27 Mayıs 2020 Çarşamba

DİNSİZLİK TÜRLERİ 8: DİNİN SOMUT SİYASİ İKTİDARI




Bir hayalet dolaşıyor Avrupa'da demişti Karl Marks. Komünizm hayaleti bu diye de eklemişti. Haklıydı, o zamanlar komünizm sadece bir hayaletti. Avrupa işçi sınıfının arzusu,  Paris'te sadece bir kaç ay sürmüş bir yönetimdi.

Oysa 1917'de bir anda o hayalet ete-kemiğe geldi, Rus imparatorluğunun kendisi oldu. Artık somut bir gerçeklikti. Rus yönetimine ait tüm olumlu ve olumsuz özellikler artık komünizme aitti. Sovyetler birliği kurduğu enternasyoneller ile diğer komünist partileri kendisine bağlayarak, bu görüşü sağlamlaştırdı. Gerçek sosyalizmi ve komünizmi Sovyetler Birliği belirlerdi, diğerleri yalancı sosyalist-komünistti.
Hatta 1988-89'da bile Türkiye Komünist Partisi,  Sovyet Komünist Partisi ve partinin (dolayısı ile ülkenin) o zamanki lideri Mihail Gorbaççov ile aynı çizgideydi. Zaten bu parti her zaman Sovyet lideri ile aynı çizgide olurdu.

Derken 1990'da Sovyetler Birliği yıkıldı. Dolayısı ile komünizmde yıkıldı. Aslında yıkılmadı zira yoksulları eşit dünya hayalleri oldukça yıkılmaz ama asla da 1917-1990 arası dönemdeki gibi de olmaz.

Din ise kolay kolay somut iktidar olmadı. Eski Mısırda güç aslında Amon rahipleri denen din aristokrasisinin elindeydi ama halk her zaman firavunları gördü. İlk ve orta çağ boyunca krallar her ne kadar Tanrı adına tahta da otursalar, din adamları (en azından görünüşte) Kralın tebasıydılar.
Papalık hariç diyelim. Papalık,  her zaman kralların üzerinde bir güç olma çabasında oldu. Machiavelli meşhur kitabında, Avrupa krallarının papa egemenliğinde olmasından yakınmış, Türkler de şeyhülislamın padişahın emrinde olmasının, hatta hayatının padişahın iki dudağının arasında olmasının krallar için iyi olacağını söylemiştir.

Neden İslam ya da diğer dinler reform yapamadı sorusunun cevabı, diğer dinlerde bir Papalık makamı yoktu diye cevaplayabiliriz. Martin Luther aslında ilk reformcu değildi, ilk kitlesini bulamn reformcuydu.
Protestanlığın yayılmadığı Avrupa ülkelerine bakarsak, Türkler ile savaşan ülkeler olduğunu görürüz.  İrlanda hariç diyelim, onlar için Katolik olmak, İngiliz olmamak demekti. Fransa ise laikliğin başladığı ülke oldu.

Papa 16. Benediktus, tarihteki 8. Alman papaydı. Papa olarak talihsizliği papazların tacizine uğrayan çocukların konuşmaya başlaması, hatası da bir orta çağ alışkanlığı ile onları korumaya çalışmasıydı. Papalık ve Katolik kilisesinin en büyük geliri olan bağışlar  yarıdan fazla azalınca,  hastalığını  bahane edip istifa etti. Bu sefer de bari Latin Amerikalıların kaçışına engel olalım diye Arjantinli şu anki papayı seçtiler.

Dünya'da din bir kimlik meselesi olsa da, 20. yüz yıla kadar somut bir dini hareket olmadı., bundan özellikle kaçındı. Mesela 1929'da Rıza Pehlevi, cumhuriyet kurmak istedi ama mollalar, İslam'da cumhuriyet olmaz dediler ve Pehlevi'ye şah olmasını öğütlediler.

Olası bir demokraside yeni fikirler dini yapılara zarar verebilirdi, nitekim öyle oldu. Sosyalizm başta olmak üzere çeşitli siyasi görüşler dinin yerini aldı ve iktidara gelen politikacılar her zaman ve her din adamını sevmedi.

Oysa Osmanlı, tarikatlarla bir küs, bir barışık, idare etti. Her padişah, kendi keyfine ve meşrebine göre tarikat buldu. Tarikatlar arası rekabette de bazen birini, bazen ötekini güçlendirdi. Bazen Vani beyi şeyhülislam yaptırıp, Mevlevileri katletti, bazen de Mevlevilerden yana olup, Nakşileri ezdi. Gene de her tarikatın tamamen yok olmamasına veya devletçe kendisine verilen görevi terk etmesine izin verilmedi.

Mesela 1829'da Vakayı Hayriye'den sonra Nevşehir Hacıbektaş'taki türbe dahil, tüm Bektaşi tekkelerine Nakşi şeyhler atanırken; Arnavutlu ve Girit'deki tekkeler hariç tutuldu. Abdülmecid'in saltanatın sonlarına doğru da tekkeler el altından Bektaşilere geri verildi. İslamcıların en sevdiği padişah olan 2. Abdülhamit'in Bektaşilerle arası iyiydi.
Abdülhamit, fiilen padişahlık yapmış son kişiydi. Padişahlar, din adına konuşsalar da, somut olarak dinin kendisi olmadılar.

Somut olarak dinin kötü bir varlık olarak görünümü, din adına zulüm gören kişilerde olur. Çöllerde isyan eden Araplar, pek çok Türk askeri için İslamın kendisiydi ve pek çoğunun da kalbi İslamdan uzaklaştı.

Maraş, Çorum katliamına uğrayan Aleviler için Müslüman, kırk yıllık komşularını katleden vahşilerdi. Aleviler arasında Ateizmin yaygınlığı bu katliamların hatırasıdır.
Tabi o  zamanlar bunu pek umursamadılar, seksenli yıllarda din kültürü öğretmenleri, zaten Aleviler  Müslüman olmak için önce Hristiyan olmalı deyip, duruyordu.
Sonra 12 Eylül işkencecileri ve özel harekatın adı İslam olunca, bu sefer de Kürtler arasında dinsizlik yayıldı.

Myanmar'da olanlar için Budizmi ne kadar suçlayabiliriz? Bir dönem Tayland'ın genel kurmay başkanı ile Singapur'un başbakanı Müslümandı. Bunlara rağmen Myanmar ve Bangladeş Müslümanları için Budizm, saldırgan Myanmar askeri diktasıdır.

1979'da İran için İslam, mollalar rejimidir. 79'da Humeyni, çoğunluğu kadın olan bir kalabalık tarafından karşılanmıştı. 1986'da televizyonlarda Allah'ın yarattıkları arasında hamam böceklerini 8., kadınları 16. sırada saymıştı.
1979'da İran'ın petrol gelirleri, Türkiye'nin devlet bütçesi kadardı. Bu gün İran, ekonomik olarak Türkiye'nin yarısı büyüklüğünde.
Bir zamanlar Türkiye'de pek çok insan için İslam demek Fethullah Gülen ve tarikatı demekti. 17/25 Aralık 2013 öncesinde kavgayı kimin kazanacağı belli değildi ama en azından kavga uzun süreli ve AKP'ye çok hasar verecekmiş gibi görünüyordu.

Ancak olmadı, o ateşli Fetöcüler, üç hafta içinde tarikatlarını terk etti. Daha doğrusu çoğu ilk iki hafta bekledi. Sonra sadece tarikatı imam denen yöneticileri, onlarında tek vasfı imamlık olan elemanları tarikatta kaldı.
O zamanlar çalıştığım okul ilçede  Fetöcülerin kalesi diye biliniyordu. Beni bile sırf orada çalıştığım için Fetöcü sanıyorlardı.

15 temmuzdan sonra bütün o arkadaşlar arasında Fetöden atılan iki arkadaş oldu. Biri zaten örgütün ilçe imamı olan müdür yardımcısı (ki görevden alınıp, düz öğretmen yapılmıştı çoktan), üç çocuk annesi başka bir arkadaş atıldı. O kadın arkadaşın kocası ise halen öğretmenliğe devam ediyor.
Ben de ilk defa metafizik duygulardan, 17-25 ile uzaklaştım. Çünkü o vakte kadar dinin, insanları birleştiren önemli bir unsur olduğunu düşünüyordum.

Oysa zerre kadar değilmiş. 2016'nın bahar aylarında Altan kardeşler ve Nazlı Ilıcak olmak üzere Fetö medyası ve trolleri iyice saldırganlaşmıştı. Bunu çevremdekilere de söyledim, pek çoğunu da inandıramadım.
Ben olayın askeri darbe olacağını öngörmemiştim çünkü örgütün gazete ve dergilerini uzun süredir okuyordum. 15 Temmuzda'da ortaya çıktı ki, örgütün dergileri resmen orduya çağrı yapıyormuş. Bense daha çok AKP içi bir isyan olarak düşünmüştüm.

Pek çok konuda yanılmış da olsam 15 Temmuz'un bağıra bağıra geldiğini görmüştüm. Sonra tam da o günlerde bu blogu yazmaya karar verdim.
15 Temmuz en büyük sarsıntıyı gençliğin imanında yarattı. Din adına ne varsa tuz buz olmuştu.
Gençler soyutlamayı daha zor yapar. Bu yüzden gençler arasında dinsizlik hızla yayıldığı gibi, türban takma oranları falan da düştü.

Şu anki iktidarın hatalarını saymayacağım ama bilmeliler ki Fetö ile nasıl can ciğer kuzu sarması olduklarını, ne istediklerse verdiklerini falan, kimse unutmuş değil.
Sıradan pek çok genç, çalışma planlarını sınav temmuz sonunda olacak şekilde yapmıştı. Şimdi bir ay önceye alınan sınav, pek çok genç için İslam dinin onlara yaptığı bir kötülük olarak hatırlanacak.

1945'den sonra Avrupa'da milliyetçilik ve ırkçılık ölmedi ama eskisi gibi de olmadı. Sadece işsiz ve sınıf kaybı derdindeki kalabalıkların göçmenlere öfkesini göstermesinin bir yolu oldu.
Çünkü milletçi fikirler hep 1945'i hatırlattı.
Siyasi görüşler, bir şekilde şekil değiştirip, biraz da siyasi yelpazenin ortasına gelerek, eskisi kadar radikal, köktenci olmayarak geri döner.
Lakin metafizik bir inanç olarak din, kalplerden çıkınca, din adamları eski gücünü kaybeder, dinin uluslar arası gücü ve din kardeşliği kaybolur.
Franco İspanya'da iç savaşı büyük katliamlarla kazandı. Sırf okuma-yazma biliyor diye Valensiyalı köylüleri ve yine sırf kilise nikahı değil de belediye nikahı yaptı diye evli çiftleri öldürdü. Kendisi de 6-7 kalp krizi geçirene kadar uzun süre yaşadı ve iktidarda kaldı. Avrupa'nın en dindar devletlerinden birini kurud.
Kendisi ölünce anıt mezara gömüldü ve 14 yıllık kesintisiz sosyalist tek parti hükumeti de olmak üzere o anıt mezara elli sene dokunmadı ama elli sene sonra dokunuldu.
Franco arkasından Ateist bir İspanya, bıraktı. Katolik kilisesi yavaş  zayıfladı ve son on yıldır en büyük geliri olan yardımları yarı yarıya azaldı. Bir zamanlar boşanmanın yasak olduğu Katolik ülkeler, homoseksüel evlilikleri onaylar hale geldi. Halkının koyu Katolikliği ile bilindiği Filipinler'de devlet başkanı Papa'ya O. Ç dedi.
Her iktidarın sonu var, bir ömür gibi. Sonrasında  İtalyan vatandaşı olup, Türkiye'de katledeceği komşuların listesini yapan türbanlı kadının komşuları, muhalefet belediyesinden yardım almasına engel olunan yoksullar, sınavları birden bir ay öncesine alınan liseliler, bu yaralarını unutmayacak.
Nasıl ki seksenlerde Aleviler, doksanlarda Kürtler, dinden uzaklaşmaya başladı ve bu uzaklaşmanın da dönüşü olmadıysa, bu dönem dinden uzaklaşmanın da dönüşü yok.
Dini siyasete alet etmenin en başta böyle bir tehliksi vardır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder