25 Temmuz 2018 Çarşamba

FİLM GİBİ GİBİ



Kulakları çınlasın, ya da bu hikâyeyi okusun, film yapımcısı ve yönetmeni Sinan Çetin'in bir programı vardı. Adı Film Gibi'ydi. İlk önce bu programı, matbaacı olup, halkımızca ünlü şarkıcı ve oyuncu Hülya Avşar'ın kocası olarak tanıdığımız, Kaya Çilingiroğlu sunuyordu. Beceremeyince, Sinan Çetin sunmaya başladı. Hani o bölümler arada bir yayımlansa da gülsek. Bu zatı daha sonra çapkınlıkları ile tanır olduk. Demek ki adam kamera önünde yapamıyordu.
         Neyse, biz milli damat Kaya bey üzerinde fazla yazmayıp, konumuza dönelim. Hani filmlerin, özellikle eski Türk filmlerin senaryolarının sürekli kullanılan konuları vardır. İki seki sevgili, anne-baba, evlat ve tüm sevenler ve ayrılanlar, bir tesadüfle karşılaşırlar. Bundan ilhamla, Film Gibi adı verilmişti bu programa. Ayrılan, ayrı düşenler, bu programda buluşturuluyordu ama bir de stüdyoda eziyet vardı. Bekleyen kişiyle önce uzun bir sohbet edilir, gariban uzun, uzun sorguya çekilir, sonra beklenen kişi gelecek mi diye fala bakılırdı. Stüdyoda yanlara kayarak açılan elektrikli bir kapı, dakikalarca ve defalarca açılıp, kapanır, komedyen Yalçın Menteş, Yalvaç'a program yapmaya gelmişti. Gösterisinin bir yerinde bu programla çok güzel dalga geçmişti. Saymış, yirmi küsur dakika ve üç yüz küsur defa kapı açınıp kapanmış, araya iki defa reklam girmiş ve adam karısına öyle kavuşmuş.
         Şimdi bir de benim böyle bir hikâyem var. Hikâyenin ilk kahramanı, biyoloji öğretmeni Mustafa hocamızdır. Aynı zamanda arkadaşım. Kısacık boylu, çok neşeli bir adamdı. Fırça bıyıkları vardı ve en çok kullandığı söz, 'Ne diyorsun sen' di.  Bana dostum diye hitap ederdi. Öğretmenliği de maceralıydı.
         Öğretmenliğe, Çorum’da başlamıştı. Orada, askerliği de öğretmenlik yaparak, üç yıl çalışmış ve Isparta'nın bir kasabasına atanmıştı. Orada öğretmenken, bir akşam eğlence yaptığı bir Milli Eğitim bürokratı onu, mahrumiyet ilçesi olan başka bir ilçenin köyüne ilköğretim okuluna müdür yapmıştı. Orada da biraz kalıp, Anadolu liseleri öğretmenliği sınavını kazanıp, Konya'nın bir ilçesinde Anadolu İmam Hatip lisesi öğretmenliğini kazanmıştı. O kadar dolaşma yetmemiş, Isparta il sınırına gelmek adına benimle aynı ilçeye, Anadolu öğretmen lisesine gelmişti.
         Mustafa hoca ilçede iki yıl kaldı. Bir ara ev tuttuysa da, ailesini Isparta merkeze yerleştirmesi gerekti. Bir ara benim eve ortak olduysa da, benim evin ikinci odası çok soğuk olduğundan, odaya da ikinci soba kurmadığımızdan, birinci haftanın sonunda geri öğretmenevine taşındı.
         Gelelim onun amcaoğlu Mehmet'e. Onunla çok sonraları, bir sabah İstiklal marşı töreninde gördüm. Önce öğrenci sandım. Zaten öğrenci de olabilirdi, on sekiz yaşındaydı. Sıraya geçmesini söyledim, müdür uyardı beni. Soy adını, bir toplantıda, kâğıtta yazılı olarak gördüm.
         -Hay Allah, bizim Mustafa hoca burada ders mi veriyor? Dedim yüksek sesle. Sonra kendimi tekzip ettim.
         -Ha, burada isim Mehmet. Sonra o lafa girdi.
         -Mustafa hocayı tanıyor musunuz? Benim amcaoğlum olurda.
         -Yapma ya, arkadaşım olur, öğretmenevinde kalıyor.
         Uzatmayayım, o akşam, Mustafa hocaya durumu anlattım. Sonra hem Mustafa hocadan, hem Mehmet'ten öğrendim. Mehmet’in, babası ölünce, annesi başkası ile evlenip, Isparta merkezden, bu ilçenin bir kasabasına gelmişti. Üvey babalarıyla anlaşamayan o ve ablası, Çocuk Esirgeme Kurumunun yurduna yerleşmişti. Ablası liseyi bitirmiş, ilçenin adliyesinin temizlik işlerini yapan şirkette çalışmaya başlamıştı. Kendisi de İlçenin otobüs firmasında muavinlik yapıyordu. Sonra kendisi de Çocuk Esirgeme Kurumu kadrosundan, memur olarak, İmam Hatip Lisesine hizmetli (bizim zamanımızda hademe denirdi) atanmış. O, Mustafa hocayı Isparta merkez'de biliyormuş. Mustafa hocada Mehmet'i babasının ölümünden beri görmemiş. Bunu başka bir arkadaşa anlattığımda yorumu
         -Şuna bak, film gibi, gibi dedi.
         Bu hikâye de aynı Film Gibi, gibi oldu. Bu iki kuzen, haftalarca bir birlerini bulamadı. Daha doğrusu, Mehmet, Mustafa hocanın yanına uzun süre gelmedi. Epey bekledik. Her akşam öğretmenevinde bu amcaoğlunu bekledik. En sonunda hoca,
         -Bizim emmoğlu gelmeyecek anlaşılan dedi bir akşam. Tam bu lafı dedi, oyun masasına oturdu, birkaç dakika sonra Mehmet geldi. Yani bu kadar olmaz. İki akrabanın yıllar sonra karşılaşması bayağı göz yaşartıcıydı. On beş senedne sonra ilk defa karşılaşıyorlardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder