Ülkemizde Rus klasikleri son derece popülerdir. Hepsi de erkek olan bu yazalar, olayları hep kendi erkek bakış açısından yazarlar. Bunu Svetlana Aleksiyeviç'in iki kitabını okuduktan sonra farkına vardım.
Aleksiyeviç'in kendine özel bir tarzı var. Bu yüzden de 2015 Edebiyat Nobelini kazanmış. Türkçeye çevrilmiş dört kitabı var. Diğer ikisini de okuyasım var ama zaten son kitap fuarında bir sürü kitap aldım.
Aleksiyeviç'in ilk kitabı zaten doğrudan kadın odaklıydı (adı da Kadın Yok Savaşın Yüzünde idi). Bu kitabı da (Çinko Çocuklar) Afgan-Sovyet savaşı ile ilgili ve burada da kitap bolca kadın sorunlarına değiniyor. Bu kitap ve Sovyet-Afgan savaşı ile ilgili başka bir yazı yazmak lazım.
Bu kitaptan konuyu erkek egemenliğine bağlayacağım. Her iki kitaptan da anladığım kadarı ile Rus toplumu da, Türk toplumu gibi erkek egemen, hatta benim koyduğum adla penis perest.
Yalnız şu farkla ki, Ruslarda, Türlerdeki gibi kadını koruyan ve sahiplenen bir erkek anlayış yok.
Bunun bir kaç sebebi var tabi. En başta Ruslar sürekli birileri ile savaştığından, savaşmasa bile erkeklerin çoğu askerde, bu da bir çeşit erkek kıtlığı yaratmış. Özellikle de ikinci dünya savaşı sonrasındaki yıllar boyunca.
Rus erkekleri ise, Bordo ya da Paris'ten, Alaska'ya kadar işgal ettiği ülkelerde bir şekilde yerel kadınlarla ilişkiye girmiş. Erkek kıtlığından, Rus kadınları da ağır işleri yapmaya alışmış.
Sonuçta Ruslarda bizim gibi kadını sahiplenme ve kadını koruma güdüsü yok. Biz bunu daha çocukken öğreniriz.
Rus kadınlarının, Türk erkeği hayranlığını bu açıdan daha iyi anlıyorum. Bunu, kadın-erkek eşitliğinin yerleştiği batı ülkeleri (Alman, İngiliz, İskandinav vb) toplumların kadınları anlamaz ve üstelik rahatsız da olur.
Bu koruma karşılıksız değildir, sahiplenme de içerir. Her canlı, koruduğu şeyi sahiplenir veya sahiplendiği şeyi korur.
Bu sahiplenme bazen çok can sıkıcı, hatta can alıcı hale gelebilir, hem sahiplenen, hem de sahipleyen için.
Sahiplenilir iseniz sahibinizi öyle kolay değiştiremezsiniz, sahibinize karşı gelemezsiniz.
Sahiplenirseniz de, o kişinin tüm sorumluluğu sizin üzerinizdedir. (Namusumsun sen benim fikri.) Tüm masrafları da size yüklenir.
Türkiye'de pek çok kadın cinayetinin sebebi olarak, erkekliğe laf edilmesi bahane edilir. Gerçekten de Türk kadınları sen de erkek misin, erkek olsaydın şöyleydi, böyleydi demeyi sever. Zira bu şekilde erkeği sömürmek daha kolaydır. (Cömert deyip maldan etmek, yiğit deyip candan etmek)
Muhteşem Aptal Erkekler isimli bir dönemin çok popüler olan kitabında şöyle bir olay anlatılır. Kadın, kocam hasta olana kadar onun canının yanabileceğini düşünmemiştim; diye bir ifade kullanıyor.
Erkeklerin bir kısmı da artık bu sahiplenme yükünden, sorumluluğundan ve masrafından rahatsız. Özellikle de ömür boyu nafaka ödemekten. Artık dilimizde nafaka avcılığı diye bir terim var.
Kadınlar, evlendikleri erkeklerden önemli bir miktar nafaka ve tazminat talebi ile ayrılıyor. Evlendikten sonra çabucak boşanan kadınların çokluğu da bunun ispatı gibi.
Garip değil mi, Rus kadınları, Türk erkekleri ile evlenebilmek için dil öğrenme kurslarına giderken, youtube üzerinden gruplar oluştururken, Tür kızları, sanki sadece parasını istiyor.
Mesela sadece boşanma değil, başka türlü de dul kalan kadın, eğer kendine yetecek bir emekli maaşı varsa evlenmiyor. Ya da bazı durumlarda Kaymakamlıklar, Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma fonu aracılığı ile, köy ve kasabalarda kadınlara iki üç inek veriyor ve bu ineği olan kadınlar evlenmiyor. Sonra bir sebepten cüzi sakat aylığı alan kadınlar da pek evlenmeye istekli olmuyorlar.
Buna karşın yaşı geçkin erkekler, hele boşanmış veya eşini kaybetmiş dul iseler, evlenmeye genç erkeklerden daha hevesli oluyorlar.
Çünkü yaşlandıkça etraflarında kendilerine hizmet eden kadın (eş, kız kardeş, anne ve hatta gelin vs) kalmıyor ve kendi özbakımları ile ilgili hizmetleri yapamıyorlar.
Türk erkeği bu açıdan garip bir şekilde, sakatlanarak yetişiyor. Adama sırtında taşıtsan razı ama bir bulaşığını yıkamak, hatta bulaşığını mutfağa götürmek zul geliyor.
Sekiz aylık kısa dönem askerliğimde beni en çok etkileyen şey, uzun dönem askerlerin on sekiz ay, yani beş yüz elli gün boyunca yataklarını jilet gibi dümdüz yapmaları ve tam beş yüz ellinci, yani teskere günü yatağı yapmadan gitmeyi kendilerine kar saymasıydı.
Askerler, yıllarca erkek egemen toplumda ev işleri denen bir kısım özbakım işlerinin, kadınlara ait olduğunu öğrenmişlerdi. Türk erkeklerinin evlenme arzularının temelinde genelde cinsellik değil, özbakım arayışı yatar.
Bu yüzden de gençken pek evlenmeye niyetlenmezken, (Argo tabirler evlenip, balayına gitmek yerine, eylenip alayına gitmek) yaşlandıkça evlilik arayışında oluyor. Hatta evlenme uğruna dolandırılıyor.
Başka hangi milletin erkeği evlenme vaadiyle dolandırılır, merak ediyorum.
Toplumumuzun sistemi aslına erkek egemenlik falan değil, erkekperestlik. Burada erkekliğini ispat etmek isteyen erkek de kadın kadar, hatta bazen kadından fazla ezilebiliyor.
Düğün masrafları ve para kasası gibi görünmesinin yanında, yer yer çeşitli bahaneler ile evlendikten çok sonra bile, enişte olarak hanımın ailesi tarafından sömürülme ihtimaliniz de var. Hatta bu ihtimal bayağı gerçek.
Bu sebeple yeni nesilde pek çok erkek, yabancı eş arayışında. Yabancı kızlar genelde, öyle çok fazla şatafatlı düğün istemiyor. Her eşyayı sıfırdan istemiyor ya da yılda bir kere bile kullanmayacağı tabak-çanak, tencere-tava ve benzeri şeyleri istemiyor.
Daha da iyisi yabancılar, özellikle Avrupalılar, evli çiftlere o kadar karışmıyor. Hem karışsa bile kaynana-kayınpeder falan kilometrelerce uzaktalar. Ancak Skype ve benzeri uygulamalardan görüşüyorlar.
Türk kadınları ise, henüz yabancı erkekler ile evlenme düşüncesine hazırlıklı değil. Üstelik Türk toplumu ne kadar erkek egemen görünürse görünsün, muhtemelen hiç bir toplumun erkeği, Türk erkeği kadar koruyucu değil.
Ayrıca toplum giderek erkek egemenlikten çıkıyor. Boşanan kadını hor görmeler, tacizi kimseye söyleyememeler giderek azalmakta. (Azalsın, iyidir)
Buna karşın kadınlar, koruma aynen devam ediyor. O zaman da kadın, kendini koruyacağını sandığı erkekten zarar görüyor. Erkekte kendisine bakacağını sandığı kadın tarafından dolandırılıyor.
Bu açıdan biz erkeklere düşen ise, öz bakımızın ev işleri kısmını da kısmen de olsa başarmak, kendimizi de erkeklik diye çok kasmamaktır.
Dünyanın en erkeği olunca bize madalya ya da başka bir şey vermiyorlar. Vay bu ne çok erkekmiş diye kızlar bizim için çıldırmayacak.
Ülkede kadınların özgürleşmesinden bahsediyoruz ama önce erkekler kendisini özgürleştirmeli.
Aleksiyeviç'in kendine özel bir tarzı var. Bu yüzden de 2015 Edebiyat Nobelini kazanmış. Türkçeye çevrilmiş dört kitabı var. Diğer ikisini de okuyasım var ama zaten son kitap fuarında bir sürü kitap aldım.
Aleksiyeviç'in ilk kitabı zaten doğrudan kadın odaklıydı (adı da Kadın Yok Savaşın Yüzünde idi). Bu kitabı da (Çinko Çocuklar) Afgan-Sovyet savaşı ile ilgili ve burada da kitap bolca kadın sorunlarına değiniyor. Bu kitap ve Sovyet-Afgan savaşı ile ilgili başka bir yazı yazmak lazım.
Bu kitaptan konuyu erkek egemenliğine bağlayacağım. Her iki kitaptan da anladığım kadarı ile Rus toplumu da, Türk toplumu gibi erkek egemen, hatta benim koyduğum adla penis perest.
Yalnız şu farkla ki, Ruslarda, Türlerdeki gibi kadını koruyan ve sahiplenen bir erkek anlayış yok.
Bunun bir kaç sebebi var tabi. En başta Ruslar sürekli birileri ile savaştığından, savaşmasa bile erkeklerin çoğu askerde, bu da bir çeşit erkek kıtlığı yaratmış. Özellikle de ikinci dünya savaşı sonrasındaki yıllar boyunca.
Rus erkekleri ise, Bordo ya da Paris'ten, Alaska'ya kadar işgal ettiği ülkelerde bir şekilde yerel kadınlarla ilişkiye girmiş. Erkek kıtlığından, Rus kadınları da ağır işleri yapmaya alışmış.
Sonuçta Ruslarda bizim gibi kadını sahiplenme ve kadını koruma güdüsü yok. Biz bunu daha çocukken öğreniriz.
Rus kadınlarının, Türk erkeği hayranlığını bu açıdan daha iyi anlıyorum. Bunu, kadın-erkek eşitliğinin yerleştiği batı ülkeleri (Alman, İngiliz, İskandinav vb) toplumların kadınları anlamaz ve üstelik rahatsız da olur.
Bu koruma karşılıksız değildir, sahiplenme de içerir. Her canlı, koruduğu şeyi sahiplenir veya sahiplendiği şeyi korur.
Bu sahiplenme bazen çok can sıkıcı, hatta can alıcı hale gelebilir, hem sahiplenen, hem de sahipleyen için.
Sahiplenilir iseniz sahibinizi öyle kolay değiştiremezsiniz, sahibinize karşı gelemezsiniz.
Sahiplenirseniz de, o kişinin tüm sorumluluğu sizin üzerinizdedir. (Namusumsun sen benim fikri.) Tüm masrafları da size yüklenir.
Türkiye'de pek çok kadın cinayetinin sebebi olarak, erkekliğe laf edilmesi bahane edilir. Gerçekten de Türk kadınları sen de erkek misin, erkek olsaydın şöyleydi, böyleydi demeyi sever. Zira bu şekilde erkeği sömürmek daha kolaydır. (Cömert deyip maldan etmek, yiğit deyip candan etmek)
Muhteşem Aptal Erkekler isimli bir dönemin çok popüler olan kitabında şöyle bir olay anlatılır. Kadın, kocam hasta olana kadar onun canının yanabileceğini düşünmemiştim; diye bir ifade kullanıyor.
Erkeklerin bir kısmı da artık bu sahiplenme yükünden, sorumluluğundan ve masrafından rahatsız. Özellikle de ömür boyu nafaka ödemekten. Artık dilimizde nafaka avcılığı diye bir terim var.
Kadınlar, evlendikleri erkeklerden önemli bir miktar nafaka ve tazminat talebi ile ayrılıyor. Evlendikten sonra çabucak boşanan kadınların çokluğu da bunun ispatı gibi.
Garip değil mi, Rus kadınları, Türk erkekleri ile evlenebilmek için dil öğrenme kurslarına giderken, youtube üzerinden gruplar oluştururken, Tür kızları, sanki sadece parasını istiyor.
Mesela sadece boşanma değil, başka türlü de dul kalan kadın, eğer kendine yetecek bir emekli maaşı varsa evlenmiyor. Ya da bazı durumlarda Kaymakamlıklar, Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma fonu aracılığı ile, köy ve kasabalarda kadınlara iki üç inek veriyor ve bu ineği olan kadınlar evlenmiyor. Sonra bir sebepten cüzi sakat aylığı alan kadınlar da pek evlenmeye istekli olmuyorlar.
Buna karşın yaşı geçkin erkekler, hele boşanmış veya eşini kaybetmiş dul iseler, evlenmeye genç erkeklerden daha hevesli oluyorlar.
Çünkü yaşlandıkça etraflarında kendilerine hizmet eden kadın (eş, kız kardeş, anne ve hatta gelin vs) kalmıyor ve kendi özbakımları ile ilgili hizmetleri yapamıyorlar.
Türk erkeği bu açıdan garip bir şekilde, sakatlanarak yetişiyor. Adama sırtında taşıtsan razı ama bir bulaşığını yıkamak, hatta bulaşığını mutfağa götürmek zul geliyor.
Sekiz aylık kısa dönem askerliğimde beni en çok etkileyen şey, uzun dönem askerlerin on sekiz ay, yani beş yüz elli gün boyunca yataklarını jilet gibi dümdüz yapmaları ve tam beş yüz ellinci, yani teskere günü yatağı yapmadan gitmeyi kendilerine kar saymasıydı.
Askerler, yıllarca erkek egemen toplumda ev işleri denen bir kısım özbakım işlerinin, kadınlara ait olduğunu öğrenmişlerdi. Türk erkeklerinin evlenme arzularının temelinde genelde cinsellik değil, özbakım arayışı yatar.
Bu yüzden de gençken pek evlenmeye niyetlenmezken, (Argo tabirler evlenip, balayına gitmek yerine, eylenip alayına gitmek) yaşlandıkça evlilik arayışında oluyor. Hatta evlenme uğruna dolandırılıyor.
Başka hangi milletin erkeği evlenme vaadiyle dolandırılır, merak ediyorum.
Toplumumuzun sistemi aslına erkek egemenlik falan değil, erkekperestlik. Burada erkekliğini ispat etmek isteyen erkek de kadın kadar, hatta bazen kadından fazla ezilebiliyor.
Düğün masrafları ve para kasası gibi görünmesinin yanında, yer yer çeşitli bahaneler ile evlendikten çok sonra bile, enişte olarak hanımın ailesi tarafından sömürülme ihtimaliniz de var. Hatta bu ihtimal bayağı gerçek.
Bu sebeple yeni nesilde pek çok erkek, yabancı eş arayışında. Yabancı kızlar genelde, öyle çok fazla şatafatlı düğün istemiyor. Her eşyayı sıfırdan istemiyor ya da yılda bir kere bile kullanmayacağı tabak-çanak, tencere-tava ve benzeri şeyleri istemiyor.
Daha da iyisi yabancılar, özellikle Avrupalılar, evli çiftlere o kadar karışmıyor. Hem karışsa bile kaynana-kayınpeder falan kilometrelerce uzaktalar. Ancak Skype ve benzeri uygulamalardan görüşüyorlar.
Türk kadınları ise, henüz yabancı erkekler ile evlenme düşüncesine hazırlıklı değil. Üstelik Türk toplumu ne kadar erkek egemen görünürse görünsün, muhtemelen hiç bir toplumun erkeği, Türk erkeği kadar koruyucu değil.
Ayrıca toplum giderek erkek egemenlikten çıkıyor. Boşanan kadını hor görmeler, tacizi kimseye söyleyememeler giderek azalmakta. (Azalsın, iyidir)
Buna karşın kadınlar, koruma aynen devam ediyor. O zaman da kadın, kendini koruyacağını sandığı erkekten zarar görüyor. Erkekte kendisine bakacağını sandığı kadın tarafından dolandırılıyor.
Bu açıdan biz erkeklere düşen ise, öz bakımızın ev işleri kısmını da kısmen de olsa başarmak, kendimizi de erkeklik diye çok kasmamaktır.
Dünyanın en erkeği olunca bize madalya ya da başka bir şey vermiyorlar. Vay bu ne çok erkekmiş diye kızlar bizim için çıldırmayacak.
Ülkede kadınların özgürleşmesinden bahsediyoruz ama önce erkekler kendisini özgürleştirmeli.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder