17 Ağustos 2018 Cuma

Suyun Çatlağı ve Partisiz Örgütlenme




Seçimler ve partiler ile ilgili olarak gözümü açan ve fikrimi tamamen değiştiren Özcan Yüksek’in tweet mesajı oldu. Yurt dışında, muhalefet partisi liderleri, az da oy kaybetmişlerse, istifa ediyorlarmış. İktidar durumunda da ciddi oy kaybında mutlaka istifa geliyormuş. Ünkü insanlar o lideri yenilgi ile özdeştiriyormuş. Bu yüzden de hemen lider değiştiriyorlarmış. Çünkü o lider hep yenilgi ile anılıyormuş.
                O an Kemal Kılıçdaroğlu’nu folk duygularımla destekliyor olduğumu anladım. O da Kürt ve Aleviydi. Ben o gece, partililerin bile sabah dört buçuğa kadar ulaşamadığı Muharrem İnce’yi de kaybedenler listesine koydum. Seçimden önce, bu iş birinci turda biter diyen adamla, seçimden sonra ikinci tura kalsa alamazdım diyen adamla aynı kişi değil. Selanik göçmeni olması da bizi kandırmasın. O da artık kaybedenlerdendir.
                22 Haziran günü Muharrem İnce’nin Ankara mitingindeydim. Hem kalabalık, hem de kalabalığın heyecanı sahiciydi.  Aradan on gün geçmeden de, Tandoğan meydanında 2 Temmuz anmasındaydım. Yirmi yılın en heyecansız ve tenha mitingiydi. Muharrem İnce, her ikisinin de mimarıydı.
                Muharrem İnce’nin mitinglerindeki heyecan sahici ve CHP’nin başarısıydı. Peki, ne oldu da 24 Haziran’da bu heyecan söndü? Laf kalabalığı arasındaki gerçeği bulmaya çalışalım. O gece olanları, bu satırların okurları az ya da çok biliyordur. Lafı çok uzatmayacağım. Cumhurbaşkanına verilen yetkileri biliyorsunuz. Bir kimse, ya tüh, seçimde az oy almıştım,  bırakıp, gideyim demez.
                Demek ki bir devrime ihtiyacımız var.
                En başta söyleyeyim, hiç öyle ekonomik krize bakmayın. Venezüella’da, Hitler’i iktidara getirdiği söylenen enflasyon kadar enflasyon var, uzun zamandır. Rusya’da da ekonomi hiç iyi gibi değil.  Ayrıca ekonomi de her şey değil. Kaddafi devrildiğinde Libya’da ekonomi tıkırındaydı ve petrol fiyatları zirvedeydi.
                Atatürk’ün dediği gibi sadece kendimize güvenmek zorundayız. Solcular olarak malumunuz, Venezüella devlet başkanı Nikholas Maduro’dan kazığını yedik. Zira altın madenleri olan Venezüella’nın, altın rafinerisi yok.  İstanbul’da bir tane var, Amerikan yaptırımlarından dolayı, eskiden İsviçre’de yaptıkları rafineyi, mecburen Türkiye’de yaptırıyor. Amerika’da bundan memnun, zira Venezüella gibi bir ülkenin ürünlerinin, özellikle petrolünün piyasadan silinmesi, petrol fiyatlarını yükseltir ve bu da Rusya’yı güçlendirir. Amerika’nın istediği yaptırım uyguladığı ülkelerin ürünlerinden para kazanamaması, daha doğrusu ucuza satmak zorunda kalmasıdır.
                Şimdi bizim sosyalistlerin, ya da çok solcuların tuhafına gidecek belki ama AKP’nin Küba ile de arası iyi.  Küba, Türk hastalar, özellikle kanser hastaları üzerinden iyi para kazanıyor. Ülkede hem doktor başta olmak üzere sağlık çalışanı maaşlarının düşük olması, hem de devletin sağlık konusundaki destekleri sayesinde,  Küba pek çok tedavide ucuz bir ülke. Özellikle kanser tedavilerinde, aşılacak koca Atlas okyanusuna rağmen, İngiltere, Almanya gibi Avrupa ülkelerinden daha ucuz olabiliyor. Sağlık bakanlığı da Küba tedavilerini destekliyor.
                Ben Küba devletinden de bir Maduro  tavrı bekliyorum. Yani solcu bildiklerimiz bile bize madik atabiliyor.
                Avrupalılardan da ümit yok, onlar bu tek adam rejimini destekliyor. Yalandan birkaç muhalife sığınma hakkı veriyor, birkaç muhalif derneği destekliyor, o kadar.
                Yani tüm mücadelemizi kendimiz vereceğiz. Dıştan gelen gelenler ancak tuzak olur.
                Açıkça söylemeliyim ki,  Atatürkçüler olarak içte de, düşmanımın düşmanı dostumdur manasında da yok.
                Mesela ben, daha önceki yazımda da söylediğim gibi 2006’da MHP’nin ve son birkaç seçimdir de HDP’nin barajı geçmesi için destek verme mevzusuna karşıydım. Açılım masalına hiç inanmadım, en ateşli günlerinde bile. Eninde sonunda AKP’nin ve HDP’nin yollarını ayıracaklarını biliyordum.
                O zamanlar nasıl çözüme ve birliklerine inanmadıysam, şimdi de ayrılıklarına inanmıyorum. Habur olayı olduğunda dahi, AKP’nin HDP ile yolları ayırıp, AKP’nin MHP ile müttefik olacaklarını biliyordum. Şimdi de Selahattin Demirtaş hapisteyken bile, yollarının tekrar birleşeceğini ve icabında tekrar CHP ve Atatürkçülere cephe alacaklarını biliyorum.
                Tam da bu iktidarın en güçlü oldukları bu dönemde, bu iktidarın bir gün düşeceğini biliyorum.
                Ben en baştan söyleyeyim, mesele bu iktidarın düşmesi değil, düştüğü zaman o iktidarı Atatürkçülerin alması gerektiğidir. Büyük devletlerin neredeyse yüz yıllık oyunudur. Önce bir kriz getirip, sonra iç savaş çıkarıyorlar, Irak, Libya, Suriye ve onlarca ülkede olduğu gibi.
                Bu iktidar sonrası iç savaşı gözünüzün önüne getirin, cemaatler birbirine ve Atatürkçü ya da batı tip yaşayanlara karşı iç savaşı. Buna bir de Ülkücüleri ekleyin.
                Daha şimdiden birbirlerine girmiş durumdalar. Reisleri de bundan faydalanmaya bakıyor. Herkes Adnan hocacılardan sonra, diğer tarikatlara da sıra geleceğini biliyor.  Üstüne son seçimle beraber iktidar ortağı olan Ülkücüler de var. Son seçimde AKP’den MHP’ye kayan oyların bedeli devlet kadrolarında ve ihalelerden pay olacaktır. 2002’den evvel polislerin, hele de özel harekâtçıların çoğu Ülkücüydü. 
                2002’den önce tüm tarikatlar, kısmen yarı açık bir kavga halindeydiler ve birbirleri aleyhine yayımlar yaparlardı. Bu yayımlar daha ziyade gazete ve dergilerinin köşelerinden ve bastıkları broşürlerden oluşurdu. Hatta diyanete de bir tarikatmış gibi davranış, tarikatlar diyanet, diyanette tarikatlar arasında da bu broşür kavgası sürerdi. Bir diyanet çalışanı olan Turan Dursun, Nurculuğun, İslam dışı olduğuna dair bir kitap bile yazmıştı.
                Kadere bakın ki, Turan Dursun, Ateizmi seçim, İslam’dan çıktı. (Nurculuk ve Müslümanlık adlı kitap, yazarın Müslümanlığı zamanında yazdığı tek kitaptır.) Diyanet ise Nurcuların eline geçti.
                2002 ile 2005 arasında birden barıştılar. Mesela Süleymancılar, kendi kuran kurslarına rakip gördükleri imam hatiplere karşıydılar, kendileri imam hatiplere yardım etmeye başladı.  Bu süre içinde Fetullah Gülen cemaatinin büyük abiliğine de sessiz bir barış antlaşması yaptılar. Bunu rejimi değiştirmek için yaptılar.
                24 Haziran seçimlerinden birkaç ay önce, tekrar kendi aralarında kavga yapmanın sinyalini verdiler,  seçimlerden sonra da birden 2002 öncesi gibi yayımlar arttı. Sebebi de yeni rejimde sağ kalma çabası. Bence hiç biri sağ kalmayacak.  Olay sadece sıra meselesi, bu süreçte kimsenin yeri sağlam değil. Osmanlı tarihi, katledilen oğullar ve damatları tarihidir. Yavuz Sultan Selim müstesna o, babasını tahttan indirmiş tek Osmanlı hükümdarıydı.
                Bu kavganın dışarıdan kişilere de büyük zararı olacak. Ben tekrar olarak söylüyorum, Adnan Hoca’dan bu kadar ucuz kurtulamayacağız. En az 15 Temmuz kadar (250 ve üzeri) şehit ve ölüye mal olabilir bu Adnan hoca.
                Diğer tarikatlar da bu tasfiye sürecinde, sıra kendilerine geldiklerini anladıkları andan sonra topluma şiddetle zarar vermeye başlayacaktır.
                Buna bir de beklenen ama hali hazırda olan ve giderek derinleşen ekonomik krizi ekleyin. Önümüzdeki dönemin çok parlak olmayacağı bellidir.   Bu olanlar AKP’de de bazı çöküşler yaşanacaktır.
                Bu çöküş, badanası parlayan ama içi çürümüş bir binanın, yağmur sırasında aniden çökmesi gibi olacaktır. Dış güçler, tek adamı önce destekler, sonra da bir iç savaş çıkaracak şekilde yıkmaya çalışırlar.
                Bizi bu bunalımdan çıkaracak sadece Atatürkçülüktür ve bu ideolojinin müttefiki yoktur, müttefik denenler ya ayak bağı ya da sırasını bekleyen haindir.
                Yıllarca MHP’yi müttefik gördük de ne oldu, tam AKP’yi düşürecek duruma gelmişken,  onu kurtarmadı mı Bahçeli. Hiç şüphe etmeyin, çözüm süreci denen zırvalık, ihtiyaç halinde gene başlayacak ve HDP ile de pişman olacağız. Çözüm sürecinin en ateşli günlerinde bile nasıl çözümün bitip, yeniden kavgaya düşeceklerini biliyorduysam, bir gün gene çözüme benzer bir ortam yaratacaklarından eminim. Meral anne dediğiniz kadın, Çiller ve beyaz Toroslar dönemi içişleri bakanıdır. Temel Karamollaoğlu’da 2 Temmuz’un belediye başkanıdır.
                Daha acısı da CHP’de, diğer sol partiler de bize çok da ilaç değildir. Sözüm ona çok solcu, komünist-sosyalist partiler (ÖDP-TKP vs vs) ile ilgili olarak da zaten yeterince uzamış bu yazıyı uzatmaya niyetim yok. CHP ise bir devrim yapmak için ağır, hantal ve sistemin bir parçası olmuştur.
                Yapmamız gereken partisizce örgütlenip, gençlere doğruları anlatacak bir propaganda örgütü kurmak. Parti kurmak işimize yaramaz. 12 Eylülden kalma partiler yasası ve seçim yasası, düzeni yasa ile değiştirmeyi zorlaştırmaktadır.
                Atatürkçülük,  bir siyasi partiye sığmayacak ve bir tarihlerde sabitlenemeyecek ideolojidir.  Bu yüzden görevimiz sadece propaganda değil,  yeni fikirler üretmek olmalı. Temel alanımız internet ve sosyal medya olmakla beraber, bulabildiğimiz her yolla insanlara, özellikle de gençlere ulaşmaya çalışmalıyız. Bence kırk yaş ve üzerine hiç propaganda yapmayalım, emeğimize yazık.
                Ana minvalimiz tabi ki internet ve sosyal medya olmalıdır lakin diğer iletişim kanallarını da ihmal etmemeliyiz.
                Bizi kurtaracak kahraman yoksa, kahraman biz olmalıyız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder