koç holding etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
koç holding etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Kasım 2025 Cumartesi

AVRUPA YAKASI DİZİSİ VE BURJUVAMIZIN KOFLUĞU



İkibinli yıllarda genel anlamda akşamları televizyon izlerdim ve dolayısı ile dönemin moda dizisi Avrupa Yakası'nı da düzenli olarak izledim. Dizi biteli ve Gülse Birsel yeni dizi senaryosu yazmayalı çok oldu. Diğer Gülse Birsel dizileri, Avrupa Yakası kadar tutmadı çünkü bu dizi, hem az kanallı, internet ve sosyal medyanın sınırlı, televizyonun özellikle beş büyüklerin (Star,ATVShow,KanalD ve şimdilerde adı NOW olan Fox) en etkili olduğu zamanda yayımlanmıştı. Ben diğer dizilerin sadece bir kaç kere tam bölüm olarak izledim, çoğunlukla içinden kırpılmış parçaları izledim. Konuya Avrupa Yakası özelinden gireceğim.

Dizi, büyük ölçüde doksanlarda moda olan, Kurtlar Vadisi ise modası geçmeye başlayan mahalle dizlerinin, ofiste olan versiyonu gibiydi Zaten sezon ilerledikçe çoğu karakter, Sütçüoğulları apartmanına taşındı, Sütçüoğulları'na kiracı oldu. Dizi büyük ölçüde absürtlükler içermekle beraber, mantıklı bir yapısı vardı. Olaylar, başrol oyuncusu ve senarist Gülse Birsel'in canlandırdığı Aslı karakterinin evi ve işyerinde geçiyordu. Gülse Birsel ve yapımcı Sinan Çetin'le anlaşamadığı medyada duyulan oyuncular diziden ayrıldığı ve yerlerine de yeni oyuncular geldiğinden senaryo sık sık değişti. Filmde komiklikleri genellikle aykırı ve tuhaf tipler yapıyordu (Burhan, Gaffur vesir). Dizinin azıl tutan yeri, Avrupa Yakası dergisinin, her beyaz yakalının çalışmak isteyeceği iş yeri olmasıydı. Çalışanlar yüksek ücret almıyordu ama parasız da kalmıyorlardı;çok çalışıyorlardı ama her etkinliğe de vakit ayırıyabiliyorlardı. Dizide kötü karakter yoktu, başarısız kötü de yoktu. Komedi ve çocuk filmlerinde genellikle kötü değil, başarısız kötü yada komşk kötü karakterler olur; Şirinler'de Gargamel; Selena'da Hades gibi (ya da İlyas Salman ve Kemal Sunal filmlerinde Ali Şen ve Şener Şen'in canlandırdığı karakterler gibi). Bu dizide o da yoktu, sadece gıcık diyebileceğimiz, sinir bozucu karakterler vardı. Burhan karakteri, beş dakika konuşsanız, sizi fazlası ile yoran,  Osmanlıların deyimi ile ( Nâdan, Ömer Seyfettin'in bu isimli bir hikayesi vardır) birisiydi ama parasız kalsanız borç verir, işsiz kalsanız sağa-sola haber verir, arada evinde misafir ederdi.  Aslı'nın sinşr bızucu abisi Volkan, gariban arkadaşı Sertaç'ı, işlettiği pastanede doyururdu. Dergi ortamında çalışanlar arasında çekememezlik ve dedikodu olsa da bunlar kumpas-komplo dalavere durumuna gelmezdi. Derginin genel yayın yönetmeni, çaycı ile aşk yaşıyor ve kimse onu linçlemiyor, ona hakaret etmiyordu. Hatta yönetmen hanımın, sevgilisi ile yaşıt oğlu yanına geldiğinde, kimse oğluna bunu söyleyip, ana-oğul kavga etmelerine engel olmuyordu.

Buraya bir ara yorum yapayım, gerçek hayatta işler öyle gitmiyor. En ufak aşk meselesi hemen herkesin diline dolanır. Hele derginin yönetmeni ve yazarı, dergideki  oğlu yaşındaki çaycıyla aşk yaşayacak, yer-gök yıkılır. Sırf Fatoş hanım yada Tanrıverdi işten atılsın da, bizim dayı oğlu, hala kızı işe girsin diye bire bin katılır, her yere şikayet edilir. Hele oğluna, alel acele yetiştirilir. Gülse Birsel'in uzun yıllar çalıştığı Doğuş dergi grubu ve çalıştığı dergilerde de iş ortamının farklı olduğunu sanmıyorum. Diziyi özleyenler, bu ütopik çalışma koşullarını özlediğinden, diziyi izliyor. Yoksa dizideki pek çok espiri, Güldür Güldür programındaki parodiler seviyesinde. Hatta bazıları Recep İvedik kabalığında. Gülse Birsel, diğer dizilerinde de Türk sosyetesinin, bugünlerin tabiriyle varoş hallerini yazdı, zaten başka bir çevre görmemişti. Hem Avrupa yakası, hem de diğer Gülse Birsel dizilerinde dikkatimi çeken, zengin, varlıklı karakterlerin sinir bozucu, küstah ve cahil olmaları. Avrupa Yakasının her yeni sezonuna, daha zengin, küstah ve yüzsüz karakterler gelirken, Avrupa Yakası'ndan sonrahi her Gülse Birsel dizisinde de zenginlik, küstahlık ve görmemişlik arttı.

Dizi bir yana, Türk burjuvazisinde de var bu varoşluk, görmemişlik, kibir ama halen geri kalmışlık. Avrupa Yakası'ndan sonraki bir dizideydi (Yalan Dünya yada Jet Sosyete)  sanırım,  Gülse Birsel, sabaha kadar süren bir partiye gitmek istiyor, anne ve babası da onun bu isteğiyle alay ediyordu. Ata Demirer'in oynadığı Volkan karakteri, Nişantaşı'nda bir apartman ve lüks pastane işleten bir ailenin oğlu olarak, muhtemelen İstanbul'un köklü ailelerinden birinden mezun olması gereken biri olarak, modern bir birey gibi davranması gerekirken, en geri kalmış birey gibi davranıyordu. Etrafındaki her kadının peşinden koşup, kızkardeşi yada kız arkadaşlarına maço bir erkek gibi davranıyor, besteleri yayınlansın diye homoseksüel taklidi yapıyordu. Sen o kadar İstanbullu, Nişantaşılı aile çocuğusun, azıcık klasik müziğe, sanat müzüiğine falan merak et ama hep arabesk-fantazi. Dizideki diğer burjuva tipler, mesela Kubilay ve Bülent karakterleri, aşırı zampara, zerre vakarı olmayan, para yemekten ve aile işletmesini yürütmekten başka bir özelliği olmayan tipler. Bülent karakterinin Ercan Arıklı'dan ilham alındığı, gazetelerde yazılmıştı. Bu durumda Saadettin Yerebakan, Aydın Doğan; Selin Yerebakan'da Vuslat Doğan Sabancı oluyor; benzer şekilde Kubilay'da Ali Sabancı. 

Nasıl ki resmim ve heykelde hayali yada tarihte resmi-heykeli hiç yapılmamış karakterler, (Yunus Emre, Farabi vesair) bir modele bakılarak  yapılmışsa; edebiyat, sahne ve kamera sanatındaki karakterler de yaşanmış hayat hikayelerine bakılarak yazılır, Gülse hanımın sadece jet sosyeteyi yazma sebebi de bu. Jet sosyetemizin arada bu varoş yüzü kameralara da yansıyor. Mesela Ali Koç; Fenerbahçe Kongresini kaybedince, küfürler ve tehditlerle salonu terk etmesi; başka bir yerde garsonu, servis ettiği içeceğin ne olduğunu bilmemesi ile ezmeye kalkması vesaire,  vesaire. Ali beyi siz Vehbi Koç'un torunu oluyorsunuz, soyunu Ahi Evran'a, yani Ahi şeyhlerine gidiyor. Yani koç ailesi sekiz-dokuz yüz yıllık süper zengin; siz bakmayın bakkal dükkanı masallarına. Lakin halen varoşluk. İkinci en büyük sermayeli burjuva ailesi Sabancılar; sermaye bölünmesin diye akraba evliliği yapıp, pek çok sakat çocuğa sahip olan; böylece akraba evliliklerini istemeyen 12 Eylül rejimin propaganda aracı olmuştur. Tek sebep sermaya bölünmesin mi,  oysa Vustal Doğan hanımla yapılan evlilikleri gibi, başka varlıklı ailelerle evlilikler yapabilirlerdi. Akraba evlilikleri ile ünlü bu ailenin uluslar arası sanat ve antika toplayıcılarından biri olması ayrı bir konu. Sakıp Sabancı, seksenler ve doksanları, hem bir holding patronu, hem de bir medya şovmeni olarak geçirdi. Yoksulluktan, dolar milyarderliği masalları anlattı. Abartılı Kayseri aksanı vardı, bir gün, dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile resmi bir toplantısını seyrediyordum, her ikisinin de (Demirel'in de abartılı Isparta aksanı vardı) aksansız konuşmasına çok şaşırmıştım.

Burjuvamızdaki avamlık sadece yaşam tarzı yada halkla ilişkilerinde değil, ürettiklerinde ve ticari ilişkilerinde de göze çarpıyor. Gülse Birsel'in, bir gazetec, olarak hangi başarısını biliyorsunuz, yada ortaya çıkardığı sıkandalı? Senarist olarak başarılı, onda da hayal dünyası kendi çevresi ve sosyetik sınıfı ile sınırlı. Bir gazeteci olarak toplumdaki her sınıfı, her türlü insanı tanımasını beklersiniz ama yok. Hıncal Uluç bile, Karacan yayınlarındayken, Playboy'un çakması Erkekçe dergisi ile hem Playboy'dan çok satmış hem de bu dergi Playboy Türkiye'den çok yaşamış, hem de gazetecilik adına çok daha iyi işlere imza atmıştı. Yaşar Kemal, röportajın bir edebiyat sanatı olduğunu gösterdiği son röportajkarını bu dergiye yaptı (özellikle sokak çocukları ile yaptığı röportajlar gündemi değiştirmişti) Necip Fazıl Kısakürek'in son röportajı da bu dergiyeydi, bunu kabul etmeyen müridlerini Kısakürek, kendisi susturmuştu. Gülse hanımda bu da yok. Son kitabının adı da bu bakımdan manidar, beni gözünüzde büyütmeyin. Son demişken, eski bir iş arkadaşına (Vural Çelik) böyle salakça bir yazı ile veda edip, halkı karşısına almak da Gülse hanıma yakışırdı. Gülse hanımın çalıştığı Doğuş dergi grubu, yabancı dergilerin taklidi, hatta çoğu kez dümdüz çevirisinden ibaretti, halen de öyle. İnternet, kağıda basılı medyayı, dergi ve gazeteleri yavaş yavaş bitiriyor.

Sanayimizin haline bakarsanız, bu kofluğu daha iyi görürüz. Koç holding 75 yıldır otomobil üretiyor ama motor üretmiyor. Gene aynı grup, dünaynın en büyük elektrikli ve elektronik eşya üreticilerinden birisi ama mikroçip ve panel üretmiyor. Koca Türkiye'nin yerli otomobili devlete kaldı ama o da gerçek bir seri üretim yapamıyor. Ülker, dünyanın en büyük paketli gıda üreticisi ama Türkiye'nin zeytin, mısır özü, ayçiçek, fındık, tereyağ ve benzeri tüm yerel yağlarını kullanmayıp,  Malezya ve Endonezya'dan palmiye yağı kullanır. Bu ve diğer Türk paketli gıda şirketlerinin genel tavrıdır bu. Benzer şekilde Türk, pancar şekeri kullanmaz, Amerika'dan ithal, mısır şurubu kullanılır. Özünde başka şirketlerin Türkiye temsilcisi, yani komprador olan burjuva, her zaman kof kalıyor.



18 Mayıs 2025 Pazar

PARASINI ÖDE ÇEVRECİLİĞİNE HAYIR

 


Son bir kaç yıldır arka arkaya, sözüm ona çevreci kanunlar çıkıyor; hepsi de küçük üretici ve küçük esnaf aleyhine. Büyük firmalar, devlete para ödeyip, kurtuluyor. Ben de çok değişken olan siyasi gündeme aa verip, bu konuyu yazmaya karar verdim. Bu tür yasaların kökeni çok eski.  Yaşar Kemal'in, ilk defa 1955 yılında yayımlanan Teneke romanında, o dönemde çok para eden pirinç için, her yeri çeltik tarlası yapmak isteyen toprak ağaları, para cezasıyla kurtulmak ister. Gerçeği ona söylemek isteyen bir kişiyi de, kaçırıp, uzun süre alıkoyuyor.  Köylere, evlere yakın çeltik tarlaları, Çukurova'yı sıtmaya boğuyor. Romanın geri kalanını da siz okuyun.

Hayrettin Karaca ve TEMA vakfının çıkardığı otlak yasası da benzer yasadır. Bu yasa, Türkiye'yi, dünyanın en büyük saman ithal eden ülkesi haline getirdi. Yasayla otlağı-merayı işgal eden, devlete otuz, elli, her ne kadarsa ot-saman parası verecekti. Sonuç, otlakların çeşit çeşit binalarla işgali ve Türkiye'nin dünyanın en büyük saman ithal eden ülke olması oldu. TEMA vakfı ve Hayrettin Karaca'nın sahtekarlığı, Koç üniversitesinin orman istilasısını desteklemelerinden belliydi. TEMA'ya dikkat ederseniz, tam burjuva destekçisi bir çevreci. Otlaklardaki aşırı otlatma üzerine onlarca yayını var ama otlakları işgal eden; villa, hobi bahçesi, tiny hause, bungalov ve onlarca yapı üzerine bir sözleri yok. Koç üniversitesi ile İstanbul'un kuzey ormanlarına ilk hançer vuruldu ve gerisi de geldi.,

Koç holding, burjuva iki yüzlülüğünün gerçek resmidir.1961'den beri otomobil üretir, A.B.D.' nin Miami şehrinde, koca bir marinanın tamamını alacak parası vardır (Cem Yılmaz denen saray soytarısı, bir gösterisinde ağzı kulaklarında anlatmıştır. Leman dergisinin Nihat Genç, Vedat Özdemiroğlu gibi pek çok ucuz kahraman yetiştirmiştir.) ama uluslar arası sahada bir tane bile otomobil veya başka bir motorlu taşıt markası yoktur. Her resmi bayram ve 10 Kasımlarda Atatürklü reklam yaparken,  Türkçe olimpiyatları ve diğer her türlü tarikat etkinliklerine de sponsor olmaktadır.Koç ve diğer TÜSİAD üyeleri, her alanda olduğu gibi, çevre alanında da iki yüzlüdürler.

Bu şirketlerin para cezası vermesi yetmez,  yıktıkları doğa alanın tazmin etmesi gerekir. Doğa talanı, Koç Üniversitesi gibi masum isteklerle başlıyor, sonra o arazinin her türlü işgali ile devam ediyor. Akbelen ormanını hatırladınız mi? Orada kömür çıkmadı ve şirker, araziyi terk etti, ormanı mahvettiğiyle kaldı. Oysa yapılması gereken, ormanı tekrar eski haline gelmesi için çalışmalar yapmasıydı. Ege ve Akdeniz'de, böylesi terk edilmiş pek çok maden, daha doğrusu maden araması var, çoğu da mermer üzerine. Mermer, doğada çok bulunan bir maden de olsa, çıkarılması iki şeye bağlı;  kesim için dayanıklı olmasına ve deseninin moda olmasına. Modayı da çoğu kez Fransa-İtalya-İspanya şeytan üçgeni belirliyor (Giyim, mobilya, dekorasyon ve benzeri pek çok alanda durum budur) Mermer denen maden, öyle dinamitlenerek, kuyu kazılarak çıkarılamıyor, parçaları tekrar birleştirip, dekoratif  yapılamadığı için. Ben bu arazilere gizlice tehlikeli çöp gömüldüğünü düşünüyorum.

Doğayı tahrip edip, tarlasına gübre döken küçük çiftçilere sorun olmak, çevrecilik değildir. Doğayı tahrip eden unsurlar yıkılıp, eski haline getirilmeli, bunu da tahrip eden lere yaptırmalı.

Ek olarak: Sineksiz şehirler güzel ama arı ve diğer böcekleri de yok ediyoruz. Devler ve belediyeler, şehir ormanlarına ve büyük parklara, yeşil alanı desteklemesi için arı kovanı yerleştirmeli. Ankara'da eylül-ekim aylarında sokaklarda çok fazla meşe palamutu ve at kestanesi oluyor. Zamanında caddelere dikilmiş. Bunları ıssız alanlara dronlarla serpilebilinir.

https://onbinkitap.blogspot.com/2024/03/siyanurde-amac-zehirleyip-ac-birakmak-mi.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2019/08/maden-mi-copluk-mu.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2024/01/o-otelleri-ve-evleri-de-orman-yapacagiz.html

https://onbinkitap.blogspot.com/2019/04/tema-ihaneti.html