21 Temmuz 2018 Cumartesi

KIRMIZI KURŞUN KALEMİN RÜYASI



KIRMIZI KURŞUN KALEMİN RÜYASI

      Okulumda tek bekâr öğretmen olduğum için müdürüm,  her türlü seminer ve kursa beni yazmaya başladı. Benim için hava hoş. Sırf değişik ortamlar görmek için gidiyorum. Geçenlerde de, Halk Eğitim Merkezindeki İngilizce kursuna yazdı beni. Ben bu kursa daha önce de arkadaşın hatırına, ona eşlik etmeye gitmiştim. Kursun bana İngilizce öğreteceğine inancım sıfıra yakındı. Gitme amacım ilçedeki monoton hayatıma yalandan da olsa renk katmaktı. Kursun başlaması bayağı gecikti. Duyuruyu imzaladıktan bir ay kadar sonra, kursa başlayacakları toplantıya çağırdılar.
        Hesapta ileri İngilizce kursuydu ve kursa katılacakların çoğu, hatta ben hariç diğerleri daha önceki kurstan birbirlerini tanıyanlardı. Kurs günleri ve saatleri kararlaştırıldı. Haftada üç gün, pazartesi, Çarşamba, Perşembe, akşam beş ile yedi arasındaydı. Sonra sıra hangi kitap sorusuna geldi. Headvey seti alınacaktı. Yanında da gramer için başka bir kitap alınacaktı. Seksen atı yirmi, yüz lira bayılacaktık. Hoca korsanı istemiyordu, onun eksik sayfaları oluyordu, interaktif CD’si yoktu. Başta söylemeyi unuttum, halk eğitimin müdürü de oradaydı. Buraya Anadolu lisesinden rotasyonla gelmişti. Önceden ve bayağı eskiden, bu Anadolu liselerinin hazırlığı varken, Ankara Kızılay’ın, daha doğrusu Bakanlıklar’ın meşhur Olgunlar sokağı tezgâhlarında alınan kitapları anlattı. Sonra hocamız, CD’den ödev vereceğini söyledi.
        Sonra hoca diğer istekleri saydı. Altı ortalı harita metot defteri, kurşun kalem, kalemtıraş, otuz santimlik şeffaf cetvel, silgi ve kırmızı kurşun kalem istedi. Hoca kırmızı kalem deyince, anılara daldım ve en son ne zaman kırmızı kurşun kalem gördüğümü hatırlamaya çalıştım. Uzun zamandır harita metot defteri de görmüyorum. Gençler sipiralli defterleri kullanıyor. Bir sipiralli defter, bütün derslere yetiyor. 05,07 uçlu kalemler ilk defa ben ortaokuldayken çıkmıştı, hocalar sevmiyordu, tembel işi diyordu (ne alakaysa), yeni alışmaya çalıştığımızdan uçlar kırılıp duruyordu. Ancak kırmızı kalem, uzun süre önceliğini korudu, çünkü defterlere kırmızı kurşun kalemle çizgi çekilirdi, biri kalın, biri ince. Başlıklar, numaralar, şıklar kırmızı kalemle çizilirdi. O zamanlar bir eskiz bir de tertip defterimiz olurdu. Derste eskiz defterine not alır, sonra temize çekerdik. Kitap masrafımız kadar (o zamanlar kitapları devlet dağıtmaz, biz alırdık, bazı kitaplar bulunmazdı), defter masrafımız olurdu.
       Ben bir hiperaktif olarak bu temize çekme işlemin beceremezdim, hocalar defter kontrolü yaptıklarında kaç kere benim defterimi yere çaldı, sayamam. Başlıklar, satır, madde numaraları ve harfleri, kırmızı kalemle yazılmalıydı. Bir de harita metot defterlere çizelgeler çizilir, içi kırmızılı siyahlı doldurulurdu. Aklıma gelmişken, hoca da muhtemelen o otuz santimlik şeffaf cetveli, harita metot defterini tablolar ve çizelgelerle doldurmak için istiyordu.
       O zamanlar okumak daha zordu çünkü elemek esastı. On, on iki arası dersimiz olurdu ve en az yedi sekiz hoca yıla gözdağı vererek başlardı. Derslerinin ne kadar zor olduğundan, ödevlere önem verdiklerinden, notlarının kıt, sınavlarının zor olduğunu tekrarlardı. (Bizim okulda öyleydi, ortaokul ve lisenin sene başına bu tören tekrarlanırdı.) Öğretmenler kurulunda ve disiplin kurulunda hep öğrenci aleyhine görüş bildirdikleriyle öğünürlerdi. Hakikatten ne psikopat öğretmenlerimiz varmış. Ortaokula, liseye yetmiş kişilik sınıflarda başlar, kırk kişilik sınıflarda bitirirdik. Bir de bu hocalar, iki senelikleri göreyim, iki senelikleri derdi. Onlar ayağa kalksın deyince, en arkadaki öğrenciler ayağa kalkardı. Onlar en arkada olur, yıl boyunca da aşağılanırdı.
       Derslerin zorluğu, sadece sınavların zorluğu değildi, aynı zamanda ödevlerin ve ders işlemenin de zorluğu vardı. Okuldaki notlar, benim asla yapmadığım şekilde evde temize çekilmeliydi. Sonra evde çözülecek matematik, fizik problemleri vardı. Bunlar kesinlikle test değildi. Yazılması gereken sayfalarca kompozisyon ödevi olurdu. Coğrafyada bolca harita çizer, hangi yörelerde hangi ürünler yetiştirilir, ezberlerdik. En nihayetinde özelleştire özelleştiren bitirilen kamu fabrikaları, bazıları çoktan kapanmış madenler, Japon adalarının adları, çeşitli ülkelerin artık çoktan tarih olmuş özellikleri de ezberlediklerimiz arasındaydı.
        O yıllarda, hatta benim öğretmenliğimin de ilk yıllarında da, İngilizce öğretmenlerinin krallığı vardı. Özellikle Anadolu liselerinde İngilizce öğretmenlerinin krallığı vardı. Özellikle doksanlarda bir ara İngilizce öğretmenleri kıtlığı vardı. İngilizce hazırlık okuyan herkesi İngilizce öğretmeni atamışlardı. Buna rağmen Anadolu liseleri İngilizce öğretmeni kıtlığı çekti. Anadolu liselerin ilk yılı olan hazırlık sınıfları, haftanın dört günü ders göremiyordu, İngilizce öğretmenleri olmadıkları için. Bir sebeple Ankara’nın meşhur Hasanoğlan Anadolu Öğretmen lisesine gitmiştim. Orada İngilizce öğretmenlerini beş zümre toplantısına rağmen ders kitabı seçemediklerini öğrenmiştim. İngilizce kitapları da ne pahallıydı, hocanın bizden istediği seksen lira bile, o devrin parasıyla az kalırdı. Ankara’nın meşhur Olgunlar Sokağı, İngilizce hazırlık kitaplarıyla, daha doğrusu korsanlarıyla, geçinirdi. Oxford, Campidge ve Headvay, en ünlüleriydi. O zamanlar memlekette çok roman satılmazdı. Bir öğretmen olarak söyleyeyim, liselilerin roman okuma alışkanlığı Yüzüklerin Efendisi ve Vampir serileriyle başladı. O dönem kitapçılar, üniversite hazırlık ve İngilizce hazırlıkla geçinirdi. İngilizce işi bittiyse de, roman, KPSS, Polislik ve benzeri sınavlarla hazırlık kitaplarıyla kitapçılık sektörü daha da geçindi.
       Bir de itiraf edeyim bu İngilizce öğretmenlerine gıcıktım o zamanlar. Hiçbir şey öğretmeden kurumlanırlardı. Ben zannederdim ki, bu İngilizce hazırlık ta okuyan Anadolu liseleri şakır şakır İngilizce konuşuyor. Meğer onlar da bizden betermiş. Biz o harita metotlarla, tablolarla İngilizce öğrenme ya da başka dersi öğrenme eylemi değil, ders işleme eylemi yapıyorduk. Ders öğrenmiyor, eziyet görüyorduk.
         Sonuçta o kırmızı kurşun kalem bana bütün bunları hatırlattı. Zaten bu sene dersim fazla, bir de bu hocanın ödevleriyle cebelleşecektim. Hoca ne kadar İngilizce öğrendiğimle değil, tabloları düzgün çizip, çizmediğime, kırmızı kurşun kalemi doğru yerde kullanmadığıma dikkat edecekti. Muhtemelen o otuz santimlik cetvelin şeffaf olup, olmadığıyla ilgilenecekti. Hoca, liselilere yaptırtamadığı öğrenciliği bize yaptıracaktı. Altı ortalı harita metodu dolduracaktım ama her zamanki gibi İngilizce öğrenmeyecektim. Hocanın dediği öğrencilik liselerde doksan beşten sonra bitti. Sonuçta kursa gitmeyecektim. Kırmızı kalemin rüyası, benim rüyam değildi.
       Her şeyden önce, otuz santimlik cetvel niye ve neden o cetvel şeffaf olacak, anlayan beri gelsin.
(4 aralık 2013'de alkislarlayasiyorum.com adlı sitede kemalkılıcdaroglu takma adı ile yayımlamıştım)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder