1 Mayıs 2018 Salı



KAVGAM İNCELEMESİ 2 
KİTABIN GENEL YAPISI VE KİTAPTA OLMAYAN ŞEYLER

                     İlk önce bu kitap ile ilgili ön bilgileri vermeli. Bir kere bu kitap, Lenin'in Ne Yapmalı ya da Nasıl Yapmalı'sı gibi ve ya Atatürk'ün Nutuk'u gibi tek hamlede yazılmamış. Birahane darbesi sonrasında hapis yaptığı günlerde yazdıkları, kitabın sadece ilk yarısı falan. 1933'de iktidara gelene kadar kitaba yeni bölümler eklemiş.
       Bu yüzden ilk bölümlerde bütün Alman halkına değil de, koyu Katolik Bavyera ve Avusturya halkına seslenme çabası daha fazla. Buna bağlı olarak ilk bölümlerde bol bol tanrı diyor ve Katolik kilisesi ile Martin Luther'den saygı ve övgüyle bahsediyor.  Mezhep kavgalarının o yılların Almanya'sında bile etkin olduğunu görüyoruz. Otuz yıl savaşlarından Almanya bölünmüş, Fransa bütün olarak çıktı. Her iki ülkede de mezhep kavgaları devam etti. Fransa, Saitnt Barthelemy katliamını yaşadığında Vestfalya barış antlaşması imzalanalı yüz yılı geçmişti. Gene de Fransa, kavgalı da olsa bir ve bütündü. Almanya'da ise, Kutsal Roma (Cermen) imparatorluğu kağıt üzerindeydi. İmparator artık ne asker, ne vergi toplaya bilecekti.  Tamamen kağıt üzerindeydi artık. Almanlar mezhep kavgası yaparken, diğer uluslar dünyayı paylaşıyordu. Bunu kitapta Hitler'in kendisinin söylemesiydi.
          Kitabın son bölümlerinde hiç tanrı kelimesinin geçmemesi ilginç. İlk sayfalar tanrı kelimesinden geçilmiyor. (Geçmeyen başka kelimelerden de bahsedeceğim) Hitler,  tıpkı Mussolini  gibi ateistti. Hitler, meşhur NAZİ selamı ve SS birlikleri dahil pek çok ideolojik ögeyi Mussolini'den almıştı. Mussolini'de ateist olmasına rağmen 1870 yılında Savoya hanedanlığının birleşmesi ile tarihten silinen Papalık devletini 1929 Lateran antlaşması ile yeniden kurulmasını sağladı. Mussolini her zaman Papalık ve Katolik kilisesine bağlı kalırken, Hitler, 1943'de parası bitince kiliseleri yağmalayıp, papazları toplama kamplarına gönderdi. O zamanda Marti Neilmöller meşhur sözlerini söyledi, ben tutuklandığımda sesini çıkaracak kimse kalmamıştı. Hitler papazları toplama kamplarına gönderir, kiliseleri yağmalarken, esir Alman askerleri, bir ilahiyatçı asteğmenin yaptığı Meryem Ana portresinde deva arıyordu.
                Bence bir kitapta bahsedilmeyen şeyler, bahseden şeyler kadar önemlidir. Subliminal mesaj denen gizli içerik, çoğu kez yazılmayan, gösterilmeyen şeylerle verilir. Öyle zan etiğiniz gibi geri plandaki şekiller, Disney çizgi filmlerindeki çıplak kadın, penis imajları ile değil. Örneğin hiç bir kovboy filminde tarım yapan Kızılderililer görmezsiniz. Oysa Kızılderililerin çoğu çiftçiydi. Buradaki suliminal mesaj, Kızılderililerin vahşi olduğu mesajıdır.  Benzer şekilde Amerikalıların Vietnam filmlerinde portakal gazı ve 2. dünya savaşında atılan bombaların daha fazlasını bu küçük ülkeye atmaları yoktur. Buradaki gizli mesaj, terörü önleyip, barış getirdikleri yalanıdır. Benzer bir şekilde Red Kit çizgi roman ve filminde Amerikayı oluşturan tüm unsurların hikayeleri vardır, zencilerin ki yoktur. Zira bu çizgi roman Belçika yapımıdır ve zenginliğini büyük ölçüde, otuz yılda nüfusunun yarısını katlettiği Kongo'ya borçludur. Genel anlamda da siyahileri hor görürler. Ret Kit çizgi romanında siyahiler ancak garson olarak ve hiç ses çıkarmadan vardır. Şirinler çizgi filminin bir bölümünde siyahlaşıp  aptallaşır, tedavi ile mavi olurlar. bu bölüm ırkçılık muamelesi görünce de siyah rengin yerini mor alır. Benzer şekilde Dan Brown'un Melekler Ve Şeytanlar serisinde de Papalığın günahları anlatılmaz. Wilyam James'in, Dinsel Yaşantı Şekillerinde hep Ateist ya da Yahudi iken, hidayete erip, Protestan ya da Katolik Hristiyan olanların hikayeleri vardır. Bir kaç tane de İslam, Hinduizm ve Budizm örneği vardır. Ateizmi tercih edenlerin hikayeleri yoktur.
                 Bu açıdan benim de bu kitapta olmayan bazı şeyler ilgimi çekti.
            Kitapta hiç VATAN kelimesinin geçmemesi de çok ilginç. Acaba çeviri hatası mı diye düşündüm. Daha ilginci bize yıllarca ders kitaplarında 1. dünya savaşının asıl sebebi olarak gösterilen Alsaz'dan hiç bahsetmemesiydi. İşin doğrusu Almanların 1870 Sedan savaşı ile alıp, 1918'de kaybettiği bu bölgenin halkı, Almanca konuşmakla beraber, kendilerini hiç Alman olarak hissetmemiştir. Bölge halkının da pek çoğu, Alman olarak kalmak yerine, göç etmiş ve çoğunlukla da Cezayir'e yerleştirilmiştir. Bölge bir Alman eyaleti olmamış, 2. Reich'ı (Prusya imparatorluğu) oluşturan 14 eyaletin ortak malı olmuştur. Benzer bir şekilde Almanya'nın Versay antlaşmaları ile kaybettiği diğer topraklar da, protesto gösterileri sebebi ile kitapta yer buluyor. Bu bölgelerin kaybından çok, kaybedilen deniz aşırı sömürgelerin kaybından bahsediyor ve en çok buna öfkeleniyor. Almanya aba vatanından çok, deniz aşırı sömürgeler yüzünden kederlenmesi ilginç. Almanlara da, Versay antlaşması ile kaybedilen toprakları değil, yeni sömürgeleri vaat ediyor. Bu sömürgeler de Kamerun (Bu örneği veriyor. Bu ülke eski Alman sömürgelerinden birisiydi) değil, Avrupa'dan olacak diyor.
               Bunun da sebebi Almanların bu deniz aşırı sömürge işine en son başlayıp, en önce çıkmalarından çok, Almanlarda bir denizcilik kültürü olmaması ve Almanların  bir denizci millet olmaması. Hindistan'ı işgal eden Hint şirketi, uzun yıllar ülkenin tek sahibiydi. İngiltere kraliçesinin Hindistan tacı takması, çok zaman sonraydı. Uzun süre Sih, Müslüman ve diğer milletlerden paralı askerleri ile ülkeyi yönetti.Şirketin asker sayısı, İngiliz ordusundan fazlaydı. Fransız ve Hollanda Antil adalarını işgal edenler, Fransız ve Hollandalı korsanlardı. Hollanda doğu şirketi, Japon ve Filipinli paralı askerlerle, bu gün Endonezya denen ülkeyi işgal etmişti. Denizcilik bir kültürdür. Aylarca  gemide bir avuç erkek bir arada yaşamak veya ana vatandan yıllarca uzakta kalmak, bambaşka bir zorluktur. Bu kültürün, ülke halkına nüfuz etmesi lazımdır.  Yoksa bu Alman donanmasının yapacağı bir şey değildir.
             Öte yandan Hitler'in Alman ulusuna vatan değil, sömürge vaat ettiği açık. Almanlara açıkça yeni topraklarla beraber, zenginlikler de vaat ediyor. Açıkça bu topraklar Avrupa'da olacak diye, daha 1920'li yıllarda bir Avrupa savaşını işaret ediyor. Hırslarını hiç gizlememiş, açıkça saldırganlık sergilemiş. Tahminim Hitler yükselirken de, ay bunlar ırkçı demokrat, azıcık Yahudi düşmanı, ne oalcak sank, hangi Alman, Yahudi düşmanı değil ki? diyen liberal yancıları falan olmuştur.
          Olmayan bir şey de, Orta Çağ boyunca ve sonrasında da Almanya ve tüm Avrupa boyunca yapılmış Yahudi katliamları. Yahudileri katletmek ve Yahudi düşmanlığı, Naziler ya da Hitler ile başlamadı. Türkiye'de uzun yıllar ders veren, hatta Türk hukuk bilimindeki pek çok kavramın mucidi Ernst Von Hirsh'e göre Naziler, Yahudi düşmanlığını hazır bulmuştu. Tarihte bunu gösteriyor. 1. Haçlı seferi bile, Ren vadisi boyunca yerleşen Yahudilerin mallarının, mülklerinin ve kadınlarının yağmalanması ile başlamıştı. Yahudilerin, Ren vadisinden Avrupa'ya yayılışları da böyle başlamış olabilir. Protestanlığın kurucusu Alman rahip Martin Lutler'in kitaplarının birinin adı Yahudileri ve Türkleri Neden Öldürmeliyiz' dir. Alman prenslerinin Yahudileri ülkelerine davetlerini, Yahudilere verilen ayrıcalıkları ve saray Yahudilerini anlatmış. Bu Yahudilerin sayıları çoğalınca, ani bir Progrom denen katliamlarla (Kristal Gece, Almanya ve Avrupa'da sıkça yapılan ve şehirdeki ya da ülkedeki tüm Yahudilere saldırmak demek olan progromların sonuncusuydu. Maraş-Çorum katilamları, 1934 Trakya ve 6-7 Eylül 1955'de olanlar ve 2 Temmuz'da bir çeşit progromdu) katledilmiş, göçe zorlanmış ve malları, mülkleri yağmalanmıştır. Bu tür katliamlar, en Semitik ülke olarak bilinen İngiltere'de bile olağandı.
         Yahudiler ile ilgili olarak anlatılmayan diğer bir konu da gettolardır. İlk olarak Venedik şehrindeki Yahudilerin terk edilmiş barut fabrikası ve arazisine kapatılması ile, barut fabrikası anlamındaki getto kelimesi, şehirlerde Yahudilerin kapatıldıkları alan demektir. Fransız ihtilalinden sonra, Fransa'da ortadan kaldırılmaya başlanmıştır. Almanya'da 1808'de Napolyon tarafından yıkılmış denir bu gettolar. Kaldı ki tamamı da kaldırılmış değildir, en azından kafalarda. Gene profesör Hirsh'in anılarından öğreniyoruz ki, Almanya'nın bazı eyaletlerine Yahudilerin subay ya da polis olması yasaktı. Kaldı ki Prusya imparatorluğunda zaten subay-astsubaylık mesleği (özellikle subaylık) junker denen bir kasta aitti. Kendi aralarında evlenir ve meslek olarak sadece askerliği düşünürlerdi.
      Yahudilikle ilgili anlatmadığı bir şeyde, Yahudilerin göç ettikleri ülkeye getirdikleri ticari canlılıktı. Alman prenslerinin ya da Avrupa krallarını belli dönemlerde Yahudiler göç etsin diye ayrıcalıklar getirmeleri boşuna değildi. Kıbrıs sorununu anlatan bir seminerde, gayet de Türkçü-Milliyetçi olan konuşmacı, Kıbrıs fethedildiğinde, adada ticaret canlansın diye, Beyrut'dan beş yüz Yahudi'nin adaya göç ettirildiğinden bahsetmişti. Sonradan Osmanlı'nın fethettiği her yere Türk yerleştirmediğini ama Yahudi mutlaka yerleştirdiğini öğrendim. Ayrıca 1492'de İspanya'dan sürülen Yahudilerin Ege denizi kıyılarına yerleştirilmeleri boşuna değildi. Osmanlı'ya mülteci ya da göçmen olmanın birinci şartı (hele de Gayrı Müslim isen)   vergi mükellefi olmaktı. 1848 ihtilallerinden  sonra göç eden Macar ve Polonyalılar için bile  bu şart bozulmamıştı.
         Hitler'in yazdıklarına etkilenen diğer faşist yazarlar da, zaten olan düşmanlıkları körüklemekle kalmamışlar, yeni düşmanlıklar da icat etmeye çalışmışlar, bazılarında başarılı olmuşlar, bazılarında olamamışlardır. Mesela Nihal Atsız, hayatı boyunca o Hitler kakülü gibi Hitler fikirlerinden de vazgeçmemiştir. (Yaşlandıkça kelleşen kafasında kakülü bir garip durmaya başlamıştır) Oğlu Yağmur'a yazdığı meşhur mektupta (son 10-15 yıldır inkar edilmeye başlansa da bu mektup gerçektir) Türklere düşman olmayan millet bırakmamıştır. Bunlardan Çerkezler ve Arnavutlar (özellikle Uzun Yayla Çerkezleri), ciddi manada Türk milliyetçisi ve Ülkücü-MHP'lidirler.
        Şimdi bu uzun eleştiriyi Etkilendikleri ve Etkileri  ile Başarısının Sırları başlıklı 2 yeni yazı ile devam ettireceğim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder