Atsızcılar ve bir kısım ana akım Türk faşizminden ayrılan faşizan ateistler, Aleviliğe kanca takmaya çalışıyorlar. Amaçları Alevileri Türk-Kürt ve Arap gibi daha küçük parçalara ayırmak. Ülkücülerin, Maraş, Çorum ve bilumum katliamlarını, Atsız'ın izinden gitmeyen Ülkücülerin yaptığını söylerler.
Oysa Atsız daha otuzlu yıllarda, Niğdeli Kadı Ahmet'in kitabını, tarihsel bir gerçek bir belge gibi sunma çabası, Alevi katliamına zemin hazırlama çabasından başka bir şey değildir. Bu tür iftiralar, Babek isyanı taraftarlarına bile atılmıştır. Deli Kurt romanında da Şeyh Bedrettin'le isyan edenleri, Bedrettin Resullullah diye bağırdığını iddia eder. Bu olay da Atsız'ın uydurmasıdır.
Aleviliğin kökeninin Şamanizm olduğunu ilk söyleyen profesör Fuat Köprülü'dür ve Atsız'da bir dönem onun asistanlığını yapmıştır. Ancak faşizmin derdi, güç derdidir. Türklük, vatan, millet derdi değildir. Yüzlerce yıldır hor görülen Alevileri, Abdalları, Tahtacılardan da elbette nefret edecektir. 1972'de katledilen (Alevi-Ülkücü) Ali Balseven hakkında yazdıkları ise, hem bir günah çıkarma, hem de muhtemelen daha o yıllarda planlanmış olan Maraş katliamını saklamaktır.
Aslında Atsız, Türk ırkçılığının teorisyenleri arasında en dürüst olan, açıkça ırkçıyım diyendir. Irkçılık, daha doğrusu içinde kötülük yapma amacı taşıyan hemen her ideoloji, en azından başlangıcından iki yüzlüdür. Modern anlamda ve an açık olarak faşizm, Avrupa devletlerinin deniz aşırı sömürgeler elde ettiğinde başlamıştır. Avrupa devletleri bu bölgeleri çoğu kez gülünecek kadar kolay fethetmiş ve yönetmiştir. Avrupalıların işgal ettikleri pek çok bölgenin halkının dilinin yazısı bile yoktu ve yazı olsa bile, okuma-yazma bilenler komik denecek kadar azdı. Hindistan'ı ilk işgal eden İngiliz ordusu değil, İngiliz-Hindistan şirketiydi ve bu dev ülkeyi (O dönem Hindistan kavramına bugünkü Pakistan, Bangladeş, Sri Lanka, Nepal ve hatta Myanmar'da dahildi), yüz bin kadar subay ve paralı askerlerle işgal etti ve yönetti. Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve civarında bugün bile okuma-yazma oranı çok düşüktür.
Öte yandan Avrupalılar, genelde savaş teknolojisi geri olan ve halkı örgütlenmemiş ülkeleri işgal etmiştir. Mesela Amerika kıtası milletleri, altın hariç hiç bir metali işleyemiyordu ve işgalcileri taş baltalarla karşılıyorlardı. Ruslar, Yakutsky'i daha 1621'de işgal etmişti ama Buhara hanlığı gibi Orta Asya devletlerini 1860'a kadar işgal edemedi. Çünkü Osmanlı devleti, İran'ı baskılaması için Özbeklere top ve tüfek ustaları göndermişti. Silah teknolojisi gelişince Ruslar, bu bölgeyi on yılda, 1870 olduğunda fethetmiştir. İtalyan Habeşistan'ı (şimdiki Etiyopya) 1933 gibi geç bir tarihte, gaz bombaları ile işgal edebildi. Tayland'a ise hiç giremediler. Afrika kıtasına ise, hummalı sıtma yüzünden giremeyip, köle toplamakla yetindiler. Ancak 19. yy ortalarından sonra, kinin ve benzeri ilaçlar gelişince kıtayı paylaştılar.
Türkler ise genelde askerlik hariç her açıdan geri oldukları toplumların üzerinde hakim oldular. Tarih boyunca Türklerin egemenliğine giren toplumlarda genelde okuma-yazma, Türklerden daha fazla oldu. Türkler matbaayı teoride üç yüz yıl (Lale devri), pratikte dört yüz yıl (Tanzimat fermanı) kadar geç alırken, Hristiyan azınlıklar bir kaç yıl kadar sonra kendi matbaalarını kurmuştu. Türklerin ünlü sanatçıları , alimlerinin, esnaflarının ve tüccarlarının pek çoğu azınlık veya devşirmedir.
Devşirme demişken: Türkler egemen oldukları toplumlardan kızlarla evlenmiş, onlardan çocuklar yapıp, evlatları olarak kabul etmişlerdir. Sadece gelin-kız almakla kalmamış, devşirdikleri bazı erkekleri de damatları yapmışlardır. Bunun sonucunda da bir kaç nesil sonra fiziksel olarak egemen oldukları milletlere benzemiş, onlarla fiziksel farkları yok denecek kadar az olmuştur. Avrupalılar ise genelde sömürgelerdeki halklardan kadınlarla eğlenmişlerse de evlenmemişler, onlarda peyda ettikleri çocukları sahiplenmemiş, bu sebepten de genelde fiziksel özelliklerini korumuşlardır.
Bu sebepten Türklerde faşizan duygu ve tavırlar ara ara çıkmış, genel bir politika olmamıştır. Azınlıklar da ara ara progromlara, sürgünlere maruz kalsalar da, biraz zaman geçince, hiç bir şey olmamış gibi yaşamaya devam etmişler ya da etmeye çalışmışlardır.
Avrupalılarda da faşizm, Türklerdeki gibi iki yüzlülüğe doğru eviriliyor. Onların da artık birilerini pis Zenci, barbar Türk diye açık açık aşağılayacak gücü yok. Bir kaç yıl önce bir haber dinlemiştim. Kanada'da bir kadın, hastanede beyaz doktor bulamayınca krize girmiş. Narin ve şımarık büyümüş Kanadalı çocuklar, o zor tıp derslerini almak istemiyorlar. Kanada, her sene tüm dünyadaki siyasi mültecilerin en az yüzde onunu ülkesine kabul ediyor. Dünyanın ikinci en büyük ülkesi ama nüfusu kırk milyon bile değil ve doğum oranları çok düşük. Dünyadaki ülkelerin üçte birinde doğum oranları, mevcut nüfusu korumaya yeterli değil. Artık ülkeleri işgal etmek, işgal edilse bile elde tutmak kolay değil.
Bu, faşizm bitiyor ya da bitecek anlamına gelmez, zaten duygular bitmez, bilinç altına itilir, ideolojiler de bitmez, yeraltına çekilir. Alevi-Kürt vesaire arkadaşlarım da var diyen tipler, en tehlikeli tiplerdir. Çünkü onlar sizi incitmek için en uygun zamanı beklemektedir ve size yakınlığı, sizin güveninizi kazanmaktır.
Türkçü, Atsızcı, Turancı tiplerin genelde ergen olması da bu zorunlu iki yüzlülüktendir. Ergenlik, insanın siyasetle ilk tanıştığı zamandır ve yarı çocukluk olduğu için ergen, umursamazdır. Birilerini ırkı ya da dinine göre aşağılamış olmayı çok da umursamaz zira hayatı tam tanımamıştır. Lakin biraz büyüyüp, başka insanlarla ilişkiye girdiğinde, faşistliğin o kadar kolay olmadığını öğrenir. Bu yüzden ya faşizan duygularını törpüler ya da saklar.
Bu saklama, din faşizmi içinde geçerli. Din kültürü bir öğretmenin anlattığına göre artık milli eğitim, seminerlerde din öğretmenlerine daha hoşgörülü olmalarını çünkü din öğretmenlerinin yarattığı travmaların insanları dinsiz bıraktığını söylüyormuş.