14 Nisan 2018 Cumartesi

DİNİ İNANÇLARIMI KAYBETMEM 2 ALEVİLİK, İSLAM VE YAŞAM

            Din ile ilgili düşüncelerimin devamı uzun bir aradan sonra yazmaya karar verdim. Blogumun pek okuyanı yok ama olsun. Turan Dursun'u daha lisedeyken okudum. O yıllarda kafa karışıklığma yol açmıştı gene de çok etkilemedi. Sünnilerin çoğunun Aleviliği İslam dışı görmekte hakkı vardır. Beş vakit namaz ve Ramazan orucu bir yana,  Sünniliğin pek çok inanç akidesi Alevilikte bulunmaz. Turan Dursun'un Din Bu serisi o zamanlar biraz kafamı karıştırdı diyebilirim. Gene de dikkatli okumuştum ki, bazı bölümleri neredeyse bire bir kafamda kaldı. Mesela İslam'da ki pek çok kural ve akideyi, Sabii'lik denen bir inanca bağlamıştı. İskenderiye kütüphanesi yangınının Halife Ömer döneminde olduğunu söylüyordu. Buna benzer pek çok yalanını fark edince de, turan Dursun beni o kadar da etkilemedi.
      Üniversiteye evden ayrılıp, Isparta'ya gittiğimde,  benim için sorun, beni Sünni yapmaya çalışanlardı. garip bir şekilde benimle konuşunca, inançlarımı değiştireceğimi sağlayan çok kişiye rastladım. Uzun zun sohbetler, kafa ütelemeler, Alevilik üzerine en aşağılık dedikoduları gerçek gibi anlatmalar falan. İşin doğrusu beni zerre etkilemedi. Bir dinin peygamberinin katillerinin koyduğu akidelere inanıp, peygamberin yolundan gittiğine inanmak bana hep saçma geldi. Peygamberin damadı ve torunlarının babasının elinden tahtı alıp, kendi soyuna veren birisi ve onun soyunun koyduğu akideler, dinin temeli olamazdı. Uzun yıllar inançlı kalmamın sebebi, annemden aldığım Alevilik inancıydı.
        Öğretmen atandığım zaman, devletin verdiği lojmanda, apartman dairesini bir de beden eğitimi öğretmeni ile paylaşmak zorunda kaldım. Kendisi babasının torpili ile spor akademisini kazanıp, beden eğitimi okumuş ve ciddi anlamda şizofren birisiydi. Liseyi 5 yılda bitirmiş, üniversitenin 2. yılına kadar da baba parası ile çok rahat yaşamıştı.O seneden itibaren tahminim şizofreni başlamış, halüsülasyonlar görmeye başlamıştı. Bu halüsülasyonlar, sakallı, sarıklı birilerini görmeye başlayınca, kendisini ermişi-evliya zanneder olmuştu. Beraber yaşadığımız 3 buçuk ay süresince hep benimle didişti. Sonra anne ve babasının uzun uğraşları sonucu Isparta il merkezine tayin oldu. Aklımda hep torpilli evliya olarak kaldı.
        O küçük ilçede en yakın arkadaşım, dedem yaşında bir emekli öğretmendi. Onun diğer arkadaşlarımdan farkı, diğer Sünni arkadaşlarım beni Sünni yapmaya çalışırken, o Alevi olarak kalmamı isterdi. Bana okumam için Fuzuli'in Hakikat-ü Saada (Saadet ermişlerini bahçesi) kitabını vermişti. Çok etkilenmiştim, geri vermek istememiştim. Sonra ilçedeki bir müftülük çalışanı aracılığı ile almıştı. Sonraki yıllar çok aradım, tesadüfen buldum. Aleviliği merak edenlerin mutlaka okuması gereken bir eser. Beni çok etkilemişti.
        Sonraki yıllarda da beni Sünni yapmak isteyen çok olmuştu. En son olarak sevgilim istedi. Kendisi Süleymancı ve türbanlıydı. İlişkiyi en başta bitirmemiş olduğuma halen pişmanım.Ayrıntı anlatmak istemiyorum. Tek diyeceğim arada bir evlenme-boşanma yaşasam da, hale bunun izlerin taşıyorum. Hem ikimizi ayırmak için aleyhime dedikoduları ona ulaştırıyorlar, hem de bana başka kızları evlenmem için tavsiye ediyorlardı. Uzun süre etrafımdaki insanlara güvenmedim. Tanıştığımızda ben otuz iki, o yirmi dört yaşındaydı. Etrafımdaki insanların, özellikle sağcı olanların iki yüzlü olduğunu düşündüm. Halen de her zaman şüphelenirim. Sonrasında bir sürü insan, bekar olduğum için beni birileri ile tanıştırmak istedi, hep ret edip, kaçtım. Beni sürekli hırpalar ve aşağılardı. Daha önce kız arkadaşım olmadığından, bunları kadın kaprisi sanırdım. Sonra bana aşık olduğundan utandığını söyledi.  Ayrıldıktan sonra da uzun süre başka biri ile ilişki kuramadım. İlk krizde, inatta terk ettim, devamını getiremedim. Yeniden aşağılanmak istemiyordum.
          Dini duygularımın son şahlanışı, Sağlık Meslek lisesinde çalışırken oldu. Olay tamamen ortamdan etkilenmiş olmamdı. İlk önce caminin imamı seninle tanışmak istiyor diye çağırdılar. Yalan olduğunu bile bile, sırf hatırlarını kırmamak için gittim. Sonra her cuma gittim ve hatta cuma günü dersim yokken (evim okula yakındı) de gidiyordum. Hatta bir ara evde de namaz kıldım.
          Bırakmam önce her cuma namazdan sonra imamın para istemesinden bıkmamla oldu. Üstelik artık diyanet veya ona bağlı kurumlar için değil, tarikat yurtları, özellikle de FETÖ'ye bağlı kurumlar için de para istemeye başlamıştı. Sonra sıkıldım, ben de farzlardan sonra kaçar oldum. Sonra evde kılmayı bıraktım.
          Tamamen bırakmama ise, kardeşimin yanına Kars'a gitmem vesile oldu. Sondan bir önceki camiye gidişim oldu bu.Cami ile aramda bayağı mesafe vardı. o sırada cemaat, okunan ezanla beraber abdest alıyordu. Cemaat, uzun uzun abdest aldı,camiye girdi. Çok fazla zaman geçmeden ben de cami avlusuna girdim. Cemaate yetişeyim diye çabucak abdestimi aldım, içeri girdim, bir de ne göreyim. Cami boş, imam bile yok ortada. Uzaktan gördüğüm akdarı ile en az 10-15 kişi olan cemaat, öyle hızlı namaz kılmıştı ki, bunu şeytan bile zor görmüştü muhtemelen. Demek ki namazın tek amacı gösterişti. Göstere göstere namazını kılan cemaat, içeri girince hemen kaçmıştı. Günlerden cuma mıydı, çok net hatırlamıyorum. Cuma değil, sıradan bir öğle namazı da olsa, durum çok garipti. Demek ki amaç kendini camide göstermiş olmaktı. Bir daha da camiye gitmemeye yemin ettim.
        Bu yeminimi daha sonra bir dostum için ilk ve umuyorum ki son kez bozdum. Samimi bir arkadaşım, namaza başladığımı biliyordu. Beraber bir cuma günü Kırıkkale'den Ankara'ya gelmiştik. Kızılay'da Metro istasyonundaki camiye sürükledi beni. Bu yaptığı beni dinden ve camiden biraz daha soğutmak oldu. Sebebi de caminin içinin o kadar da dolu olmaması idi. Oysa bu caminin cemaati her cuma, istasyonun güney ucundaki tüm merdivenleri kapatıyordu. Daha sonraları da dikkat ettim, merdivenlerden bazen caminin içi görünüyordu. Caminin içi boş da olsa illa birileri dışarıda namaz kılıp, insanların yürümesine engel olma hakkını kendisinde buluyordu.
         Bu olaydan sonra da dinin insanların veya toplumların işleyişinde hayati rolü olduğuna dair inancım azalmaya başladı. Bu konuda düşünmeme sevk eden ilk kitap, Berlin'de Bir Kadın adlı kitaptaki bir bölüm oldu. Kitap, 2. dünya savaşının sonunda, Rusların Berlin'e girdiği günleri anlatıyordu. Kitabın bir yerinde Rusların şehit arkadaşları için bir anıt mezar yapmıştı. Kadın buna şaşırmıştı. Çünkü Almanlara, Komünist ve Ateist Rusların, ölülerini yaktıkları ya da çöpe attıkları söylenmiştir. Ben de bu konu üzerinde düşünmeye başladım. Maneviyat için din şart mı?

1 yorum:

  1. Yahu ne kadar boş zamanın var senin? Emekli misin ? Devamlı alkışlarla yaşıyorumdasın bir de blog açmışsın

    YanıtlaSil