16 Mart 2022 Çarşamba

SALAKO FİLMİ İNCELEMESİ



 1974 yapımı Salako filmi, Kemal Sunal'in ilk baş rol filmdir ve filmlerinde kullanacağı ve genelde Şaban adı ile özdeşleşen hafif aptal, iyi niyetli, tesadüflerle başarılı olmuş halk kahramanı tiplemelerinin prototipidir.

Aslında Salako, Kemal Sunal'ın rol aldığı karakterlerden en aptalı olmaktan da öte, bildiğin zeka özürlü bireydir.  Öyle ki, salak kelimesinden türetilmiş (daha doğrusu Türkçe ve Kürkçe'dei o sesi ile sevimlileştirme ile türetilmiş ) salako unvanı, artık adı olmuştur. Başkaca her hangi bir adı yoktur. Kemal Sunal'ın başka bir filminde olmayan bir özelliğidir.

Öte yandan Salako'nun anası-babası da yoktur. Ağaların yanında yanaşma denen orta hizmetlidir ve her ne kadar Osmanlı-Türk kültüründe beslemeler kız da olsa, Salako, ağanın evine besleme olarak terk edilmiştir. Ağanın kızı Emine dahil, herkes onunla alay etmektedir.  Emine ise muhtemelen gördüğü tak kız olan Emine'ye aşıktır. Emine, onunla alay eder. Daha jenerikte Salako'yu öperek, bayılmasına yol açar.

Olaylar, Emine'nin, babası yaşında Abuzer Ağa ile evlendirilmesi ile değişir. Emine, çıkış yolu olarak çocukluk aşkı eşkıya Hamido'yu ve ona ulaşmak için de Salako'yu görür. Filmde kendisi ile ilişkiye girmek isteyen Salakoyu çeşitli bahanelerle engeller, hatta bir sahnede Salako'ya tabanca doğrultur. Bahaneler demişken, haftanın günlerinden türetilen, salı sallanır, çarşamba çarşafa dolanır gibisinden komik bahanelerdir.

Filmde, köylünün ve Emine'nin umudu eşkıya Hamido'nun da ağalardan yana olması, dönemde popüler olan, Kemal Tahir'in Rahmet Yolları Keski romanına göndermedir. Film, daha sonraki Kemal Sunal filmlerindeki gibi saf karakterin, talihin yardımı ile başarılı olması şeklinde ilerler. Salako, köylünün kahramanı olur ve Emine'nin gerçek niyetini de öğrenir. 

Film, bir parça antik Yunan komedilerine benzer. Urfalı Babi, korobaşı rolündedir, ara ara açıklamalar yapar. Köylünün umut bağladığı tüm eşkıyaların kendini kurtarması özellikle belirtilmekte.

Filmin finalinde Emine'nin Salako'yu arzulamasının iki sebebi vardır. İlki bir haftadır Salako ile dağlardadırlar ve o dönemin bakirelik odaklı zihniyetine göre, bakire kalmış olsa da bakire değil, Salako'ya aittir. İkincisi de Salako artık gerçek bir kahramandır. Babasını ve Abuzer ağayı falakaya yatırmakta, halk tarafından da bir kurtarıcı olarak görülmektedir. Öyle herkesin alay ettiği zeka özürlü değildir.

Sonuç olarak bence her izleyişte yeni ayrıntılar keşfedilecek bir Kemal Sunal klasiğidir.

7 Mart 2022 Pazartesi

NİHAT GENÇ'İN DELİREREK BİTMESİ

 


Ülkemizde kimseyi ölmeden övmeye gelmiyor. Bir zamanlar çok sevdiğiniz bir yazar, birden cephe değiştirebiliyor. Oysa ben Nihat Genç'i doksanlarda, Leman dergisindeki yazılarından beri severdim. Her zaman onunla aynı görüşte değildim, ham kendisi ezelinden beri dengesiz bir yazardı. Bir gün ak dediğine, bir gün kara demişliği, bir gün övdüğünü, ertesi gün yermişliği çoktur.

Nihat Genç, son dönüşümünü, daha Veryansın grubunu kurarken verdi. Yerel seçimlere haftalar vardı. Kendisi birden bire CHP İstanbul il başkanlığına saldırmaya başladı. Derken art niyetini belli eden bir laf etti. İstanbul il başkanı Canan Kaftancıoğlu için, Canan Bilmemneoğlu dedi.

Canan Kaftancıoğlu, 12 Eylül öncesi devrim şahitlerinden,  yazar, televizyon programı yapımcısı Ümit Kaftancıoğlu'nun gelinidir. Her hangi birinin soy adı için bilmemneoğlu denemeyeceği gibi, Kaftancıoğlu ailesi  için hiç denmez.

Diğer yandan bu Veryansın grubu, Ekşisözlük ve Twitter trolleri sayesinde Nihat Genç ve ekibinin yaptıklarından haberdar olmaya başladım. İktidar partisinde, Pensilvanya'ya gitmeyen ciddi bir mevkiye gelemezken, muhalefetin her şeyinde Pensilvanya izleri arıyor.

Ülke yağmalanıyor, yokluk, açlık had safhada ama o ve ekibinin derdi muhalefet ve Veryansıncıların işi iyice muhalefete muhalefet oldu.

Ülkemizde ne yazık ki her an, herkes taraf değiştirebiliyor. Nihat Genç ise, bu taraf değimi ile giderek deliriyor. İktidar yanlıları sözüm ona onu önemserken, muhalefetin de giderek umurundan uzaklaşıyor.

6 Mart 2022 Pazar

SAMET BEHRENGİ'Yİ OKUTMAK



Dünyada hak ettiği yeri bulamayan yazarlardan birisidir Samet Behrengi. Azeri Türkü kökenli bir İranlı,  sıkı bir sosyalisttir. İran Azerilerinin hakları, kültürü ve folkloru için çalışmış, İran yoksul kesimlerinin sesi olmuştur. Türk ve İran dünyası için önemli bir masal derleyicisi ve yazarıdır. Bütün bunları da 28 yıllık kısa ömründe  yapmıştır. 

24 Haziran 1939'da başlayan yaşamı, 31 Ağustos 1967'de cesedinin Aras nehrinde bulunması ile son bulmuştur. Resmi raporlarda boğularak öldüğü söylense de, herkes onu, dönemin İran Şahının gizli polis teşkilatı SAVAK tarafından öldürüldüğü konusunda hem fikirdir. Behrengi öleli yetmiş yıl olmadığı halde, pek çok yayınevi, muhtemelen de telif ödemeden kitaplarını yayınlamakta.

Behrengi'nin şöhreti, çocuk edebiyatı ve masallarla ilgili ve Türkçe 'ye çevrilen ve piyasada olan kitapları da genelde masal kitapları. Behrengi'yi çocuklara önermek değil bu yazının amacı. Kitapları sadece çocukların gelişimi için olsaydı, onun için yazmam gereken yazı, bu kadar olurdu.

Behrengi, sadece çocuklar için yazmamıştır. Yazdıkları ilk ya da basit bir şekilde okursanız, çocuklara öğüt veren ya da hayatı anlatan masallar-hikayeler gibidir. Oysa dikkatli okuyanlar ya da bilgece okuyanlar, o basit masal ya da hikayedeki felsefeyi görür.

Bir şeftali, bin şeftalide sınıf savaşı ve yoksulların ezilmişliği vardır. Duvarda iki kedide, kin ve kavgaların anlamsızlığı vardır. Küçük kara balık, basit bir masal gibi giderken, küçük kırmızı balığın uykusuzluğu ve heyecanından, asıl maceranın nokta konulduğunda başlamakta olduğunu görürüz.

Samet Behrengi, İran ve Azeri edebiyatının ve dünya edebiyatının çeyrek asırlık çınarıdır ve her nesilde tekrar keşfedilmelidir. Behrengi, yetişkinlerin bile çok iyi bilmesi gerekirken, çocuk edebiyatında bile hak ettiği konumda değildir.

2 Mart 2022 Çarşamba

KOÇGİRİLERİN BİLİNMEYEN TRAJEDİSİ 6-SİVAS KATLİAMI


 

Biz Koçgiriler, Dersimlilerin yüzde bir kadar çile çekmedik. Zira kızlarımız besleme yapılmadı. Bir kaç Koçgiri ağası hariç, sürgün edilen de olmadı. 

Gene de Koçgiriler, Topal Osman'ın yıkım ve yağmasından sonrasındaki şoku uzun süre atlatamamış, bölge onlarca yıl yoksul kalmış, insanlar evlerini, köylerini terk edip, bölgenin tekrar ormanlaşmasına sebep olmuştur. (Erzincan'ın Refahiye ilçesinin böyle bir şöhreti vardır.) Bölge halkı, isyan ve isyanın bastırılması ile oluşan yıkımdan dolayı fakirleşen halk, Alevi'si, Sünni'si, Türk'ü, Kürt'ü ile gurbete çıktı. İstanbul'da en fazla Sivaslı vardır ve hemen her ilde bolca Sivaslı vardır. Sivas-Erzincan-Tunceli halkı, çok erken tarihlerde gurbete çıkmışlardır.

Diğer yandan bir Koçgiri olma bilinci bile, iki binli, hatta iki bin onlu yılların ürünüdür. Zira bu serinin ilk yazısından belirttiğim gibi, bize her ne kadar dışarıdan Koçgiri'de denilse,  bizim için Koçgiriler, ağagil'di. Bizler Zeruken, Babikyan falandık. Öyle anlatıldığı gibi bir federasyon yoktu, ağaların otoritesi olmayınca da örgütsüz kalmış.

Her Alevi topluluğu gibi, bizim de uzun yıllar örgütlenme yöntemimiz CHP ve sol partilerin etrafında toplanmak oldu. Sonra Alevi-Bektaşi derneklerine yöneldik. Aslında Koçgirileri bizzat Alevi yapanın da Pir Sultan Abdal olması da, Pir Sultan Abdal derneklerinin kurulmasına öncü olmamıza etkili oldu.

Gene de seksen yıllık tarihimizde, bir tane bile Koçgiri milletvekili olmadı. Koçgirilier ya da Kogiribölgeleri, Dersim gibi Sol örgütlerin ya da PKK'nın cirit attığı yerler olmadı. 

Koçgirilerin tarihinde en esaslı dönüm noktası, 2 Temmuz 1993, Sivas katliamı oldu. Katliamda katledilenlerin çoğu Koçigiri'ydi. 

Sivas katliamı, Alevi örgütlenmelerinin daha profesyonelce olmasını sağladı. Bu arada Koçgiri kültürü de yeniden uyanmaya başladı. Koçgiri ve diğer aşiretler ayrılığı yavaş yavaş ortadan kalktı. Bir kültür kendisini yeniden ayağa kaldırdı.

25 Şubat 2022 Cuma

KOÇGİRİLERİN BİLİNMEYEN TRAJEDİSİ 5 KARATAŞ KÖYÜNDE TOPLANTI



 En başta söylemeliyim ki, ben bu toplantının Sivas-İmranlı'nın Karataş köyünde yapıldığını sadece duydum. Tam tarihini bilmiyorum. Bildiğim kadarı ile Türk ordusunun İmranlı'ya yaklaştığı bir tarihte olmuş. Çünkü askerin geldiğini duyunca herkes dağılmış. Toplantıya kaç kişi ve kimler katılmış, o da belli değil. Muhtemelen katılanların çoğu çoktan ölmüş olmalı. (1937-38 yıllarında olmuş) 

Bilinen, ordunun yaklaştığı duyulunca, toplantıya katılanların çil yavrusu gibi kaçıştığı. Toplantı ile ilgili duyduğum başka bir anekdot,  toplantıdan çıkıp giden bir adamın, askerleri görünce bir taşın arkasına saklanması, subay ya da astsubay bir komutanca fark edilip, açığa çıkarılması anlatılır. Şahıs her kimse, ufak-tefek, çelimsiz, elbiseleri lime limeymiş ve kocaman bir bıyığı varmış. Komutan, hadi kendini sakladın, bıyığını nerede saklıyorsun, demiş. Sonra korkudan titreyen adama, s.ti,r git, bir çarpsam, yarısı boşa gider deyip, kovmuş.

Bu olaya kimler şahit olmuş bilmiyorum ama bu toplantıyı anlatanlar, bıyıklı, çelimsizi adamın hikayesini de araya ekler.

Toplantının başarısız olmasında iki sebep var. İlki Topal Osman'ın isyanı bastırma ve yağması sonucu bölgenin insan ve maddi gücünü kaybetmesi. Ellerinde av tüfekleri bile yok, kışı ölmeden atlatabileceklerinin garantisi yok. İkincisi ise, Koçgiri ağaları Balıkesir' de sürgünde ve halkında örgütlenme bilgisi zayıf.

İlginç olanı bu toplantının hiç bir resmi-gayrı resmi kaynakta bu toplantıdan bahsedilmemesi. Doksanlarda, PKK'nın en çok eylem yaptığı dönemde, Kürt isyanlarına ilginin bayağı arttığı dönemde bile, Karataş köyü toplantısı gündeme gelmemiş. Genelkurmay başkanlığı bile belki bu toplantıyı, bu yazı ile öğrenmiş olacak.

Bütün bunlara rağmen başarısız da olsa bir örgütlenme çabası var zira daha Koçgiri isyanı biter bitmez, Sakallı Nurettin Paşa, Koçgirilerin sürgün edilmesini mecliste öneriyor. Dönemim Erzincan milletvekili Şeyh Fevzi Efendi itiraz ediyor, hem de öyle bir ediyor ki, Nurettin Paşa ordudan ayrılıp, Büyük Taarruza kadar orduda görev alamıyor. (Baki Öz)

Kurtuluş Savaşı sırasında çıkan onlarca isyan çıkaranlardan tek sürgün edilen aile, Yozgat'ın adı deyimlere bile girmiş olan Çapanoğlu ailesi, sadece o aile, serveti ile Çankırı'ya göç ediyor. Aile halen Çankırı'da yaşıyor ve beş bin dönüm toprağa sahip. Bunun dışında hiç bir asi sürülmüyor, Koçgiriler ile aynı anda isyan eden Konyalı Delibaş Mehmet dahil. (Bunu yıllar önce itiraf.com'da öğrenmiştim.) Öte yandan Şevket Süreyya Aydemir'in yazdığına göre, Ege'deki Efelerin pek çoğu, Kurtuluş Savaşından sonra  eşkıyalığa devam etmiş. Pek çoğu da hapis cezalarını bitince, köylerine geri dönmüş.    

Demek ki Koçgiri halkı, Dersim'den sonra sıranın kendisine geleceğini anlamış. Fakat Koçgirilerin isyana desteği, askerliğini harekat ordusunda yapan bazı Koçgirilerin, özellikle kadın ve çocuklara ateş etmeyi ret edip, pek çok kişinin kaçmasını sağlamakla sınırlı kalmış.

Gerek Dersimlileri, gerekse Koçgirileri kurtan ilk iki olay 1939 Erzincan depremi ve 2. dünya savaşı. Deprem, çok büyük yıkıma ve nüfus kaybına yol açıyor, savaş da toparlanmayı engelliyor. Devlet mecburen bir kısım Dersimlinin dönmesine izin veriyor. Sıdıka Avar, meşhur Dağ Çiçeklerim adlı anı kitabında, geri dönen insanları vatan özlemini çok güzel anlatıyor. Avar, hem görevine sadık, hem de bölge insanları ile gönül ilişkisi kuruyor. Genelde misyon edinen kişiler ya yerli halka zerre sempati beslemez ya da sempati beslediler mi,  görevlerinden soğurlar.

İleriki yazılarımda, cumhuriyet dönemi Alevi katliamlarının da öyle öfke nöbeti olmadığını ispat edeceğim. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/06/dersimli-heidiler.html )

24 Şubat 2022 Perşembe

KOÇGİRİLERİN BİLİNMEYEN TRAJEDİSİ 4 (TOPAL OSMAN'IN BÜYÜK YAĞMASI)



 Dinlediğim büyüklerim, isyanı anlatırken,  isyanın bastırılması ile ilgili olarak sadece Topal Osman'ı anlatıyor. Baki Öz'ün de kitabında anlattığı Çalıyurt köyündeki meydan savaşından sonra, isyancılar dağılmış. Koçgiri isyanı ile ilgili video yapan bir Youtuber, bazı asilerin Dersim'e sığındığını yazmış. Ben böyle bir olayı duymadım. Youtuber kaynak vermemiş. Ben böyle bir şey duymadım ama olma ihtimali yüksek, zira can pazarı söz konusu.

Benim duyduğum Giresun'a götürülen, orada fidye pazarlığı yapılan ve katledilen insanların hikayeleri oldu. Bazıları İstanbul'a, bazıları Rusya'ya göç edip yerleşmiş. Seni Amerika'ya, Ermenistan'a götüreceğiz diye de çok kişiden para almış. 

İsyanın bastırılması, büyük ölçüde Topal Osman kuvvetleri etkili olmuş. Zaten asilerin harekete geçme tarihi, Sakarya Savaşının başlangıcı ve Ankara hükümetinin tüm kuvvetleri cephede. İsyancılar, Topal Osman'ın ordusunu veya gücünü ne kadar biliyormuş, bilmiyorum ama en azından o dönemin şartlarında Karadeniz-Giresun dağlarını bu kadar çabuk (tabi ki o zamanın şartlarında) gelebileceklerini tahmin etmemişler.

Babaannem, Topal Osman'ın yağması sırasında ağaların evinde hizmetçiymiş.  Ağaların altınları ve ambarın anahtarı ondaymış. Tüm hizmetçileri ve konak halkını, dere kenarına götürmüşler. Bir hizmetçinin üzerinde altın çıkınca, o hizmetçiyi döve döve öldürmüşler. O da kendisine emanet edilen altınları ve anahtarı, el çabukluğu ile bir taşın altına koymuş. Ağaların ailesinin ısrarlarına rağmen, altınları geri almaya gidecek cesareti iki yıl sonra bulmuş.

Baki ÖZ, Topal Osman'ın sadece kendi mülkiyeti için elle bin koyunu götürdüğünü yazıyor. bu sayı fazladır, eksik değil. Bölge halkının temel geliri koyun, zaten ekilecek çok bir alan yok. Yün, peynir gibi ürünleri satıp, buğday alıyorlar. Topal Osman sadece koyun, keçi ya da evcil hayvanları değil, para edecek her şeyi alıp, götürüyor. Bir de fidye için götürülen varlıklılar ve varlıklı olmasa bile Gayrı Müslümler var.

Bütün bu olanlarda, kimsenin hesabını bilmediği başka bir kayıp da, insan kaybı. O kadar ki, halk arasında çok kadınlı evlilikler, bir tek bu dönemde yaygınlaşıyor. Çünkü erkek sayısı az. Annemin anneannesi, benzer şekilde kumaymış. Bir çocuklara bakar, diğeri de kocası ile yiyecek dilenirmiş. (Enver Gökçe'nin Meri Kekliğim şiiri bana bunu hatırlatır. Bir de rahmetli babaannem, Ahmet Kaya'nın Dağlara Doğru şarkısını dinledikçe ağlardı. Topal Osman'ın saldırısında erkeklerin savaşırken, kadınların dağlara doğru kaçmasını anlatıyor demişti) Babaannem de dedemden on yaş ve belki daha fazla büyük. Dedem de babasını isyan sırasında kaybetmiş, yetimmiş. Ağalar bu iki yetimi evlendirelim, yuvaları olsun demiş ve evlendirmişler. Evlendiklerinde dedem 15-16, babaannem 25-26 yaşlarındaymış.

İsyan ve yağmanın diğer bir sonucu da, yoksullaşan yöre insanının erkenden gurbete ve büyük şehirlere taşınması sonucu, insansız kalan bölgenin ormanlaşması.

18 Şubat 2022 Cuma

KOÇGİRİLERİN BİLİNMEYEN TRAJEDİSİ 3 (KOÇGİRİ KITLIĞI )

 


Şimdi de Koçgiriler ilgili olarak pek anlatılmayan kıtlık ve açlığı anlatayım. Kıtlığın isyan öncesi ve sonrası olmak üzere iki dönemi var. Babaannemler yedi kardeşmiş ve babaannem üç kardeşini açlıktan kaybetmiş. Diğer dört kardeşten kendisi ile bir kardeşi ağalara hizmetçi olmuş. İsyan bastırıldığında da hizmetçiymiş, bir kısım altını ve ambar anahtarını ona vermişler.

İsyan bastırıldığında, Topal Osman'ın adamları,  babaannem ve hizmetçi kızları, dere kıyısına götürmüşler. Babaannem, kendisine emanet edilenleri el çabukluğu ile bir taşın altına koymuş. Başka bir hizmetçi kız, üzerinde altın takılar  çıkınca, Topal Osman'ın adamlarınca dövülerek öldürülmüş.

Büyüklerimin anlattıklarından, Koçgiri kıtlığının , isyandan önce ve ağaların marifeti ile ortaya çıktığını öğrendim. Sadece babaannem ve ailesi değil, annemin anneannesi de aynı kıtlığı yaşamış. Aynı evde iki kuma, biri çocuklara bakar, diğeri de kocaları ile dilenmeye çıkarmış. Dilenme de, yiyecek dilenme, para dilenme değil.

Kıtlığın sebebi, annemden dinlediğime göre, Koçgiri ağalarının, halkın buğdaylarını ve unlarını,  Sarıkamış yani Doğu ordusuna vermesiymiş. Bunun da sebebi, Osmanlı sarayında nüfuz kazanma çabasıymış. 



Siz o acımasız ağaların sadece romanlarda (Köy Enstitülü yazarlar, Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Orhan Kemal ve benzeri yazarların romanlarını kast ediyorum) olur sanıyorsunuzdur ya da Kemal Sunal-İlyas Salman-Şener Şen filmlerinde falan. Oysa servet sahiplerinin kendi ikballeri için, kendi halklarına zalimleşmesi, tarihte sık görülen bir olaydır. 

Muzaffer İlhan Erdost, Şemdinli Röportajı kitabında, Hakkari'deki Kürt ağalarının gaddarlıklarını anlatır. Kemal Bilbaşar'da Cemo Romanında, Dersim ağalarının gaddarlığını anlatır. Hüseyin Aygün ise, Dersim'de Cemo romanındaki gibi ağalığın olmadığını iddia eder. Oysa Tuncelili arkadaşlarım, bölgede bayağı varlıklı toprak ve hayvan sahiplerinden bahsetmekte. Meşhur, Dersim Dört Dağ İçinde türküsü, Dersim ağalarınca zorla kuma yapılan bir Ermeni kızın türküsüdür.



Son olarak, Mario Puzo'nun Baba romanının yeni bitirdim. Hem romanda, hem de filmde, roman kahramanlarından birisi, saklanmak için Sicilya'ya geri dönüyor. Yoksulluk yüzünden sürekli göç veren adayı, çöl gibi bir şey sanan roman kahramanı, bol ağaçlı, parmağını toprağa soksan kök salacak cennet gibi bir yer bulunca şaşırır. Sonra adanın feodal yapısından, önceleri merkezi devlete ve feodaliteye isyan olarak çıkıp, sonra da feodal derebeylerinin zorbalık aracı olan mafyadan (Cosa Nostra) bahseder.

İşin doğrusu azınlıkların başına gelen zorbalıkların en çoğu değilse de en fenası, kendi feodal beylerinin zorbalığıdır. Ben bunu öğrenciler arasındaki akran zorbalığına ya da askerde tertipçilik zulmüne (Gerçi profesyonel askerliğe geçildi ve herkese altı ay askerlikte de ne tertipçiliği olabilir ki. Tertipçilik de tarihe gömüldü veya tarihe gömülmek üzere) benzetirim. (Ciddi ciddi akran zorbalığı yetişkin zorbaşığndan, tertipçilik de zubay-astsubay zorbalığından daha fazla can acıtabilir.)