24 Mayıs 2018 Perşembe

KAVGAM ELEŞTİRİSİ 3
ETKİLERİ, ETKİLENDİKLERİ  VE İDEOLOJİYİ ELEŞTİRİ


                Kitabın genel anlamda iki yazardan etkilendiğini net olarak söyleyebilirim. En başta İtalyan diktatör ve faşizmin mucidi ve isim babası Benito Mussolini, ardından da Nietzsche.
             Nietzsche'ye karşı bence abartılı bir hayranlık var. Ondan fazla Nietzsche kitabı okumuş biri olarak, bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ateist ve hatta anarşist olması, onu faşist olmaktan kurtarmıyor. Ingeborg Bachman'ın da dediği gibi, faşizm, iki kişi arasındaki ilişkiyle başlar. Devleti, tüm toplumsal kurumları, hatta ahlakı ret etmesi, Nietsche'nin insanlar arasında ayrım yaptığı, üstün insan diye hayali bir insan çeşidi yarattığı ve kendi haline bakmadan da kendisini de üstün insan ya da onların gelecekteki prototipi olarak gördüğü gerçeğini değiştirmez.
               Gerçi faşist liderlerin ve hatta faşist kitleler için de bu geçerlidir. Hitler dahil Nazi liderleri genelde çelimsiz, hastalıklı tiplerdi. Faşizmde genelde toplumun her açıdan dipte olduğu zamanlarda ortaya çıkar. 
              Bence Nietzsche'nin milliyetçi olmama sebepleri, bohem ve savurgan hayatı, o zamanlar Almanyayı birleştirmeye çalışan Prusyalılara olan nefreti ve frengi hastalığıdır. Özellikle son dönemlerinde yazdıklarındaki karmaşa, ilerleyen frengi hastalığının psikozlarıdır.  Kapitalist yazarlar, Karl Marks'ı eleştireceğim diye Hegel'i ve hatta Platon'u umarsızca eleştirirken, Sosyalist yazarların Nietzsche hayranlığı saçmalıktır. Kendisi de sosyalizmi, kapitalizmin aynı derecede otoriter kardeşi olarak görmüştür. Nietzsche eleştirisi kendi başına uzun bir yazı konusu olduğu için burada bırakıyorum.
            İşin doğrusu Fichte'nin her hangi bir eserini okumadım. Yalnız pek çok milliyetçi Türk kitabında şu cümle sabit olarak bulunur.  Büyük Alman filozofu Fichte der ki, eğer bir ulus hak ettiği yere gelemiyorsa, o ulusun hayatıan bir kasıt vardır. .Bertrant Russel'e göre Hitler'in felsefi fikirlerinin akışı Kant, Ficte, Nietzsche diye gider. Bu mantıkla Hitler'i eleştirmek için de Kant'a kadar gitmeli. Ben Kant'ın pek çok kitabını okumuş biri olarak buna gerek görmüyorum. Ficte, Nietzsche eleştiriler ise elzemdir.
              Benim en çok merak ettiğim, Atatürk'ün Nutuk'undan etkilenip, etkilenmediği idi. Okumadığına kesin olarak eminim. Kendisinde kesin bir monarşi ve saltanat düşmanlığı sezdim. Avusturyayı yöneten Hasburg, Prusya'yı yöneten Hohenzollern hanedanlarından açıkça nefret ediyor. Hatta izlediğim bir belgeselde anlatıldığına göre, iktidara geldiğinde, Hollanda'da sürgünde olan devrik imparator 2. Wilhelm, Hitlere bir telgrafla, kendisinin monarşiye gereken önemi vereceğine emin olduğunu söylemiş. Hitler'de telgrafı okuduktan sonra uşağına dönmüş, ne salak herif  demiş. Yazdıklarına göre Hasburg ailesi,  Osmanlı ailesinin, özelikle 2. Abdülhamit'in önemli mevkileri Arnavutlarla doldurması gibi, Çeklerle doldurmuş. Prusya ve Avusturya devletleri hakkında yazdıkları, İttihatçıların Osmanlılar hakkında yazdıklarına benziyor. Kendisi parlamenter sistemden nefret etmekle beraber, monarşiye karşı.
                 Etkilerinden, Türk gençliğinin diline doladığı, iç savaşların toplumları güçlendiği savına gelelim. İç savaştan anladığı ya da anladıkları (sempatizanları ile beraber) devleti iktidarı kendilerinden yanayken azınlıkları ve muhalifleri katletmek. Oysa otuz yıl savaşlarının büyük bir kısmı, Almanya iç savaşı olarak yaşanmış, Almanya otuz yıl savaşları öncesi refahına ve zenginliğine yüz yıl sonra ulaşabilmişti. Pek çok Alman, bu savaşlar sonrasında Balkan yarım adası, Rusya dahil doğu Avrupa, İskandinavya ve Avrupa'nın her tarafına dağılmıştı. O çok şikayet ettiği Prusyalı-Bavyeralı kavgasının temelinde de bu savaşların izleri vardı.
           Ülkeleri asıl güçten düşüren iç savaşlar olmuştur. İç savaşların toplum içinde getirdiği düşmanlık daima kalıcı olmuştur.
              Hem kapitalizmi, hem de sosyalizmi Yahudi eseri olarak görmekle beraber, her iki ideolojini kaynağını Almanya olarak görmesi de onu benmerkezci (egosantirik) bakış açısının sonucu. Oysa kapitalizm Floransa'da ortaya çıkmıştır. İlk burjuva sınıfı, Floransalı yün tarayıcıları ve kumaş dokuyucularıdır. (Werner Sombart-Burjuva kitabı) Kendisi, tıpkı Mussolini gibi sosyalizme de kapitalizme de karşı olduğunu iddia etmekte. Uygulamada tüm faşizmler, desteklenen ve besiye çekilen bir burjuva grubunun rahat çalışması ilkesine dayalı kapitalizmdir.
          Yahudilere karşı ilk büyük suçlaması, kendi içlerinden evlenmeleri, Yahudi inanışı gereği Yahudi kanının kadın soyu üzerinden taşınması, Yahudi kadınlar, Yahudi olmayanlarla evlenirken, Yahudi erkeklerin bunu yapmaması. Faşistler de ötekileştirdiklerini hep bununla suçlar. Sanki Almanlar Yahudi erkekleri ya da kızları ile evlenmeye çok meraklı. Her toplum, çocuklarının kendi etnik grubu içinde evlenmesini ister.
            En basitinden Balkan göçmenleri bile, çoğunlukla Sünni iken (%15 civarı Aleviymiş. Ben Alevi olanı ile tanışmadım), ilk iki nesil fire vermeden kendi içlerinden evlenir. Buna da sebep olarak, gelenek ve göreneklerinin farklılığına bağlarlar. Ben tanıdığım Muhacirler arasında (Balkan göçmenlerinin Anadolu'da ki yaygın ortak adı budur) öyle de aman aman bir gelenek farkı görmedim. Halk oyunları bile çok benzer.
            Fark derseniz, görebildiğim farklar şunlar; ergenlerde eğer hem kız, hem de erkek Muhacirse, kız-erkek arkadaşlığına bir daha hoş görü ile yaklaşıyorlar. Bakirelik onlarda da güçlü bir tabu. Anadolu halkı da bu açıdan onlara yaklaşmaya başladı. Bizdeki ev hanımlığı, onlarda pek yaygın değil. Genelde ailede yürüyebilen herkes bir şekilde işe gider. Anadolu'da doğrudan kuzen (amca-hala-dayı-teyze çocukları) evliliği yaygınken, onlarda biraz uzak akraba (yenge'nin kuzeni, hala'nın kocasının yeğeni vb) evlilikleri yaygındır.Bizde de hayat şartları artık bunu gerektiriyor.  Erkeklerinde, bizdeki gibi hovardalık adeti yok. bu da çalışkanlıkla birleşince, genelde beş parasız göç ettikleri halde, şöyle beş sene geçmeden hali vakti yerinde olurlar. Hatta Türkiye'nin süper zenginlerinin çoğu Rumeli göçmenleridir.
          Ben onlara karşı bir ayrımcılık yapıldığını ya da ayrımcılıktan şikayetçi olduklarını görmedim. (Gerçi bir şekilde, işlerine gelmeyince onlara hakaret edenler olmuştur tek tük) Eğer kendi içlerinden evlenmek bir suçsa, herkes suçludur. Muhacirler, Anadolu halkına sadece fiziksel olarak benzemez. Anadolu halkı genelde esmer olurken, Muhacirler sarışındır. Bulgarlar, Yunanlar, Sırplar ve pek çok Balkan milleti, fiziksel olarak Anadolu halkına daha çok benzer. Bu yüzden Balkan Türklerinin, Sibirya'dan gelip, Avrupayı işgal etmiş Avar, Uz, Peçenek gibi sarışın olduğu bilinen diğer boylardan geldikleri iddia edilir.
      Görüldüğü gibi kendi içlerinden evlenmek sadece azınlıkların değil, kendilerini farklı hisseden herkesin tavrı.
         Yahudilere karşı yaptığı diğer bir suçlama da, spekülasyon, faizcilik vs vs. Genelde Faşizm, azınlıkları bunlarla suçlar. Oysa bu suçları fazlası ile işlediği halde, hiç de Faşizan ayrımcılığa uğramayanlar var. 15 Temmuz darbe girişiminden olsa bazı il ve ilçelerin adı çok ön plana çıktı. Aynı köyden, kasabadan ve ilçeden bir sürü general çıkmıştı ve hepsi de Fetö'den tutuklanmıştı. Benzer şekilde Fetöcü bir sürü hakim, savcı, kaymakam vb kişiler, aynı ilçeden çıkmıştı. Gene de bu yöreler Sünni Türk köyü olduklarından, halkı doğrudan Fetöcülükle damgalanmadı.
           Bunu Avrupa,  Amerika çapında İtalyanlara karşı alınan tavırla anlayabiliriz. Dünyada, özellikle A.B.D ve Avrupa'da mafya demek, İtalya, özellikle de Sicilya demektir. A.B.D'de önemli mafya örgütlenmelerinin ana yapısını Sicilyalılar ve İtalyanlar oluşturur. Pek çok suç sektörü onların elindedir. Gene de Amerikalılar, bir İtalyana, bir siyahi ya da Yahudi'ye davrandıkları gibi ayrımcılık yapmaz. Bir İtalyan ev kiraladı ya da satın aldı diye bir apartman, site ya da semtte emlak fiyatları düşmez; İtalyanları üye kabul etmeyen sosyal kulüpler,dernekler yoktur; İtalyan olduğunuzu öğrendiğinizde size hizmet etmeyi ret edecek lokanta ya da otel de bulamazsınız.
          Geçenlerde bir haber izlemiştim. İsviçre polisi, İtalya'nın Sicilya adasına komşu Kalabriya bölgesi mafyası Ndrangeta (n harfi okunmuyor, Drangeta deniyor) ile mücadele için Kalabriya lehçesi ile konuşacak eleman arıyordu. İsviçrelilerin çoğunun ana dili Almanca bile olsa, Zürih kantonu Fransızca ve güneydeki bir kaç Kanton İtalyanca konuşur. Bazı köyler ise orta çağ Latincesi konuşur. Demek Kalabriya bölgesinin dili o kadar farklı ki, İsviçreliler anlamıyor. Buna rağmen sıradan bir İsviçreli, İtalyanlara ya da Kalabriyalılara yad a Sicilyalılara faşizan bir nefret göstermez. Bir İtalyana ev kiralamaktan ya da bir İtalyanı işe almaktan tereddüt etmez. Nrangeta, Cosa Nostra (Sicilya mafyası), Camorra  (Napoli mafyası) ya da öyle bir İtalyan mafya örgütlenmesinden nefret etmek yerine, bu örgütlerin çalıştırdığı, örneğin uyuşturucu satışı için torbacılık yaptırdığı Afgan, Türk, Arap, Siyahi ya da bilmem hangi fakir  ülkeden gelmiş ülke halkından nefret eder. (Yazıya koyduğu fotoğraf bu konu ile ilgilidir, büyük İtalyan Mafya oluşumlarının çıktıkları yöreler)
           Bir Ateist olduğu halde (o zamanlar Ateistliğini gizlemekteydi) Yahudileri, İsa'ya ve ilk Hristiyanlara zulüm etmekle de itham ediyor. Bu durumda çok geç Hristiyan olan ve özellikle İngiltere- İrlanda Hristiyanlarına zulüm eden Vikingler ve onların torunları olan İskandinav halklarından da nefret etmesi gerekir. Kaldı ki tüm Yahudilerin katlettiği Hristiyan sayısı, otuz yıl savaşlarında ya da buna benzer mezhep savaşlarında birbirini katleden Hristiyan sayısının on bininde biri eder mi?
           Azınlıklara karşı diğer bir suçlama da, inançlarının dine uymadığı. Oysa aynı dinin içerisinde inançları çok  daha farklı olduğu halde, ayrımcılığa uğramayanlar vardır. Nurcular, Sait-i Nursi'nin risaleleri ilahi bir ilhamla yazdığını iddia ederler. Onlar için risaleler vahyidir. İçtihat için Kuran ya da sahih (güvenilir) hadisler yerine, risalelere öncelik verirler. Kadirilere göre Abdülkadir Geylani, sevdiği bir hizmetçinin ölümünü engellemek için, Azrail'e tokat atmış, Azrail'in sepeti devrilmiş ve bu sayede o gün ölen pek çok kişide hayata geri dönmüştür.
         İşin ilginci ırk ya da soy bile faşizan öfkenin kaynağı olmayabilir. Türkiye'de faşistler, beğenmedikleri kitlelerin ya da kişilerin Ermeni, Yahudi, Rum vs soyu olduğunu iddia eder, Alevilerimn, Kürtlerin vs aslına kripto (gizli) Ermeni, Yahudi olduklarını falan söyler. Oysa Rize'nin Hemşin ve Çamlıhemşin civarında yaşayan ve kendilerine Hemşinliler diyen Sünni bir grup insan, Hemşince diye bir çeşit orta çağ Ermenicesi konuşur.
       Görüldüğü gibi pek çok inanış, esas dini naslardan çok uzaklaştığı halde, öyle faşizan bir öfke ile muhatap olmaz. Sırf Ateist olduğu için Aziz Nesin'e öfke kusan kitleler, Bakara-Makara sallıyoruz bir şeyler diyen politikacılara oy vermeye devam ederler.
                      Hitler'in son iddiasına, Almanların, yani Latince adı ile Germenler, çok mu saf ırktır. Aralarına karışan diğer ırklardan genler, zamanla silinmiş midir? Günter Gras, hem Teneke Trampet hem de Soğanı Soymak (Soğanı Soymak otobiyografisidir) adlı kitaplarında Kaşubyalı topluluğunun yarı Alman, yarı Polonyalı olduğunu kendisi söylüyor. Sosyal Demokratlığı ile ünlü de olsa, gençliğinde bir Nazi olduğunu kendisi itiraf ediyor. Daha önce de söylemiştim, Almanya otuz yıl savaşlarını en kanlı şekilde yaşadı, sonuçta Almanya ve Avrupa'nın kuzeyi Protestan (İrlanda, Polonya ve Litvanya hariç)Protestan, güneyi de Katolik kalmıştır. Bunun sonucunda milyonları bulan insan kitleleri göç etmiş, Katolikler, Katolik ülkelerine, Protestanlar Protestan ülkelerine yerleşmiştir.
            Kendisi Almanların sarışınlığına, Yahudilerinde esmer olmasına değiniyor. Oysa meşhu propaganda bakanı Herman Göring bile ufak tefek ve siyah saçlıydı. Ben pek çok sarışın Yahudi de biliyorum . (Meşhur foto model Bar Rafelli mesela)
             Yahudilerin tarih boyunca saf ırk kaldıkları da, bizzat Tevrat ve kendi tarihçilerince yalanlanmıştır. Meşhur kral (peygamber) Süleyman devrinde, bu günkü Yemen'de bulunan Himyar krallığı, meşhur melikeleri Belkıs aracılığı ile Yahudi olmuştur. Kral Davud devrinde binlerce Hitit'in (ki kendilerine Hatti ya da Eti derlerdi, Hitit, Tevrat'ta geçen adlarıdır) Yahudi olduğu yazar. Hazar kavmi, Türk asıllı oldukları halde Yahudi olmuşlardır.
           Türkiye'de bazı topluluklar, örneğin Abdallar, belki de herkesten fazla saf Türk oldukları halde, faşizan aşağılama ve öfke hedefidirler. Halen çoğu Alevi'de olsa, önemli bir kısmı, tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra hızla asimle olmuştur. Esrar kullanmak dışında da bir suçlama ile karşılaşmazlar. (Kırıkkale'de Abdal olmayan yerel halkın tek iddiası bu esrar kullanımı yaygınlığıydı. Bir Abdal'dan bizde esrar yaygındır sözünü duymadım.)
         Neşet Ertaş'a, babası Muharren Ertaş'a, Çekiç Ali ve benzeri sanatçılara sevgi, kimseyi kandırmasın. Bu halk Bülent Ersoy'u sevse de, mahallesinde transeksüel istmez. Örnekleri çoğaltmak fazlası ile kolaydır. Linet sevilir, Yahudiler sevilmez, Fedon sevilir, Rumlar sevilmez, vs vs...
          Faşizan öfkenin sebebi, o topluluğun, toplumu yönlendiren güçlerin çıkarlarını zedelemesidir. Yoksa o topluluğun inançları, yaşam tarzları, ırkları, suç oranları pek önemli değildir.
         Fikirlerinin orijinal olduğunu iddia etse de, büyük ölçüde  Benito Mussolini'den kopyadır. Bedene oturan, dar askeri üniformalar, askeriyeye benzer şekilde, tek el hareketi ve tek kelime ile selamlaşmalar hep Mussolini'den almıştır.
        Mussolini, Faşizmi icat eden değil, Avrupa'ya getiren kişidir. Faşizm ve ırkçılık, önce sömürgelerde icat edilmiş, sonra Avrupa'ya gelmiştir. Yerel halkları daha iyi sömürmek için ten rengi, göz şekli vs bahane etmişlerdir. Irkçılıklarının da sebebi, yerel halkın din değiştirerek, onlarla ortak dindaşlık paydasına gelmesini engellemektir.
          Faşizmi Avrupa'ya getiren İtalyan ve Alman milletlerinin ortak özellikleri, uzun yıllar siyasi birlikten uzak olmaları, sömürgeleşme yarışına geç katılmaları. Almanya, olan sömürgelerini de 1918' de kaybetti. İtalya ise, Mussolini iktidara gelene kadar Avrupa dışında sadece komşusu Libya'ya, Eritre'ye ve o zamanlar İtalyan Somali'si denen Güney Somali'ye sahipti. Mussolini'den sonra Afrika'nın son bağımsız devleti Habeşistan (Etiyopya)'yı da işgal etti. Hatta bu işgal, Avrupa devletlerince alkışlandı.
         Gene de bu, zenginlik düşü gören İtalya'ya yetmiyordu. Hitler de Kavgam'da halka vatan değil, sömürge vaat ediyor ve bu sömürgenin Avrupa'da olacağını açıkça söylüyor.
       Kapitalistler, insanları faşizm dahil radikal ideolojilere iten temel düşüncenin yoksulluk olduğunu söylüyor. bu kocaman bir yalandır.
        1929 bunalımın Avrupa'da en çok Almanyayı vurmuş olmasının ardında da bazı komplolar vardır. Almanya'nın en büyük çelik sanayicisi Stinnes daha Kavgam'ın yazıldığı yıllarda Hitler'i keşfetmiş, 1928'de partisine üye olmuştu.Büyük kriz 1929'da başlamıştı, 1933'de Hitler iktidara gediğinde ise çoktan bitmiş, reichsmark'dan, Almanya'nın euro'ya geçene kadar kullanacağı Deutschemark'a geçilmişti bile.
            Hem 1929 dünya bunalımı en fazla Amerika Birleşik Devletlerini vurmuştu çünkü etkisi 1939'da savaş başlayana kadar sürdü. Savaş ekonomisi, yeni kriz ürettiği için eskisini unutturmuştu. Oysa Amerika bir diktatörlük ya da faşizm eğilimi göstermemişti, hem halk, hem de yönetim olarak.              Atlanan başka bir konu ise, Almanya'nın o yıllarda, hatta daha önce sinde bir refah devleti olduğudur. İngiliz işçi sınıfının sefaleti Charles Dickens'in romanlarına, Jack London'un Ezilenler adlı kitabındaki şahsi gözlemlerine ya da Fransız işçi sınıfının sefaletini Emil Zola anlatırken, Alman işçi sınıfı, Avrupa'nın diğer işçilerine göre daha müreffeh durumdaydı. Gerçi o zamanlar en iyi işçi, en az sefil işçiydi.
          2015 Nobel Edebiyat Ödüllü Rus yazar, Svetlana Aleksiyeviç'in Kadın Yok Savaşın Yüzünde adlı kitabında bazı ilginç ayrıntılar var. Rus askerleri, Silezya, Doğu Prusya ve Pomeranya'dan, hatta Polonya'dan başlayarak bazı hakiki Alman köylerine, şehirlerine girdiklerinde, pek de alışık olmadıkları bir refahla karşılaşıyorlar. Yerler karo ya da parke kaplı, pencere önünde saksı çiçekleri, ince işlenmiş desenli porselenler, narin Bohemya kristali bardaklar, pirinç karyolalar, hemen hemen her evde radyo ve telefon vs vs. Hatta Rus askerler bu gördükleri şeyleri geri döndüklerinde kendi evlerinde, köylerinde uyguluyorlar. Kendileri tahta karyolalarda yatıp, metal yada çömlke kaplarda yemek yiyorlar. Evde saksıda çiçek yetiştirme alışkanlıklarını da böyle ediniyorlar.
        Hitler açıkça ideolojisini anlatıyor, savaştan, toprak edinmeden, bu toprakların Avrupa kıtasında olacağından ve ari ırkı bozan unsurların temizleneceğinden falan açıkça bahsediyor. Demek ki Alman halkı bu vahşeti bilerek ve isteyerek kabul etmiş. 1933'ün Alman halkı bayağı, hatta 2002 yılının Türk halkından daha eğitimliydi muhtemelen. Nazi partisine 1932 seçimlerinde %37,2 oranında oy vermişlerdi. Gerçi o zamanlar da Nazi olmayıp da Nazilere çalışan liberal demokratçıklar vardı muhtemelen. Ay bunlar ırkçı demokrat, sadece Nazilere düşmanlar. Almanyayı Weinmar  vesayetinden kurtacaklar diye propaganda yapan birileri olmuştur.
          Bu yazımda anlatacağım son konu da, özelikle Amerikan sinemasının nedense Naziler hakkında Alman halkını mümkün olduğunca masum gösterme çabası. Nazlerin elinden kaçıp, yıllarca Türk üniversitelerinde çalışan, Atatürk'e karşı suçlar kanunu başta olmak üzere pek çok kanunun hazırlayıcısı ve hatta pek çok Türkçe hukuk teriminin mucidi Ernst von Hirsh anılarına Almanların Nazilerden de önce Antisemitist olduklarını çok güzel anlatmakta.
       Hem o insanlar, filmlerdeki gibi sadece toplama kamplarının içinde çalışmıyordu. Ari ırk her Alman, işini görmeye zorunlu işçi çağıra bilmekteydi. Büyük çaplı inşaatlar, ahır temizlemek gibi zor işlere hep bu bir deri, bir kemik insanlar çağırılıyordu. Gene Svetlana Aleksiyeviç, kitabının bir yerinde, bir Alman'ın köpek taklidi yapmaya zorladığı Yahudi bir çocuktan bahseder. Nazilerin Doğu Prusya'dan çekilmeleri ile ilgili bir belgesel izlemiştim. Orada Alman kadınlar, üstelik de kocaları cephedeyken, yanlarında zorunlu Yahudi işçi (çoğu kadın ve çocuk) bulundurabiliyordu.
        Bu yazı çok uzadı. O yüzden Hitler'in çıkmayan öngörülerinden, bu yazıdan sonra bahsedeceğim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder