12 Eylül darbesi sonrası bence üç şey itibarını halen geri alamadı. 12 Eylül medyası, seksen öncesi adını verdiği dönemin terörünü bu üç şeye bağladı ve halka da bunu inandırdı.
Birincisi sol ve sol akımlar oldu. O dönemin tüm terörünü önce sağ-sol çatışması, sonra aşırı sol dediği Stalinist-Leninist-Marksist gruplara, sonra da tüm sol partilere suçu yükledi. Maraş'ta çorum'da küçücük çocukları bile katletmekten geri kalmayan Türk-İslam sentezci sağcı gruplar veya meşhur Konya mitinginde ayağa kalkmayanlar itina ile aklandı ve unutturuldu.
İkincisi grev yapan işçilerdi. İşçilerin grev hakkı kısıtlandıkça kısıtlandı ve bakanlar kurulu, valilik gibi kurumlara bırakıldı. Oysa iş yeri sahiplerinin işçi çıkarma ya da iş yerini başka şehre; hatta ülkeye taşıması için kimseden izin almasına gerek yok.
12 Eylül askeri darbesi olduğunda işveren sendikası başkanı Halit Narin; bu güne kadar işçiler gülmüştü, biz ağlamıştık; şimdi ağlama sırası işçilerde demişti.
İşçilerin göz yaşları halen dinmedi.
Son düşman ilan edilen ise gençler oldu. Önce Kenan Evren kürsüden dillendirdi bunu. 12 Eylül öncesi tüm terör eylemlerini gençlerin heyecanına ve siyasete karışmasına falan yordu. Uzun yıllar oy verme yaşı 21 oldu. Oysa o yıllarda insanlar, ailenin izni ile de olsa kızlar 16, erkekler 17 yaşında evlenebildiği gibi, 18 yaşında yasalar önünde reşit olup, büyükler gibi yargılanabiliyordu.
İlk defa 1994 seçimlerinde seçme ve seçilme yaşı 21'den 18'e indirilmişti. Hatta o günlerde, yaşları 18-21 arasında milyonlarca gencin seçime gitmek için nüfus memurluklarına başvurması gerekiyordu. Buna rağmen çoğunluğu seçime gitmedi.
Çünkü gençlere siyasetle ilgilenmemesi öğretilmişti. Bu yaş grubu gençlerin %80.'den fazlası seçimlerde oy vermedi. Oy verenlerin çoğu da, şimdilerde cumhurbaşkanımızın o zamanlar belediye başkanı seçildiği partinin gençlik örgütünden idiler.
12 Eylül öncesi politikacılar, o sokak kargaşalıklarından, katliamlarından kendilerini bir güze akladılar. 12 Eylül öncesi gençleri sevk ve idare eden liderlerin hemen hepsi de otuzunun, hatta kırkının üzerindeydi.
Alparslan Türkeş, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan ve hatta Turgut Özal ile Deniz Baykal bile o seksen öncesi dönemde politikacıydı ama gençleri halen suçlayan halkımız; onları tekrar seçti.
Ben de öğretmenliğe başladığım yıllardan itibaren gençlerin saygısız olduğunu düşündüm. Sonra ben de yaşlandım ve gördüm ki, aslında ülkemizde gençlere bir saygısızlık var, gençler genelde gayet saygılı.
Zaten muhafazakar ve feodal değerlere bağlı bir toplum olarak yaşı büyüklere saygı gösterilerek büyütülmüşüzdür. Yaşımızın ilerlemesini bizlere seslenilen hitap şeklinden anarız. Erkek isek abi, dayı, emmi, amca; kadınsan abla ve hala. Bu sesleniş, o kişinin yaşının küçük olduğunu bize bildirme şeklidir.
Öte yandan toplumumuzda gençleri küçültücü ve kırıcı bir yetişkinlik anlayışı vardır. Yetişkinin kafasında iyi bir meslek vardır. Özellikle sanata gönül vermişse, sanatçının aç kalacağına inanırız. Çocuğun tıp ya da çok yüksek puan tutturacağına da, hele de biraz uzakça akrabası isek pek inanmayız.
Öğretmenler bile öğrencilere herkesin bildiği meslekleri tavsiye eder.
Bize hep, küçüklerini sevmek, büyüklerini saymak gerekir dendi. Oysa insan nasıl büyüklerini sevmesi gerekiyorsa, küçüklerini de sayması gerekir.
Genç olmak da saygı duyulması gereken bir durumdur. Yıllarca gençlerden saygı bekledim. Öğretmenlikte yirmi iki yılı doldurunca onlara çok da saygı göstermediğimi fark ettim.
Çünkü iz, bize yaş, makam veya başka şeylerden dolayı büyüklerimize gösterilen bir şey olduğunu sanmıştık.
Oysa gençler, küçüğümüz de olsa ki ben artık yaşça küçük olmaları küçüğümüz olmaları anlamına gelmez, saygı duymamız gereken bir varlıktır. Hayallerin olması, bunun için çabalamak için hazırlıklı olmak, saygı duyulacak ve destek olarak bir şeydir.
Bu hayaller siyasi bir kariyer yapmak da olabilir.
12 Eylül askeri darbesi olduğunda işveren sendikası başkanı Halit Narin; bu güne kadar işçiler gülmüştü, biz ağlamıştık; şimdi ağlama sırası işçilerde demişti.
İşçilerin göz yaşları halen dinmedi.
Son düşman ilan edilen ise gençler oldu. Önce Kenan Evren kürsüden dillendirdi bunu. 12 Eylül öncesi tüm terör eylemlerini gençlerin heyecanına ve siyasete karışmasına falan yordu. Uzun yıllar oy verme yaşı 21 oldu. Oysa o yıllarda insanlar, ailenin izni ile de olsa kızlar 16, erkekler 17 yaşında evlenebildiği gibi, 18 yaşında yasalar önünde reşit olup, büyükler gibi yargılanabiliyordu.
İlk defa 1994 seçimlerinde seçme ve seçilme yaşı 21'den 18'e indirilmişti. Hatta o günlerde, yaşları 18-21 arasında milyonlarca gencin seçime gitmek için nüfus memurluklarına başvurması gerekiyordu. Buna rağmen çoğunluğu seçime gitmedi.
Çünkü gençlere siyasetle ilgilenmemesi öğretilmişti. Bu yaş grubu gençlerin %80.'den fazlası seçimlerde oy vermedi. Oy verenlerin çoğu da, şimdilerde cumhurbaşkanımızın o zamanlar belediye başkanı seçildiği partinin gençlik örgütünden idiler.
12 Eylül öncesi politikacılar, o sokak kargaşalıklarından, katliamlarından kendilerini bir güze akladılar. 12 Eylül öncesi gençleri sevk ve idare eden liderlerin hemen hepsi de otuzunun, hatta kırkının üzerindeydi.
Alparslan Türkeş, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan ve hatta Turgut Özal ile Deniz Baykal bile o seksen öncesi dönemde politikacıydı ama gençleri halen suçlayan halkımız; onları tekrar seçti.
Ben de öğretmenliğe başladığım yıllardan itibaren gençlerin saygısız olduğunu düşündüm. Sonra ben de yaşlandım ve gördüm ki, aslında ülkemizde gençlere bir saygısızlık var, gençler genelde gayet saygılı.
Zaten muhafazakar ve feodal değerlere bağlı bir toplum olarak yaşı büyüklere saygı gösterilerek büyütülmüşüzdür. Yaşımızın ilerlemesini bizlere seslenilen hitap şeklinden anarız. Erkek isek abi, dayı, emmi, amca; kadınsan abla ve hala. Bu sesleniş, o kişinin yaşının küçük olduğunu bize bildirme şeklidir.
Öte yandan toplumumuzda gençleri küçültücü ve kırıcı bir yetişkinlik anlayışı vardır. Yetişkinin kafasında iyi bir meslek vardır. Özellikle sanata gönül vermişse, sanatçının aç kalacağına inanırız. Çocuğun tıp ya da çok yüksek puan tutturacağına da, hele de biraz uzakça akrabası isek pek inanmayız.
Öğretmenler bile öğrencilere herkesin bildiği meslekleri tavsiye eder.
Bize hep, küçüklerini sevmek, büyüklerini saymak gerekir dendi. Oysa insan nasıl büyüklerini sevmesi gerekiyorsa, küçüklerini de sayması gerekir.
Genç olmak da saygı duyulması gereken bir durumdur. Yıllarca gençlerden saygı bekledim. Öğretmenlikte yirmi iki yılı doldurunca onlara çok da saygı göstermediğimi fark ettim.
Çünkü iz, bize yaş, makam veya başka şeylerden dolayı büyüklerimize gösterilen bir şey olduğunu sanmıştık.
Oysa gençler, küçüğümüz de olsa ki ben artık yaşça küçük olmaları küçüğümüz olmaları anlamına gelmez, saygı duymamız gereken bir varlıktır. Hayallerin olması, bunun için çabalamak için hazırlıklı olmak, saygı duyulacak ve destek olarak bir şeydir.
Bu hayaller siyasi bir kariyer yapmak da olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder