Türk insanının garip bir alışkanlığının sebebini merak eder dururdum. Anadolu'da nereye giderseniz gidin insanlar sizin nereli olduğunuzdan başlayarak, özel hayatınızı ve ailenizi aşırı derecede merak eder. İlginçtir, hangi üniversitede mezun olduğunuz, hayat felsefenizin hiç önemi yoktur. Sadece siyasi görüşünüzü merak eder, onun da sebebi, bizden misin, sizden mi kamplaşmasıdır.
Sonra bir dergi (Çeto edebiyat), yeni sayısında çıkacak bir yazının bir bölümünü internete koydu ve bence bir aydınlanma anı oldu. İnsanlar sizin ağzınızdan, sizden kelimelerle özelinizi öğrenip, sizinle samimi olduğunuzu düşünüyorlar ve bu samimiyetten de fayda umuyorlar, hatta bu fayda için seni zorlamaya çalışıyorlar. Ailevi problemlerini de yanlışlıkla anlatırsan üzerine tuz-biber oluyor.
Bu duruma ben samimiyet diyemiyorum, senli benlilik diyorum. Çünkü pek çok kere sizli-bizli ilişkiler bana daha samimi gelmeye başladı. Çünkü senli-benli ilişkilerin içinde çok yoğun sinsilik var. Herkes kendisini saklarken, karşısındakini açmaya, bilgi almaya ve karşısındakini kandırmaya çalışıyor.
Abi, dayı, teyze kelimelerini en içten söyleyen esnaf, en sahtekar esnaf çıkıyor. Babam bu konuda bayağı tecrübeli, Bir ev kiralama fikrim vardı, çatı katı. Genç, iyi ısındığına yemin etti, babam yemim ediyorsa kaçacaksın dedi. Gerçekten de o semtte oturanlardan çatı katı tecrübesi olanlar, bana soğukluk destanı anlattılar. Biri, ben soba ile ısıtamadım dedi, diğeri de odayı ısıtıyorsun, kapıyı bir açıyorsun, ısı eksilerde dedi.
Ülkemiz insanı bu senli benliliği o kadar çok sever ki, artık bazı zincir marketlerin çalışanları, müşteriler ile samimi olmaya, özel günlerde gelen indirimli malları ayırmaya başladılar. Amirlerinden emir almasalar, böyle yapmazlar.
Politikacılar, sanatçılar ve işverenler de kendilerine baba dedirtmeyi severler. Bu sözüm ona duygu bağı ile kazançlarını garanti etme çabaları vardır. Oysa bu çabalar ne kadar beyhudedir. Zira bu yapaylık karşılıklıdır ve kitleler bu sözüm ona abi ya da babalarını çok kolay terk ederler.
17 Aralık 2013 günü bu ülkenin en az %30'unun Fetöcü olduğuna yemin edebilirim ama ispatlayamam. 2013 öncesinde, hele de 2002-13 arasında işini bilen Fetöcü olmalıydı. Ödülü; göstere göstere çalınan sorularla geçilen sınavlarda (KPSS-ALES-LES-ÖSS vs) yüksek puan almak, gözle görüne kusurlarına ve cahilliğine rağmen polis, subay, astsubay, uzman çavuş ve benzeri mesleklere kolayca girme, memur olduktan sonra kritik yerler başta olmak üzere rahatça atanmak, devlet ihalelerinde okkalı paylar almak, dükkana müşteri garantisi, üniversitede ücretsiz yurt veya ev ve daha neler nelerdir. Aslında bu örgüt, doksanlarda bile çok güçlüydü.
Hem örgütten, hem de iktidardan nefret eden biri olarak, bir tarafın kazanacağına emin olmamakla beraber, gayet şiddetli bir çatışma bekliyordum. Hatta itiraf edeyim, 17 Aralık 2013'de bu konuda bir bahis oynasaydım, paramı Fetö'ye yatırırdım. Bir kere kalabalık ve güçlü olmaları bir yana, yolsuzluk operasyonu ile ilk darbeyi onlar vurmuştu. Sonra çok kalabalık ve güçlü olmaları bir yana; diğer tarikatları da bir orkestra şefi gibi yönetiyordu.
Oysa muhteşem örgütlenme, ardından gelen 25 Aralık operasyonlarına da rağmen suya dokunan kağıt peçete gibi dağıldı. Hani eskilerden bazı şeyler için (Amerika- Rusya vs) kağıttan kaplan tanımı yapılırdı ya, Fetö'de bırakın kağıdı, kağıt peçete, hatta tuvalet kağıttan kaplanmış meğer. Daha aralık ayı bitmeden esnaf üçer beşer Zaman gazetesi aboneliğini bıraktı. İlk yenilginin sebebi merkez medyanın Fetö'ye karşı çıkmasıydı. 17 Aralıktan evvel esnafın % 80'i Zaman, Türkiye ve Akit gazetesi abonesiydi ama özellikle Zaman gazetesini gelenlerin gözünün içine sokardı. Zira bu gazetenin abonesi olan dükkana zabıta, maliye zor ceza yazardı. Gene dükkanların % 80'inde Fetöcü yurtlar, evler için sadaka kutusu olurdu. Fetö'nün mahalle aralarında boş dükkanlarda sık sık yaptığı kermesler de dolup, taşıyordu.
İlk esnaf terk etti Fetö'yü. Önce gazete abonelikleri kesildi. Gerçi Fetö uzun zamandır bırakın abone olmayı, kendisinden nefret edenlere bile Zaman gazetesini gönderiyordu. Kağıt masrafını umursamıyorlardı artık. Abone postasında sadece müdür, müdür yardımcısı gibi unvanlar (okullarda tüm idarecilere gönderiyorlardı), ya da sadece dükkanın adresi yazıyordu. Kepenglere, kapı aralarına, posta kutularına Zaman koymaya kalkanlar da ara ara dayak yedi. Ardından da Bankasya'dan para çekme furyası başladı. Pek çok şube kapanma noktasına geldi.
Sadece Fetö imamlığı-abiliği-ablalığını geçim kapısı yapanlar kaldı. Bütün o dindarlık gösterileri, ağlamalar, okunan cilt cilt kitaplar falan, hepsi sahteymiş. Örgüt en azından Mart 2014 seçimlerini etkiler dedim; AKP F.G'nin memleketi Erzurum'da bile oyunu arttırdı.
Yıllarca içlerinde yaşadıkları, üniversite-eş seçimlerini bile abilerine bıraktıkları, sık sık toplanıp, birlikte yiyip-içip, ibadet ettikleri tarikat-örgütü bir haftada terk etti kitleler. Şimdilerde o Zaman gazetesini gözüne sokan esnaf, duvardaki Atatürk resmini gözümüze sokuyor. Şaka maka son bir yıldır duvarında-camında Atatürk resmi olan dükkan çoğaldı. Çünkü ciddi ciddi AKP'li ailenin çocukları bile tarikatla ilişkilendirilen mekanlara takılmak istemiyor.
Aslında bu samimiyetsizlik tüm toplumda olan bir şey, hatta ne kadar muhafazakar ve taşralıysak, o kadar samimiyetsiz. En başta düğünler. O simli tenler, tene yapışan abiyeler, kat kat topuzlar ve iki yüzlülüğün simgesi takı törenleri. Bu altınlar aslında nesilden nesle aktarılan emanetler. Zira takanlar daima ne taktıklarını kafalarına kazıyıp, bir sonraki düğünde karşı taraftan bunu beklerler. O anlı-şanlı aşiret düğünlerinde bile bu durum böyledir. O kilolarca altınlar, metrelerce paralar sahiplerine bir şekilde geri gitmelidir. Zaten geri götürmeyeceklere de o kadar altın takılmaz. Yeni evlenen çiftlere destek olmak için içten verilen hediye değildirler yani.
Düğünler, feodal ülkelerde aile-akrabalık ilişkilerinin yapaylığı kadar, yabancılara aile-akraba hitapları ile seslenmenin yapaylığının da göstergesidir. Hızlı samimileşmenin amacı karşındakini açıklarını aramaktır.
Ulusça resmi hitaplara alışmalı, herkesle hemen samimi olmamaya alışmalıyız. Senli-benli ilişkileri azaltmalıyız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder