Pskianalizin ve psikiatrninin kurucusu Sigmund Freund, insandaki tanrı fikrinin, baba otoritesi arayışından olduğunu savunur. Halkların diktatör arayışı da bence benzer bir durumdur. Diktatörler genelde kargaşalık, iç savaş ve ekonomik krizlerle gelirler, Benzer krizlerle de giderler. Hep erkek ve genelde bıyıklı olurlar. Yoğun propaganda silahları sayesinde çok sevilirler. Ancak dikta uygulamaları sonucunda nefret kazanırlar. Bunu en iyi anlatan şey, Nazim Hikmet Ran'ın sekiz sene arayla yazdığı şiirleridir. İlk iki şiir Sovyetler Birliğine iltica ettikten hemen sonraki yıllarda, ülkesinde muhtemelen linç ya da suiastle öldürülme ya da tekrar hapise girme durumunda iken, kısmen de olsa bağımsız olma duygularıyla yazığı şiirdir. Bu şiirleri bloguma ekliyorum, çünkü Yapı Kredi yayınları halen şairin bu şiirleri başta olmak üzere bazı şirlerine sansür uyguluyor.
5 MART 1953
İlkönce kim kime metin ol kardeşim diyecek,
ilkönce kim kime başsağlığı dileyecek?
Hepimizindi o,
hepimizindir.
Yoldaşlarım,
acınızı duyuyorum,
sizin duyduğunuz gibi tıpkı aynı şiddetle.
Kardeşlerim,
hüngür hüngür ağlamak geliyor içimden
tutuyorum kendimi sizin gibi tıpkı aynı metanetle.
Seviyorum onu,
Marks’ı, Engels’i, Lenin’i sevdiğim gibi,
sevdiğiniz gibi,
aynı muhabbetle,
aynı hürmetle.
Yoksul, esir halkımın dostuydu o.
–hangi halkın dostu değildi ki.
Bütün emekçi insanlık
beyaz, siyah, sarı,
baktı akıllı, güzel gözlerine onun,
baktı hayranlıkla, hayretle:
orda aşikâre yollar,
orda yollar apaydınlık,
orda kurtuluş,
bahtiyarlık
her birine –
Halkımın savaş bayrağıydı o,
ve işkenceyi, hapsi, ölümü göze alarak
kaç kereler
“Barış, Bağımsızlık, Hürriyet” sözleri yerine
yazdı onun iki hecelik adını
fabrika duvarlarına,
yazı tahtasına okulların
ve köy türkülerine.
Yoldaşlarım,
Sovyet insanları,
günler ağır.
Onsuz geçilecek bu ağır günler
sarsıntısız, çatlaksız,
ama onunla ve Lenin’le beraber,
yani komünist partisiyle,
yani komünist partisi başta.
Bu parti eşi emsali görülmedik bir çeliktendir.
Bu çeliğin adı:
boydan boya ömrünü vermek emrine halkın,
boydan boya ömrünü vermek komünizme.
Stalin v Serdtse’ (Kalpteki Stalin)
(Nazım Hikmet, bu şiiri ilk kez Stalin’in ölümünden 5 gün sonra 10 Mart 1953’te Sovyet Yazarlar Birliği’nin aylık yayın organı ‘Literaturnaya Gazeta’da (Edebiyat Gazetesi) yayınlamıştı. Şiir 1953’te Stalin’in ölümü üzerine yazılmış şiirlerden derlenen ‘Stalin v Serdtse’ (Kalpteki Stalin) başlıklı kitapta ve daha sonra yine Rusça olarak 1953 baskısı ‘Seçme Eserleri’nde de yer alıyor.)
Mehmet Perinçek’in Rusça’dan çevirdiği şiir şöyle:
Hatırlıyorum.
On sekiz yaşımdayım.
Anadolu’dayım.
Anadolu savaşmakta.
Yol boyunca gidiyoruz.
Sıcak. Gölge yok.
Diyor ki yol arkadaşım
köylü Mehmed:
“Yakında acılarımız dinecek,
Bolşevikler yardım ediyor bize,
Lenin ve Stalin.
Dökeceğiz
gavuru denize.”
Hatırlıyorum.
Moskova’dayım.
Okumaya gelmişim
üniversiteye,
onun adını taşıyan.
O gelir,
otururdu bizimle…
Getirmişti belki de postallarında
Tsaritsın çarpışmalarının tozunu.
Bu ceketti belki de üstündeki
Petrograd’ı kurtardığında.
…Aklımda
kapkara bıyıkları,
sakin, dikkatli bakışı.
Nasıl da cesur ve genç!
Öğretmenimiz,
arkadaşımız,
geliyor,
avuçlarının içinde taşıyarak
Lenin’in ellerinin sıcaklığını.
Hatırlıyorum.
Kızıl Meydan. Kar.
Bin dokuz yüz yirmi dört yılı.
Bir adam asker kaputlu
omuzlamış Lenin’in tabutunu.
Hatırlıyorum bu kayalaşmış suratı.
Beyazlaşmış gibi şakakları.
Kardan olabilir mi?
Hayır. Ayrılıktan.
Tuttuğu yastan.
Hatırlıyorum.
İstanbul’dayım.
Matbaada.
Gece.
Basıyoruz anayasayı.
Dizgicinin parmakları
türkü söyler gibi.
Ertesi gün sabah
Türkiye’nin binlerce insanı
okuyor bu satırları.
Ve artık onlar için,
gün daha aydınlık,
denizin enginliği daha mavi
ve bir gün
onların topraklarında da
yaşanacak
böylesi bir bayram.
Hatırlıyorum.
Bursa’dayım. Hapishanede.
(Gelmiyor aklıma,
hangi seneydi)
Yoldaşlar göndermişti onun portresini,
bir Fransız gazetesinden kesilmiş.
O, ulaştı bana kadar.
Buldu yolunu.
Parmaklıkların ve duvarların arasından
sızdı.
Beyaz üniforması üstünde,
yıldızlarıyla göğsünde,
gülümsüyordu başkomutan.
Belli ki çekilmişti bu fotoğraf,
gri kubbesinde
Reichstag’ın
belirdikten sonra
üç Sovyet askeri
ellerinde
askerî
kızıl sancakları ile.
Ve bir kez daha,
Volga’da,
birkaç sene sonra,
Stahanovcu şoför Tasya’nın kabininde
gördüm
portrenin birebir aynısını;
o, devam ediyordu gülümsemeye.
Kısa bir süre önce de
Pekin’deyken,
biz, kongre delegeleri,
gördük
onun son fotoğrafını
XIX. Kongre’nin kürsüsünde.
Duruyordu yanımda —
kolsuz Koreli bir asker,
Fransız bir dizgici
ve Hintli bir şair.
Dedim ki:
“Babamız genç!”
“Gördüm onu Moskova’da, — dedi Fransız, —
delikanlı gibi çıkıyordu merdivenleri!”
Ardından mahcup bir şekilde dedi ki
genç Koreli asker:
“O,
insanlığın hayali.
Hayal dediğin
yaşlanır mı hiç?”
Hintliyse dedi ki:
“O, komünizm gibi
ülkesinin çoktandır yol aldığı;
ve komünizm
sonsuz hayattır,
sonsuz gençliktir,
sonsuz bahardır.”
Tabiki diktatörlere karşı aşkın bir sonu vardır. Stalinizm'den arınmalar sonrası 1961'de şu şiiri yazmış:
“taştandı, tunçtandı, alçıdandı, kâattandı iki santimden yedi metreye kadar.
taştan, tunçtan, alçıdan ve kâattan çizmeleri dibindeydik, şehrin bütün meydanlarında.
parklarda ağaçlarımızın üstündeydi; taştan, tunçtan, alçıdan ve kâattan gölgesi,
taştan, tunçtan, alçıdan ve kâattan bıyıkları lokantalarda içindeydi çorbamızın
odalarımızda taştan, tunçtan, alçıdan ve kâattan gözleri önündeydik.
yok oldu bir sabah!
yok oldu çizmesi meydanlardan,
gölgesi ağaçlarımızın üstünden,
çorbamızdan bıyığı,
odalarımızdan gözleri,
ve kalktı göğsümüzden baskısı binlerce taşın tuncun alçının ve kâadın”