Tarih, öğretildiği kadar bilinir derler. Ben rahmetli Bahriye Üçok'un İslam Devletlerinde Türk Naibeler ve Kadın Hükümdarlar adlı kitabının başındaki bir bölümü okuyunca Fatih Sultan Mehmet ve meşhur Kanunnamesi ile ilgili bir aydınlanma yaşadım.
İslam alimlerine göre üç çeşit hükümdarlık varmış. Dört halifenin seçilmesi gibi uzlaşma, soydan gelme saltanat ve gücü yetmesi anlamında ŞEVKET.
Yani aslında İslam hukukunda olan bir şeydi yaptığı. Kaldı ki kendisinden önce dedesi Yıldırım Bayezit tahtını, Kosova savaşı sırasında yeniçerilerin kardeşi şehzade Yakub'u öldürmesi sayesinde tahta çıktı. Daha önce de devletin kurucusu Osman Gazi, amcası Dündar beyi öldürtmüştü.
İşin doğrusu saraylar tarih boyunca, zindanlar kadar ve hatta bazen onlar kadar ölümcül olmuştur.
Gene Üçok'un kitabında öğrendiğime göre Emevi hanedanlığı döneminde beş kere iç savaş çıkmış ve şevket sahibi iktidarı almış.
Fatih'i şimdiki zamanda çok seviyoruz. O İstanbul'un fatihi olmakla beraber, yaşadığı dönemde pek sevilmemiş, sürekli savaş, sürekli sefer diyerek. Öte yandan kendisi İstanbul'un fatihi de olsa, Rodos ve Belgrad kalelerinin önünden geri dönmüştür. Ölümünden sonra oğlu 2. Bayezit'in döneminde sefer ve fetih sayısı azdır ve bazı tarihçiler bu döneme yükselmede duraklama dönemi der.
Bunun sebebi olarak Fatih dönemi fetihlerinin ülkeyi yorması kadar, lise ders kitaplarında yazmayan ve Anadoludaki deprem fırtınaları (İstanbul'u hem sallayarak hem de tsunamilerle yıkan 1509 kıyamet-i suğra da bunlardan biridir.) da etkili olmuş olabilir.
Son dönem padişahlarından 2. Abdülhamit'de, siyasal İslamcıların hayalindeki kişi değildir. Kendisi opera ve dedektiflik romanlarına düşkündü. Teodor Hertz (Siyonizmin kurucusu) ile hiç görüşmedi. Yaşadığı dönemde Filistin'de bolca Yahudi-Siyonist göçmen yerleşmişti.
Geçenlerde biri twitter da ülkeyi batı ülkeleri ile kıyaslamamıza kızmış ve Atatürk'e laf atmış. Kendi atası Abdülhamit ve koca Osmanlı neden sanayileşmeyi kaçırdı söylemiyor.
(Söz konusu trole cevap vermedim, muhtemelen aban vereceği cevap vardı. Trollerle muhattap olunmayacağını öğreneli çok oldu.
Öte yandan Abdülhamit döneminin en ilginç yanı Alevi-Bektaşi tekkelerinin 2. Mahmut ve Yeniçeri ocağının lağvından sonra kendisini toparladığı dönemdir.
Abdülhamit'in en büyük muhalifi olarak bilinen Namık Kemal ise çok ciddi bir Alevi-Şii ve Siyahi-Zenci düşmanıdır. Alevi-Şii düşmanlığı için Cezmi romanını, Siyahi düşmanlığı için Kara Bela romanını yazmıştır. Her akşam rakısını içer, beş vakit namazını kılardı. Mason olmakla beraber, Panislamcıydı.
Son bir kaç yıldır da yakın arkadaşı Ziya Paşa'nın Alevi olduğu rivayeti var. Namık Kemal gibi birinin bir Alevi ile dost olması mantık dışıdır.
Pek çok tarihsel ve hatta dinsel kişilik, gerçekliğimizden farklıdır.
İslamdan son ümit kesişim İmam Hasan'ın karısına yaptıklarını öğrenmem oldu.
İmam Hasan, karısı Sara (Cude)'yi sürekli muta nikahlı kumalarla aldatıyor. Dedesi Muhammed, torununun bu cinsel iştahı ile övünüyor. Muta nikahı. Halife Ömer'in emriyle yasaklanıyor. Koskoca peygamber torununa da yasak falan işlemiyor.
Peygamberin ölümünden sonra İslamın temel akidelerinde iki büyük değişiklik yapılıyor. Önce peygamber ölür ölmez arka arkaya çıkan isyanları bastırmak için zekat kırkta bir, yani yüzde iki buçuk seviyesine indiriliyor ve din alimleri bu konuda susuyor. Yoksa Kuranda doğrudan ihtiyaç fazlası diye istenen zekat, zenginlerden okkalı para toplanıp, bu paranın fakirlere dağıtılarak, onların Müslüman yapılması sağlanıyor. Ancak isyanları dindirme adına zekattan vazgeçiliyor ve zekatın sadece adı kalıyor.
O yüzde iki buçuk zekat, toplanıp yoksullar için harcansa Türkiye'de bile beş bin liraya işçi bulamazsınız.
Diğeri de muta nikahı. Mute savaşının hatırası olan kısa süreli, anlaşmalı nikah, fuhşu engellemek yerine, fuhşun kendisi olunca yasaklanıyor. Şiiler, özellikle İranlılar bu yasağı yok saysa da, Alevilerde hiç olmuyor. Hatta Kuran da geçen kazara boş ol lafından sonra kadının başka bir erkekle bir gecelik hülle evliliğine bile hoş bakılmıyor. Sünnilerde ise yer altına iniyor diyelim.
Bu olayı önce Fuzuli'nin Hakikat-ül Saada eserinde okudum ve bir Alevi olarak Cude'ye lanet ettim. Sonra İlhan Arsel'in kitabını okuyunca Cude'ye hak verdim. Bilmem kaç yıldır evlisiniz ve kocanız haftada bir üzerinize kuma getiriyor. Üstelik bunlar çok genç yaşta, bakire kızlar.
Şahsen ben kadın olsaydım, buna ne kadar katlanırdım diye düşündüm. O dönemin ağır erkek egemen dünyası da ayrı baskı konusu.
Kadın gene vicdanlıymış, adamı zehirlemiş. Ben olsam balta ile kafasını kesebilir, karnını deşebilirdim.
Sonra Hasan'ın en büyük siyasi rakibi Yezit'e sığındı. Yezit'de onun elini-ayağını bağlayıp, med-cezirin etkin olduğu bir adaya bırakıyor ve boğularak ölmesini sağlıyor.
İslamın ilk yıllarında sahabeler, Müslümanlar o kadar da vicdanlı değil. Mesela Kerbela'dan evvel İmam Hüseyin adamı Müslim_i Akil'i ve ailesini Kufe'ye gönderiyor. Tahmin edeceğiniz gibi kendisi ve heyeti katlediliyor.
Olayı daha trajik yapan diğer unsur da Müslim-i Akil'in o zamanlar henüz çocuk olan iki oğlu, Müslüm katledildikten sonra saklandıkları evde bulunuyor ve katlediliyor. Muslim-i Akil, sadece İmam Hüseyin'in elçisi, yani sıradan birisi. Öyle tahta çıkacak ya da önemli memur alacak biri olacağı şüpheli. Olsa bile ilk dönem Müslümanlar, iki küçük çocuğa bile acımıyor.
İmam Ali ise, İslamdan dönemleri, çocukları ile yakan, öldürdüğü adamların kızları, karıları ile evlenip, onlardan çocuk yapan birisi.
Kerbela olayında giden yolda peygamber Muhammed'in de hatası büyük. Mekke'nin fethinden sonra devlet kadrolarını daha yeni Müslüman olmuş akrabaları ile dolduruyor.
Oysa hayatta akrabalık yoktur, dostluk, düşmanlık ile kan bağı ve komşuluk gibi şeyler vardır. Kan bağı, komşuluk gibi şeyler, dostken dostluğu arttırdığı gibi, düşmanken düşmanlığı arttırıyor. Öte yandan en zor gününde peygambere yardım etmiş Medine halkı da, 3. halife Osman'ın devleti daha fazla Kureyşliler ile doldurmasına ve Kureyşlilerin giderek daha zenginleşmesi sonucu isyan ediyor, halifenin evini kuşatıyor, susuz bırakıyor falan. Ölmesine İmam Ali engel oluyor, hatta Hasan ile Hüseyin'i bekçi bırakıyor.
O devrin Medinelileri, tarihin ilk Şiileri sayılabilir. Yezid bunun bedelini Kerbela'dan sonra şehirde bir yıkım ve katliam fırtınası estirerek yapıyor. Zaten Kerbela'dan sonra Hüseyin'in kesik kafasına bakıp, Bedir'in öcünü aldım diyor.
Bu anlatımı neticelendirirsek, evet dini kişilikler vardır ve yaşamıştır ama onların gerçek hikayesi, anlatılandan farklıdır. Bu olay hep böyle olmuştur.
Mevlana'yı ele alalım. Ne olursan ol gene gel sözü Mevlana'ya ait değildir, ondan çok sonra yaşamış bir Mevlevi şeyhine aittir.
Mesnevi'de Mevlana kendisine karşı çıkanlara eşek, salak falan der. Hikayelerinde Türkler, Aleviler , köylüler ve bazı diğer insanlarla dalga geçer. Kendisine aptal, salak ve sık sık eşek der. Mesnevideki porno hikayeleri de öyle düz anlatmaz, ballandıra ballandıra anlattır. Hani erkek ortamlarında bazı edepsiz tipler vardır. Erkek çocuklarına büllüğün nasıl, kuş ötüyor mu diye abuk sorular sorup, çocuğa ilk cinsel travmasını yaratır, ortamda kız yoksa belden aşağı fıkra anlatır, şakalar yapar, sonra ortama bir kadın gelince bir saniyede Recep İvedik'ten Zeki Müren'e dönüşüverecek kadar kibarlaşır, hah Mevlana da öyle birisi gibidir.
Isparta'da şehir merkezinde Said-İ Nursi'nin müze yapılmış evinde gitmiş, kullandığı lüks arabayı da görmüştüm. Orada kullandığı lüks araba da sergileniyordu. Aslında Eğirdir'in Barla beldesinde yaşaması gerekirken, merkez de ve merkeze bağlı Sav kasabasında da uzun süre rahat rahat yaşamış ve Isparta'nın her tarafını da gezmiş.
Bu geçmişte de böyle oldu, günümüzde de böyle. Şu anda sosyal medya ortamlarında yirmi kadar Can Yücel'e ait olmayan Can Yücel şiiri dolaşıyor.
Pandemi sürecinde indirimde diye aldığım bir kitap bana bu fikri verdi. Philippe Borgeaud diye bir akademisyen, Antik Mısır ve Yunan kaynaklarına Yahudilerin, yani İsrailoğullarının kökeninin işgalci Hiksoslarla Mısır'a gelen ama onlarla gitmeyen Mezopotamyalı bir topluluk olduğunu yazıyor. Mısır'dan kovulma sebepleri güney Mısır'da gerçekleşen bir salgından sorumlu tutulmaları. Domuz eti yasağının da sebebi gene güney Mısır'da domuzlardan bulaşan bir hastalık. Tarih boyunca bu benzer olmuştur.
Gene Üçok'un kitabında öğrendiğime göre Emevi hanedanlığı döneminde beş kere iç savaş çıkmış ve şevket sahibi iktidarı almış.
Fatih'i şimdiki zamanda çok seviyoruz. O İstanbul'un fatihi olmakla beraber, yaşadığı dönemde pek sevilmemiş, sürekli savaş, sürekli sefer diyerek. Öte yandan kendisi İstanbul'un fatihi de olsa, Rodos ve Belgrad kalelerinin önünden geri dönmüştür. Ölümünden sonra oğlu 2. Bayezit'in döneminde sefer ve fetih sayısı azdır ve bazı tarihçiler bu döneme yükselmede duraklama dönemi der.
Bunun sebebi olarak Fatih dönemi fetihlerinin ülkeyi yorması kadar, lise ders kitaplarında yazmayan ve Anadoludaki deprem fırtınaları (İstanbul'u hem sallayarak hem de tsunamilerle yıkan 1509 kıyamet-i suğra da bunlardan biridir.) da etkili olmuş olabilir.
Son dönem padişahlarından 2. Abdülhamit'de, siyasal İslamcıların hayalindeki kişi değildir. Kendisi opera ve dedektiflik romanlarına düşkündü. Teodor Hertz (Siyonizmin kurucusu) ile hiç görüşmedi. Yaşadığı dönemde Filistin'de bolca Yahudi-Siyonist göçmen yerleşmişti.
Geçenlerde biri twitter da ülkeyi batı ülkeleri ile kıyaslamamıza kızmış ve Atatürk'e laf atmış. Kendi atası Abdülhamit ve koca Osmanlı neden sanayileşmeyi kaçırdı söylemiyor.
(Söz konusu trole cevap vermedim, muhtemelen aban vereceği cevap vardı. Trollerle muhattap olunmayacağını öğreneli çok oldu.
Öte yandan Abdülhamit döneminin en ilginç yanı Alevi-Bektaşi tekkelerinin 2. Mahmut ve Yeniçeri ocağının lağvından sonra kendisini toparladığı dönemdir.
Abdülhamit'in en büyük muhalifi olarak bilinen Namık Kemal ise çok ciddi bir Alevi-Şii ve Siyahi-Zenci düşmanıdır. Alevi-Şii düşmanlığı için Cezmi romanını, Siyahi düşmanlığı için Kara Bela romanını yazmıştır. Her akşam rakısını içer, beş vakit namazını kılardı. Mason olmakla beraber, Panislamcıydı.
Son bir kaç yıldır da yakın arkadaşı Ziya Paşa'nın Alevi olduğu rivayeti var. Namık Kemal gibi birinin bir Alevi ile dost olması mantık dışıdır.
Pek çok tarihsel ve hatta dinsel kişilik, gerçekliğimizden farklıdır.
İslamdan son ümit kesişim İmam Hasan'ın karısına yaptıklarını öğrenmem oldu.
İmam Hasan, karısı Sara (Cude)'yi sürekli muta nikahlı kumalarla aldatıyor. Dedesi Muhammed, torununun bu cinsel iştahı ile övünüyor. Muta nikahı. Halife Ömer'in emriyle yasaklanıyor. Koskoca peygamber torununa da yasak falan işlemiyor.
Peygamberin ölümünden sonra İslamın temel akidelerinde iki büyük değişiklik yapılıyor. Önce peygamber ölür ölmez arka arkaya çıkan isyanları bastırmak için zekat kırkta bir, yani yüzde iki buçuk seviyesine indiriliyor ve din alimleri bu konuda susuyor. Yoksa Kuranda doğrudan ihtiyaç fazlası diye istenen zekat, zenginlerden okkalı para toplanıp, bu paranın fakirlere dağıtılarak, onların Müslüman yapılması sağlanıyor. Ancak isyanları dindirme adına zekattan vazgeçiliyor ve zekatın sadece adı kalıyor.
O yüzde iki buçuk zekat, toplanıp yoksullar için harcansa Türkiye'de bile beş bin liraya işçi bulamazsınız.
Diğeri de muta nikahı. Mute savaşının hatırası olan kısa süreli, anlaşmalı nikah, fuhşu engellemek yerine, fuhşun kendisi olunca yasaklanıyor. Şiiler, özellikle İranlılar bu yasağı yok saysa da, Alevilerde hiç olmuyor. Hatta Kuran da geçen kazara boş ol lafından sonra kadının başka bir erkekle bir gecelik hülle evliliğine bile hoş bakılmıyor. Sünnilerde ise yer altına iniyor diyelim.
Bu olayı önce Fuzuli'nin Hakikat-ül Saada eserinde okudum ve bir Alevi olarak Cude'ye lanet ettim. Sonra İlhan Arsel'in kitabını okuyunca Cude'ye hak verdim. Bilmem kaç yıldır evlisiniz ve kocanız haftada bir üzerinize kuma getiriyor. Üstelik bunlar çok genç yaşta, bakire kızlar.
Şahsen ben kadın olsaydım, buna ne kadar katlanırdım diye düşündüm. O dönemin ağır erkek egemen dünyası da ayrı baskı konusu.
Kadın gene vicdanlıymış, adamı zehirlemiş. Ben olsam balta ile kafasını kesebilir, karnını deşebilirdim.
Sonra Hasan'ın en büyük siyasi rakibi Yezit'e sığındı. Yezit'de onun elini-ayağını bağlayıp, med-cezirin etkin olduğu bir adaya bırakıyor ve boğularak ölmesini sağlıyor.
İslamın ilk yıllarında sahabeler, Müslümanlar o kadar da vicdanlı değil. Mesela Kerbela'dan evvel İmam Hüseyin adamı Müslim_i Akil'i ve ailesini Kufe'ye gönderiyor. Tahmin edeceğiniz gibi kendisi ve heyeti katlediliyor.
Olayı daha trajik yapan diğer unsur da Müslim-i Akil'in o zamanlar henüz çocuk olan iki oğlu, Müslüm katledildikten sonra saklandıkları evde bulunuyor ve katlediliyor. Muslim-i Akil, sadece İmam Hüseyin'in elçisi, yani sıradan birisi. Öyle tahta çıkacak ya da önemli memur alacak biri olacağı şüpheli. Olsa bile ilk dönem Müslümanlar, iki küçük çocuğa bile acımıyor.
İmam Ali ise, İslamdan dönemleri, çocukları ile yakan, öldürdüğü adamların kızları, karıları ile evlenip, onlardan çocuk yapan birisi.
Kerbela olayında giden yolda peygamber Muhammed'in de hatası büyük. Mekke'nin fethinden sonra devlet kadrolarını daha yeni Müslüman olmuş akrabaları ile dolduruyor.
Oysa hayatta akrabalık yoktur, dostluk, düşmanlık ile kan bağı ve komşuluk gibi şeyler vardır. Kan bağı, komşuluk gibi şeyler, dostken dostluğu arttırdığı gibi, düşmanken düşmanlığı arttırıyor. Öte yandan en zor gününde peygambere yardım etmiş Medine halkı da, 3. halife Osman'ın devleti daha fazla Kureyşliler ile doldurmasına ve Kureyşlilerin giderek daha zenginleşmesi sonucu isyan ediyor, halifenin evini kuşatıyor, susuz bırakıyor falan. Ölmesine İmam Ali engel oluyor, hatta Hasan ile Hüseyin'i bekçi bırakıyor.
O devrin Medinelileri, tarihin ilk Şiileri sayılabilir. Yezid bunun bedelini Kerbela'dan sonra şehirde bir yıkım ve katliam fırtınası estirerek yapıyor. Zaten Kerbela'dan sonra Hüseyin'in kesik kafasına bakıp, Bedir'in öcünü aldım diyor.
Bu anlatımı neticelendirirsek, evet dini kişilikler vardır ve yaşamıştır ama onların gerçek hikayesi, anlatılandan farklıdır. Bu olay hep böyle olmuştur.
Mevlana'yı ele alalım. Ne olursan ol gene gel sözü Mevlana'ya ait değildir, ondan çok sonra yaşamış bir Mevlevi şeyhine aittir.
Mesnevi'de Mevlana kendisine karşı çıkanlara eşek, salak falan der. Hikayelerinde Türkler, Aleviler , köylüler ve bazı diğer insanlarla dalga geçer. Kendisine aptal, salak ve sık sık eşek der. Mesnevideki porno hikayeleri de öyle düz anlatmaz, ballandıra ballandıra anlattır. Hani erkek ortamlarında bazı edepsiz tipler vardır. Erkek çocuklarına büllüğün nasıl, kuş ötüyor mu diye abuk sorular sorup, çocuğa ilk cinsel travmasını yaratır, ortamda kız yoksa belden aşağı fıkra anlatır, şakalar yapar, sonra ortama bir kadın gelince bir saniyede Recep İvedik'ten Zeki Müren'e dönüşüverecek kadar kibarlaşır, hah Mevlana da öyle birisi gibidir.
Isparta'da şehir merkezinde Said-İ Nursi'nin müze yapılmış evinde gitmiş, kullandığı lüks arabayı da görmüştüm. Orada kullandığı lüks araba da sergileniyordu. Aslında Eğirdir'in Barla beldesinde yaşaması gerekirken, merkez de ve merkeze bağlı Sav kasabasında da uzun süre rahat rahat yaşamış ve Isparta'nın her tarafını da gezmiş.
Bu geçmişte de böyle oldu, günümüzde de böyle. Şu anda sosyal medya ortamlarında yirmi kadar Can Yücel'e ait olmayan Can Yücel şiiri dolaşıyor.
Pandemi sürecinde indirimde diye aldığım bir kitap bana bu fikri verdi. Philippe Borgeaud diye bir akademisyen, Antik Mısır ve Yunan kaynaklarına Yahudilerin, yani İsrailoğullarının kökeninin işgalci Hiksoslarla Mısır'a gelen ama onlarla gitmeyen Mezopotamyalı bir topluluk olduğunu yazıyor. Mısır'dan kovulma sebepleri güney Mısır'da gerçekleşen bir salgından sorumlu tutulmaları. Domuz eti yasağının da sebebi gene güney Mısır'da domuzlardan bulaşan bir hastalık. Tarih boyunca bu benzer olmuştur.