir yayınevi ve gene devasa matbaası var. Böyle kitapları kendisi basabilir veya hemen her ile yayılmış ilahiyat fakülteleri bunu yapabilir.
Öte yandan da asıl sorun, halkımızın kitap okumaması. İşin ilginç yanı, dini kitapları da satın alıyor ama okumuyor.
Ancak içine şüphe duymaya başladığında okuyor. Yoksa dinliyor. Zaten çoğu din kitabı (bu yazıda anlattığım da dahil) şeyhlerin konuşmalarının kağıda aktarılması.
Oysa baştan sona okuduğunuzda, Süleyman Hilmi Işık gibilerinin bir lise öğrencisi kadar dini bilgisi olmadığını görüyorsunuz. Oysa ortamda sohbeti dinlerken ağlamalar ve şeyhin yardakçılkarı yüzünden bambaşka bir psikolojiye kendinizi kaptırıyorsunuz.
Oysa altı bin yıldır insan öğrenmesinin temeli okumadır. Din konusunda da okuma yaygınlaşmalıdır. Dini kitapların orijinal kaynaklarından sorumlu akademisyenlerce ya da iyi Arapça bilenlerce çevirileri yapılmalıdır.
Kütüphane üzerine de not. Milli Kütüphaneden de yirmi bin civarı kitap kayıp.

12 Ağustos 2020 Çarşamba

DİN VE İKİ YÜZLÜLÜK




Bu iktidarın en azından bir sonu olduğu belli oldu dostlarım. İnsanların ölümlü  olacaklarını sık sık unutması gibi, iktidarlar da biteceklerini unuturlar.

Hayatın ve iktidarın diğer bir özelliği de bitişinin çoğu kez ani ve beklenmedik olması (en azından hayatın ve iktidarın sahibi tarafından)

Koronadan bir kaç ay önce makamından istifa eden müdürümüz, istifasından bir hafta öncesine kadar ben beş sene daha buradayım, ona göre vaziyet alın demişti. Gene okullar tatil olmadan bir kaç gün önce bir arkadaş, 26 yaşında gripten ölen akrabasından bahsetti.
İktidar ve hayat bittikten sonra soru, ne olarak anılacaksınız, nelerle anılacaksınız olmalıdır.
En kötü anılma, iki yüzlülükle anılma olacaktır.
Çok değil, on sene kadar geriye gidelim yavaş yavaş. Günter Grass'ın deyimi ile soğanı soyalım. Kendisinin anılarını yazdığı kitabın adı Soğanı Soyarken. Anıları tazelemek soğanı soymak gibi katlara inmek gibidir de ve daha alt katlara gittikçe insanı ağlatır.
Bu dönemde iki şeyin yalanları ortaya çıktı, serbest piyasa ekonomisinin ve siyasal islam.
Hani özelleştirilen fabrikalar daha da verimli çalışacaktı. Çoğunun yerinde koca koca apartman var. Fiyatlar düşmedi. Elektrik dağıtımı özelleşti ama biz Ankara'da oturup, Batman'da kaçak elektrik kullananların Dicle elektrik dağıtım şirketine zararını ödüyoruz.
Sonra Cemil İpekçi veya Madam Marika gibiler bile AKP'li iken çabucak bu homofobik ortam kuruldu.
Oysa reis hazretleri belediye başkanıyken gay partilere çelen gönderiyordu. Reis Kürtçe Kuran'ı meydanlarda elinde sallıyordu. Şimdi o kitabın yeni baskısı yok.
Aslına bu yazıda hükumetle uğraşmaktan daha önemli konulardan bahsedeceğim, bu sadece başlangıçtı çünkü politikacılar dürüstlükleri ile bilinen kimseler değil. Hatta ikiyi bırakın iki bin yüzlülükte politika için normal.
Asıl değinmek istediğim dinlerin de politika yapması, gücü ele geçirmek için yalan söylemesi.
Bunu benim gibi artık yaşlanmaya başlayanlar (ya da yaşlanmış olanlar) daha iyi anlarlar.
Ben de o kadar yıl zorunlu din dersi gördüm. Orta birden, lise sona kadar haftada bir saat din dersi gördüm. O zamanlar Müslümanlar olarak Allah ile kul arasına girilmeyeceği ile övünür, günah çıkaran, endülüjans satan papazlarla alay ederdik. İslamda Allah ile kul arasına kimse giremez sözünün söylenmediği din dersi olmazdı.
Şimdi ise birileri tövbe tutmak için otobüsle saatlerce ülkenin öbür ucunda bir köye, şeyhine gidiyor, tövbesinin kabul olması için. Cübbeli şeyhler aracı olacak, olmazsa sapıtırsın diyorlar.
Sonra uzun yıllar kızlar türbanı ile okula gitsin diye  mücadele verenler, kızlar okula gitmesin demeye başladı. Türbanlı caz piyanisti, muhafazakarlarca lince uğradı; kızcağıza destek çıkmak da, laiklik şövalyesi Fazıl Say'a düştü.
Doksanlara İslam ve eşitlik, emeğin karşının kurumadan verilmesi, hak yememe ne kadar çok konuşulurdu; şimdilerde Müslümanlar mültecileri ucuz ve sigortasız çalıştırma peşinde.
Dinin bu yapısı, dinin iktidarı ile daha net görünse de, çok yeni bir durum değil.
Gazali ve şimdi adını hatırlamadığım bir din adamı, Kuran ayetlerinin anlamını  barış zamanı ayrı, savaş zamanı ayrı olduğunu söylemişlerdi. Sonra bu görüşü, Zeki Velidi Togan'ın anılarında da okudum. (Kendisi bir ara Şamanist olmuş diyorlar ama anılarını yazdığı zamanlarda basbayağı Müslümanmış.)
Gene eskiden Müslümanlar yeşili sever, ağaç dikerdi; şimdilerde orman yakıp, bina yapıyorlar. Sokak hayvanlarını zehirliyorlar.
O zamanlar da çok da iyi değildiler. Sivas katliamı falan halen akıldaydı, üstelik bununla övünüyorlardı zira Aziz Nesin diye bahaneleri vardı.
Gene de Alevi ya da başka dinden olmayanlara gösterecek sempatik bir yüzleri bulunurdu. Şimdilerde sempatik yüzleri de kalmadı, sadece öfkeleri, hiddetleri ve para hırsları var.
Galata Kulesi'nde 'restorasyon' tahribatı

4 Ağustos 2020 Salı

Z DEĞİL 15 TEMMUZ KUŞAĞI




Bu dislike ile gündeme gelen Z kuşağı olgusunu, bir öğretmen olarak kendim yorumlamak istedim. Özellikle okullarda son dört yıldır gördüklerim ve özellikle yarıda kesilen bu eğitim-öğretim yılında gördüklerim üzerine de yorum yapmak istedim.
Bu sene öğretmen olarak, sadece mart ayına kadar bile bayağı şaşırtıcı oldu.
Beni Ateist diye CİMER'e şikayet eden veliler, müdürlükten şaşırtıcı bir istekte bulundu. Din derslerinde konu işlenmemesi, evet bunu istediler. Okulun iki din öğretmeni çok sinirliydi.
Bunun sebebini ilk önce ailelerin küçük burjuva diyeceğimiz varlıklı aileler olmasına bağladım. Varlıklı insanlar dini anlatmayı, fakirler de dinlemeyi sever. 
Diğer yandan ben bu okula gelene kadar hep fakir mahallelerde öğretmenlik yapmamıştım. Daha önce çalıştığım bir iki okulun veli profili, şu anki okulumdan daha iyiydi.
Ardından müdür yardımcılarımızdan biri, başka bir okula geçici görevle gidince, onun 9. sınıflara girdiği dersleri de ben aldım. Bir zaman sonra 15 temmuzdan beri gençlikteki değişimin daha da görülür olduğunu gördüm.
Müdür yardımcım gidene kadar lise üç ve ikilere giriyordum. Lise üç ve ikiler arasındaki fark hafif de olsa hissedilir düzeydeydi ama üçler ile birler arasındaki fark anlamlandırılabilir (dramatik) durumdaydı.
Bu fark aslında önce yavaş yavaş, sonra birden oldu, daha doğrusu oluyor.
Bence her şey 15 temmuzdan sonra başladı. Zaten internetten yayılan dinsizlik (deizm-ateizm), 15 temmudan bir kaç ay sonra birden artmaya başladı.
15 temmuz olduğunda başka bir okula atanmıştım.15 temmuzdan sonraki ilk bir kaç ay ilçede Fetö'nün yerini Menzil almış gibiydi. İlçeye kocaman bir külliye yapmışlar, ilçede cuma namazı en fazla orada kılınmaktaydı.
15 Temmuz sonrasında toplumda ilk fark edilen değişiklik, türbanlı kadın sayısında ani azalma oldu. Bunun görünürde iki nedeni vardı. İlki pek çok aile ve kadın, olağan üstü hal döneminde kanun hükmünde kararnamelerle pek çok kişi işinden olurken, kendinin Fetöcü olmadığını ispatlama çabasıydı.
Z kuşağı kimdir, hangi yaşlar oluşturuyor? Z kuşağı özellikleri ve ...
İkincisi ise ailelerin üzerinde tarikat baskısının kalkmasıydı. Doksanlarda tarikatlara yağ çeken sosyologların taktığı isimle mahalle baskısının kalkmasıydı.
Muhalefetin dillendirdiği, iktidarın inkar ettiği sebep ise, diğer tarikatlara da operasyon yapılacağıydı.
Bazılarına doğrudan operasyon yapıldı ve dağıtıldı.
Doğrudan operasyonla dağıtılanlar malum Fetö ve Fetö'ün istetme lastiği (z kuşağının deyimi ile yan çarı) Alpaslan Kuytul, zaten muhalif olan Haydar Baş ve Adnan Oktar.
Diğer bazılarına da dolaylı operasyon yapıldı. İsmail Ağa'nın Beykoz'da orman içine yapmak istediği külliyenin bir kısmı, gayet olaylı şekilde yıkıldı. İmail Ağa'ya fazla olmayın mesajı verildi. Geçen yılda Süleymancılara ait bir yurt, gece vakti gürültüyle ve polis eşliğinde bir baskınla boşaltılıp, yıkıldı. Süleymancılık azalarak bitmeye bırakıldı. Aladağ yangını ile yitirilmeyen itibar, bu baskınla yitirildi. Önceden evine iki atım ötede olan çocuklar eve masrafı azalsın diye yurda bırakılan çocuklar, yurtta kalmaktansa iki otobüs değiştirir oldular.
Son operasyon ise, Sözler Köşkü ve Çayhause gibi bir kaç kanala Twitter ve sosyal medya üzerinden yapıldı. Bu grupların Zaman gazetesi kökenli oldukları ezelinden beri biliniyordu zaten.
Bence şu an için devlete yerleşmeye çalışan Menzil ve İsmailağa tarikatları, Said-i Nursi'yi silmek istiyorlar.
Biz konuya geri dönelim. 15 Temmuz sonrasında çalıştığım ilçede Menzil, Fetöcülerin yerini almış gibiydi. Ancak daha sonra, sanki halın ilgisi azalıyor gibiydi. O sene yazın, Menzilcilerin kermesine gittim, benden başka müşteri yoktu. Bunu daha önce 17-25'den sonra Fetöcü kermeslerde görmüştüm, devletle ilişkisi iyi olan tarikat kermeslerinin durumu iyiydi oysa.
Kermes deyip, geçmeyin. Tarikat için sadece bir gelir kapısı değildir. Tarikat üyeleri arasında bir dayanışma,  tarikatında dış dünyaya karşı reklamıdır. Uzun süredir tarikatlar pek kermes yapmıyor.
Ayrıca  o ile AKP' nin Ankara'da en çok oy kaybettiği ilçelerden biri oldu.
Sadece bu kadar değil. Bir sene dolmadan, özellikle gençlerin gittiği mekanlarda Atatürk resimleri görülmeye başlandı. Eskiden Zaman, Akit, Türkiye gibi gazeteleri gözümüze sokan esnaf, şimdi duvardaki Atatürk resimlerini gözümüze sokmaya başladı.
2017-18 eğitim öğretim yılında ikinci dönem tayinim Ankara'nın merkezinde, şu anda çalıştığım fen lisesine çıktı.
Bu okulda da 2 çalışabildim çünkü mart ayında birden korona baş gösterdi.
Bu iki yılda, özellikle bu sene,  gençliğin değişiminin hızını daha net görebildim. Bir kaç yıl önce kazara iktidar aleyhine konuşmaktan çekinirken (çünkü bayağı ateşli taraftarları vardı), bu sene lehinde de konuşmamaya dikkat ettiğimi anladım.
Değişen sadece gençler değildi. Velileri de Din dersleri işlenmesi diye söylenmeye başladı. Halk da bu sürekli gerilim, kutuplaşma bir yana, tarikatlardan ve tarikatların konumunu takip etmekten bıktı.
Tarikatlar da, Mason locaları gibi zenginler arası dayanışma kurumlarına dönüştü. Özel hastanelerin çoğu tarikatların elinde ama çok azında türbanlı sağlık personeli görebilirsin. Cumhuriyet, Birgün ve Sözcü gibi gazetelere çarşaf çarşaf reklam veren, bol Atatürk resimli afiş bastıran okullar da tarikatların yönetiminde.
Tarikatların ise tek beklentisi para kazanmak ve devlet kadrolarını parsellemek.
Devlet giderek din merkezli olurken, halk, özellikle gençler dinden uzaklaşıyor. Cumhurbaşkanı da önüne düşen raporların gerçekliğini, dislike ile görmüş olmalı. Sosyal medya sansür yasası ve Ayasofya'nın ibadete açılması da bunları gösteriyor.
AKP,  seksenler sonu, doksanlar başında daha Refah partisi zamanında kendisini iktidara getiren süreci bu sefer tersinden yaşıyor.
Aslında bu başlığa yazmak istediğim çok daha fazla şey var ama şu anda bile yazı fazlası ile uzun. Türk toplumu din ile kandırılmaktan, gerilmekten yoruldu.
Gerçek şu ki Fetö, Türk toplumuna fazlası ile nüfuz etmiş bir örgüttü. Onunla ilişkiniz olmaması için benim gibi  Alevi, Atatürkçü bir ailede yetişseniz bile çok zordu. Ben hiç örgütün yurtlarında kalmadım, okullarında okumadım,  (çocuğum yok) bu okullarda okuyan bir yakınım da olmadı. Bankasya veya benzer kuruluşlar işim de olmadı.
Şimdi herkes, darbeden dört yıl sonra bile diken üzerinde. Bankasya'dan kredi çekip, villa alanlar hükumetin baş tacı, bir kere havale yapmış olanlar işinden olmuş durumda.
Ne zaman Sözcü gazetesi ve Odatv.com'dan Soner Yalçın, iktidarı Fetö ile işbirliği ile suçlasa, ardından bir Gayvubet evleri  ve asker-polis-adliye operasyonu yapılıyor.
Bu okula ilk geldiğimde bir kaç öğrenci ile Meşai-Gazali tartışması yapmıştım. Cübbeli hayranı ve Gazali taraftarıydılar. Yalnız çocukların her tarafında Atatürk imzası, resmi falan vardı.
Gençlerdeki Atatürklü tişörtler, sosyal medya profilindeki Atatürk resimleri biraz da bizi özel hayatımızda rahat bırakın anlamına geliyor.
Ayasofya'nın ibadete açılması, diyanet işleri başkanının kılıçlı şovu, ekonomik çöküş durmayacak ve gençlere gelecek sunmayacaklarsa gelecekte Türkiye; cem evlerine gidenlerin, camilere gidenlerden çok olacağı, hac kotalarının dolmayacağı bir ülke haline gelebilir.
İktidarın korkusu ikici bir GEZİ isyanı. Gezi'ye katılan gençlerin tamamına yakını solcu ailelerin çocuklarıydı. Tutuklananların yarısı Alevi, üçte biri Tuncelili, ölen altı kişi de erkek ve Aleviydi.
Peki iktidar, bizzat kendi ellerinde büyüttüğü gençliğin kendisine dönme tehlikesine hazır mı?

1 Ağustos 2020 Cumartesi

ADALET AĞAOĞLU VE AFFETMEME ÖZGÜRLÜĞÜMÜZ

Taksim'de \"Yetmez ama Evet\" yürüyüşü! Onbinler katıldı ...
Bilim adamları, filozoflar, sporcular ve sanatçılar pek çok kez alanlarındaki yetenekleri kadar ahlaklı değiller. Tarih, bunların örnekleri ile doludur ama ben konuya giriş olarak bir kaç tanesini yazayım.
En basitinden Hakan Şükür'de kötü futbolcu diyebilir miyiz? Heisenberg kimyada Heidigger'de felsefede çok iyiydi. Bunlar onları masum yapmadı.
Sonra pişman oldular ama pişmanlıklarının sebebi neydi? 15 Temmuz başarılı olsaydı Hakan Şükür, Naziler devrilmeseydi Heisenberg, Heidigger ve hatta Norveç'in haini Knut Hamsun pişman olacak mıydı?
Peki şu anki iktidarımız yetmez ama evet güruhunu 13 eylülde referandum sonuçları belli olur olmaz kapının önüne koymasaydı, İran'da mollaların TUDEH'in bazı birimlerine yaptığı gibi makam ve istikbal verseydi pişman olacaklar mıydı?
Muhafazakar homoseksüel modacımız Cemil İpekçi ne kadar ateşli bir iktidar yanlısıydı ve iktidar da onu ne kadar çok seviyordu, hatırlar mısınız? Hani üzerindeki İstikbal Göklerdedir yazısı kaldırıldıktan sonra Türk Hava Yolları hosteslerinin üniformaları, İstanbul simitçilerinin kıyafetlerini falan tasarlamıştı. O tasarlanan kıyafetleri giymeyi bırak, hatırlayan var mı? Cemil İpekçi'yi geçtim,  eski İngilizce öğretmeni, trans sokak şarkıcısı Madam Marika'da bir ara ateşli AKP'liydi.
Adalet hanımı bu inan enayliler yığınına katıldığı (bu kelimeyi kendisi başta olmak üzere,  T24'e doluşmuş tüm yetmez amacılar kullanıyor) için affetmeli miyiz?
Önce bir 2010 yılını hatırlayalım. AKP medyanın çoğunu ele geçirmişti ve yavaş yavaş o cicim ayları bitiyordu. Hatırlarsanız hayvanat bahçesi müdürü TÜBİTAK'a müdür yapılmış, kurumun Darvin'in 100. doğum gününü konu edinen dergisi toplatılmıştı.
O zamanlar kırk yıllık komünistlerin, komünizmle mücadele derneği kurmuş Fettullah Gülen ile birlik olmasına ne demeli? Üstelik Gülen, mezardan ölüleri kaldırın, onlara bile oy verdirin demişti Dincilerin yıllarca Müslümanlar öldürmesin diye Demirel'e oy verdik, yoksa Erbakan'a  oy verirdik demelerini de mi duymadılar.
Hadi bütün bunlara rağmen enayilik ettiler, ya gene o günlerde yetmez amacıların koro halinde Atatürkçülüğe hakaret etmesi ve Atatürkçülükte bulamadıkları özgürlüğü sağcılarda aramaları nedir?
Aziz Nesin, Türkan Saylan, Uğur Mumcu, Kamer  Genç ve daha nice aydınların uyarılarını da mı duymadılar.
İran'da komünist Tudeh Partisi'nin son kurucu üyesi vefat etti | NTV
Yetmez amacıların bazılarını, özellikle de Adalet Ağaoğlu'nu ama o  (onlar)12 Mart ve 12  Eylül'e direndi diye savunanlar var. 27 Mayıs hariç askeri diktalar saf devlet kudreti idi. Hele 12 Eylül, itirafçıları bile kendi yanına çekmeye kalkmadı, onların gönlünü kazanmayı denemedi. Emel Sayın, Nazlı Ilıcak ve Hülya Koçyiğit gibi açıktan yardakçıları vardı. Koçyiğit ha bire TRT dizilerinde oynuyor, haftada en az bir tane Emel Sayın konseri oluyordu. Gene de Kenan Evren'in bu kişileri öven sözlerine denk gelinmiyordu.
Oysa Erdoğan, yetmez amacıları övgüye boğuyor, Abdullah Gül, Çankaya köşkünde misafir ediyordu.
Demir fiziksel şiddete dayanır ama kolay paslanır. Onlar da övgüye aldanmışlardır.
Onları başkaları, toplumun çoğunluğu ve benden başka herkes affedebilir. Benim ise o ve onun gibileri affetmemek için sonsuz sebebim var.
Yıllardır bir devlet memuru olarak  %2+2  ;4+4 gibi zamlarla geçinmeye çalışıyorum. Bir Alevi olarak, her geçen gün daha da küstahlaşan faşistlerle (özellikle sosyal medyada), devlet kadrolarını parsellemiş tarikatlarla uğraşıyorum.
O ise yetmişinden sonra bolca okur kaybetmekle beraber, zaten Nallıhan'ın hali hazırda varlıklı ailesi ve varlıklı kocası ve mirası sayesinde düşen okur miktarına rağmen maddi sorun olmadan yaşadı. Kimse yüzüne karşı kolay kolay bir şey demedi.
Ben de o ve onun gibi yandaşları kalbimden ve yüreğimden sildim. Böyle kişileri, okumayacağım, dinlemeyeceğim, izlemeyeceğim gibi, tavsiye de etmeyeceğim. Ateş olsan, cürmün kadar yer yakarsın diyeceksiniz bana ama o da benim kararım.

27 Temmuz 2020 Pazartesi

ALEVİLİKTE MİTLER 3-ALİ VE DİĞER TARİHSEL KİŞİLER



Tarih, öğretildiği kadar bilinir derler. Ben rahmetli Bahriye Üçok'un İslam Devletlerinde Türk Naibeler ve Kadın Hükümdarlar  adlı kitabının başındaki bir bölümü okuyunca Fatih Sultan Mehmet  ve meşhur Kanunnamesi ile ilgili bir aydınlanma yaşadım.
İslam Devletlerinde Türk Naibeler ve Kadın Hükümdarlar - Ürün ...
İslam alimlerine göre üç çeşit hükümdarlık varmış. Dört halifenin seçilmesi gibi uzlaşma, soydan gelme saltanat  ve gücü yetmesi anlamında ŞEVKET.
Yani aslında İslam hukukunda olan bir şeydi yaptığı. Kaldı ki kendisinden önce dedesi Yıldırım Bayezit tahtını, Kosova savaşı sırasında yeniçerilerin kardeşi şehzade Yakub'u öldürmesi sayesinde tahta çıktı. Daha önce de devletin kurucusu Osman Gazi,  amcası Dündar beyi öldürtmüştü.
İşin doğrusu saraylar tarih boyunca, zindanlar kadar ve hatta bazen onlar kadar ölümcül olmuştur.
Gene Üçok'un kitabında öğrendiğime göre Emevi hanedanlığı döneminde beş kere iç savaş çıkmış ve şevket sahibi iktidarı almış.
Fatih'i şimdiki zamanda çok seviyoruz. O İstanbul'un fatihi olmakla beraber, yaşadığı dönemde pek sevilmemiş, sürekli savaş, sürekli sefer diyerek. Öte yandan kendisi İstanbul'un fatihi de olsa, Rodos ve Belgrad kalelerinin önünden geri dönmüştür. Ölümünden sonra oğlu 2. Bayezit'in döneminde sefer ve fetih sayısı azdır ve bazı tarihçiler bu döneme yükselmede duraklama dönemi der.
 Bunun sebebi olarak Fatih dönemi fetihlerinin ülkeyi yorması kadar, lise ders kitaplarında yazmayan ve Anadoludaki deprem fırtınaları (İstanbul'u hem sallayarak hem de tsunamilerle yıkan 1509 kıyamet-i suğra da bunlardan biridir.) da etkili olmuş olabilir.
Son dönem padişahlarından 2. Abdülhamit'de, siyasal İslamcıların hayalindeki kişi değildir. Kendisi opera ve dedektiflik romanlarına düşkündü. Teodor Hertz (Siyonizmin kurucusu) ile hiç görüşmedi. Yaşadığı dönemde Filistin'de bolca Yahudi-Siyonist göçmen yerleşmişti.
Geçenlerde biri twitter da ülkeyi batı ülkeleri ile kıyaslamamıza kızmış ve Atatürk'e laf atmış. Kendi atası Abdülhamit ve koca Osmanlı neden sanayileşmeyi kaçırdı söylemiyor.
(Söz konusu trole cevap vermedim, muhtemelen aban vereceği cevap vardı. Trollerle muhattap olunmayacağını öğreneli çok oldu.
Öte yandan Abdülhamit döneminin en ilginç yanı Alevi-Bektaşi tekkelerinin 2. Mahmut ve Yeniçeri ocağının lağvından sonra kendisini toparladığı dönemdir.
Abdülhamit'in en büyük muhalifi olarak bilinen Namık Kemal ise çok ciddi bir Alevi-Şii ve Siyahi-Zenci düşmanıdır. Alevi-Şii düşmanlığı için Cezmi romanını, Siyahi düşmanlığı için Kara Bela romanını yazmıştır. Her akşam rakısını içer, beş vakit namazını kılardı. Mason olmakla beraber, Panislamcıydı.
Son bir kaç yıldır da yakın arkadaşı Ziya Paşa'nın Alevi olduğu rivayeti var. Namık Kemal gibi birinin bir Alevi ile dost olması mantık dışıdır.
Pek çok tarihsel ve hatta dinsel kişilik, gerçekliğimizden farklıdır.
İslamdan son ümit kesişim İmam Hasan'ın karısına yaptıklarını öğrenmem oldu.
İmam Hasan, karısı Sara (Cude)'yi sürekli muta nikahlı kumalarla aldatıyor. Dedesi Muhammed, torununun bu cinsel iştahı ile övünüyor. Muta nikahı. Halife Ömer'in emriyle yasaklanıyor. Koskoca peygamber torununa da yasak falan işlemiyor.
Hadikatü's-Süeda
Peygamberin ölümünden sonra İslamın temel akidelerinde iki büyük değişiklik yapılıyor. Önce peygamber ölür ölmez arka arkaya çıkan isyanları bastırmak için zekat kırkta bir, yani yüzde iki buçuk seviyesine indiriliyor ve din alimleri bu konuda susuyor. Yoksa Kuranda doğrudan ihtiyaç fazlası diye istenen zekat, zenginlerden okkalı para toplanıp, bu paranın fakirlere dağıtılarak, onların Müslüman yapılması sağlanıyor. Ancak isyanları dindirme adına zekattan vazgeçiliyor ve zekatın sadece adı kalıyor.

O yüzde iki buçuk zekat, toplanıp yoksullar için harcansa Türkiye'de bile beş bin liraya işçi bulamazsınız.
Diğeri de muta nikahı. Mute savaşının hatırası olan kısa süreli, anlaşmalı nikah, fuhşu engellemek yerine, fuhşun kendisi olunca yasaklanıyor. Şiiler, özellikle İranlılar bu yasağı yok saysa da, Alevilerde hiç olmuyor. Hatta Kuran da geçen kazara boş ol lafından sonra kadının başka bir erkekle bir gecelik hülle evliliğine bile hoş bakılmıyor. Sünnilerde ise yer  altına iniyor diyelim.
Bu olayı önce Fuzuli'nin Hakikat-ül Saada eserinde okudum ve bir Alevi olarak Cude'ye lanet ettim. Sonra İlhan Arsel'in kitabını okuyunca Cude'ye hak verdim. Bilmem kaç yıldır evlisiniz ve kocanız haftada bir üzerinize kuma getiriyor. Üstelik bunlar çok genç yaşta, bakire kızlar.
Şahsen ben kadın olsaydım, buna ne kadar katlanırdım diye düşündüm. O dönemin ağır erkek egemen dünyası da ayrı baskı konusu.
Kadın gene vicdanlıymış, adamı zehirlemiş. Ben olsam balta ile kafasını kesebilir, karnını deşebilirdim.
Sonra Hasan'ın en büyük siyasi rakibi Yezit'e sığındı. Yezit'de onun elini-ayağını bağlayıp, med-cezirin etkin olduğu bir adaya bırakıyor ve boğularak ölmesini sağlıyor.
İslamın ilk yıllarında sahabeler, Müslümanlar o kadar da vicdanlı değil. Mesela Kerbela'dan evvel İmam Hüseyin adamı Müslim_i Akil'i ve ailesini Kufe'ye gönderiyor. Tahmin edeceğiniz gibi kendisi ve heyeti katlediliyor.
Olayı daha trajik yapan diğer unsur da Müslim-i Akil'in o zamanlar henüz çocuk olan iki oğlu, Müslüm katledildikten sonra saklandıkları evde bulunuyor ve katlediliyor. Muslim-i Akil, sadece İmam Hüseyin'in elçisi, yani sıradan birisi. Öyle tahta çıkacak ya da önemli memur alacak biri olacağı şüpheli. Olsa bile ilk dönem Müslümanlar, iki küçük çocuğa bile acımıyor.
İmam Ali ise, İslamdan dönemleri, çocukları ile yakan, öldürdüğü adamların kızları, karıları ile evlenip, onlardan çocuk yapan birisi.
Kerbela olayında giden yolda peygamber Muhammed'in de hatası büyük. Mekke'nin fethinden sonra devlet kadrolarını daha yeni Müslüman olmuş akrabaları ile dolduruyor.
Oysa hayatta akrabalık yoktur, dostluk, düşmanlık ile kan bağı ve komşuluk gibi şeyler vardır. Kan bağı, komşuluk  gibi şeyler, dostken dostluğu arttırdığı gibi, düşmanken düşmanlığı arttırıyor. Öte yandan en zor gününde peygambere yardım etmiş Medine halkı da, 3. halife Osman'ın devleti daha fazla Kureyşliler ile doldurmasına ve Kureyşlilerin giderek daha zenginleşmesi sonucu isyan ediyor, halifenin evini kuşatıyor, susuz bırakıyor falan. Ölmesine İmam Ali engel oluyor, hatta Hasan ile Hüseyin'i bekçi bırakıyor.
O devrin Medinelileri, tarihin ilk Şiileri sayılabilir. Yezid bunun bedelini Kerbela'dan sonra şehirde bir yıkım ve katliam fırtınası estirerek yapıyor. Zaten Kerbela'dan sonra Hüseyin'in kesik kafasına bakıp, Bedir'in öcünü aldım diyor.
Bu anlatımı neticelendirirsek, evet dini kişilikler vardır ve yaşamıştır ama onların gerçek hikayesi, anlatılandan farklıdır. Bu olay hep böyle olmuştur.
Mevlana'yı ele alalım. Ne olursan ol gene gel sözü Mevlana'ya ait değildir, ondan çok sonra yaşamış bir Mevlevi şeyhine aittir.
Dinler Tarihinde Başlangıçlar - Philippe Borgeaud | Nadir KitapMesnevi'de Mevlana kendisine karşı çıkanlara eşek, salak falan der. Hikayelerinde Türkler, Aleviler , köylüler  ve bazı diğer insanlarla dalga geçer. Kendisine aptal, salak ve sık sık eşek der. Mesnevideki porno hikayeleri de öyle düz anlatmaz, ballandıra ballandıra anlattır. Hani erkek ortamlarında bazı edepsiz tipler vardır. Erkek çocuklarına büllüğün nasıl, kuş ötüyor mu diye abuk sorular sorup, çocuğa ilk cinsel travmasını yaratır, ortamda kız yoksa belden aşağı fıkra anlatır, şakalar yapar, sonra ortama bir kadın gelince bir saniyede Recep İvedik'ten Zeki Müren'e dönüşüverecek kadar kibarlaşır, hah Mevlana da öyle birisi gibidir.
Isparta'da şehir merkezinde Said-İ Nursi'nin müze yapılmış evinde gitmiş, kullandığı lüks arabayı da görmüştüm. Orada kullandığı lüks araba da sergileniyordu. Aslında Eğirdir'in Barla beldesinde yaşaması gerekirken, merkez de ve merkeze bağlı Sav kasabasında da uzun süre rahat rahat yaşamış ve Isparta'nın her tarafını da gezmiş.
Bu geçmişte de böyle oldu, günümüzde de böyle. Şu anda sosyal medya ortamlarında  yirmi kadar Can Yücel'e ait olmayan Can Yücel şiiri dolaşıyor.
Pandemi sürecinde indirimde diye aldığım bir kitap bana bu fikri verdi. Philippe Borgeaud diye bir akademisyen, Antik Mısır ve Yunan kaynaklarına Yahudilerin, yani İsrailoğullarının kökeninin işgalci Hiksoslarla Mısır'a gelen ama onlarla gitmeyen Mezopotamyalı bir topluluk olduğunu yazıyor. Mısır'dan kovulma sebepleri güney Mısır'da gerçekleşen bir salgından sorumlu tutulmaları. Domuz eti yasağının da sebebi gene güney Mısır'da domuzlardan bulaşan bir hastalık. Tarih boyunca bu benzer olmuştur.




19 Temmuz 2020 Pazar

CİNSİ FAŞİZME KARŞI KADINLARI DİRENMESİ GEREKLİLİĞİ

Faşizme karşı direnen kadınlar - Dünyalılar
Daha önce de kadınlar arası bir kız kardeşlik bilinci üzerinde daha önce de yazmıştım. Şimdi durumu daha açık ve net kelimelerle yazmam gerektiğine karar verdim.
En başta saldıran koca, abi, takıntılı aşık falan yoktur, saldırgan erkek vardır. Saldırmasının da sebebi sizin kadın olarak, onun istediği gibi bir kadın olmamanızdır.
Bu tıpkı bir Amerikalının siyahi, bir Sünninin Alevi ve benzeri düşmanlığı gibidir. Sorun o kadının suçu değildir, zaten kadın olarak yeterince suçludur ve erkeğe itaat etmelidir.
Ülkemizde kadın kadını pek tutmuyor, pek de korumuyor. Çalıştığım okullarda yaptığım gözlemler için söylemeliyim ki, kadın öğretmenler, birbirlerine karşı çok entrika kuruyorlar, birbirlerini pek tutmuyorlar.
Şili'de direnen kadınlar hedefte – alevi gazetesi – alevinet
Oysa kadınlar, bir kadın öldürüldüğünde bir araya gelen Siyahiler, Aleviler ya da Kürtler gibi bir araya gelmelidir. Çünkü bilirsin ki o Alevi'ye yapılana ses çıkarmazsan, bir Alevi olarak sıra sana gelir.  Bu yüzden Alevi, Alev'iyi, Kürt Kürt'ü, Siyahi Siyahi'yi kollar.
Hatta icabında bir Ermeni, sır Ermeni olduğu için zulüm görüyorsa, öldürülmüşse , onu kollarsın. Zira faşizme bir kere yol verirsen, sıra sana da gelecektir.
Travestiler, transseksüeller ve homoseksüeller bile bu kuralı öğrendi, kadınlar halen öğrenemedi. Trans cinayeti ya da trans bireye şiddet haberini duyunca hemen bir araya geliyorlar. Kadın cinayetlerinde de aynı şey olmalı, kadınlar bir araya gelmelidir.
Ayrıca kadınlara bir başka eleştirim de bazı kadın düşmanı, maço ve belalı tiplere hayranlıklarıdır.  Biz erkekler öyle küfürlü konuşan, kabadayı tipteki kadınları hiç çekici bulmaz, onlardan mümkün olduğunca kaçınırız.
400 en iyi BAYAN ASKERLER görüntüsü | Askeri, Ordu kızları ...Oysa kadınlar böyle tipleri ne kadar çok seviyor nedense? Acaba böylelerinin kendisini koruyacağını mı sanıyor?
Oysa kadınlar kendilerini en çok yakınındaki ve dahası aynı evi paylaştığı erkeklerden korumalıdır. Dünyanın hemen her ülkesinde neredeyse tüm istatistikler göstermektedir ki, kadını döven, inciten, öldüren hatta fuhşa sürükleyen çoğunlukla aynı  evi paylaştığı erkeklerdir.
Ülkemizde bir kısım kadınları belalı erkek merakı o kadar belirgindir ki, pek çok erkek, kendisine sahte bir gizem, belalılık, kabadayılık  havası verip, bunlarla kadınları etkilemeye çalışır.
Çünkü normalde erkelerin lan demesine bile katlanamayan kızlar, böyle bir erkeğe tutulunca her şeyine katlanmaya başlıyor.
Son olarak da kadınların kendisine çizdiği aşırı narin ve sürekli korunmaya muhtaç imajına karşı çıkması gerektiğini söyleyeyim.
Eski eşim, şişe kapağı açmakta bile zorlanıyordu. Oysa eve yeni alınan koltuk takımı için eskileri çıkardığımızda, çok zorlandığımdan komşu kadın üç kişilik kanepeyi tek başına taşımıştı.
Türk ordusunda tankcılık başta olmak üzere pek çok alanında kadın subay yok. Oysa Rus ordusunun %30 ve tankçılarının çoğu kadın. Hatta Rusya'da kamyon, otobüs, tramvay ve benzeri araçlarının çoğunun sürücüsü kadın.

Sanayileşmiş pek çok ülkede bu böyle.
Problemimizde her iki sorunda birbirine bağlı. Sayın kadınlar, önce kadın olmanız sebebi ile özgüveniniz eksin değil, tam, hatta fazla olsun. Gerisi gelecektir zaten.