2 Mayıs 2020 Cumartesi

GENÇLERE SAYGI

Gençlere Saygı
12 Eylül darbesi sonrası bence üç şey itibarını halen geri alamadı.  12 Eylül medyası, seksen öncesi adını verdiği dönemin terörünü bu üç şeye bağladı ve halka da bunu inandırdı.
Birincisi sol ve sol akımlar oldu. O dönemin tüm terörünü önce sağ-sol çatışması, sonra aşırı sol dediği Stalinist-Leninist-Marksist gruplara, sonra da tüm sol partilere suçu yükledi. Maraş'ta çorum'da küçücük çocukları bile katletmekten geri kalmayan Türk-İslam sentezci sağcı gruplar veya meşhur Konya mitinginde ayağa kalkmayanlar itina ile aklandı ve unutturuldu.
İkincisi grev yapan işçilerdi.  İşçilerin grev hakkı kısıtlandıkça kısıtlandı ve bakanlar kurulu, valilik gibi kurumlara bırakıldı. Oysa iş yeri sahiplerinin işçi çıkarma ya da iş yerini başka şehre; hatta ülkeye taşıması için kimseden izin almasına gerek yok.
12 Eylül askeri darbesi olduğunda işveren sendikası başkanı Halit Narin; bu güne kadar işçiler gülmüştü, biz ağlamıştık; şimdi ağlama sırası işçilerde demişti.
İşçilerin göz yaşları halen dinmedi.
Kronoloji: Öncesi ve sonrasıyla 12 Eylül | Al Jazeera Turk ...
Son düşman ilan edilen ise gençler oldu. Önce Kenan Evren kürsüden dillendirdi bunu. 12 Eylül öncesi tüm terör eylemlerini gençlerin heyecanına ve siyasete karışmasına falan yordu. Uzun yıllar oy verme yaşı 21 oldu. Oysa o yıllarda insanlar, ailenin izni ile de olsa kızlar 16, erkekler 17 yaşında evlenebildiği gibi, 18 yaşında yasalar önünde reşit olup, büyükler gibi yargılanabiliyordu.
İlk defa 1994 seçimlerinde seçme ve seçilme yaşı 21'den 18'e indirilmişti. Hatta o günlerde, yaşları 18-21 arasında milyonlarca  gencin seçime gitmek için nüfus memurluklarına başvurması gerekiyordu. Buna rağmen çoğunluğu seçime gitmedi.
Çünkü gençlere siyasetle ilgilenmemesi öğretilmişti. Bu yaş grubu gençlerin %80.'den fazlası seçimlerde oy vermedi. Oy verenlerin çoğu  da, şimdilerde cumhurbaşkanımızın o zamanlar belediye başkanı seçildiği partinin gençlik örgütünden idiler.
12 Eylül öncesi politikacılar, o sokak kargaşalıklarından, katliamlarından kendilerini bir güze akladılar. 12 Eylül öncesi gençleri sevk ve idare eden liderlerin hemen hepsi de otuzunun, hatta kırkının üzerindeydi.
Yaşlılara saygı | islamevimAlparslan Türkeş, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan ve hatta Turgut Özal ile Deniz Baykal bile o seksen öncesi dönemde politikacıydı ama gençleri halen suçlayan halkımız; onları tekrar seçti.
Ben de öğretmenliğe başladığım yıllardan itibaren gençlerin saygısız olduğunu düşündüm. Sonra ben de yaşlandım ve gördüm ki, aslında ülkemizde gençlere bir saygısızlık var, gençler genelde gayet saygılı. 
Zaten muhafazakar ve feodal değerlere bağlı bir toplum olarak yaşı büyüklere saygı gösterilerek büyütülmüşüzdür.  Yaşımızın ilerlemesini bizlere seslenilen hitap şeklinden anarız. Erkek isek abi, dayı, emmi, amca; kadınsan abla ve hala. Bu sesleniş, o kişinin yaşının küçük olduğunu bize bildirme şeklidir.
Öte yandan toplumumuzda gençleri küçültücü ve kırıcı bir yetişkinlik anlayışı vardır. Yetişkinin kafasında iyi bir meslek vardır. Özellikle sanata gönül vermişse, sanatçının aç kalacağına inanırız. Çocuğun tıp ya da çok yüksek puan tutturacağına da, hele de biraz uzakça akrabası isek pek inanmayız.
Öğretmenler bile öğrencilere herkesin bildiği meslekleri tavsiye eder.
Bize hep, küçüklerini sevmek, büyüklerini saymak gerekir dendi. Oysa insan nasıl büyüklerini sevmesi gerekiyorsa, küçüklerini de sayması gerekir.
Genç olmak da saygı duyulması gereken bir durumdur. Yıllarca gençlerden saygı bekledim. Öğretmenlikte yirmi iki yılı doldurunca onlara çok da saygı göstermediğimi fark ettim.
Çünkü iz, bize yaş, makam veya başka şeylerden dolayı büyüklerimize gösterilen bir şey olduğunu sanmıştık.
Oysa gençler, küçüğümüz de olsa ki ben artık yaşça küçük olmaları küçüğümüz olmaları anlamına gelmez, saygı duymamız gereken bir varlıktır. Hayallerin olması, bunun için çabalamak için hazırlıklı olmak, saygı duyulacak ve destek olarak  bir şeydir.
Bu hayaller siyasi bir kariyer yapmak da olabilir.

22 Nisan 2020 Çarşamba

İNEBAHTI'DA KESİLEN KOLUMUZ


Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığı
Ülkemiz üç yanı denizlerle çevrili ve denizcilik bakanlığımız yok. Cumhuriyet tarihimiz boyunca denizcilik müsteşarlarının çoğu da çoğu, tıpkı İnebahtı yenilgisi sırasında donanmanın başında olan Müezzinzade Ali Paşa gibi karacı, hemen hemen hiç denizcilik yapmamış, hatta gemiye bile binmemiş kişilerdir.
Atatürk ve Denizcilik - Yelken OkuluBen de aslen Erzincanlı, doğma büyüme Ankaralı biri olarak deniz insanı değilim. Günü  birlik yat gezileri dışında Heybeli adaya ve Bozcaada'ya seyahatlerim dışında gemiye binmiş değilim. Gene de denizcilikle uzun zamandır ilgiliyimdir.
Tassavvuf ve İrfan Terimleri Sözlüğü: Fednerg-i Istılahat ve Tabirat-iEmekli amiral ve kumpas gazisi Cem Gürdeniz'i Mavi Uygarlık adlı kitabını okuyunca, bu konuda yazmaya karar verdim.

Bu ilgim, deniz adamlarının en az iki bin dolar ve daha fazla maaş aldıklarını öğrenmemle oldu. Sonra Türkiye'nin ithalat ve ihracatının %90'nından fazlasının deniz yolu ile yapıldığını öğrendim.
Fakat Türkiye'de denizciliği, kabotaj hariç çoğunlukla yabancılar yapıyor ve ticaret filomuz Yunanistan'ın bile gerisinde.

En kötüsü de yolcu taşımada şehir hatları haricinde yok gibiyiz. Koca Karadeniz kıyısı, otobüslere teslim. Sebebi de Karadeniz'in fırtınalı ve dalgalı olmasına bağlanıyor. Cem Gürdeniz bahsetmemiş ama bence çift gövdeli gemiler ve havayastık (howarcraft) gemiler ile bu sorun çözülebilir ve Karadeniz kıyısından İstanbul'a uzanan otobüs kirliliği azaltılabilir.
Bir kaç yıl önce Sinop'a gezmeye gitmiştim. Turist rehberliği de yapan (aslında mühendisti, tercümanlık ve emlakcılık da yapıyordu) Sinoplu arkadaş,  eskiden Karadeniz'in üç limanı var dediklerini söyledi; Temmuz, Ağustos ve Sinop. Zira havasına zerre güvenilmeye Karadeniz'de öyle her mevsimde limana girmek, korunaklı bir liman olan Sinop hariç, mümkün değildir.
Oysa bu gün modern gemi mühendisliği pek çok  sorunu büyük ölçüde çözmüş bulunmaktadır.
Halikarnas Balıkçısı (1886-1973) – Edebiyat ÖğretmeniBir türlü yapılmayan Trabzon-Erzincan demir yolu ile Trabzon; İran'ın Balkan yarımadası, Rusya ve Doğu Avrupa'ya açılan kapısı olabilir. Hatta Trabzon limanı bu şekilde Afganistan, Pakistan gibi ülkelere de hizmet edebilir.
Denizcilikte İnebahtı'nda kesilen kolumuz halen uzamadı. Denizcilikte her açıdan geriyiz. Deniz turizmi, deniz madenciliği (başta petrol ve doğal gaz olmak üzere), deniz taşımacılığı (yük ve yolcu) ve balıkçılık.

Hatta deniz edebiyatında da yokuz. Halikarnas Balıkçısı ve Azra Erhat hariç cumhuriyet döneminin deniz edebiyatı yoktur. Altı yüz yıllık Osmanlı tarihinde o da yoktur.
Sadece gemi sökümünde öndeyiz. Bunun sebebi de eski gemilerde çok kullanılan asbest maddesi. Asbest; akciğer kanserinin 2. (birincisi sigaradır), deri kanserinin 1. sebebidir.  Bu yüzden de gemi sökümünde rakiplerimiz Hindistan, Bangladeş gibi gelişmemiş ülkeler.
Geçen sene kaza sonucu batan bir İtalyan yolcu gemisi vardı ya? O de gemi bir ara sökülmek üzere Aliağa'ya getirilecekti. Ancak devasa ve asbestsiz metal dağını Türklere kaptırmak istemeyen İtalyanlar; antlaşmayı bozup, söküm işini Cenova'ya götürdüler.
Ülkemizin acilen denizcileşmesi, bunu için de bol bol denizci yetiştirmesi gerekiyor. İnebahtı'da kesişen kolumuzu yeniden uzatmamız gerekiyor.
Bir öğretmen olarak benim yapabildiğim, öğrencileri denizcilik mesleğine teşvik etmek. Bunun için en büyük silahım işsizlik bir yana maaşların çok iyi olması. Geçen seneki mezunlardan iki tanesi denizciliği seçti. Çok da memnunlar, maaşlar halen çok yüksek ve işsizlik yok.
18112012 Hover boat entering the water - YouTube
Gene de denizcilik pek çok gencin ilgisini çekmiyor. Sebebi de denizciliğin yaşam koşulları. Gemi zaten büyüklüğü bellidir, bir de yetkiniz yüzünden giremiyceğiniz yerler vardır. Gemiler eskisi kadar kara görmeden aylarca denizde kalmıyor ama modern dev gemiler yükleme-boşaltma için günlerce limanda beklerken, liman sahibi ülkenin kanunlarına göre karaya ayak basamayabiliyorsunuz.
Tanıştığım bir gemici, bu şartlar yüzünden tecrübeli eleman yokluğundan bahsetti. Dolar ile verilen maaşı fazla da harcayamayan denizciler, kırklı yaşlarında kabotaj veya şehir içi hatları gemilerine geçip, karada kendilerine iş kuruyorlarmış.
Oysa asgari ücretle madenlerde çalışılan bir ülkeyiz. Asgari ücretin de, Avrupa'da en düşük olduğu birkaç ülkeden biriyiz.
Sorun gurbetçilik ise, gurbetçi bir ülkeyiz. Babam harfiyatçıydı, harfiyat kamyonu vardı ve her sene Marttan, Ekim'e kadar ailecek babamızı görmezdik. Babam da öyle şehir merkezlerine çalışmazdı, şantiyeleri genelde hep dağ başlarıydı.
Pek çok gencimizin denizci olmak istememesi, deniz kültürümüzün olmaması. Bir an önce deniz kültürümüzü yeniden oluşturmak; İnebahtı'nda kopan kolumuzu yeniden uzatmak zorundayız.

18 Nisan 2020 Cumartesi

DİNSİZLİK TÜRLERİ 6-YETİŞKİN DİNSİZLİĞİ

Tanrı Yanılgısı" isimli ateist kitap çıktı!.
Kırk beş yaşından sonra dini duygularını yitiren biri olarak bir süre sonra tek olmadığımı anladım. Şu günlerde pek çok insan, ilerleyen yaşlarında dini inançlarını terk etmeye başlamıştı..
Bu insanların, erge dinsizlerden belirgin farkı, ergen dinsizliği otoriteye bir çeşit itiraz ve isyan iken, yetişkin dinsizliği bir yerde öz eleştiride içeriyor ve bir içsel hesaplaşma da gerektiriyordu.
Ergen dinsizliğinde sonraki yıllarda dine dönüş yaygınken, yetişkin dinsizliğinde dine dönüş çok nadir oluyor.
Ateizm Din Midir? İnanç Mıdır? Veya Nedir?Ben her ne kadar 20 yaşımdan beri sağcı-dinci insanlarla beraber yaşasam, hatta lise son sınıfta ülkücü de olsam, sonuçta Alevi bir olarak bir şekilde deist-ateist kalmamda şaşılacak bir şey yoktu.  Aleviler, cem ayinlerini bile daha ziyade topluluğu bir arada tutacak bir etkinlik olarak görür ve Alevi dedelerinde bile Ateizm yaygındır.

Ancak son günlerde dindar ailelerde büyümüş, imam hatiplerde, kuran kurslarında okumuş, zikirlere, sohbetlere katılmış, hatta halen türban takan insanlarda bile ateizm-deizm yaygınlaşmaya başlamış durumda. Onların anlattıklarını dinlediğimde çok fazla kendini sorgulama ve yargılama var.
Oysa onların seçme güçleri hiç yoktu. Daha doğar doğmaz din olmadan yaşanmayacağını öğrenmişlerdi. Buna rağmen pek çoğu yıllarca dine inandıkları için kendilerini suçluyor gibiydi.
Dinin insana verdiği en ağır yük bu belkide, sürekli kendini suçlamak.Oysa her şey alınyazısı değil miydi, kader değil miydi?
Doğrusu din, insanı korumak veya huzur vermek yerine, tam tersini yapmakta; insanın sürekli kendisini suçlu hissedip, huzursuz etmekte. Birey de bir noktadan sonra yorulmakta.
Oysa dinin zerre yormadığı, üzmediği kimseler var. Onlar her yapıklarını din kılıfına uyduruyor ve yaptıklarından dolayı ne Tanrıya, ne başkalarına karşı sorumluluk duymuyorlar.
Yetişkin dinsizlik hikayelerinin başlangıcı, dini konuları merak etmekle başlıyor genelde. Dini konuları öğrendikçe de, daha önce kendisine öğretilen dinden farkını anlıyor. Pek çok için bu süreç, Kuran'ın Türkçe mealinin öğrenilmesi ile başlıyor. Sonra dini kitaplar, cemaat ve din adamlarından kopuş ve dinden kopuş.
Yetişkin dinsizlerden kadın olanlarının pek çoğu kadın ve bunu çevrelerinden saklıyor. Pek çoğu dindar görünmenin ve kötü niyetli erkeklerden korunmanın bir yolu olarak görüyor.
Yani belli bir yaşın üstündeki insanlar, dini inançlarını yitirseler de, dinin kendilerine verdiği önyargılardan kurtualmıyorlar. ▷ @felsefe_ateist - Ateist Felsefe - Saygı ve özlem ile anıyoruz ...

14 Nisan 2020 Salı

ATATÜRKÇÜLÜK VE PANDEMİ

Atatürkçülük ve Pandemi

Yeni iktidara gelen politikacıların meşhur bir sözü vardır; ENKAZ DEVRALDIK. Bu sözün doğru  olduğu zamanlar olmuştur.
Cumhuriyet Osmanlıdan tam bir enkaz almıştır. Osmanlıdan kalma hiç bir ağır sanayimiz olmadığı gibi, hafif sanayimiz de yoktur. Çoğu İstanbul'da Beykoz porselen fabrikası gibi yerlerdir.
Osmanlı'nın Anadoluyu nasıl bakımsız bıraktığına tarihi eserler şahittir. İstanbul ve Bursa dışında Anadolu şehirlerinde Osmanlıdan kalma mimari eser yoktur. Bir köprü, cami, kervansaray ve benzeri bir eser Selçuklu ya da beylikler döneminden kalmadır.
Bazı paşalar, doğup, büyüdükleri şehirlere bir kaç eser bırakmışlardır, o kadar. Ankara'da Abidin Paşa, Balıkesir'de Zağanos Paşa, Isparta'da Halil Hamit Paşa  falan.
Celâli İsyanları - Tarih ve Edebiyat - MediumGene de İstanbul, Bursa ve Edirne dışında öyle görkemli bir Osmanlı yapısı bulmak zordur. Bütün tarihi yapılar Beylikler, Selçuklu ve öncesidir.
Anadolu Osmanlı tarihi boyunca da isyanlar, özellikle Celali isyanları boyunca hırpalanmıştır.
Bir de kamu oyuna genelde bir sosyoloji profesörü olan Emre Kongar tarafından yayılan yanlış bir bilgi vardır, Celali isyanlarının Alevi isyanı olduğu.
Osmanlı, Alevi ve Celali isyanlarını birbirinden ayırmış, Celali liderlerinin pek çoğu ile anlaşıp, onları askeri birlik gibi Balkanlarda ve Girit fethinde kullanmıştır. Alevi isyanlarında ise kesinlikle uzlaşmaya varmamış, sonuna kadar ezme politikasına gitmiştir. Celalilerin içine bazı dönemlerde Aleviler olmuşsa da,  azınlıkta olmuştur.

Büyük Celali liderlerinin hepsi (Yaşar Paşa,  Karayazıcı,  Kalenderoğlu, Canbulatoğlu, Çomar Bölükbaşı, Köroğlu ilk aklıma gelenler) Sünni ve Türktür.
Türkan Saylan'ın son sözleri | Türkan Saylan kimdir | 10. yılında ...Yılların bakımsızlığına on yıllık harpler silsilesi (1911-1921; 1. ve 2. Balkan, 1.Dünya savaşı ve Kurtuluş savaşı) ülkeyi hepten enkaza çevirmişti.
Bu enkazın önemli bir kısmı da epidemiyolojik, yani salgın hastalıklardı. Ülkede sağlık alt yapısı yetersiz olduğu gibi, salgın hastalıklarına karşı önlem alacak bir örgütlenme de yoktu.
Bu dönemde önemli bir mücadele de salgın hastalıklarla mücadeleydi ve ilk hedef aşılama kampanyalarıydı.

Sorun sadece karantinayı sağlamak ve aşıları halka ulaştırmak değildi, halkı aşının gerekliliğine inandırmak da gerekiyordu.
Üfürükçü tayfasının iki temel düşmanı vardı, öğretmen ve sağlıkçı. Pek çok cübbeli şarlatan uzun yıllar modern sağlık yöntemlerine karşı çıktı.
Haydi Büyükler Çocuklarınızı Aşıya (Zeki Alasya & Metin Akpınar ...Osmanlının  başkent i İstanbul bile doğum hastanesi fikrini garipsemiş ve Zeynep Kamil doğum hastanesine uzun süre Piçhane  demiştir. Çünkü doğum evde olmalıydı ve hastanede doğum yapmak şüpheli bir işti. (Kaynak, Sunay akın. Gene ona göre Kanuni devrinde musluk kullanmanın, yani suyu engellemenin de günah olduğu söylenerek, geceleri musluklar kırılmış. Cahillik işte)
Bunun için dev bir sağlıkçı ordusu kuruldu.  Sıtmaya karşı kinin tabletleri götürüldü, bataklık alanlar kurutuldu.
Sağlık, temizlik gibi nankördür,  çabuk unutulur ve biraz yapmaya ara verdiniz mi, hiç yapılmamış gibi olur.
Seksenli yıllarda bile aşılama bir sorundu, basit aşı ile durdurulabilecek hastalıklar ölümlere yol açıyordu. Devlet salgınlara karşı sadece sahada değil, ekranlarda da savaştı.
Pandemi - VikipediMetin Akpınar ve Zeki Alasya, tiyatrolarının ekibiyle yıllarca aşı propagandalı yaptı. Zeki Alasya'nın söylediği; Haydi büyükler aşıya söz slogan oldu.
Daha doksanlarda bu salgınlar azıcık yatışır yatışmaz yavaş yavaş aşı karşıtları ortaya çıktı. İki binlerden sonra da taban bulmaya başladılar.
Bu süreçte sağlık ocakları kapandı, yerini aile hekimliği denen, uzman olup da ne uzmanı olduğu belli olmayan kurumlar aldı. Bu kurumların amacı işçi sınıfı sigortasına güvenip de sağlık sistemini meşgul etmesin diye oyalamaktı.
Kapitalizm salgın hastalıkları unutmuştu. Ona göre salgın hastalıklar geri kalmış ülkelerde olurdu bu zamandan sonra.
Oysa salgın her an olması muhtemel bir felakettir. Devletler deprem, sel,  fırtına ve yangınlar gibi, salgın hastalıklara karşı da hazırlıklı olmalıdır.
Salgının Avrupa ve Amerika'da bu kadar büyük salgına dönüşme nedeni kamusal sağlığı, yani devletçiliği unutmalarıdır.
Halkın sağlığı, devletin sağlığıdır,


11 Nisan 2020 Cumartesi

KAPİTALİZMLE KAPİTALİSTÇE MÜCADELE

İnsan, Kültür ve Homo Economicus > Bilimdili.com
Kapitalist ekonominin baş teorisyeni Adam Simith ve ardılları, insanı Homo Ekonomikus diye tarif  etmişlerdir.
Ünlü Antropolog Bred Malnowsky ise, ömrünü geçirdiği ilkel kabileler arasında hiç Homo Ekonomikus'a rastlamadığını yazmıştır.
Bronisław Malinowski - Vikipedi
Gerçekte Homo Ekonomikus insan, kapitalist çağın ve düzenin insanıdır. Her türlü işinde ve eyleminde karlılık düşünür.
İnsan doğası gereği faydaya yönelse de, homo ekonomikus insan bu faydayı, ne olursa olsun paraya çevirme ve para değeri olarak görme eğilimindedir.
Toplum, kapitalistleştirkçe, homo ekonikuslaşma eğilimi artar. Bu eğilim, burjuva, aristokrasi gibi üst sınıflarda daha fazla, işçi sınıfında daha fazladır.
Şehir bombardımanlarında, şehrin yoksul semtleri öncelikle hedef alınır. Çünkü  daha önceki bombardımanlarda görülmüştür ki, hemen her toplumda, zengin mahalleler bombalandığında zenginler kolayca yoksul evlerine misafir olmakta; yoksullar ise fakir komşularını misafir etmekte fazlasıyla isteksiz olmakta; Bunun sonucu bombardıman sonrası ülke içi kavgalarda tetiklenmektedir.
Üst sınıflar çoğu kez yeni döneme çabuk uyum sağlar ama bazen yeni dönem kendi üst sınıfını yaratmaya başlar, o zamanda direnmek için duygusallaşır ve eski değerlere sarılır.
Akçasazın Ağaları 1 Ve 2 Yaşar Kemal Demirciler Çarşısı Yusufçuk ...Yaşar Kemal'in Akçasaz'ın Ağaları serisinde (Demirciler Çarşısı Cinayeti ve Yusufçuk Yusuf ) böyle bir olayı anlatır. Tarih öncesinde kalma kan davası olan iki Yörük beyinin karşılıklı birbirlerin bitirmesi ama ağaların çocuklarının ortak fabrika açması olayları anlatılır.
Hepsi böyle başarısız girişimler değildir tabi.

Türkiye'de yaklaşık üç yüz kadar aile, dede-baba-torun ve hatta daha bir kaç nesil milletvekilliği ve belediye başkanlığı yapmıştır. Doğu ve Güney Doğu'da her sene 30 civarında AKP-HDP abi-kardeş milletvekili çıkar.
Oysa egemen güçler, üst sınıf, alt sınıfın bu kadar çabuk yeni düzene uymasını istemez. Alt sınıfa her zaman direnmesini söyler.
Bu direnme karşıtlığı aşı karşıtlığı, organ nakline karşı olmak, hatta fabrika kurmaya karşı çıkmaya kadar varır.
Oysa kendisi tüm Avrupa'yı gezmiş, kızını bile Avrupa'nın bilmem neresinde okutmuştur.
Üst sınıf Homo Ekonomikus olduğu halde, alt sınıfları duygusallığa boğar. Mesela özel hastanelerin ve özel okulların çoğu tarikatların elindedir. Bir zamanlar burjuva sınıfı mason localarında örgütlenirken, şimdi tarikatlarda örgütleniyor.
Tarikatlarda örgütlenirken, kendi çıkarları söz konusu olduğunda,  tarikatların muhafazakarlıkları  , masonların gizliliği kadar yalan.
Zira özel hastanelerde hemen hiç türbanlı hemşire ya da sağlık personeli ( acil tıp teknisyeni, anestezi teknisyeni vs) yok. Oysa aynı tarikatlar, devlet kadrolarını kendi tarikatının türbanlı görevlileri ile doldurmaya çabalarlar.
Biz Bize Yeteriz Türkiyem kampanyasına nasıl bağış yapılır ...Özel okullarda çok farklı değil. Türbanlı öğretmen çalıştırmamak bir yana, her sene yazın Sözcü, Cumhuriyet, Birgün gibi solcu-ulusalcı gazetelere ve benzeri dergilere, internet sitelerine kocaman Atatürk fotoğraflı ilanlar, reklamlar verirler. Tiyatro klüpleri her yıl Atatürk ile ilgili oyun çıkarır.
Dahası bu özel okullarda, öyle bolca seçmeli din dersi ( Kuran, siyer vs) seçilmediği gibi; zorunlu din dersleri de işlenmez. Ders saatlerinde öğrenciler test çözer.
Peki alt sınıf ne yapar?
Dinsiz görünme veya dinsiz kalma korkusu ile çocuğunu Kuran Kurslarına gönderir, okulların seçtiği din derslerini sessizce kabullenir.
Oysa bu son çalıştığım okul, bir devlet okulu da olsa aileler din dersinde ders işlenmesine karşı oldular. Solcu ve Alevi falan mılar diye baktım,  öyle bir şey yoktu. Çocukların isimlerinden de ne kadar dindar oldukları belliydi. Sümeyye, Merve, Furkan, Safa ve benzeri isimlerle aileler siyasi ve dini tercihlerini belli ediyorlardı.

Sonra fark ettim ki bu okulun öğrencileri ve dolayısı ile velileri biraz daha varlıklı ve orta sınıftı. Sonra fark ettim ki tanıdığım hiç bir varlıklı insan, dini öğrenmek için çaba göstermemiştir; onlar dini doğuştan bilir .
Tarikat pansiyon ve yurtlarının o meşhur dini sohbetlerinden, zengin çocukları muaftır. Onlar genelde ergenlik ile işe  başlama arasındaki dönemlerini namazdan, oruçtan uzak, sefih bir şekilde geçirirler.
Sonra üniversite ya da askerlik bitmeye yakın aniden tövbe edip, birden kendilerini dine verip, dini baştan aşağıya herkesten iyi öğrenirler.
Burjuva yani kapitalistler, dinin maddi ögelerini, kazançları yoksa umursamazlar. Zekat örneğini daha önceki yazılarımda vermiştim.
Başka bir konuya dikkat çekeceğim. İktidarın hemen her kampanyasına koşa koşa giden ünlülerden, BİZ BİZE YETERİZ  kampanyasına bağış yapan, çağrı yapan var mı?
Ünlüler bir yana, devletten koca koca yurtları hibe alan vakıflar bu korona günlerinde sesini çıkarıyorlar mı?
Peki biz niye bu kapitalist dünyada kapitalist olmayıp, duygusal davranıyoruz. Biz zenginlerden daha mı değersiziz?
Son olarak, neden bizim seçtiğimiz politikacılar kendilerinden fedakarlık beklemeyip, yeni lüks araç ihalesine çıkıyor ve zenginlerden fedakarlık bekleyen kimse yok?
Zenginler en ufak krizde, tası tarağı toplayıp,  fabrikalarını, şirketlerini yurt dışına taşıyıp, zaten de yılın çoğunu yurt dışında yaşarken; bize reklamlarda vatanseverlik öğütlüyor?
Son olarak devletimiz neden zenginlerden fedakarlık beklemiyor?