1 Şubat 2025 Cumartesi

GARSONUN SIRITMASI





 Benim Yenişarbademli hikayelerim bitmiyor ve bitmez. İlk atandığım ve en mutsuz olduğum yerdi. Isparta gibi güneyde ve batıda bir ilde zor göreceğiniz bir mahrumiyeti vardı. En azından 29 Eylül 1998 ile 7 Eylül 2001 arası öyleydi. İlçede ciddi anlamda sadece bir tane bakkal vardı (Halil market).  İlçeye gitmek için tek dolmuş vardı. Isparta il merkezinden, kışın saat öğleden sonra üç, yazın beşte, Isparta il merkezinden kalkardı. Sabah 7'de Yenişarbademlş'den kalkardı. Yolculuk mevsime göre en az bir buçuk saat, bazen de iki buçuk saat sürerdi. Oradaki haaytımı kabaca ikiye ayırabilirim. İlki 29 Eylül 1998'de göreve başlamamla, 199 20 Kasımda askere gitmem, ikincisi de 2020 Temmuzunda askere dönmemle, 7 eylül 2001'de Yalvaç ilçesine tayinim çıkması arasındaki dönemdir.

Bu garip ilçede, bu yazıda bahsedeceğim olay, ilçede birilerinin beni evlendirme çabası olayıdır. Bu olayında benim askerliğim öncesi, ben askerken olanlar ve askerden geldikten sonra olanlar olmak üzere üç safhası vardır. Her şeyi değiştiren, bir garsonun bana gülmesidir. Bu da olayın başlarında oldu. İlçedeki kısa yaşamımda pek çok şey yaşadım, hepsini yazmamamın bir sebebi , başımı belaya sokmamak. Diğeri de yıllar önceki yaraları kaşımamak. Yazmamın sebebi de artık yazma zamanının geldiğini düşünmem. Bu olanlar sadece benim anılarım değil, bir devrin tasfiridir.

Evlendirilme olayım, gelişimin ilk yada ikinci ayında, bir akşam sohbeti sırasında birden söylendi. O zamanlar hayatımda ilk ve son kez lojmanda kalıyordum. (Bundan sonra kalma ihtimalim çok zayıf) Lojman dairemi de , yediği onca halttan sonra namaza başladığı için kendini evliya zanneden ve beden eğitimi dersi ilde din dersini karıştıran bir salakla paylaşıyordum. Akşam otururken, coğrafya öğretmeni arkadaş, kızın adını söyledi, düşünmemi falan söyledi. Kızın adını duyunca irkildim, daha lise iki öğrencisiydi. (O yıllarda bazı meslek yada hazırlıklı liseler hariç, liseler 3 yıllıktı.) Babası da eski belediye başkanıydı ve mart ayında yeniden belediye başkanı seçilecekti. (Doğrudan adlarını yazmama sebebim, arama motorlarında arama yaparken, buraya denk gelmesinler diye.) Sonra kızın adı ara ara bana çıtlatıldı ve doğal olarak bunu ahlaki görmüyordum. Diğer yandan, üniversitede dört sene Ülkücüler tarafından zorbalandıktan sonra, böyle sağcı ve hatta Ülkü ocaklı bir aile, kızlarını bana neden versin anlamıyordum. Bir kaç ay sonra öğrenecektim. Bu olaydan bir ay kadar sonra, okulun beden eğitimi öğretmeni değişti ve öteki, ilkini aratacak dümdüz faşist olan ikincisi geldi. Bu faşist olan geldiği günde bizim, stajyer öğretmen kursumuz başladı. Kurs, elli iki kiometre uzaklıkta, eski ilçe merkezi olan Şarkikaraağaç'taydı. Bir kaç gün sonra da Şarkikaraağaç seferlerimiz başladı. Bademli'ye benimle atanmış, sınıf öğretmeni bir arkadaş vardı. Onun arabası ile gelip, gidiyorduk. Dersler hafta içi akşam saat 6 le 8 arasındaydı. Bazne 10 yada 11'i buluyordu. Aralık ayı sonlarından, Mayıs ayı ortalarına kadar, aralıklarla sürdü bu gidiş, gelişlerimiz. 

Başlığa konu olan olay, ilk gittiğimiz akşam yada o haftada oldu. Biz iki arkadaş, evden yemek yemeden çıkmıştık. Sınıf öğretmeni arkadaş da o gün yemek yememişti. Lokantaya da bizden önce gelmişti. Benden önce garsonla ne konuştu bilmiyorum. Garson, ev arkadaşımın eline sarıldı. Hoş geldin damat bey dedi. (Ev arkadaşım benden daha uzun boyluydu, belki de bu yüzden öyle sandı.) Sonra sınıf öğretmeni arkadaş o değil dedi. (O sırada oturmuştuk.) Sonra garson gülerek bana baktı ve

-Bu mu Bademli'ye damat olacak, diyerek sırtırrı. Sonra sınıf öğretmeni arkadaş da sırıtmaya devam etti. Ev arkadaşımsa, bir çuval incirin berbat edildiğini anlayıp, somurttu.

Sonra o kızın adı ve başka kızların adı da geçti. İlçede halkın dedikodu ve kumpas kültüründen çok bunalıyordum, özellikle de askerden önce.  Askerden önce yerel ve genel seçimler oldu. Kızın babası tekrar belediye başkanı oldu. Sonuç merkez sağın iflasıydı. Gene de ilçe iki merkez sağ parti arasında ikiye bölünmüştü. DYP ve ANAP'lılar birbirine selam bile vermiyordu. İlçe milli eğitim müdürlüğüne vekalet eden şahsın,  bizim ilk atanma yolluğunu duyuna, yani bir sonraki yılın borcuna atılması, bizm de yolluğumuz mart sonunda almamızdan dolayı DYP'li başkana kızgındım. Bu sebeple belediyede ANAP'a oy verecektim. Kaydımı da aldırmıştım ama seçmen listesinde adım çıkmadı, iyiki de çıkadı. Muhtemelen rengimi çok belli ettiğim için olmalı. İyiki de öyle olmuş, batan merkez sağa son oy verenlerden biri olacaktım. 

O yıl çok yoğun mobbinge uğradım ve 20 günlük depresyon raporu aldım. Raporlu olduğum için maaşım kesilmemesi gerekirken, maaşım kesildi.  Stajımın onaylanmama durumu vardı. Durumu askerlik sonrasına bırakamazdım. Temmuza kadar olan tecilimi, Kasıma kadar uzatmalıydım. ( O dönemde üniversite mezunları, Mart, Temmuz ve Kasım aylarında üç dönem olarak askere alınıyor, ihtiyaca göre 16 aylık asteğmen yada 8 aylık çavuş olarak askere alınıyordu.) Zoraki ilçemizde askerlik şubesi olmadığı için (Sonradan adliye de kalkacaktı), bir günlüğüne Şarkikaraağaç'a gitmem gerekliydi ve bir gün izin almak için,  O izni almak, bir günümü aldı. Saatlerce kaymakamın kapısında bekledim. Oradan başka bir ilçeye  gittiğimde, sadece dilekçeyi müdüre vermenin yetttiğini gördüm. Beni sevmeyen, hatta benden nefret eden halk, neden beni damat yapmak istiyorlardı ve benim bunu kablleneceğimi sandıklarını düşündüm. Damat yapma çabalarının sebebi, ilçe halkının çoğuna çok görünen maaşım ve Ankara'da esnaf olan babamın servetini sömürmek yada yağmalamaktı. Beni de disleksi olmam ve psikolojik sorunlarımdan dolayı aşırı saf sanıyorlardı. Benzer bir sorunu üniversite okurken de yaşamıştım. İkinci yılda benim o kadar da saf olmadığımı, üniversite arkadaşlarım anlamıştı ama Bademlililer hiç anlamadı. (Bir kaç yakın dostum hariç.)

İlk yılın yaz tatilinden sonra, askerliğime fazla bir zaman kalmamıştı. Ben de askerliğimi, Kasım'a kadar tecil etmiştim. Kasım ayında askere giderken, bu kızın uslu durmayacağını ve askerden sonra rahatlayacağımı tahmin ettim ve tahmin ettiğim gibi oldu. Ben sekiz ay boyunca Balıkesir'de  askerken, okul hepten karışmış. Söz konusu kız, hem okulda öğrenci bile olmayan bir oğlanla, hem de ücretli öğretmenlik yapan ve Şarkikaraağaç'lı genç bir arkadaşla olay çıkarmış, öğretmen arkadaşın sene sonu göstersinden evvel belediye başkanının adamlarından dayak yemesine yol açmıştı. Bütün bu olanlara rağmen 2000 yılının son sınıfları topluca mezun olmuşlardı.

Askerden sonraki yıl kafamda sadece başka bir ile, ilçeye tayin olmak vardı.  Askerden geldikten sonraki yıl, ANAP aslında daha güçsüzken, önüne gelen beni sürgünle tehdit ediyordu. Isparta'nın her açıdan en mahrum ilçesindeydim ama beni, yok suyunu Şırnak'ta içen, Ağrı'yı biliyon mu falan diye beni sürmekle tehdit ediyorlardı. Bir de o sene galiba Yenişarbademli'de,  herkes, herkesi sürgünle tehdit ediyordu. En fazla tehdit yeri de Kesme'ydi. Isparta'nın Sütçüler ilçesinin kasabası olan Kesme,  belediye başkanının daha önce seçimi kaybettikten sonra öğretmenliğe dönmek (sınıf öğretmeniydi) zorunda kalınca atandığı yerdi ve başka bir öğretmen arkadaştan duyduğuma göre Sütçüler merkezden daha kalabalık ve ulaşılması daha zor bir yerdeydi. Başkan burada iki sene kalıp, partili arkadaşları sayesinde geçici görevle Isparta merkeze atanmış, geçici görevden de emekli olmuştu. ANAP'ın gücü tükenmişti ama küçücük ilçede herkesin, her partiden tanıdığı vardı. (Dönem, koalisyonlar dönemiydi.)

Bu dönem boyunca diğer kız analarının da radarına girmiştim. Beni ve annemi taciz ediyorlardı. Özellikle cuma günleri sekiz yada on adet tezgah olan ve saat 10,30 ,le 15.00 arası açık olan pazarında beni düpedüz kuşatıyorlardı. İlçeye pek çok bekar öğretmen ve memur gelmişti ve fazla saf buldukları beni hedef seçmişlerdi. İlçenin pazarından bir kaç kilo domates- salatalık yada mevsimine göre meyve-sebze alıyordum. Bir kere annem de gelmişti. Alış veriş sonrası lojmana dönüyorduk. Ev ortağım o zamanlar askerdeydi. (Anlatmayı unutmuşum. Kendisi asteğmen olarak yapmasının yanı sıra,  on beş gün de askerliği uzatmıştı.) Annemle bir gün pazardayken, pazarda kendi bahçesindeki ürünleri satan bir kadın, biz pazardan dönerken annemin peşinden geldi. Annemin omuzlarına vurup, niye para verdin ki gıı, ben bahçeden yolar yolar, sana verirdim falan dedi. Annem de ne gereği var, kend,m alırdım dedi. Evde anneme kadınla ne çabuk samimi oldun diye çıkıştım. Çünkü annemi kırk yıldır tanıyormuş gibi yapıyordu. Oysa annem, o kadını ilk defa orada görmüştü.

Asıl komplo, hiç beklmedeğim yerden geldi ve hiç ummadığım yerden öğrendim, daha doğrusu annem öğrendi. Börek yapmak için komşudan aldığı oklavayı iadeye giderken, kadınların konuşmasına şahit oldu. Yörenin Konya-Isparta karışımı aksanıyla, lojmandaki hoolan eve gidecekmiş de, isteyiverecekmi falan diyoarlar. O zamanlar da, ev ortağım askerde olduğu için, lojmandaki tek bekar benim. Karşı dairemde karısı ile sorunlu bir arkadaş var, o da çok yaşlı, benim şu anki yaşımda falan. Annem de lojmandaki oğlan, benim oğlan. Kız isteme falan yok, siz neden konuşuyorsunuz diye sormuş. Onlar da kumpası anlatmış. Benim Bademli'deki emekli, köy enstitüsü mezunu arkadaşım Veli Karaca, arkadaşlığımızı kara çevirmeye karar vermişti. Ben ve annem, onun evine ziyarete geldiğimizde, kız ve ailesi de eve gelecek, biz de kızı istemiş olacaktık. Annemse kendi ziyaretine iade beklediği için bu olay, o ana kadar tuzak işlememişti. Annem panikle Bademli'yi terk etti. Bir daha da gelmedi. Ben de o yıl, okullar kapanana kadar Veli Karaca'nın evine gitmedim. Gittiğim de beklediğim süprizle karşılaştım. Süpriz yazının sonunda.

Annem gittikten sonra bazı kişilere garip bir cesaret geldi. Okula o sene gelen ve ilçenin yerlisi bir hizmetli vardı. Durduk yerde bana sataşmaya, benimle tartışmaya başladı. Okulu temizlemekle görevli hizmetlinin, öğretmenler odasında ne işi var diyeceğim de, okul o kadar küçük ki, öğretmen-öğrenci, aynı tuvaleti kullanmak zorundayız. Okul, hem meali, hem de mecazianlamda kümes gibi. Tek katlı ve pek çok apartman dairesinden daha küçük.  Pek çok fenni kümse bile, buradan büyüktür. Bina eski köy ilkokulu binasıymış. Okul binası ve tarihi bambaşka bir konu. Hadi o bir şekilde okulun elemanı, ya ilçe milli eğitimdeki memura ne oluyordu? Bana, burası sayesinde maaş aldığımı ve parayı tek başına yiyemeyeceğimi söylüyordu. İlçe halkının, orada maaşımı fazla gördüklerini ve hatta Anakra'da esnaf olan babamın varlığını bir servet gibi gördüklerini yazmıştım. Bu adam da, buraya atandığım için,  maaşı burayla paylaşmam, bunu da buradan bir kızla evlenerek yapmam gerektiğini söyleyip durdu. Bu işe yaramaz yere kurulan kaymakamlığın gereksizliğinin ispat abidesiydi. İlçe milli eğitimden habire bir bahaneyle okula gelip, duruyordu. Çünkü otuz beş öğrencili ve kümes boyutlarında bir lisesi, iki ilköğretim okulu ve bir halk eğitim merkezinden ibaret ilçede milli eğitim müdürliğinde yapılacak iş yoktu.

Annemin gidişi ile o yılın yaz tatilinde olan bazı olayları özetleyeceğim, bazılarını unuttum, bazılarını anlatmak istemiyorum. Bu süreç içinde hayatım, rutin devam etti. Bu dönemde Isparta merkeze yada Şarkikaraağaç'a nadiren gittim. Bu gidişlerden birinde, Isparta'ya dönerken, lojmanda karşımdaki dairede oturan arkadaşla geliyordum. İlçenin dolmuşunda, başka bir baba ve kızı da vardı. Kız, dikkat çekici bir şekilde güzeldi.  (Zaten orada, özellikle uzun boylu kızların geneli öyleydi). İndiğimizde komlum bana o kızı beğenip, beğenmediğimi sordu, ben de evlenmek istemediğimi söyledim ve konu kapandı. Veli Karaca ile bir kaç kere buluşsam, hatta onuna Beyşehir merkez ve Gölkonak köylerine gitmiş olsam da, onun evine sene sonuna kadar gitmedim. Ben askerdeyken, 2000 öncesi atananlara zorunlu hizmet kalkmıştı. O zamanki atama yönetmeliğine göre il dışına atama istemek için, o ilde üç yıl, il içi için de o ilçede yada okulda iki yıl kalmak gerekliydi. Askerliğim sebebiyle üç yılım dolmuyor, il dışı tayin isteyemiyordum ama iki yılım dolduğu için il içi isteyebiliyordum. O zamanlar ya yerleşim biriminden (şehrin belediye sınırı, köy yada kasaba) tayin istiyebiliyordunuz, okul değil. Ben de il sırada Isparta il merkezini, ikinci sırada da Yalvaç ilçe merkezini istedim. (Yalvaç'ın otuz altı köyünden on ikisinde belde belediyesi ve bunlardan üçünde lise vardı ama onları istemiyordum.) Yalvaç'a üniversitedeyken bir kere, günü birlik gitmiştim.

İkinci dönem için Bademli'ye döndüğümde, pazara gitmek daha bir zor olmuştu. Ana-kız beni düpedüz kovalıyordu o minik meydan boyunca. En fenasında, pazardan alacağım bir iki kilo meyve-sebzeyi (o da genelde domates, salatalık oluyordu, dönerken düpedüz ardıma düşmüşlerdi. Arkama baktığımda ise düpedüz tüm pazar arkamdan geliyor yada bana öyle geliyordu. Ana kızın kovalamacasından koşmaya başladım ve sonra bir dükkana girdim. Nefes nefese kalmıştım, ter içindeydim. Dükkan sahibi bana hiç bir şey sormadı. Sonra kızın annesi girdi dükkana, dükkan sahibi ile bir şeyler konuştu, bir şeyin tadına baktı, sonra çıktı gitti. Ben bir süre daha dükkanda kalıp, soluklandım. Dükkan sahibi gene bir şey sormadı.

Sonraki günlerde diğer bir de dayak korkusu da yaşıyordum. Ben askerdeyken, ücretli öğretmen arkadaşın, o kız yüzünden dayak yediğini yazmıştım. Daha kötüsü köy halkı bu dayakla övünüyorlardı. Galiba Mayıs ayına doğru da ilçede bir astsubayı, bir düğünde, meydan dayağı ile dövdüler. Genelde görev süresi biten yada bitmeye yakın, memurlarla uğraşıyor, bazen meydan dayağı atıyorlar, bazen de mahkemelik ediyorlardı. Benim askere gitmemden evvel, Gaziantep'ten ilçeye milli eğitim müdürü atanmıştı. Bu şahıs, Antep'e dönmezden evvel de zimmet suçlaması ile hakkında dava açılmıştı. Sonra bu müdür, Bademli'ye geri döndü. Sonra da  bu davadan beraat etti. Aslında olay tamamen gidenin kuruğuna teneke takma olayıydı. Ben astsubayın olayından sonra, en azından bana bulaşamyacaklarını düşündüm.

Eğitim yılının sonu geldi ve Veli Karaca'ya veda ziyaretine gittim ve tuzağa düştüm. Evde, Veli, eşi, bir lız ve aile ile, ondan başka bir kız da vardı. Ben lafı geveleyip, hemen çıktım ama kızı istemiş duruma düşmüştüm. Mutlaka tayinimin çıkması gerekliydi, çıktı da. Kızın adı daha önce ilçeye yeni açılan ilçe emniyet müdürlüğüne yeni atanan bir polisle anılıyordu ve ilçede yedi polisten oluşan polis teşkilarının başı bu yüzden dertteydi. Bademli'de Veli Karaca'yı gördüm ve selam vermedim.Hatta yerime yeni bir felsefeci de geldi. Benda Bademli'ye geldim ve tayimin çıktığını öğrenince bir hafta sonu Yalvaç'a gittim, doğru dürüst kimseyi tanımadığım bu ilçede bir günde uygun fiyata kiralık ev buldum. Sonra Bademli'ye geri döndüm. Orada da bir günde yolluğum çıkıtı ve bankaya, ilçedeki tek banka şubesi olan Ziraat Bankasına yattı. Aynı gün bir kamyon da ayarlayıp, Yalvaç'a taşındım. Bankadan  parayı çekerken Veli Karaca'ya denk geldim, altında motorsikleti. Ben gene görmezden geliyordum ki, Sinan, Sinan diye bağırdı. Bense elimle gidiyorum işareti yapıp uzaklaşmıştım.

29 Eylül 1998'de geldiğim Yenişarbademli'den, 7 Eylül 2001'de ayrıldım. Bir daha da gitmedim, gitmem de çok zordu. Arabam yoktu ve halen de hiç olmadı. O dolmuşa bir daha binecek değildim. Arabam olsa da o virajlı dağ yıllarından, göl kıyılarından gidemezdim. Üstelik ilçede paramla baca temilzetecek birini bile bulamamış, kendim temizlemiştim. (O olayın hikayesi de blogda mevcut.) Ev ortağımın zorbalıkları vardı, bana atamadıkları dayakları, ziyaret yada gezmeye gitmişken atma ihtimalleti vardı, var oğlu vardı.

Ancak en önemlisi Şarkikaraağaç Lezzet Lokantasındaki garsonun sırıtması vardı ki,  hep bunu hatırladım. Yazılacak çok şey var, bu yazıyı yazmaya başladığımdan beri yeni ayrıntılar hatırlıyorum ancak oları da ayrı başlıklar halinde yazmam gerekecek.

Yıllar içinde arada aklıma geldikçe Yenişarbademli'yi ve oradan hatırladığım isimleri, arama motorları ve sosyal medyada arada bir arattim. Veli Karaca'nın öldüğünü öğrendim. Öğretmen arkadaşların tamamı da oradan tayin olmuşlardı. Bir ara Melikler yaylasında, gökyüzü gözlem şenliğine katılmayı düşündüm,  benim yüzümden kavga çıkabilir diye vazgeçtim. Onu da 2019'da bir kere yapabilmişler.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder