14 Eylül 2024 Cumartesi

ÜÇ DÜNÜRCÜLÜĞÜN HİKAYESİ

 


Evde kalmış her erkek gibi, beni de evlendirmek için başarısız pek çok çaba oldu. Pek çok insan, evlendirilme çabası ile evde kalıyor. Ben geç evlendim, kırk yaşından sonra evlendim, senesi dolunca boşandım. Isparta'da, Yenişarbademli'de üç yıl kaldıktan sonra, Yalvaç ilçesine tayin oldum. Askerlik sürem, kısa dönem erlik olduğu için, hizmetten sayılmamıştı. Zorunlu hizmetim de kalmadığından, mecburen il içi tayin istedim. Zira Yenişarbademli'de bir saat bile kalmamızdım artık. O zamanki, yani 2001'deki sistemde, il içine iki yerleşim yeri isteyebiliyordunuz öğretmen olarak. Ben de Isparta merkez ile Yalvaç merkezi yazmıştım. Sonuçta Yalvaç benim için daha iyi oldu. Bademlililer, ilçelerde yaşayan her insan gibi illa il merkezine bağımlıydılar, pek çoğu il merkezine yerleşmiş ve orada bağlantıları vardı. Yalvaç ise merkeze uzaktı, küçüktü ve orada pek az Bademlili vardı.

Yalvaç'da günlerin, okulda yada evde değilse, öğretmenevinde geçiyordu. Bir kaç arkadaşımlar, okul çıkışı orada takılıyordum bazen geç vakitlere kadar. Yalvaç'taki üç sene boyunca hayatım genelde rutin geçti. Çok fazla anlatılası hikayem yok, çoğu da şahsi. Orada, üniversitede (2 yıllık meslek yüksek okulu) okuyan bir kıza evlneme teklif edip, red yemiştim. Öyle bir kaç kızdan da red yemiştim. Onlarcasından da red yiyecektim. Ama bazılarını da ben red ettim.

Anadolu'da kadınların, daha doğrusu kız tarafının evlenme isteği size doğrudan gelmiyor. Araya sizin samimi olduğunuz insanlar giriyor, buna dünürcülük deniliyor. Yenişarbademli'den fazlasıyla alışkındım. Bu dünürcülüğü bazen erkekler için de yapıyorlar. Böylece red yediğinizde olay sessizce kapanıyor. Yalvaç'ta da dünürcülüklerimi, tarih öğretmeni Mehmet hoca yaptı. Tesadüfen yada zaten Isparta'da olduğumuz için, kızların üçü de Süleyman Demirel mezunuydu. Hata ilk ikisi tarih bölümündendi ve okul yıllarından tanıyordum.. İlkinin adını unuttum ve hatırlamak istemiyorum, olayı öğrenince siz de öğrenmek istemeyeceksiniz. İkincisinde 

Önce ilk kızdan bahsedeyim, bu kıza Skandallar Kraliçesi diyeceğim.  Kendisini üniversite yıllarında da sevmezdim. Hatırladığım kadarı ile bizden bir sınıf üst sınıftaydı ve o zamanlarda aşırı makyaj yapıyordu. Bir de hep reislerin sevgilisi olurdu. Reislerin de çoğu zengin çocuğuydu. O zamanlar, bir üniversite reis ünvanlı almak, havalı bir durumdu.  Bu yüzden de zibil gibi reislik ünvanlı vardı. Yurtların ünvanı ayrıydı, fakülte ve bölümlerin ayrıydı. Garibanlara sınıf başkanlığı, koridor reisliği (o koridorda olan odaların reisliği falan verilirken, fakülte, yurt reisliği gibi unvanlar, gerçek zengin çocukları içindi. Bu kızda,  yaklaşık altı ayda yada her dönemde bir, bu reislerden biri ile sevgili olurdu. Reislerin, kullanma kılavuzu ile  elden ele gezdirdikleri oyuncak gibiydi. (Hakkında böyle düşündüğümü bilse, bana selam bile vermezdi. Kendisi önce bir doğu iline atanmış, sonra yüksek lisans sebebi ile (Eskiden yüksek lisans-doktora için tayin isteyebiliyordunuz. Sonradan zorunlu hizmeti tamamlamış olma şartı getirildi. Şimdi şartlar nedir, bilmiyorum) Isparta ilinde, Yalvaç'a gelmişti. Mehmet hoca kibarca fısıldadı ve bence gerekçesi ile ret ettim.

Ama hikaye burada bitmedi. Kendisi daha sonra, gene yüksek lisans gerekçesi ile Isparta merkeze tayin oldu ve nişanlandı. Onu son bir kez, yolda yürürken görmüştüm. Hatta bunu söylediğim ve pek de samimi olmadığım kadın öğretmenin biri;

-Bir daha da nerde göreceksin, demişti alayla. Demek ki bu dünürcülük işi sadece Mehmet hoca ile benim aramda değildi. Yani ilçe milli eğitim camiasının çoğu bunu biliyordu. O kızı hem ben, hem de tüm Türkiye ve belki de daha fazlası görecekti. Süleyman Demirel üniversitesi, bir seks, daha doğrusu p.no skandalı yaşayacaktı. Tarih bölümünün öğretim üyelerinden biri, odasında, daha doğrusu arkadaşı ile paylaştığı odada (O zamanlar üniversite yeniydi, sınıf ve oda bolluğu yoktu),  doktora vaadi ile bir yüksek lisans öğrencisi ile cinsel ilişkiye irmiş, videosunu çekmiş ve o zamanlar yeni gelişen internette bir yerlere atmıştı. O zamanlar cepte internet çok az ve pahalıydı, herkes internete kocaman bilgisayarlarla giriyordu. Sosyal medya yoktu, onun yerine forum siteleri falan vardı. Gene de bazı videolar, ses dosyaları hızla yayılıyordu.  Bu videoda hızla ortaya çıkmış, kızın nişanlısı,  üniversitede, herkesin ortasında yüzüğü, nişanlısının suratına fırlatıp, ağır sözler söyleyerek, nişanı aymış, kız da bayılıp, hastaneye kaldırılmıştı. Kızın bedeni, yüzü buzlanarak, ilk sayfadan verdi. Üniversitede soruşturma açıldı odayı kullanan iki akademisyen hakkında soruşturma açıldı, videoyu çeken akademisyenlikten atıldı diye hatırlıyorum. Kız da tekrar uzak bir doğu vilayetine tayin istedi.

Kabul etseydim o nişanlının yerinde ben olacaktım. 

İkinci kız da Ülkü, konu da onun adı ile ilgiliydi. Evet, kızı adı yüzünden istemedim, zira benim bir alt sınıfım olduğuna göre, 1975-80, tahminim de 1977-78 doğumlu olmalıydı. Meşhur 12 Eylül öncesi, sağ-sol çatışmasının zirve yaptığı, Maraş-Çorum gibi sistematik Alevi progromlarının yapıldığı dönemde doğmuştu. Peki o zaman, kızlarına ÜLKÜ adını veren bir aile, neden Kürt ve Alevi bir aileye kız vermeye razı olsun? Ülkü, uzun süreli bir nişanlılıktan ayrılmış. benim tahminim bakireliğini de kaybetmişti. Sonuçta bir evlenip, boşanma her şeyi unutturabilirdi. Bütün bu düşüncelerimde yanılıyor olabilirdim ama ben dört sene üniversitede, üç sene de Yenişarbademli'de Ülkücülerden zorbalık görerek, bu konuda objektif olma gücümü yitirmiştim. Sonra  Ülkü, komşu ilçeden, üç çocuk babası, dul bir adamla evlendi. Bu konuda azıcık pişmanım. Kızı, bizim sınıftan bazı kızlarla, öğrenci yurdundan oda arkadaşıydı, oradan merhaba demişliğim vardı. Okuldayken Ülkücülerle takılıp, takılmadığını bilmiyordum. (Gerçi, Ülkücülerin egemen olduğu o zamanlarda takılmayan çok az kişi vardır.) Ülkü adı da, Atatürk'ün manevi kızı Ülkü Adatepe'den dolayı, Atatürkçüler arasında da yaygındı.

Bana sadece kızlarını verdiklerine göre, Alevi düşmanı değiller, demeyin. Türkiye'de, her sağcının içinde bir Yeniçeri Ağası var.  Seni kendi kültüründen çekip, koparmanın planlarını en baştan yapmışlar. Ben bunları daha sonra da çok yaşadım. Anadoluda o kadar yaygındır ki, sosyolog Mübeccel Belik Kıray, Ereğli adlı araştırmasında, kıza yönelik genişleyen aile diye tanımlar bu olguyu. Sosyolojiye de böyle girmiştir.

Üçüncü hikayedi kızın adını da ben saklayacağım, aradan yirmi yıldan fazla zaman olmasına rağmen. Adı büyü veya büyücü demek. Kendisi ücretli okul öncesi öğretmeniydi ve dediğine göre Süleyman Demirel üniversitesi, iktisat bölümünde, benimle hemen hemen aynı tarihlerde okumuştu.  Kendisini hatırlamıyordum ve bu gayet normaldi. Okulda ve yurtta binlerce öğrenci vardı. Yani o iddası üzerinde çok da şüpheli değilim.

Kendisiyle samimiyetim minimumdu. Ben o sıralar, belki bir gün cesaret edip, hikayesini yazacağım yenilgilerimle meşguldüm. Ben ona bakmıyordum, görünüşte o da bana bakmıyordu. Yada ben öyle sanıyordum. O yıl, mayıs ayında,  Mehmet hoca, durup dururken bu büyücü isimli öğretmenin ilçesini gezmemizi önerdi ve kabul ettim. İlçeyi de gezmişken, o öğretmenin evini ziyaret etmemizi önerdi, kabul ettim. Aileye misafir olduk, yedik,  içtik, sohbet ettik. Genelde kızın babası ile sohbet ettik. Kız pek bizimle konuşmadı. Adam, biz zamanlar iktidar olan sağ siyasi partinin ilçe başkanıymış. Orada yemek de yediğimizi hatırlıyorum ama ne yediğimizi hatırlamıyorum. Sonra Yalvaç'a döndük. Mehmet hoca evlerinin büyüklüğünden, ailenin zenginliğinden  bahsetti bolca.  Bense bu kadar zenginse kızı neden Yalvaç'ın uzak köylerine, üç kuruş paraya öğretmenliğe gidiyordu; üstelik de o berbat köy dolmuşlarına binerek? Babası kızına bir kreş açamaz mıydı? Şöyle on tane sürekli müşteri ona yeterdi. Bu arada, halen kızla ilişkim yok. Bütün bunlar olurken,  kız ve ben birbirimizle gene ilgilenmiyoruz ve benim tayinim Kırıkkale'ye çıkıyor, babam orada ev buluyor, ev tutuyor. Ben de taşınmayı bekliyorum.

Asıl anlatılacak olay,  2004 Haziranında, tam da okulların kapandığı gün oldu. Öğretmenler bilir, sınıf öğretmenliğiniz yoksa,  okulun son günü gitmeseniz de olur. Kaldı ki, çok az öğrenci  olan İmam Hatip'te karne töreni yapılmamış gibi bir şey olmuştu. O günde ben, Mehmet hoca ve Yücel hoca, Yücel'in arabası ile gezmiştik. Öğle yemeğine doğru öğretmenevine gittik. Sonra ben ve Yücel hoca tavla oynamaya başladık. O sırada büyücü dediğim öğretmen geldi. Dolmuşla evine gidiyordu ve belki de Yalvaç'ı uzun süre görmeyecekti. Ücretli öğretmenleri her sene aynı okulda çalışması diye bir durum yoktu. Sonra birden bana dik dik baktı. O an, altıncı his duyusu gibi bir an yaşadım. Herkes bana ve ona bakıyordu. İlk hikayede de dediğim gibi,  böyle işlerde genelde sadece kurbanın olanlardan haberi yoktur. Evinde döneceğinden, bir daha buraya gelip, gelemeyeceğinin belli olup, olmadığını söyledi. Ben de tayinim çıktığını ve Yalvaç'a bundan sonra gelsem de, turistlik olacağını söyledim. O da eşyalarının taşınacağını söyledi. (Bu arada Yücel hocayla tavla oynuyoruz ve yeniliyorum.) Eşyalarını taşımaya yardım etmemi isteyip, istemediğini sordu. O da istemediğini söyledi. (Hata onda, neden istemiyorum diyorsun?). Ben de ortamda ben ve o hariç (öğretmenevinin o köşesinde kaç kişiydik, hatırlamıyorum ama kahkahalar başlayınca bana yirmi kişi civarı vardı gibi gelmişti.)

-Sen bilirsin ve ardından kahkahalar. Ben bir anda ter içinde kaldım. O yerinden kalktı ve tam benim yanıma oturdu. Kahkahalar devam ediyordu.

-Şimdi bana mı gülüyorsunuz, Sinan hocaya mı gülüyorsunuz diye sordu. Yücel hoca da,

-Valla ben Sinan hocaya gülüyorum, dedi. Sen bilirisin dedi ya, dedi. Kızın arabası da kalkmak üzereydi.  Bense gönülsüzlüğümü belli etmiştim. Sonra biraz daha dolaştık. Mehmet ve Yücel hocalar,  kızı red etmem üzerine şakalar yaptılar. Ben biraz anlamazdan geldim, biraz da son ana kadar neredeydi falan dedim.

Ret etmemin bir kaç sebebş vardı. İlk olarak ne kadar zengin olursa olsun,  sağ siyasi parti lideri, benim gibi birini kolay kolay damat kabul etmeyecek, etse bile illa Konya'nın o ilçesine tayin olmamı isteyecekti. İkincisi kızla ilişkiyi sürdürmek için iki de bir Konya'ya, o ilçeye gitmem gerekecekti. Bir de 2004 yılında daha Watsapp, Telegram falan yok. GPRS denen pahalı cep interneti var. Ben ayı elli yada yüz kontörle kapatıyoru, on yedi saniye 1 kontör, kısa mesaj 2 kontör. Telefonla konuşması bile masraf.

Üçüncü ve asıl sebebe gelince; bir sene boyunca beni neden görmezden gelmişti? Neden bana açılmaya son dakikayı beklemişti? Bana göre ilgilendiği ve ilişkide olduğu başka biri vardı, onda umut kalmayınca, bana yönelmişti.

Hikaye burda bitmedi. Aradan bir kaç yıl, galiba beş yıl kadar geçti. Kırıkkale, Ankara'ya yakındı ve genelde hafta sonları veya okulun açık olmadığı zamanlar, Ankara'da, anne-babamım evinde vaktimi geçiriyordum. Gene böyle bir gün, Yalvaç'tan tanıdığım biri beni aradı. Ankara'da işi varmış, buluşalım dedi, buluştuk.  Sonra başka ortak tanıdğımız başka biri ile buluştuk. Her ikisi de o zamanlar, ilçedeki meslek yüksek okulunda öğrenciydi. Her ikisi de artı iş hayatına atılmıştı. Buluştuğumuz üçüncü arkadaş,  uzun boylu  ve yakışıklı biriydi. Zamanında profesyönel basketbol da oynamış.

Beraber yemek yerken,  bu üçüncü arkadaş, oradan, buradan ve zamparalıklarından bahsetti. Sonra tahmin ettiğiniz gibi Yalvaç'dan ve bu adı büyücü anlamına gelen öğretmenden. Geceleri kızın odasına giriyormuş ve bundan Mehmet hoca dahil tüm öğretmenevinin haberi varmış.

Yani size dünürcülük yapanlara çok fazla güvenmeyin.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder