pehlevi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
pehlevi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Nisan 2025 Perşembe

PARSEL PARSEL İRAN VE AMBARGOLARIN SEBEBİ

 



Dünayda yıkılan son monarşi, 1979'da İran İslam Devrimi ile yıkılan Pehlevi (İranlılar Pahlavi diye telaffuz ediyor, bu ayrı konu) hanedanlığıdır. Bu hanedanlık aslında son kurulan hanedanlıktır. Pehlevileri düşüren olayların ayrıntılı olarak anlatacak yada analiz edecek değilim. Bloğum Vikipedya değil ve ben tarihçi değilim. İran tarihi ile özel olarak ilgilenmiyorum. İmamoğlu protestolarından sonra, iktidar-A.B.D ve muhalefet ilişkilerinin, Şah'ın son dönemlerine benzediğini düşünüyorum.

Rıza Pehlevi'in 12-16 Ekim 1971'de verdiği partiyi anlatmazsam olmaz. İran şahlığının kuruluşunun 2500. yıl dönümü, yani Akamenid (Pers) imparatoru Kiros'un tahta çıkışının  2500. yıl dönümü kutlamalarıdır. O dönemim parası ile 390 milyon dolar, tahminen üç olimpiyat düzenlenecek  kadar paradır. Bu parti için Şiraz'a havaalanı yapılır, Şiraz ile antik Persopolis şehri arasına otoyou yapıldı. Parti yada festival diyebileceğimiz 5 günlük etkinlik için, Persopolis yakınlarına, onlaca kral-kraliyet ailesi, yüzlerce devlet başkanı-teösilcisi için devasa bir çadırkent kuruldu. Misafirlerin mücevherleri için bir yeraltı sığınağı inşa edildi. Etkinlikte bin iki yüz şişe viski, iki bin beş yüz şişe şarap (köpeköldüren değil, elli sene yıllanmış Bordo şarabı), yüzseksen kilo siyah hazar havyarı da dahil çoğu Avrupa'dan getirilein elli bin ton gıda. Festival alanı yılan ve akrep yatağı. Binlerce yılan, kavanozlara konuyor, alan ilaçlanıyor. Araziye, Fransa'dan getirtilen binlerce ağaç ekiliyor, elli bin kadar kuş da ortama salınıyor. Kuşların hepsi, Şiraz'ın çöl ikliminde üç günde ölüyor. Tören için Paris'te bir lokanta, iki hafta boyunca kapalı kalıyor. İki bin tır ve üç yüz uçakla Avrupa'dan malzeme geliyor. Yüz seksen garson kiralanıyor.

Tören, Ahamenişlerin ilk başkenti Pasagrad'da, İran halkının Cemşit dediği Kiros'un mezarının yanıbaşında başlıyor. Pehlevi burda Kiros, sen rahat uyu, biz uyanığız diye söze başlayıp, Kiros, Kiros diye bağırdığı bir nutuk attı. Sonra tantanalı bir geçit töreni, İran tarihinin kostümlü bir geçidi yapıldı. Ardından beş günlük bir davet, eğlence festivali, beşinci gün Tahran'ın simgesi ve İslam devriminden sonr adı Humeyni kulesi olarak anılan kulenin açılışıyla bitti. Bu beş gün boyunca, davetliler eğlensin diye sabaha kadar açık bir kumarhane bile vardı.

Anlat anlat bitmeyen bu tantanada Türkiye'yi dönemim cumhurbaşkanı Cevdet Sunay temsil etti. Sunay, genelde onca tantanada, arkalarda ve göze batmamaya dikkat etti ama gene de küçük bir sıkandala sebep olmadan duramadı. Şah, konuklarının önünden, herkesin birer tane alması için değerli taş dolu bir sandık geçirdi. Konuklara bu tantanaya katıldıkları için rüşvet vermişlerdi. Sunay, bir de kızı için almıştı. Türkiye'ye dönünce İran devleti, ikinci mücevheri resmi yazı ile geri istemişti. Sunay'da, cumhurbaşkanı olmuş, senatör olmuş, genelkurmay başkanlığına kadar subaylık yapmış ama prtokolü öğrenememiş, o da ayrı konu. Protokolde sana ikram edilen tatlı yada şekeri, bir de çocuğuma götüreyim diye fazladan alıp, cebine koymazsın. Öte yandan bu hediye sana değil, makamına, yani cumhurbaşkanlığına ait.

Bu saçma tantananın amacı, İran halkına, iki bin beş yüz yıldır monarşi ile yönetiliyorsunuz, bundan sonra da monarşi ile yönetileceksiniz mesajı vermekti. Ters tepti, hatta Kiros (Kuraş yada Kubat olmalı)'a karşı söylediği tumturaklı söylev bile alay konusu oldu. Kiros, sana söz veriyoruz, ülkeyi mahvediceğiz. Kiros, sana söz veriyoruz, petrol parasını lüks için harcayacağız.

Bu saçma şenlik, Pehlevi hanedanlığının yıkılışına giden en önemli halkalardan birisi, belki de birincisiydi. Pehlevi hanedanlığının böyle bir gösteriye, daha doğrusu en büyüğü bu olmak üzere gösterilere bulunma sebebi sadece şımarıklık ve gösteriş sevdası değildi. Aslında sorun, Pehlevi hanedanlığının kurucuusu (Bu hanedan sadece 2 şah gördü ve yaklaşık elli beş sene sürdü.) Rıza Pehlevi'nin 1925'de iktidara gelişindeydi. Onu iktidara getiren, Tahran'ı işgal eden dört bin kadar askeri değildi. Bir tuğgeneralin iktidara gelmesini sağlayan sadece kendi karizması değildi. Aslında Pehlevi hanedanlığı, sonradan aldıkları Pehlevi soy adıyla bile alay konusuydu.  1906'da İran'da daOsmanlı'da olduğu gibi Anayasa hareketi çıkmıştı. İran'da da Kaçkar hanedanı, ülkeyi yönetemiyordu ve ülkede cumhuriyet istekleri vardı. Aristokrasi için bu tehlikeydi ve çözüm de yeni bir hanedan sülalesi kurmaktı.

Bu hanedanlığı kurmanınn diğer bir nedeni de, İran aristokrasisinin petrol parasından daha çok pay almak istemesiydi. Pehlevi ailesi, her ne kadar şah, şahlar şahı ve bilumum soyluluk ünvanları alsa da, gerçekte BP  ve Exon şirketlerinin, İranlı yerel bir memuruydu. BP, ilk olarak Anglo-Persian yani İngiliz-İran petrol şirketi olarak kurulmuştu. Baba, Şah Rıza Pehlevi,  bir kere İngilizlere karşı çıktı. Rusya'ya, İran üzerinden yardım edilmesine karşı çıktı. İngiltere ve Rusya, yandaş subayları aracılığı ile ülkeyi kolayca işgal edip, baba şahı tahttan indirdi ve sürgüne gönderdi. Oğlu olan Muhammed Rıza Şah Pehlevi ise, Amerika ve İngiltere'ye hiç karşı çıkmadı. İngiltere ve Amerika'ya karşı çıkan başbakanı Musaddık yüzünden bir süre yurt dışında yaşadı, ona Amerikan usulü komplo düzenledikten sonra ülkesine geri döndü. Rıza Pehlevi batıyı, batı da Rıza Pehlevi'yi sonuna kadar destekledi. Şah'ta  BP ve Exon'u zengin etti, çok büyük karlar ettirdi. Bu karları da büyük ölçüde kendisine ve kendi etrafındaki aristokrasiye ayırdı. Sosyal medyada gördüğünüz batılılıaşmanın  amacı, ülkeye yerleştirdiği batılıların rahat yaşaması ve yatırım yapması içindi.

Bütün bunların sonucunda Şah'a karşı en başından itibaren çok kuvvetli bir muhalefet ve bu muhalefete karşı acımasızca saldırı vardı, hemde zor hayal edilir şekilde.  Göstericileri jopla yada su ile (Toma zaten icat edilmemiş.) değilde, doğrudan yaylım ateş ile dağıtıyor, İran ordusu. İstihbarat teşkilatı ve siyasi polis teşkilatı olan SAVAK'ı doğrudan CİA ve MI6 yönetiyor ve eğitiyor. Muhalif kız öğrenciler, sınıflarda ve arkadaşlarının gözü önünde cinsel tacize uğruyor. Zindanlarda mahkumlar bazen sadece su verilerek, açlıktan öldürülüyor. Televizyon-radyo-gazete, matbaaa, ne varsa Şah ve devletin emrindeydi. TUDEH denen solcu örgütün, taşbaskı yada yetmişler teknolojisi fotokopi ile ürettiği basılı şeyler var. Humeyni'nin en önemli propaganda silahı telefon. İran telekomünasyon kurumunda Humeyni'nin adamları çok örgütlü. Kendisi Irak'ın Necef kentinden, her cuma telefonla, camilerde, hem de onlarca-yüzlerce camide aynı anda vaazlar veriyor. İslam devriminin ana ideoloji kitabı Tahrir el Vesile dahil, pek çok kitap da yazmış. Şah 'da dini kullanıyordu, kendisine Allah'ın yer yüzündeki gölgesi (Sayeh eh Hodah) ve Şia'nın kılıcı ünvanlarını veriyordu. Şah'ın muhalifleri, yurt dışında da güvende değildiş, CIA, MI6 ve bilumum NATO  destekli istihbarat örgütünün desteğini arkasına alan SAVAK, Ali Şeriati ve pek çok ünlü muhalifine suikast düzenletmişti.

Bütün bunlara bir de Şah, lenf kanseri olmuştu ve çocukları daha ufaktı. Karısını Şahbanu ilan etti, bu İran tarihinde ilk ve tek olacaktı. Bunun sebebi de karısını, çocuklarına şah naibi atayabilmekti. Öldükten sonra başka bir Şah naibi,  Şahlığı ortadan kaldırabilirdi. Oysa kendi şahlığının da sonu gelmişti. Şahbanu da, bunu halka kabul ettirebilmek için, Eva Peronculuk oynayıp, bol kamera görüntülü fakirlere yardım turları düzenliyordu.

Şahın belini büken, Tahran, büyük çarşı esnafının da muhalefete katılması oldu. Çarşı esnafı da, Humeyni yandaşı olunca, ekonomi tamamen öldü. Bir noktadan sonra askerler, subayları dinlemez, halka ateş açmaz, havaya ateş açar oldu. Eylemler de durmadan artıyordu. Yavaş yavaş subaylar, hatta generaller ve bazı aristokratlar da şahı terk etmeye başladı. Şahın buna karşı yapabildiği, diplomatik baskıları arttırarak, Humeyni'yi, 13 yıldır yaşadığı Irak'tan ayrılmasını sağlamaktı. Humeyni'de, sürgündeki son üç ayını Fransa'nın başkenti, Paris'te geçirdi. Gösteriler o kadar yaygınlaştı ki, sarayın duvarlarına yazı yazılması bile normaldi. Bir gün Şah, yemek masasında, Şah'a ve kraliçeye ölüm yazısını görür ve artık gitmesi gerektiğini anlar. Amerika ve İngiltere, Şah'ın kendisinden bile sonra Şah'dan vazgeçemedi. Şah, Amerika'dan daha Amerikancıydı. Ülkedeki Amerikan askerelerini yargıdan muaf tutmuştı, tam kapütülasyon sistemi.

Amerika ve İngiltere, Humeyni ve adamları arasında kendisine yandaş aradı, Şah'ın verdiği onlarca ayrıcalığı korumak istiyordu. Humeyni ise, kurduğu rejimin devamı için bu şirketleri kovması gerektiğini biliyordu. İran petrolleri, yedi kız kardeşler denen petrol devlerinin (İsimlerini tek tek yazmaya üşendim, Wikipedya hazretlerine sorabilirsiniz) son kalesiydi. 1972 petrol krizi ile önce Fransız Elf, Total ve İtalyan Eni başta olmak üzere pek çok yeni şirket oyuna girmiş, bu dördü Amerikalı, ikisi İngiliz, biri Hollandalı yedi şirket, birleşe birleşe dörde düşmüştü. Amerika'da bunun acısını çıkarmak için Saddam Hüseyin'i, İran'ın üzerine saldırttı. İran-Irak savaşı 8 sene sürdü.

Şah'ın amacı, 1953'de oduğu gibi kumpas ve baskı ile muhalefeti bastırmaktı ama artık çok geçti. İki hafta geçmeden İran'a dönen Humeyni, on milyondan fazla olduğu söylenen devasa bir kalabalığın karşılaması ile İran'a geldi. Şah'ın son hükumetine ve yandaşlarına beddualar ederek, idareyi ele aldı. Şah'ın Amerika'ya ameliyat olarak gitmesi, İran'lı gençlerinAmerikan büyük elçiliğini işgal edip, elçilik personelini bir yıldan uzun süre rehin alınmasına yol açtı. Sonrasında şah, ülke ülke gezdi. Çölün ortasındaki şenliğine davet edip, cebine mücevher sıkıştırdığı krallar-kraliçeler veya devlet başkanları onu kabul etmedi. Enver Sedat'ın yanında sığınmacı olarak son günlerini geçirdi. Şahın bir çocuğu intihar etti, bir çocuğu aşırı doz kokaimden öldü.

Buraya kadar anlattıklarımdan eksik yada yanlış olabilir, İrn tarihi uzmanı falan değilim. Sonuçta katliamlar, kumpaslar, Amerikan-İngiliz desteği, itibardan tasarruf etmemeler falan, çürüyen bir rejimi kurtaramadı. Yerine daha iyisi de gelmedi yada en azından bizim Türkiye'den gödüğümüz bu şekilde. Her ciddi devrimde olduğu gibi bu devrimde de çok kişi asıldı, zindanlarda çürüdü ve yurt dışına kaçtı. Pek çoğu da Türkiye'ye kaçtı. TÖMER, 1984'de Türkiye'deki İranlılara Türkçe öğretmek için kuruldu ilk olarak. İranlı mülteciler kısmen varlıklıydı. Pek sefil olmadılar, çok fazla suça karışmadıkları gibi, Türk halkına da karışmadılar. Seksenlerde ve doksanlarda moda olan, kapı kapı dolaşıp, eşya satma işi yaptıklarını hatırlıyorum.

İran'a yıllardır uygulanan ambargoların asıl sebebi, Humeyni ve sonraki İran iktidarlarının, Şah'ın kapütülasyonlarını ve tahkim mahkemelerini tanımamasıdır. 

7 Şubat 2025 Cuma

TECRÜBE YANILGISI , DEVLET YÖNETİMİ VE TEK ADAMLIK



 Almanlar zeka, tecrübenin yerini tutmaz derler. Büyük ölçüce haklıdırlar. Çocukken dediğimiz gibi, tecrübe, yenilen kazıkların bileşkesidir. Kitaptan okumayla, ders dinlemeyle öğrenilmez. O acıyı tadacaksın, o azarı, cezayı, dayağı yiyeceksin. Bu açıdan tecrübe, sadece duyuların değil, duyguların ve yeni çıkarımlarda bulunmanın akıl bilgisidir de. Sadece olayı yaşamak yetmez, olaydan gerekli dersleri çıkarıp, doğru çıkarımlar yapabilmektir. Değilse kedilerden kasap olurdu. Bu da demektir ki, her bunağa  pir demşyeceksiniz. Kim bunak, kim pir, buna da kendiniz karar vereceksiniz, düşünerek tabi.

Diğer yandan tecrübe ile ilgili en kötü düşünce, onun mükemmel olduğu zannıdır. Psikolojide tecrübeye takılma denen bir terim vardır. Bireyin her şeyi tecrübeleriyle değerlendirmesi sebebiyle, gerçekleri yada yeni çözüm yollarını görmemesine, tecrübeye takılma diyoruz. Bu tecrübeye takılma, eğitimde, özellikle psikomotor öğrenmede, geriye ket vurma adını alıyor. Psikiatrik mesele olmaya başlar gibi olduğunda da, öğrenilmiş çaresizlik adını alıyor. Öğrenilmiş çaresizliğin en yaygın örneği, erkeklerin, bu kız bana bakmaz fikridir. Bu fikir erkeklerde öyle yaygındır ki, pek çok kadın, güzel olduğu için yalnız kalır. Dünay genelinde  kendisini, özellikle fakirlikten dolayı veya başka bir  sebepten dolayı kadınların kendileri ile ilgilenmeyeceğine inanan o kadar çok erkek var ki, uluslar arası bir adı bile var: incel. Bir de bu incellerden bazıları, biraz para sahibi olunca, tüm kadınların kendisine hayır diyemiyeceğini sanır. 

Tecrübe ile ilgili asıl lanet, kişiye verdiği ben her şeyi biliyorum ve ben bunu da atlatırım duygusudur. Bu duyguyla güvenliği (iş güvenliği) göz ardı etmesi ve gereksiz risklere atılması durumudur. Askerlik on sekiz ayken, en çok kaza yapan askerlerin son üç ay olan, o dönemki sistemle en üst tertip askerlerdi. Bu askerler genelde, gazinoda televizyonun dibinde, kantinde hakları olmadan sıranın dibinde olurlar, nöbetten düşmüş, silahlarını teslim etmiş, elleri cepte, kepleri yukarıda, dolaşıp, dururlardı. (Bu durum o birliğin konumunun kritikliğine ve komutanların tavrına göre değilirdi.) Bizim alayda bir başçavuş vardı, bu durumlarda, evladım, sen on beş aylık askersin, ben on beş yıllık askerim derdi. Ben de on beş bin yıllık asker de olsanız, tedbiri bırakmamanız, çok biliyorsanız bile bir bilmeyene danışmanız gereklidir.

Bu tecrübe sonucu aşırı özgüveni ben en fazla, aynı kurumda uzun süre görev yapan yöneticilerde görüyorum. Lafa ben şu kadar yıldır burada müdürüm diye başlarlar. Her türlü soruna karşı savunmaları budur. Görevden alındıktan yada emekli olduktan sonra da o kadar yıl orayı yönettim diye kendilerini savunurlar. Yakalanmayan, yakalansa da ceza almayan suçular da, bu bahane ile masumiyetlerini savunurlar. Ülkemizde sivil toplum kuruluşlarında (odalar, barolar, sendikalar gibi meslek örgütleri) yıllardır değişmeyen başkanlar vardır. Onlara da bu kadar zamandır başta kalmalarını, başarı olarak gösterirler.,

Tecrübe yanılgısı politikacılarda da vardır ve hatta onlarda daha fazladır. Bu yüzden bir politikacıların, hele de  diktatörlerin uzun süre iktidarda kalması tehlikelidir. Tek adam yönetimleri kumarbaz gibi davranır. Yenildiğinde, tamamen tükenene kadar savaşır,  Enver Paşa ve Hitler gibi.  Her ikisinin de en başlarda başarıları vardı. Enver, ikinci Balkan savaşında, Edirne'yi geri almıştı. Hitler'de Fransa, Norveç ve Balkanları kolayca istila etmişti. Gene de son ana kadar yenilgiyi kabul etmek istemediler.

Buna dair pek çok örnek var, ben en sonuncuyu söyleyceğim, Beşar Esat (ya da Esed, ne derseniz deyin.)'ın iki haftada kolayca yenilmesinin sebebini anlayamamıştım. Eve, Beşar iç savaşı kazanıyor gibiydi en azından uzaktan öyle görünüyordu (yada ben ve benim gibilerin bakarkörlüğüydü.) Kazansa bile 1953'de Musaddık'ı devirdikten sonra İran'a geri dönen Şah Muahmmed Rıza Pehlevi (Şah dediysem, adı şah, yoksa kendisi BP ve Exoon'u yöneten yerel memurdu.) gibi artan zorbalıklarıyda ülkesinda konumu daha da zayıflayacak ve gene kaybedecekti.  Le Monde Diplpmatique'in Türkçe baskısında konu ile ilgili makale bulunca, bu konuyu daha net anladım. Meğer ana müttefiği Rusya,  Beşar'a, muhaliflerle uzlaşması için baskı yapıyor, Beşar'da oralı olmuyormuş. Beşar'ın birlikleri de pek savaşmıyor, Rusya, İran, Lübnan Hizbullah'ı ve Iraklı gönüllüler (paralılar) gibi müttefiklerini savaştırıp, kendi ordusu da yağma yapıyormuş. Tahminim 2024 Aralık ayında Ukraynalıların, Rusya'nın canına tak etti çünkü Ukraya cephesi, Rusya için daha önemli. Rusya'da, muhaliflerle anlaşmayı seçti. Beşar'a da ailesiyle bir kargo uçağına binip, mülteci olmak kaldı.

Büyük Hukuk filozofu Montesquieu'nun da dediği gibi, güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır.  Ben de diyorum ki, güç aptallaştırır, mutla güç, mutlaka aptallaştırır.