12 Eylül 2020 Cumartesi

6 UNDERGROUND FİLMİ VE BEYAZ ADAM KİBRİ

6 Underground (2019) - IMDb
Amerika Birleşik Devletleri başkan yardımcısı Joe Biden'ın sözleri yaklaşık yedi ay sonra Türkiye'de gündem oldu. AKP'yi darbe ile değil, seçimle indireceğiz dedi ve muhalefette dahil olmak üzere tüm Türkiye'nin tepkisini çekti.
Oysa epey bir zaman önce, Rus uçağının düşürüldüğü zaman, üst düzey bir Rus politikacı, televizyonda canlı yayımda, Rusya için AKP'yi indirip, CHP'yi iktidara getirmek dedi. Aynen böyle dedi. (Olayın videosunu bulmaya üşeniyorum ama oldu böyle bir olay)
Olayı Türkiye'de kimse umursamadığı gibi, daha sonra Fetö ve 15 Temmuz'un da etkisi AKP ile Putin Rusya'sı can ciğer kuzu sarması olup, Amerika'yı kıskandı.
Bizde nasıl yeni Osmanlıcılar, Osmanlıyı en güçlü hali ile hatırlayıp, bir sürü ülkeyi küçümsüyorsa, beyaz adamlar da halen aynı kafada ve dünyanın geri kalanı ile oyuncak gibi oynama kafasında.
Gerçi itiraf edelim, beyaz adam egemenliği 1922 Kurtuluş Savaşımız ve 2. Dünya Savaşından sonra hızla gerilemekte ise de halen çok güçlü.
En son teknoloji dehası milyarder Elon Musk, Bolivyalı bir takipçisine, Bolivya'da olan bir darbe ile ilgili olarak, İstediğimiz zaman darbe yaparız, buna alışın dedi.
6 Underground filmi de bu konuda yapılmış en zırva film. Bir çeşit aksiyon pornosu da diyebiliriz. Maksat aksiyon olsun diye arabalar uçuyor, kovalamacaların biri bitiyor, diğeri başlıyor. Yönetmen Michael Bay, Hollywood'un Bombacı Mülayim'i. İstisnasız her filmde en fazla on beş dakika ara ile bombalar patlıyor, bir yerler yıkılıyor. Adama romantik komedi filmi versen, onda bile bir kaç yüz kilo dinamit patlatır.
Filmi, film eleştirisi yapan youtuberlar zaten yerin yedi kat dibine gömmüş. Biraz zorlansa absürt komedi olacakmış. Film, ara konuşmalar hariç kabaca üç bölüm. Floransa, Hong Kong ve hayali Turgiya ülkesi bölümleri.
İlk iki bölüm, özellikle de ilk bölüm, ülke tanıtımı. Malumunuz İtalya ve (her ne kadar Çin ile arasında bayağı fark olsa da bir şekilde Çin'e bağlı olan Hong Kong'un da dahil olduğu) Çin, korona salgınından dolayı turizm sektöründe çok para kaybetti.
Turizm denilince de bizim küçük burjuvaların bir kaç yüz yuroyu denkleştirip gittikleri bir kaç günlük hızlı turları anlamayın. Özelikle İtalya ve Fransa'nın asıl turist kaynağı, diğer
ülkelerin zenginleri ve ünlüleridir. Bu zengin ve ünlüler, sırf alış veril için bile yılda bir kaç kez Fransa ve İtalya'ya gider,  beş yıldızlı otellerde kalır, mini bardan da korkmadan faydalanır, zaten Türkiye, Mısır, Bangladeş gibi ülkelerde yada koronayı getiren Çinliler gibi yabancı işçilerin diktiğ, tasarımını da gene bu ülkelerdeki stilist kızların yaptığı elbise, ayakkabı ve mobilyalara, Türkiye'de bir tekstil atölyesi kuracak kadar servet bırakırlar. Çünkü bu markalar, İstinye Park gibi Türkiye'deki mağazalara her tasarımlarını göndermezler.
Pasifik Asya'da ise fuarlar ülkesi Hong Kong benzer durumda. Turizmde kuraldır, işler dursa da, tanıtım durmamalıdır.
Üçüncü bölümde hedef alına ülke ise çok açıkça Türkiye. Sadece  ülkenin adının Turgistan olmadı değil bana bunu düşündüren. Sulan 1. Ahmet'in kardeşlerine kafes hayatı yaşatıp, katletme geleneğini bırakması da açıkça söyleniyor. (Kafes hayatı da bir tek Osmanlı'da olmuştur. Avrupa'da orta çağda ara ara manastıra kapatma olmuştur.) Filmde ülke Arap ülkesi gibi gösterilmiş, o başka.
Sultanın, pardon başkanın kardeşinin kafesi de ülke dışında, Hong Kong'da. Bana Pensilvanya'da kafes hayatı yaşayan birilerini hatırlattı. Bence de onu kastediyorlar ama Amerikalılar artık bu işe açıkça devletlerinin karışmasını istemiyorlar.
 Kanlı Pazar'da kıblenin tersinde duran 6.Filoya karşı namaz kılan İslamcılar bile Amerikan karşıtı olmuş durumda. Bu yüzden filmde bile olsa Amerikan devletinin böyle şeylere karışıyor göstermemek için  senaryonun temeli absürt bir hikayeye dayanıyor. Milyarderin biri kendisini ölü gösterip, beş kişi daha bulup, onları da ölü gösterip, süper aksiyonlarla dünyayı kötülerden kurtarıyor.
Sadece altı kişi olduklarından, diktatörü devirmek için yaptıkları, ulusa sesleniş sırasında yayına girip, halkı isyana teşvik etmek. O sahneyi izlerken merak ettim, cumhurbaşkanımızın 97 kanalda birden yayımlanan konuşmasına girilebilir mi diye. Gel gelelim öyle tek bir konuşma ile halk sokağa çıksa bile Gezi, hatta George Floyd olaylarında olduğu gibi zamanla sönmeye mahkumdur. İsyanı örgütleyecek birileri gereklidir.
Film, sanki bir şeyleri kışkırtmak ama sorumluluğu almak istemeyen birilerince hazırlanmış gibi. Bizin tamamen varlığını unuttuğumuz Fetö ve örgütünün Amerika için halen umut olarak görüldüğünü düşünebiliriz.
Diktatörün demokrasi aşığı kardeşi bana hep Fetö'yü ve diğer tarikatları hatırlattı. Siyasal İslam eskiden İngiliz Muhipleri Cemiyetine bağlıydı, bu gün Nato. 2016 öncesine kadar İslamcıların Amerika aleyhine bir yazısına rastlayamazsınız.
Saddam Hüseyin ve Kaddafi, şeyhleri aracılığı ile satın alınan generalleri sayesinde çabuk yenilmişti. Türkiye'de olmaz derseniz,  15 Temmuz sonrası helikopterleri ile Yunanistan'a iltica eden subayları hatırlayın.

9 Eylül 2020 Çarşamba

FAŞİST MİTOMANİ



Yalan, konuşmanın kendisinden bile öncedir. Mesela pek çok kelebeğin kanadında iki tane kocaman göz deseni vardır. Kendisini avlamaya gelen kuşlar, kendisini kedi sansın isterler. Pek çok böcek, dala, yaprağa, kuş gübresine benzetir, aynı amaç için.
Yalan koku ile de olabilir. Bir tür örümcek var, ağlarını ucunca yapışkanlı bir topla sallayıp, dişi kokusu sanan güveleri avlıyor.
Yalanın kötü yanı, insanların bu yalanlara kendilerinin de inanmasıdır. Çünkü yalan pek çok insan farkına varmasa da başkasını kandırmak kadar, kendisini kandırmak için de yalan söyler. En gerçekçi, hatta karamsar insan bile, gerçekleri biraz yalanla şekerlemedikçe yiyemez. Gerçekler aslında hiç bir insanın hazmedemeyeceği kadar acıdır.
Yalan insan ruhuna o kadar yerleşmiştir ki çoğu toplumda nasılsın sorusuna, iyiyim demek bir selamlaşma töreninin bir parçası olmuştur.
Mitomani ise yalan söyleme hastalığıdır. Amacı toplumda odak noktası olmak, başkalarının gözünde yücelmektir.
Topluluklar içindeki mitomani, kendilerini fazla yüceltmek, başkalarını fazla kötülemek şeklinde olur.
Destanlar ve efsaneler bu şekilde oluştuğu gibi başka toplumlar üzerine söylentiler de bu şekilde oluşur. Yahudilerin yılda bir kez Hristiyan çocukları iğneli fıçıda öldürüp, kanını içtikleri; Alevilerin mum söndü yaptığı veya putperest Yunanların orgy (grup seks) yaptıkları gibi dedikodular da bunu sonucudur.
Bu faşizan mitomanide insanlar yalanlara inanmasalar da, işlerine gelince inanıyormuş gibi yaparlar. Naziler, Yahudi kanının kirli olduğundan bahsederlerken, yaralı askerler için toplama kamplarındaki Yahudiler ve Romanlar olmak üzere bütün esirlerin kanlarını hunharca sömürüyorlardı.
Faşizan mitomani, kendisini yüceltmenin bir bahanesini hep bulur. Müslümanlar savaşlarını cihat, yani İslamı yaymak için yapar.
Oysa Osmanlı Balkanlarda, Emeviler İber yarım adasına, Tatarlar Rusya'da halkı Müslüman etmek için o kadar da uğraşmamışlardır. Yüksek cizye vergisi toplamayı tercih etmişlerdir.
İngilizler  ve Fransızlar işgal ettikleri yerleri medenileştirme iddiasında bulunmuşlardır. Oysa bu gün dünyanın en yoksul ülkeleri, bu ülkeleri eski sömürgeleridir.
Çocukluk ve gençlik yıllarımda Sünnilerin önemli bir bölümünün bu mum söndü rivayetine inandıklarını sanırdım. Lakin üniversite biter bitmez öğretmenliğe başlayınca, dünürcülük yapıp, beni evlendirmek isteyen Sünni, hatta Sağcı arkadaşlarım oldu. Sonra Faşizmin böyle yalanları hep ürettiğini, işine gelince suçlamak için kullandığını, gelmeyince de yokmuş gibi yaptığını öğrendim.
Bu mum söndü yalanının kökeninin çok eski olduğunu, Sünni ulemanın kendisine biraz muhalif herkes için bu iftirayı attığını da öğrendim.
Öğretmenliğe ilk başladığımda, sağcılarda bu mitomaninin ne kadar çok olduğunu bilmiyordum.
Sadece solcular için değil, birbirleri hakkında da ağza alınmaz dedikoduları oracıkta üretiyorlardı.
Joseph Goebbels'in meşhur ilkelerini hatırlayalım. Sürekli yalan söyle, yalanında ısrar et, yakalanıca daha büyük yalan söyle gibi ilkeleri Goebbels kendisi uydurmamıştı.
Naziler, anlattıklarına göre bu ilkeleri kiliseden almışlardı. İsa'nın hikayesini sürekli anlatıp, herkesin gerçek yapmıştı.
Gene ilk atandığım ilçe-köye kadar mitomanlığı başka yerde görmedim ama mitomanlık tanıdığım sağcı herkeste vardı. Sonra okuduğum eserlerde de mitomanlık gördüm.
En meşhuru, uzaya giden ilk insan olan Gagarin'in uzayda Allah'ı göremediğini söylediği iddiasıdır ki, bu dedikodu da Kısakürek'in Büyük Doğu topluluğunun çıkardığı bir dedikodudur ve amacı da uzaya ilk komünistlerin gitmesinin yarattığı etkiyi azaltmaktı. Kısakürek bunun için şiir bile yazdı. Oysa bu kocaman bir yalandı. Din kültürü bu yalanı uzun yıllar okullarda anlattı. Gagarin inançlı bir komünist olarak muhtemelen bir Ateistti ama ne o, ne de Sovyet yönetimi dindarları kızdıracak böyle bir kışkırtmaya izin vermezdi.
Cemil Meriç'de Diderot'un Fransız ordusuna çürük yumurta sattığını falan yazmakla kalmaz, Fransız aydınlanmasını ünlü tüm yazarlarına, filozoflarına bir bahane ile hakaret eder.
Bu Faşizan mitomani halen de devam ediyor.
Bilmem kaç haftadır camide içki içenlerin videoları gösterilecek. Caminin imamı bile bu olayı ret etti ama halen ne videoyu yayımlıyor, ne de iddialarını geri çekiyorlar. Benzer bir durum, Kabataş'da yarı çıplak, deri elbiseli adamlar olayı için de geçerli.
Bundan yirmi yıl kadar sonra da söz konusu videoyu yok ettiler diyecekler.
Camilerin ahır yapılması ya da Atatürk-İnönü dönemi hakkında atılan hakaretler de böyledir.
Her sene Eylül ayında fındık ve diğer tarım ürünleri ile inşaat işçileri bayrak yakma veya Apo'yu dersteklemeden dolayı linç edilirler. Oysa asıl sebep, işverenin üç kuruşluk yevmiyeleri vermek istememesi ya da daha ucuza işçi bulmasıdır.
Faşist mitomani evrenseldir.
Kendi yalanına inanma hastalığı: Mitomani,

6 Eylül 2020 Pazar

NECİP MAHFUZ-DİLENCİ, DİSÜTOPYA'NIN HASI




Disütopya denilince akla belli başlı bir kaç roman gelir. 1984, Cesur Yeni Dünya falan. Son yirmi yıldır da, özellikle Açlık Oyunları serisinden sonra popüler gençlik romanlarında ve sinema filmlerinde disütopya konusu çok işlenir oldu. Buna bir de kıyamet sonrası filmleri-romanları eklendi.
Bu romanlar genelde hayali bir gelecekte geçmekte, oysa ya biz o disütopyanın içindeysek ve pek çok kişi bunu yaşıyorsa?
1988 Nobel Edebiyat ödüllü Mısırlı yazar Necip Mahfuz'un dilenci romanını beş altı yıl önce okurken aklıma bunlar gelmişti.
Roman 1950'li yıllar Kahire'sinde geçer. Ömer, varlıklı bir bürokrattır. Bir gün iktidar veya iktidar içi güç dengeleri değişince, makamından ve  varlığından olur. Bu iktidar değişimi nasıl olmuştur, isyan mıdır, darbe midir yoksa iktidarın içinde güç değişimleri midir, birileri başkanın gözünden mi düşmüştür, bilemeyiz. Bunların hepsi de mümkündür.
Mesela Osmanlı'nın ünlü sultanlarından Yavuz Sultan Selim, sekiz yıllık kısa saltanatında, o kadar çok sadrazam ve vezir idam ettirmiştir ki; Yavuz'a vezir olasın diye beddualar edilmeye başlamıştır. Mimar Sinan padişahtan dayak yiyerek, Piri Reis seksen küsur yaşlarında idam edilmiştir.
Tek adamcılığı, diktatörlüğü istikrar sananlar, bunun öyle olmadığını çok acı bir şekilde anlarlar.
Roman ile ilgili başka bir not, Zülfü Livaneli'nin Mutluluk romanı, Dilenci romanının siyasetten sıyrılmış taklididir. Mutluluk filminin ise, Livaneli'nin romanıyla da çok alakası yoktur.
Ömer birden makamından olunca, Sarte, Camus gibi varoluşçu yazarların roman kahramanlarının yapacağı gibi her şeyi boş verip, varoluş bunalımına girer.
Evi terk eder, serseriliklerinde genç bir kızla da ilişkiye girer. Bu süreçte partisinden bir büyüğünün karısıyla ilişkisi olduğunu keşfeder. Sonra bunu aslında bilip de, kendisine de itiraf edemediğini keşfeder.
Ardından gençliğini hatırlar, ne ideallerle ortaya çıkmış, ne mücadelelerden geçmiştir. Sonuçta onlarca yıllık iktidarında kendisini ve ailesini zengin etmekten ve mümkün olduğunca çok makamında kalmaktan başka bir özelliği olmayan, eski bir bürokrat-politikacı olmuştur. Ömer tekrar eski ideallerini arar ama onlar da gençliği gibi kayıptır.
Murat Efe on Twitter: "Abdullah Gül, 5yıl (BEŞ) sonra neden #30Ağustos  yazdı; Bayram neden Bayramımız oldu; #15Temmuz öncesi ordu derken, şimdi  neden #Atatürk'ü andı demiyorum! Tüm siyasetçilere, az biraz MERT olun  diyorum
Herkes artık ona acıyarak bakmakta, bir dilenciye sadaka verir gibi ilgi ve şefkat vermektedir.
Bu aslında antidemokratik ülkelerde her zaman yaşanan bir şeydir. Yıllarca milli bayramlarda hasta olan eski cumhurbaşkanı, ilk kez 30 Ağustos'u kutlayan mesaj attı. Bombalar oyumuzu arttırıyor diyen eski başbakan bu gün muhalefet lideri ve hiç sağcı olmadım falan diyor ki bence bunlar tam bir dilenme davranışı.
Örnekler o kadar bol ki.. Onlarca yıl Doğu Almanya'yı demir yumrukla yöneten, her gün, hatta her saat televizyonlarda görünen Honecker; Berlin duvarı beş yüz ila bin yıl daha ayakta kalacaktır demesinden bir sene kadar sonra duvar yıkıldı ve iki Almanya'nın birleşme görüşmelerinde Honecker'e fikrini bile sormadılar.
Hiç bir uçak sonsuza kadar havada, hiç bir gemi sonsuza kadar denizde durmayacağı gibi, hiç bir iktidar da sonsuz değildir.
Sonrasında size duyulan saygılar, hatta gösterilen nezaket bile, bir dilenci sadakasıdır.

2 Eylül 2020 Çarşamba

TECAVÜZÜN SİYASİLİĞİ

Yıllar süren tecavüz hastanede ortaya çıktı: Sadece iki hafta tutuklu kaldı
Devlet, üzerimizdeki en büyük otoritedir ve bu yüzden her şeyde siyasidir. Kadın cinayetleri siyasidir dedik, çünkü  muhafazakar devlet, sınıf egemenliğinin devamı için erkek egemenliğin devamını ister.
Lawrence Britt'in meşhur faşizmin 14 karakteristlik özelliğinden biri de cinsel ayrımcılık, erkek egemenlik ve kadın düşmanlığıdır.
Kadını güçsüzleştirmek ve erkeğe bağımlı hale getirmek için, tüm erkekleri kadının düşmanı yapmak gereklidir. Bu yüzden de erkeğin kadına karşı suçları cezasız kalmalıdır. Bunun da en iyi yolu, asıl cezayı tecavüze uğrayana vermektir.
Tecavüze uğramış olmayı, bakireliği yitirmiş olmayı kadına ağır bir yük yapmalıdır. Öyle bir yük ki, bu sadece devletin değil, töre, gelenek, mahalle baskısı diye kutsanan toplumsal baskı ile de kutsanmalıdır. Tecavüzcüsü ile evlenmesi, tecavüzcünün değil, kadının kurtuluşu sayılmalıdır. Tecavüze uğrayan kadın, namusu temizlemek için öldürülmelidir.
Faşizmin 14 Temel Özelliği | HALKIN KURTULUŞU
Cumhuriyetin ilanından bu yana kadın hakları hem yasalarla, hem de toplumsal kültür olarak çok yol aldı ama faşizm daima geri dönüşler peşindedir ve hedefi kadınları geri eve kapatmaktır.
Tecavüzcü ya da kadın katili, mahkemeye çıktığında da türlü türlü ceza indirimleri almalıdır.
Benzer tecavüz durumu erkekleri erkeğe tecavüzleri (fiili livata) için de olmalıdır. Toplumda puşt, ibne, yavşak gibi kavramlar hep pasif homoseksüelliği anlatır. Erkeklik organı aktif olduğu sürece yapılan işler mubahtır. Tecavüze uğrayan erkek, yapılmış diye mimlenip, diğer oğlancıların hedefi olmaktan korkup, susmalıdır.
Bu sadece yasalarla yapılmaz. Fransız filozof Althauser'ın dediği gibi devletin pek çok propaganda aracı vardır. Okul, derslerden ibaret değildir.
Yeşilçam filmlerine bakarsanız,  kadının bakireliğini kaybetmesi, ya genelevde çalışma ruhsatıdır ya da ölümünün fermenıdır.
Nuri Alço'nun Kayıp Kızlar filmi, seksenlerde defalarca televizyonlarda gösterildi ve benzeri bir kaç film yapıldı. Bu filmler ülkenin tek televizyon kanalında defalarca yayımlandı. Bir dönem kızlar hiç flört yaşamadı. Filmdeki gibi fuhuş mafyasının kızları satmak için yakışıklı erkekleri kullandığı efsanesi yıllarca dillerde dolandı.
Gene seksenli yıllardaki Küçük Emrah filmlerinin de politik olmadığını söyleyemeyiz. Gene o dönemde 12 Eylül ve arkasından gelen sağcı hükumetler,  Duygu Asena gibi cesur kadınlarla yaygınlaşan feminist hareketlere karşı propagandayı bu popüler filmlerle yaptılar.
Şu son yıllarda olanlara bakalım.
Karaman'da kırk beş çocuğa tecavüz eden öğretmen, vakıf, milli eğitim müdürlüğü gibi kurumlardan destek olmasa,  buradan birilerinin haberi olmasa yapabilir miydi? Ayrıca neden o çocuklar neden kendilerine şikayet edecek bir merci bulamamışlardır?
Tarikatlardan iki de bir tecavüz haberi gelmesi tesadüf müdür?
Son günlerce tecavüzcü düşük rütbeli bir askerin sadece kendisi savunulmuyor, genel anlamda tecavüzcülük savunuluyor ki, kadınlar eve kapansın, okumasın, köle olsun.

31 Ağustos 2020 Pazartesi

KAHRAMAN TÜRK KADINI SAİDE

87-children-film-poster (1) - Jewish Film Festivals
Saide Arifova 13 Kasım 1916'da Kırım'ın Bağçasaray kentinde doğdu. Hayatı boyunca ciddi bir siyasi mevkisi olmadı, çok para kazanmadı.
Onu tarihe geçiren, Kırım'ın yaklaşık iki buçuk yıllık süren Nazi işgali sırasında yaptıklarıydı.
Holokost sırasında hayatını tehlikeye atarak 88 Yahudi’nin (Aşkenaz ve Kırımçak) hayatını kurtardı. Bağçasaray Anaokulunda müdür olan Saide, okuldaki çocukların etnik kimliklerini sakladı. Onu sorgulayan, Nazi askerlerinden çocuklar hakkındaki bilgileri saklayarak, onlara sahte belge ve raporlar temin etti, bu şekilde hayatlarını kurtardı
Naziler, karma evlilik yapmış Saliyev Ailesini, Yahudi olarak sınıflandırmak suretiyle katletmek istiyorlardı. Saide Öğretmeni, sorgu sırasında ailesini öldürmekle tehdit etmelerine rağmen, Saliyev Ailesinin tamamen Kırım Türk ailesi oldukları hususunda ifade verdi.
Saide Öğretmen, Yahudi komşusu, Volya Polyakova ve babası Mordehay Zengin’in Karay olduğu konusunda ifade verdi. Saide Öğretmen sayesinde savaş sırasında cephede olan Bay Schwartzman’ın eşi Saide Celilova ve kızları Maya hayatta kaldılar.
Cephede savaşan Moyşe Hovaylo’nun eşi ve küçük çocuğunu, Bağçasaray’a 20 kilometre uzaklıktaki Duvanköy’de sakladı.
Сәидә Арифова — Wikipedia1943 yılının ortalarında, Kırım Partizan Komutanlığı, Saide Arifova adlı bir Kırım Türkü öğretmenin, Yahudileri Nazilerden kurtardığını genel komutanlığa rapor etti. Yalta ormanlarında faaliyet gösteren Kırım Partizanları Güney Birliği Komiseri Mustafa Selimov, Saide Öğretmen’in yanına kendi adamlarından Maye Hurşudova’yı gönderdi.


Naziler çocukları canlı kalkan olarak kullandı

1943 yılının Eylül ayında, Kerçtaş’taki Hacı Muşkay Taş Ocaklarında, Kırımlı partizanların Nazilere karşı mücadeleyi kaybetmesi sonrasında, Naziler ele geçirilen partizanların çocuklarını bir araya topladı. 2 ile 15 yaş arasında 73 çocuk toplanmıştı. Çoğunlukla Yahudi olan çocuklar, Kerç şehrindeki yatılı okula yerleştirdi. Bu çocukları Naziler Kerç, Akyar (Sivastopol) deniz yolu hattında, savaş gemilerinin üzerine yerleştirerek, canlı kalkan olarak kullanıyorlardı.
88 BALANI FAŞİSTLERNİÑ ELİNDEN QURTARĞAN CESÜR QAHRAMAN 'SAYDE ARIFOVA' -  Kırım'ın Sesi GazetesiSovyet uçakları, Nazi savaş gemilerinin üzerindeki bu çocukları gördüklerinde, bu gemileri bombalayamıyordu. Bundan dolayı çocukların sağlık durumları çok kötüydü. Saide Öğretmen bu çocuklara yardımcı olmak için, Bağçasaray şehri sakinlerinden, gıda ve giyecek yardımı sağlamaya çalışıyordu. Herkes elinde ne varsa Saide Öğretmen’e yardımcı oluyordu. Bu sayede çocuklar yavaş yavaş iyileşmeye başlamışlardı.
Сәидә Арифова — WikipediaSaide Öğretmen bütün çocuklara, Kırım Türkçesi, Kırım Türk adet ve dualarını öğretmişti. Hepsine Kırım Türk isimleri vermişti. Ayrıca resmi evraklarını, Kırım Türkleri şeklinde düzenlemişti. Saide Öğretmen’e yardım eden Doktor Fayzullayeva, hasta çocukları ilaçsız bırakmıyordu. Bu şekilde çocuklar, Kırımlı yardım meleklerinin kanatları altında kendilerini toparladı. Saide Arifova sayesinde hepsi hayatta kaldı.
Çocuklar kurtarıldı
Bir gün Bağçasaray Nazi Komutanlığı, çocukların her an Almanya’ya sevkiyatı hususunda hazırlanması gerektiği bilgisini verdi. Bunun üzerine Bağçasaray Partizan Komutanlığı, Saide Öğretmen’e çocukların hayatlarının kesinlikle kurtarılması hususundaki emirini iletti. Doktor Fayzullayeva, çocukların tüberküloz, uyuz ve Nazi askerleri için sakıncalı görülen diğer hastalıklarının olduğu hususunda rapor verdi.
Bu belgeler Nazilere iletilince bulaşıcı hastalıklardan dolayı panik yaşayan Naziler, çocukların Almanya’ya sevkiyatını askıya aldı. Çocukların, Nazi Komutanlığından uzaklaştırılması kararı alındı. Saide Öğretmen’in savaştan önceki tanıdığı Belediye Başkanı Rifat Divanov aracılığıyla, Bağçasaray şehrinden 3 kilometre uzaklıktaki Salacık Kasabındaki, Kırımlı Türk Lideri İsmail Bey Mirza Gasprinskiy’nin eski evine yerleştirilmeleri teklif edildi. O vahşet dolu yıllarda, elindeki tüm imkânları ve bağlantıları kullanarak, dağlarda Nazilere karşı mukavemet gösteren partizanlardan temin ettiği inşaat malzemeleriyle, 23 Şubat 1944 tarihine kadar oğluyla beraber, çocukların sığındıkları evi tamir etti ve çocukları oraya yerleştirdi. Böylece çocukları Naziler ve Gestapodan uzaklaştırmayı başardı. 13 Nisan 1944’te Kırım Partizan Birlikleri, Bağçasaray ve nahiyelerini, Alman Nazilerden temizlemeyi başardı.

Seytablayev'in yeni filminin fragmanı yayınlandı | Kırım Haber Ajansı
Saide Öğretmen ve ailesine sürgün

Naziler geri çekilirlerken, çocukları da beraberlerinde Almanya’ya götürmeyi başaramadı. Bu olaylar sırasında Saide Öğretmen, Naziler tarafından tutuklanarak zindana atıldı. Ağır işkencelere maruz kaldı ama hiçbir şekilde çocukların kimlikleri konusunda bilgi vermedi.
Saide Arifova kendisiyle yapılan bir röportajda, “O sıralarda korkuyor muydunuz?” sorusuna, “Korkmak mı? Kemiklerim kırıktı, defalarca Gestapo’ya gittim. Pasaportuma güvenilmez mührü basılmıştı. Bağçasaray dışına çıkmam saklanmıştı. Hayır, artık korkmuyordum. Böyle zamanlarda insan korkmuyor” diye cevap verdi.
Trailer to the New World-Changing Ukrainian Film “Somebody Else's Prayer”  Is Out - Life in Ukraine. Live, @ first hand.
Naziler, Saide Öğretmen ve ailesini idam edecekti. Ancak onları mucizevi bir şekilde, Romen ordusu komutanlarından, Romanyalı Kırım Türkü din adamı İsmail Efendi Saliyev kurtardı.
Sovyet Rus hâkimiyeti tarafından, 18 Mayıs 1944’te Saide Öğretmen ve ailesi, tüm diğer Kırım Türkleri gibi vatan haini olarak ilan edildiler. Özbekistan’ın Semerkant bölgesine sürgün edildiler.
Ancak Kırım Türklerinin, Sovyet Rus hâkimiyeti sırasındaki sürgünü öncesinde, Saide Öğretmen, sakladığı Yahudi çocuklarının, Kırım Türk’ü olmadıkları konusunda NKVD görevlilerini bilgilendirdi ve belgelerini ibraz etti. Bu şekilde Sovyet hâkimiyeti tarafından tatbik edilen sürgün ve katliamdan Yahudi çocuklarını kurtardı.
Saide Öğretmen’in hayatlarını kurtardığı tüm Yahudiler, Saide Öğretmen ve ailesini, sürgünden kurtarmak için çeşitli resmi makamlara başvurdu. Maalesef bundan hiçbir sonuç elde edemediler.
Ukrainian Canadian Film Festival - Her Heart by Akhtem Seitablayev –  Canadian Premiere in Ottawa – October 30, 2018 | Facebook
Saide Öğretmen NKVD Ajanları tarafından, kamyonla sürgüne götürülürken, kamyonun peşinden koşan Yahudi çocukları, “Saide Annemizi bizi geri verin” diye feryat ederek ağlıyordu.
Perestroyka döneminde, Saide Öğretmen ve oğlu Mustafa Arifov, vatanları Ukrayna, Kırım’a geri döndüler.
Saide Bita (Büyükanne) 91 yaşında, 9 Ağustos 2007’de ebediyete intikal etti. Akmescit (Simferopol) şehrinde Acıkal (Çistinkoye) Müslüman kabristanında toprağa verildi.
Buraya kadar yazdıklarımı büyük ölçüde Türkiye Yahudilerinin gazetesi Şalom'dan aldım, hatta bire bir kopyalayıp, yapıştırdım.
Bu yazının birinci amacı, Saide Arifova'nın kahramanlığını anlatmaktı. Kendisi ile ilgili bilgileri Şalom benzeri Yahudi kaynaklardan veya Vikipedi gibi internet bilgi sitelerinden alabilirsiniz.
Kendisi ile ilgili olarak Ukraynalılar 87 Childiren diye film yapmış. Filmi bayağı uğraştıktan sonra Youtube'da izledim. Türkçe al tyazı olmadığı gibi, filmi yayımlayan Ukrayna televizyonunun tüm reklamları da duruyordu.
Filmde Saide pek az konuşuyor, neredeyse hiç konuşmuyordu ve bence fazla pasif gösterilmişti. (Biri hayrına Türkçe alt yazı eklese görüşlerim değişir belki)
Öte yandan Saide hanımın yaptıkları, başka bir yalanı ortaya çıkarıyor, Kırım Türklerinin sürgününe bahane olan Nazi işbirliği suçlaması.
Resim
Her toplumda hain bulunur ve işgalciler her toplumda işbirlikçilerini bulur. 
Muhtemelen Kırım Tatarları içinde de ciddi anlamda işbirlikçi vardı ama tüm toplumu bununla suçlamak ne kadar ciddi. Sadece ana okulu müdürü seviyesinde bir mevkisi olan Saide Arifova, Tatarların çoğunluğu iş birlikçi olsa bunu başarabilir miydi? Almanları çok önem verdiği Yahudi Holostundan (soy kurutma) bu kadar çok insanı kurtarması, Saide'nin çevresinden önemli bir destek aldığının ispatı olduğu gibi, Tatarların çoğunluğunun Nazilerin anti semitik politikalarına şiddetle karşı olduklarını da göstermektedir.
Almanlar gibi ciddi bir devlet örgütlenmesi olan bir işgalci güçten bu kadar insanı kurtarmak az yiğitlik değildir. Pek çok yörede tek Yahudi bile sağ kalmamıştır.
Demek ki azınlıklar hakkındaki dedikodu ve hakaretlere hemen inanmamalıyız. Zaten faşizm kara propaganda olmadan başlamaz.
Sovyetlerin de azınlıklara karşı faşizan uygulamaları çok oldu (en başta Bulgaristan Türklerine yapılanları hatırlayalım.)
Öte yandan Saide ve onun gibi insanlık kahramanlarını unutmayalım.

28 Ağustos 2020 Cuma

NİHAT GENÇ'İN EZEL DİZİSİ ÜZERİNE İDDİALARI 2




Okuru pek az olan blogumda en fazla okuna yazılardan biri de Nihat Genç'in Ezel dizisi ile yazdığım yazı. Hemen her gün illa bir iki kişi okuyor bu yazıyı.
Bunda dizinin halen süren popülaritesi kadar Fetö örgütünün komplo düzenleme ustalığı da etkili olmakta. Örgütün televizyon dizilerini halkı yönlendirmek için kullandığı da bir sır değil.
Dizilerin yayımlanırken ortaya atılan, halk bunu istiyor yalanını artık yutmamalıyız.  Kenan İmrizalıoğlu'nu ünlü yapan Deli Yürek dizisi bir buçuk yıl boyunca düşük reytingle yayımlandı. Ezel 'in ise ikinci sezonun başında reytingleri hızla düşmüştü. Sonra toparlanır olsa da, eski durumuna gelememişti.
Galiba diziyi en çok izleyenler ekşi sözlükçülerdi. Ben de o zamanlar sözlüğün bayağı sıkı okuyucusuydum. Hatta sözlükte dizi ile ilgili bir tüplü televizyon muhabbeti dönmüş, dizide de buna atıf yapılmıştı.
Diziden komplo teorisi  çıkarmamızın en temel sebebi olan sahneyi bir hatırlayalım:
Temmuz adına bir asker, İstanbul boğazında külotuna kadar soyundurulur, sonra vurulup, boğazı kesilerek denize atılır.
Simpsonlardan bile dehşet bir kehanet.
Bence Simpsonların kehanetinde Fox Compertion ve  onun haber ağındaki onaylanmamış  ve kayıt dışı (off the record) haberleri senaryolaştırdıklarını düşünüyorum.,
1-SENARYONUN ANA YAPISI
atatürk e benzeyen adamın ezel de oynaması - uludağ sözlük galeri
Film, dizi, roman ya da benzeri sanat ürünlerinde,  subliminal ya da gizli mesajlar, öyle geri planda haç, penis, orak çekiç veya ona benzer şeyler değildir, eserin bütünü, çoğu kez olmayan şeydir. Mesela Red Kid çizgi romanında hiç siyahi karakter olmaması, sadece konuşmayan uşaklar olarak görülmesi gibi.
Deli Yürek, Kurtlar Vadisi gibi diziler, mafya ve derin devleti sevimli gösterip, kanun dışı devlet infazlarını kahramanlık gibi gösterdi. Halkın bu tip devlet-mafya ilişkilerini normal görmesini sağladı.
Ezel dizisinde ise sürekli kumpas, dolap çevirme, iki yüzlülük ve dolap çevirme vardı. Kumpas demişken, dizi yayımlandıktan hemen sonra (yetmez ama döneminde yayımlandı dizi) bir dizi kumpas davası ile ordunun masum subaylarının ve pek çok Atatürkçünün haysiyeti çalınmıştı.
Dizide Dayı (Ramiz Karaeski), Ezel, Kenan Birkan, Tevfik hariç hiç bir karakterin safı belli değildir. Dizideki Dayı ile Kenan zaten birer kutup iken, diğerleri her az taraf değiştirmektedir.
Kenan'ın tetikçisi ve sağ kolu Temmuz bile, Kenan ve Cengiz arasında gelip, gitmektedir.
2-KARAKTERLERİN GARİP ADLARI
Fenomen Dizi Ezel'de FETÖ Mesajları mı Verildi - Haber
Dizideki karakterlerin adları da ilginç ve manidar. Bazıları sadece dizide. Mesela Temmuz, Sekiz ve Ocak. Temmuz'un manasını öğrendik. Bence Ocak, ocak ayı değil, başlangıç anlamında. Ocak, dizde Ramiz'in sağ kolu Tevfik'i öldürüyor.
Tevfik denilince sıradan Türk insanının aklına ilk gelen isim, şair ve eğitimci Tevfik Fikret'tir. Nurcuların aklına ise, Sair-i Nursi'nin katibi Tevfik Göksu'dur. Babasının görevi sebebi ile yirmi yıl Şam'da kaldığı için, Şamlı Hafız Tevfik diye anılır. Nur'un birinci katibi unvanı vardır. Yeni nesil, Çay Hause gibi youtubekanalların trol saldırısı ile yeni nesi Fetö'yle beraber, Nurculuktan da uzaklaşmakta.
Ramiz, rumuzla yada ima ile konuşan anlamına gelir ki bu hem Fettullah Gülen'in hem de Said-i Nursi'nin yaptığı iştir. Ramiz'in lakabı dayı'nın ilk akla gelen anlamı annenin erkek kardeşi demektir. Osmanlı'da bölge yöneticilerine de dayı denildiği olmuştur (Cezayir dayıları gibi). Öte yandan dayı kelimesinin kökeni Arapça DAİ'den gelir. Davet Eden demektir ve dine davet eden anlamına da gelir.  Kenan, Nuh'un babasına ve onun haber verdiği tufana inanmayan oğludur. Yani bir taraftan, dinden dönen, inkar eden anlamına gelir. Ezel, sonsuz geçmiş demektir ve İslam'da Allah'ın bir sıfatıdır. Bayraktar ise, bayrak tutmaktan öte, önder, öncü demektir. Eyşan ise, hecelendiği gibidir, ey  şan. Ezel'in gençliğindeki adı ise Ömer,  adaletliliğin ve masumiyetin simgesidir.
Diğer isimler üzerinde yorumlamaların zorlama olacağını inanıyorum, belki bu yaptıklarım da zorlama, hatta fazla zorlama yorum.
3-DİZİDEKİ BAZI GARİP OLAYLAR VE OLGULAR
Fenomen Dizi Ezel'de FETÖ Mesajları mı Verildi - Haber
Dizideki en garip olgu, daha önce de dediğim gibi kumpaslar ve çevrilen dolaplar. Daha ilginci dizideki kişiler kumpas  kurmaktan gurur duyması, bununla övünmesi, kumpasla mahvettikleri kişiler, bak ne güzel yaptım demesi.
Dizinin iki sezonunun birbirinden keskin çizgilerle ayrılması, ilk sezonun Ezel (Ömer)'in öyküsüne yönelikken, 2. sezonunun Ramiz Dayı odaklı olması, ilk sezonunun Monte Cristo Kontu'nun kopyası gibiyken, 2. sezonunun ciddi ciddi derin devleti konu alması
Ramiz dayının sevdiklerine yeğen, sevmediklerine kardeş demesi, kardeşliği bir düşmanlık olgusu olarak tarifi de ilginç. Bir de o kadar kin ve düşmanlıktan sonra bile Kenan Birkan'ın Ramiz'e abi demesi, düşmanlık anında bile saygı göstermesi.
Ramiz'in Sait-i Nursi gibi gençken de, yaşlıyken de bıyıklı ve sakalsız oluşu, Kenan Birkan'ın gençken bıyıklıyken, yaşlandığında Atatürk gibi bıyıklarını kesmesi; Ramiz'in Nursi ve Fetullah gibi bol, cübbemsi şeyler giyerken, Kenan'ın Atatürk gibi üzerine tam oturan takım elbiseler giymesi ve Atatürk gibi saçlarını  geriye taraması.
Kenan Birkan'ın devlet başkanı gibi tüm kamu kuruluşlarını isteğine göre yönetmesi, istediği gibi yönlendirmesi, o ve adamlarının (özellikle Temmuz'un) her yaptığının (Ezel intikamını alana kadar) her yaptığının yanına kar kalması. Bu özelliklerin özellikle 2. sezonda seyircilerin gözüne sokulması.
Kenan Birkan ve ülkenin zengin elitlerinin, kendi lüks dünyaları ve özel anlarını ara ara Eyşan'a sergilemesi sonra şairlerin şiirlerini, ressamların resimlerini yaptıkları özel mekanın gösterimi. İkinci sezon boyunca devlete ve orduya bir sürü kötü kavramın yüklenmesi
Çoğu ikinci sezonda ortaya çıkan tuhaf isimli ( ocak, sekiz, temmuz) kötü karakterlerin ordu kökenli olması, çocukluktan itibaren ordu tarafından yetiştirilmesi
Temmuz'un ölmeden az önce ortaya çıkan her şeyden ikişer tane edinme takıntısı
Ezel'in kendisine düşman kampta olduğu halde ikide bir yardım et Eyşan deyip, durması.
Aslen Ezel'in olan fakat Cengiz tarafından yetiştirilen oğlu Can'ın, kendini yetiştiren ve çok da ilgili olan Cengiz'i çabucak unutması, annesinin başka bir erkekle birlikte yaşamaya başlamasını çabucak kabullenmesi (bence dizinin an mantık dışı kısmı buydu).
Kenan'ın has adamı Kaya'nın önce yanlış anlama ile Kaya'dan kopması; sonra patronu ile barışmış iken  Dayı'nın ölümünün ardından tüm gün depresyona girmiş rolü yapan Ezel tarafından zehirlenerek öldürülmesi (Bana Akp'den ayrılıp, parti kuranları getirdi, bir zamanlar Erdoğan ile kabgalı iken, şimdilerde ortak olan Bahçeli'de akla gelebilir.) Sonra da hep Ezel'in galip gelmesi.
Dayı'nın dizinin finalinden çok önce ölümü, Tuncel Kurtiz'in yaşlılığı ve hastalığı ile açıklanmıştı. Haluk Bilginer sağ olduğu halde, finalden çok önce öldü. Tucel Kurtiz ölmeden az önce de Muhteşem Yüzyıl gibi ciddi bir dizide, ciddi bir tarihsel karakteri canlandırdı. Kenan Birkan'ın kendi odasında, kendi silahı ile intihar etmiş gibi gösterilmesi de (hele de Ezel'in önce bunu açıkça Kenan Birkan'a söylemesi.)
Dizi son bir kaç bölümde Ezel-Cengiz mücadelesi boyutuna iniyor ve filmin sonunda Dayı ve Kenan'ın düzeninden, mal varlığından iz bile kalmıyor.
Ezel'in kendini öldü gibi gösterip, oğlunun yıllar sonra kendisini  bulması ve Sızıntı dergisinin meşhur kapağına benzetilen kavuşma sahnesi de tartışmalı. Dayı, ölmeye bin sebebin olsa bile bunu yutma, yeni bir hayat kuracaksan bunu yut diyor. (Oysa final Kenan Birkan, Cengiz ve benzerlerinin öldürülmesi ve Ezel'in muhteşem zaferi ile bitebilirdi)
Gene Nihat Genç'in iddialarından yola çıkarak dizideki iki ilginç noktayı da hatırlayalım.
Ramiz, hapisten çıktıktan sonra, balık ekmek satıcısı ile sohbet ediyor. Satıcı dışarıda mıydın diye sorunca hayır içerideydim diyor (15 Temmuzda içeride olduğunu gördük)
Kenan Birkan Vurulma Sahnesi - YouTubeBir de Cengiz, Kenan'ın yanına geçtiğinde, ona kumarhanelerin yeniden açılacağını söylüyor. Otel kumarhaneleri açılmadı ama sokaklar ve internet kumarhanelerle doldu. Atlar artık haftada 2 gün değil, her gün koşuyor. Uganda, Paraguay gibi adını haritada bulamayacağınız ülkelerin icabında buz hokeyi gibi ne olduğunu bile bilmediğiniz karşılaşmaları için iddaa (iddia) oynayabiliyorsunuz ve bayide bilemeyeceğimiz çeşit oyun var.
SONUÇ YERİNE
Bu yazıyı yazma sebebim Temmuz'un ölüm sahnesi ve örgütün bu tür yönlendirmeleri çok kullanması. Bir de dizi yayımlandığı zaman, televizyonda biter bitmez youtube'da yayımlanıyordu. Bir şey bedavaysa, ürün sizsiniz sözü aklıma geldi.
 Zorlama olup, olmadığını da yakında anlarız.



20 Ağustos 2020 Perşembe

OSMANLICA HAKKINDA YANLIŞLAR VE GERÇEKLER

Bu harf devrimi ve Osmanlıca meselesi, sık sık kamuoyunun önüne geliyor. Ben üniversitede iki dönem ve iki kredi ve sadece matbu Osmanlıca öğrendim. Aslında kendimi  bu konuda konuşmaya çok da yetkili hissetmiyorum. Lakin Osmanlıca konusunu iyi bilenler, nedense bu konuları kamuoyuna ve gençlere anlatmıyor. Ben de kendi fikrimce bildiklerimi anlatacağım. Yanıldığım noktalar olabilir, birileri düzeltirse sevinirim.
1)Yanlış: 1400 yıl boyunca Türkler aynı yazıyı kullandı.
Doğru: Arap harfleri kullanılmakla beraber, aynı yazı 1400 sene boyunca kullanılmadı. Selçuklu devletinde resmi dil Farsça'ydı. Önceki dönemlerde de yazı dili olarak pek çok kez Arapça ve Farsça tercih edildi.
İspanya'nın Dersaadet Sefaretine yazılmış Osmanlıca belge | Nadir ...Türkçenin yazı dili olarak yerleşmesi, Karamanoğlu Mehmet beyin Türkçeyi resmi dil olarak ilan etmesiyle başladı. Osmanlılarda ise 50-80 yıllık dönemlerde yazı dili değişti. Arapça-Farsça kelimeler araya girdi ve bazıları bazı dönemlerde kullanılıp, unutuldu. Bazı dönemlerde de yazım kuralları büyük ölçüde değişti. Bu yüzden Osmanlıca öğrenme hiç bitmez gibi bir şeydir.

2.Yanlış: Bu nesle eski yazıyı öğretirsek ya da eski yazı ile okuma-yazma öğretirsek, herkes eski belgeleri, mezar taşlarını okuyabilir.
Doğru: Gerçekte Osmanlıda eğitim birliği ''Tevhit ve Tedrisat Birliği'' olmadığından, özellikle el yazısı ve kitabelerin yazımlarında bir standart yoktur. Muhtemelen pek çok kişinin, özellikle orduda çavuşluktan subaylara yükselenlerin yetersiz eğitimleri dolayısı ile pek çok kişi temel yazım kurallarını bile takmamış, mesela en basitinden sonrasında harf bitişmeyen elif, mim  gibi harflere, harf bitiştirmiştir.
Halit Rıfkı Atay, yedek subaylık için bir yazı sınavına girdiklerini ve medreselilerin çoğunun bu sınavı kaybettiğini anlatır. Zira ordunun aradığı 2. Meşrutiyet döneminde kısmen standartlaşmış matbaa Osmanlıcasıdır.
3.Yanlış: Osmanlıca bir harf-yazı diliydi
Doğru: Osmanlıca aslında bir resim-şekil yazı diliyidi.Osmanlıca'da Türkçe'de kullanılmayan peltek s gibi seslerin harfi olduğu gibi, Türkçenin sesli harflerine ait işaretler yoktur. Okudukça kelimleri tanıyor ve yazının gidişinden tanıyorsunuz. Azeri yazar Ahundof, bir oyununda buna örnek verir. Çocuk oldu ve çocuk öldü sözcüğü örneğin, aynı şekilde yazılır. Bu tip sorunları çözmenin de yolu yoktur.
4.Yanlış. Osmanlıca yazısı Arap harfleri ile Türkçe yazıdır.
İbrahim Müteferrika ve İlk Türk Matbaası - Şiraz DuvarıDoğru: En başta Osmanlıcada Fatih zamanı ve belki daha önceden Arapçaya özgü esre-örte-şedde gibi işaretler kullanılmamaya başlanmıştır. Meşrutiyetle beraber matbaa yaygınlaşınca, batı dillerinde kullanılan bazı noktalama işaretleri de yaygınlaşmıştır. Bu işaretlerde batılı anlamda uygulanmamış, virgül ve ünlem işareti, başka harflerle karışmasın diye ters basılmıştır.Arapça'nın orijinal on dokuz harfine İranlılar J harfini, Türkler de  gef, nef ve yef diye üç ayrı harf eklemiştir. Afganistalı bir arkadaş yef harfi hariç bu harflerin Afganistan'da da kullanıldığını söylemiştir.

5 Yanlış.Osmanlıda matbaa Lale devri ile başladı.
Murat CEVAHİR - Göktürk AlfabesiDoğru: İbrahim Müferrika ile başlayan matbaa çok az kitabı basabildi. Gerçek anlamda yazının matbaa ile basılması, Tanzimat dönemi ile başladı. Tanzimata kadar kitaplar genelde el yazması olarak üretiliyordu.
6.Yanlış: Osmanlıca veya Arap alfabesi ile Türkçe yazım denenmedi, hemen Latin harflerine geçildi: 2. Meşrutiyet ile Dünya savaşı arasında, harflerin Latince harfler gibi birleşmediği, Enveri yazı denen bir yazı çeşidi denendi. Pek çok şey denendi ama Arap harfleri Türkçenin sesleri için yetersiz kalıyordu.

7.Yanlış: Latin harflerinin başlangıcı 1928 yazı devrimdir.
Aslında Azerbaycan,  Türkiye'den önce Latin harflerine geçmişti, Rusların baskısı ile Kril alfabesine geçtiler. Rus egemenliği bitince tekrar Latin alfabesine geçtiler. Osmanlıda da tabelalarda, etiketlerde Latin alfabesi ile Türkçe yazma çabalarını görmek mümkündü.
8.Yanlış, İskilipli Atıf Efendi Latin harflerine karşı olduğu için asıldı..
Doğru: İskilipli Atıf'ın Latin harflerine karşı yazısı, harf devriminden öncedir ve hukuka göre bir insan, bir kanunun çıkışından önce çiğneyemez. (Nümberg mahkemelerinde İnsanlığa Karşı Suçlar tanımlaması yapılarak, bu suç istisna sayılmıştır.) Atatürk düşmanları bu durumu çok kullanmıştır. Oysa İskilipli Atıf, İngiliz Muhipler derneği üyesidir ve aslında Kurtuluş Savaşı aleyhine propagandası yüzünden asılmıştır.
9. Yanlış Göktürk veya Uygur harfleri denenmedi.
Japonya Meiji restorasyonu - yenilik/aydınlanma hareketleriDoğru: Uygur yazısı aslında Sogd yazısıdır. Komünist rejimlerin yıkılışının  ardından bu gün Moğolistan'da uygulanmaktadır. Batı, yani Oğuz Türkçesinin seslerine Arap alfabesi kadar yabancıdır. Göktürkçe üzerinden ize çok zaman geçmiş, bir kaç kitabe dışında elimizde veri kalmamıştır. Göktürkçe deki bazı sesler unutulmuş, Türkçeye de bazı yabancı sesler gelmiştir. En çok kullanılanı da Arapça kökenli Ş sesidir ki bu gün bile Ş harfi ile başlayan veya içinde Ş harfi geçen çoğu kelimenin orijinali Arapçadır.
10. Yanlış, Latin harflerinin avantajları yoktu.
Doğru: Gerçi bu avantajlar teknoloji ile gündemden düştü. Arapça matbaa yazısı için dokuz yüzden fazla klişe harf gerekirdi zira harflerin kelime başı, ortası, sonu ve tek başına halleri farklıdır. Latin harfleri ile Türkçe yazarken de doksan civarı klişe gerekliydi. O dönem için ciddi bir masraf kalemdidir.

11.Yanlış. Tek harf devrimi olmamız (Özellikle Japonlar örnek gösterilir.)
Doğru: Pek çok millet harf ve dil devrimi yapmıştır. Japonlar 1863'de beş bin kadar karakteri dillerinden atmış, batı dillerindeki sesleri alabilmek için yeni harfler icat etmiştir.
Türk harf devriminde ise harfler batıdan ve bazıları da değiştirilerek (Meşhur internette kullanılmayan noktalı ü, ö, ş. ve küçük i ) kullanılmış, yabancı dillerden ses alınmamasına özen gösterilmiştir. Falih Rıfkı Atay, Q harfinin Türkçeye girmemesini sağlaması ile övünmüştür.  Şahsi fikrimce yazık olmuştur. Q harfi Türkçede olsaydı Tatar Türkçesi, Azeri Türkçesi, Kürtçe ve bazı diller daha kolay anlaşılabilirdi. Vietnamlılar ise Doğu Asya'da Latin harflerini kullanan tek millet olarak kalmıştır.
Japonlar harf devrimini yaparken, en azından erkeklerin en az  %40' ı çok iyi okuma-yazma biliyordu. Türk yazı devrimi sırasında ise bu oran % 5 civarı idi. (Tarih kitaplarında yazan %10-13 rakamına sadece okuyanlar da dahildir)
Aslında pek çok millet tarihlerinde çeşitli dönemlerde yazı ve dil devrimi yapmıştır. Örneğin Reform hareketi aynı zamanda Almanya'da bir dil devrimi olmuş, Luther'in İncil  çevirisi ve Roma kilisesi ile yaptığı broşür savaşları, Almanlarda ortak dil ve harf kullanımını sağlamıştır. Örneğin Almancada cins isimlerin yazımına da büyük harfle başlanması Luther'in tanrını  yarattığı tüm isimlerin önemli olduğu ve büyük harfle başlaması düşüncesine dayanır. Modern Almanya kurulurken de, Gotik denen  ve Latin harflerinin bol kıvrımlı-süslü tipi denen yazılardan vazgeçilmiştir.
Osmanlı Arşivi'nde 95 milyon belge var - Son Dakika Haberler
12.Yanlış. Muhteşem Osmanlı arşivi:
Doğru. Osmanlı arşivi yüz binlerce belge barındırır ama bu belgelerin hepsi bir çeşit rastgele yığın halindedir. Çoğu belge de el yazısıdır ve kataloglanmamıştır.
13.Yanlış. Bir gece cahil kaldık.Osmanlıda zaten okuma-yazma asla %10'u bulmaması bir yana,  Osmanlı hiç bir zaman bir bilim ve sanat ülkesi olmadı. Koca Osmanlı imparatorluğunun bir tane bile matematikçisi, fizikçisi olmamıştır. (Bir Cahit Arf, Feza Görsev, Ali Kurşunoğlu, Erdal İnönü gibi bilim adamı yetiştirmemiştir) Son dönemlerinde Avrupa'ya eğitime gidenlerden bir kaç ciddi tıp bilgini çıkmıştır.
Osmanlı'nın bilime ilgisizliğinin en belirgin özelliği Mısır'da dört yüz yıl kalıp,  piramitler veya mumyalar ile ilgi tek belge bırakmaması, Fransızların üç sene kalıp Mısır hiyerografisini çözmeleridir.
Nazilerin önünden kaçıp, Türkiye'ye gelen bilim adamlarından Ernst von Hirsh, ilgin bir olay anlatır. 1908'de Almanlar İstanbul tıp üniversitesi kütüphanesine bir sandık kitap gönderir. Sandığı 1933 yılında Nazilerden kaçan Alman doktorlar açar. Osmanlının bilime ilgisizliği hastalığını Türkiye halen tam olarak üzerinden atamamıştır.
Öte yandan Osmanlının ebebiyata ilgisi de çok iyi değildir. Nefi gibi hicivciler katledilirken, Nedim gibi zevk ve sefa düşkünleri baş tacı edilmiş, Mesnevi ve Yunus Emre divanı uzun yıllar yasaklanmıştır.
Bir ara divan edebiyatına merak salmıştım. Gayet muhafazakar bir edebiyat öğretmeni arkadaşın, teyzesi defterdar olanın faytonu damda dolanır esprisini yapınca, bu merakımın ahmakça olduğuna karar verdim.
14.Yanlış. Eski yazıya dönülebilinir:
Osmanlıda okuma yazmayı bırakın, sadece okuyabilme noranı  bile %10'u geçmiyordu. Kadınlarda ise %1'in altıydı. Şimdi bütün toplumu dönüştürme güçlüğü bir yana, sesli harflere alışmış topluma tekrar nasıl sesli harflerin olmadığı bir yazıyı kabul ettirmek imkansızdır.
Bence Latin harflerine düşmanlığı  temel sebebi, okuma yazma oranlarındaki artıştır. Eğitim oranlarını gördükçe kendilerine afakanlar basanlar, kolay öğrenilen yazı sistemine düşman olmasıdır.
Gotik alfabesi Çıkartması Pixerstick • Pixers® - Haydi dünyanızı ...