Kulakları
çınlasın, ya da bu hikâyeyi okusun,
film yapımcısı ve yönetmeni Sinan Çetin'in bir programı vardı. Adı Film
Gibi'ydi. İlk önce bu programı, matbaacı olup, halkımızca ünlü şarkıcı ve
oyuncu Hülya Avşar'ın kocası olarak tanıdığımız, Kaya Çilingiroğlu sunuyordu.
Beceremeyince, Sinan Çetin sunmaya başladı. Hani o bölümler arada bir
yayımlansa da gülsek. Bu zatı daha sonra çapkınlıkları ile tanır olduk. Demek
ki adam kamera önünde yapamıyordu.
Neyse, biz milli damat Kaya bey üzerinde
fazla yazmayıp, konumuza dönelim. Hani filmlerin, özellikle eski Türk filmlerin
senaryolarının sürekli kullanılan konuları vardır. İki seki sevgili, anne-baba,
evlat ve tüm sevenler ve ayrılanlar, bir tesadüfle karşılaşırlar. Bundan
ilhamla, Film Gibi adı verilmişti bu programa. Ayrılan, ayrı düşenler, bu
programda buluşturuluyordu ama bir de stüdyoda eziyet vardı. Bekleyen kişiyle
önce uzun bir sohbet edilir, gariban uzun, uzun sorguya çekilir, sonra beklenen
kişi gelecek mi diye fala bakılırdı. Stüdyoda yanlara kayarak açılan elektrikli
bir kapı, dakikalarca ve defalarca açılıp, kapanır, komedyen Yalçın Menteş,
Yalvaç'a program yapmaya gelmişti. Gösterisinin bir yerinde bu programla çok
güzel dalga geçmişti. Saymış, yirmi küsur dakika ve üç yüz küsur defa kapı
açınıp kapanmış, araya iki defa reklam girmiş ve adam karısına öyle kavuşmuş.
Şimdi bir de benim böyle bir hikâyem
var. Hikâyenin ilk kahramanı, biyoloji öğretmeni Mustafa hocamızdır. Aynı
zamanda arkadaşım. Kısacık boylu, çok neşeli bir adamdı. Fırça bıyıkları vardı
ve en çok kullandığı söz, 'Ne diyorsun sen' di.
Bana dostum diye hitap ederdi. Öğretmenliği de maceralıydı.
Öğretmenliğe, Çorum’da başlamıştı.
Orada, askerliği de öğretmenlik yaparak, üç yıl çalışmış ve Isparta'nın bir kasabasına
atanmıştı. Orada öğretmenken, bir akşam eğlence yaptığı bir Milli Eğitim
bürokratı onu, mahrumiyet ilçesi olan başka bir ilçenin köyüne ilköğretim
okuluna müdür yapmıştı. Orada da biraz kalıp, Anadolu liseleri öğretmenliği
sınavını kazanıp, Konya'nın bir ilçesinde Anadolu İmam Hatip lisesi
öğretmenliğini kazanmıştı. O kadar dolaşma yetmemiş, Isparta il sınırına gelmek
adına benimle aynı ilçeye, Anadolu öğretmen lisesine gelmişti.
Mustafa hoca ilçede iki yıl kaldı. Bir
ara ev tuttuysa da, ailesini Isparta merkeze yerleştirmesi gerekti. Bir ara
benim eve ortak olduysa da, benim evin ikinci odası çok soğuk olduğundan, odaya
da ikinci soba kurmadığımızdan, birinci haftanın sonunda geri öğretmenevine
taşındı.
Gelelim onun amcaoğlu Mehmet'e. Onunla
çok sonraları, bir sabah İstiklal marşı töreninde gördüm. Önce öğrenci sandım.
Zaten öğrenci de olabilirdi, on sekiz yaşındaydı. Sıraya geçmesini söyledim,
müdür uyardı beni. Soy adını, bir toplantıda, kâğıtta yazılı olarak gördüm.
-Hay Allah, bizim Mustafa hoca burada
ders mi veriyor? Dedim yüksek sesle. Sonra kendimi tekzip ettim.
-Ha, burada isim Mehmet. Sonra o lafa
girdi.
-Mustafa hocayı tanıyor musunuz? Benim amcaoğlum
olurda.
-Yapma ya, arkadaşım olur, öğretmenevinde
kalıyor.
Uzatmayayım, o akşam, Mustafa hocaya
durumu anlattım. Sonra hem Mustafa hocadan, hem Mehmet'ten öğrendim. Mehmet’in,
babası ölünce, annesi başkası ile evlenip, Isparta merkezden, bu ilçenin bir kasabasına
gelmişti. Üvey babalarıyla anlaşamayan o ve ablası, Çocuk Esirgeme Kurumunun
yurduna yerleşmişti. Ablası liseyi bitirmiş, ilçenin adliyesinin temizlik
işlerini yapan şirkette çalışmaya başlamıştı. Kendisi de İlçenin otobüs
firmasında muavinlik yapıyordu. Sonra kendisi de Çocuk Esirgeme Kurumu kadrosundan,
memur olarak, İmam Hatip Lisesine hizmetli (bizim zamanımızda hademe denirdi)
atanmış. O, Mustafa hocayı Isparta merkez'de biliyormuş. Mustafa hocada
Mehmet'i babasının ölümünden beri görmemiş. Bunu başka bir arkadaşa
anlattığımda yorumu
-Şuna bak, film gibi, gibi dedi.
Bu hikâye de aynı Film Gibi, gibi oldu.
Bu iki kuzen, haftalarca bir birlerini bulamadı. Daha doğrusu, Mehmet, Mustafa
hocanın yanına uzun süre gelmedi. Epey bekledik. Her akşam öğretmenevinde bu
amcaoğlunu bekledik. En sonunda hoca,
-Bizim emmoğlu gelmeyecek anlaşılan
dedi bir akşam. Tam bu lafı dedi, oyun masasına oturdu, birkaç dakika sonra
Mehmet geldi. Yani bu kadar olmaz. İki akrabanın yıllar sonra karşılaşması
bayağı göz yaşartıcıydı. On beş senedne sonra ilk defa karşılaşıyorlardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder