iran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
iran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Haziran 2025 Pazar

İRAN-İSRAİL SAVAŞI VE MAVİ VATAN



 12 gün süren son İran-İsrail savaşından çıkarılacak pek çok ders var. Pek çok İsrail hayranı ve Sünnici, İran'ın yenildiği fikrinde. İran, zafer kazanmadı, daha doğrusu her iki tarafta zarar etti ama İsrail, daha çok zarar etti. İran'dan beklentiler düşüktü. Ben şahsen Kürtlerin ve Belucilerin (İran'daki en büyük Sünni grup) isyan değilse bile, infial halinde olacaklarını bekledim, PJAK'ın orta doğu halklarını tüm Kürtlede düşman etmekten başka bir işe yaramayan açıklaması (o da muhtemelen İsrail'in isteğiyle oldu) haricinde ciddi bir olay olmadı. Ben bir karamsar olarak, İsrail'in bu ani saldırısı sonrası İran'ın 1967, 6 gün savaşı sonrası tüm hava kuvvetlerini kaybetmesini falan bekledim. Ben dahil pek çok kişi, yüz binlerce, hatta milyonlarca İranlı'nın Türkiye dahil çevre ülkelere göç etmesini, iltica etmesini bekledi. Tam tersine, Türkiye'de yaşayan pek çok İranlı, ülkesine döndü. İran'ın yaraları ağırdı ama ben dahil herkesten daha azdır muhtemelen. İsrail, maddi kayıptan çok, güvenli ülke imajını kaybetti. Bu açıdan İsrail'in kaybı, uzun vadede daha büyük. Beyin göçü ve vasıflı emek için ideal göç ülkesi olmayacak. İsrail, turizm ülkesi de olamayacak artık. Turizmde kaybeden başka bir ülke de Dubai başta olmak üzere, körfez ülkeleri, artık vurulabilecek bir hedef oldular ve buralara giden turistler, aynı zamanda savaş durumunda kaçma rotasını da öğrenmeli veya buralara turist getiren tur şirketleri, acil durumda misafirlerini kaçırmanın yollarına bakmalı.



Savaşın bitişi, İran'ın, Hürmüz boğazı kapatma tehdidi ile oldu. Çok geniş olmayan Hürmüz boğazı, dünya petrol yolunun can damarı ve alternatifi de yok. İran'ın desteklediği Yemen'li Husi milisler, Babülmendep boğazını kısmen de olsa kapatmaları, hem İsrail, hem de Dünya ticaretini yaralamıştı. Pek çok gemi ve armatör, Babülmendep-Süveyş kanalı yerine, Afrika'nın güneyini, Ümit burnunu dolaşmayı tercih etmişti. Tam da burada İran'ın, bence en büyük güçsüzlüğü olan, denizci bir millet olmaması, tarih boyunca da ciddi bir deniz kültürü olmamasıdır. Bunun en başta sebebi, İran coğrafyasının denize düşmanlığıdır. İran, tarih boyunca sınırları değişmekle beraber, genel anlamda batıda Fırat-Dicle nehirleri, doğuda en fazla İndus nehri, genelde Afgan-Hindikuş dağları, kuzeyde Kafkasya dağları, Hazar denizi, Sirdeya-Amuderya nehirleri, güneyinde de Arap veya İran denizi, bazen de Basra körfezi denen deniz bulunur. Hazar, Dünya'nın tek kapalı denizi olması bir yana,  Elburuz  dağları yüzünden İranlıların bu denize yada bu denizden İran'a ulaşım zordur.  Güney kıyıları ile Şiraz dağları arasında, Bedevileri ve develeri bile yıldıran acımasız bir çöl vardır. Bu sebeple İran, tarihi boyunca denizden istila görmemiş, deniz ticareti de İranlıların ilgisini çekmemiştir. Başka bir sebepte, meşhur İpek yolunun İran'dan mutlaka geçmesi, Kırım'ın Kefe ve Kerç limanlarında düğümlenen kuzey rotasından  çoğu kez güvenli olmamasıdır. İran, güney dahilinden sadece bir ara Sasani imparatorluğu döneminde Yemen'in güneyi, Arap yarım adasının doğusunu fetetmiş, ama Justinyanus vebasından sonra bu bölgeleri terk etmiştir. İlk çağda Akhameniş (Pers )imparatorluğu döneminde İran'ın Akdeniz donanması, Fenike medeniyetinin Sur (Tir) şehir devleti, Halikarnasos (Bodrum) şehir devleti donanması ve Miletos şehir devletlerinin denizcilerinin kontrolündeydi. Bu şehirler Bütük İskender'in ordularının kuşatmalarına aylarca dayandıktan sonra acımasızca yakılıp, yıkıldı,  erkekleri katledilip, kadın ve çocukları köle yapıldı. Denizcilik bu kadar önemlidir. Sasani imparatorluğu ve Büyük Selçuklu Devleti (İranlılar , Selçuk devletini de sahiplenirler)'de Akdeniz'de bir  donanma gücü olmadı. Osmanlı ise bir Akdeniz gücü oldu ancak bir okyanus gücü olmadı.

Modern İran, sınuçta bu günlere deniz gücü olmadı ve bir denizcilik kültürü de olmadı. Bu sorun nerederyse tüm İslam aleminin sorunu. 1967 Altı Gün savaşı öncesinde, ciddi bir deniz-denizaltı gücü, İsrail kıyılarını abluka altına alsaydı, yenilgi bu kadar ağır olmadı. İsrail'in saldırısı da, Mısır ve Suudi Arabistan-Ürdün'ün Akabe körfezi girişini ve İsrail'in güneydeki tek limanı Eliat limanını kapatması tehdidi üzerine başladı. 

Deniz gücü olmak, parasını verip, donanma inşa etmekle (Abdülmecid böyle bir donanma yaptı, Abdülhamit bu donanmayı Haliç'de çürüttü) olmuyor. Denizcilik yapan bir toplum olması, denizcilik geleneği de gerekiyor.

Ek olarak: Bu son saldırıda İran'daki Afganların, muhtemelen Sünnicilik uğruna İsrail ajanı oldukları görüldü. Ülkemize son on yıldır doluşan Afgan, Somali ve Suriyelilerden; üzerine de üniversitelerimize doluşan yabancu öğrencilerden ne kadar eminiz, bu bambaşka bir yazının konusu.



10 Nisan 2025 Perşembe

PARSEL PARSEL İRAN VE AMBARGOLARIN SEBEBİ

 



Dünayda yıkılan son monarşi, 1979'da İran İslam Devrimi ile yıkılan Pehlevi (İranlılar Pahlavi diye telaffuz ediyor, bu ayrı konu) hanedanlığıdır. Bu hanedanlık aslında son kurulan hanedanlıktır. Pehlevileri düşüren olayların ayrıntılı olarak anlatacak yada analiz edecek değilim. Bloğum Vikipedya değil ve ben tarihçi değilim. İran tarihi ile özel olarak ilgilenmiyorum. İmamoğlu protestolarından sonra, iktidar-A.B.D ve muhalefet ilişkilerinin, Şah'ın son dönemlerine benzediğini düşünüyorum.

Rıza Pehlevi'in 12-16 Ekim 1971'de verdiği partiyi anlatmazsam olmaz. İran şahlığının kuruluşunun 2500. yıl dönümü, yani Akamenid (Pers) imparatoru Kiros'un tahta çıkışının  2500. yıl dönümü kutlamalarıdır. O dönemim parası ile 390 milyon dolar, tahminen üç olimpiyat düzenlenecek  kadar paradır. Bu parti için Şiraz'a havaalanı yapılır, Şiraz ile antik Persopolis şehri arasına otoyou yapıldı. Parti yada festival diyebileceğimiz 5 günlük etkinlik için, Persopolis yakınlarına, onlaca kral-kraliyet ailesi, yüzlerce devlet başkanı-teösilcisi için devasa bir çadırkent kuruldu. Misafirlerin mücevherleri için bir yeraltı sığınağı inşa edildi. Etkinlikte bin iki yüz şişe viski, iki bin beş yüz şişe şarap (köpeköldüren değil, elli sene yıllanmış Bordo şarabı), yüzseksen kilo siyah hazar havyarı da dahil çoğu Avrupa'dan getirilein elli bin ton gıda. Festival alanı yılan ve akrep yatağı. Binlerce yılan, kavanozlara konuyor, alan ilaçlanıyor. Araziye, Fransa'dan getirtilen binlerce ağaç ekiliyor, elli bin kadar kuş da ortama salınıyor. Kuşların hepsi, Şiraz'ın çöl ikliminde üç günde ölüyor. Tören için Paris'te bir lokanta, iki hafta boyunca kapalı kalıyor. İki bin tır ve üç yüz uçakla Avrupa'dan malzeme geliyor. Yüz seksen garson kiralanıyor.

Tören, Ahamenişlerin ilk başkenti Pasagrad'da, İran halkının Cemşit dediği Kiros'un mezarının yanıbaşında başlıyor. Pehlevi burda Kiros, sen rahat uyu, biz uyanığız diye söze başlayıp, Kiros, Kiros diye bağırdığı bir nutuk attı. Sonra tantanalı bir geçit töreni, İran tarihinin kostümlü bir geçidi yapıldı. Ardından beş günlük bir davet, eğlence festivali, beşinci gün Tahran'ın simgesi ve İslam devriminden sonr adı Humeyni kulesi olarak anılan kulenin açılışıyla bitti. Bu beş gün boyunca, davetliler eğlensin diye sabaha kadar açık bir kumarhane bile vardı.

Anlat anlat bitmeyen bu tantanada Türkiye'yi dönemim cumhurbaşkanı Cevdet Sunay temsil etti. Sunay, genelde onca tantanada, arkalarda ve göze batmamaya dikkat etti ama gene de küçük bir sıkandala sebep olmadan duramadı. Şah, konuklarının önünden, herkesin birer tane alması için değerli taş dolu bir sandık geçirdi. Konuklara bu tantanaya katıldıkları için rüşvet vermişlerdi. Sunay, bir de kızı için almıştı. Türkiye'ye dönünce İran devleti, ikinci mücevheri resmi yazı ile geri istemişti. Sunay'da, cumhurbaşkanı olmuş, senatör olmuş, genelkurmay başkanlığına kadar subaylık yapmış ama prtokolü öğrenememiş, o da ayrı konu. Protokolde sana ikram edilen tatlı yada şekeri, bir de çocuğuma götüreyim diye fazladan alıp, cebine koymazsın. Öte yandan bu hediye sana değil, makamına, yani cumhurbaşkanlığına ait.

Bu saçma tantananın amacı, İran halkına, iki bin beş yüz yıldır monarşi ile yönetiliyorsunuz, bundan sonra da monarşi ile yönetileceksiniz mesajı vermekti. Ters tepti, hatta Kiros (Kuraş yada Kubat olmalı)'a karşı söylediği tumturaklı söylev bile alay konusu oldu. Kiros, sana söz veriyoruz, ülkeyi mahvediceğiz. Kiros, sana söz veriyoruz, petrol parasını lüks için harcayacağız.

Bu saçma şenlik, Pehlevi hanedanlığının yıkılışına giden en önemli halkalardan birisi, belki de birincisiydi. Pehlevi hanedanlığının böyle bir gösteriye, daha doğrusu en büyüğü bu olmak üzere gösterilere bulunma sebebi sadece şımarıklık ve gösteriş sevdası değildi. Aslında sorun, Pehlevi hanedanlığının kurucuusu (Bu hanedan sadece 2 şah gördü ve yaklaşık elli beş sene sürdü.) Rıza Pehlevi'nin 1925'de iktidara gelişindeydi. Onu iktidara getiren, Tahran'ı işgal eden dört bin kadar askeri değildi. Bir tuğgeneralin iktidara gelmesini sağlayan sadece kendi karizması değildi. Aslında Pehlevi hanedanlığı, sonradan aldıkları Pehlevi soy adıyla bile alay konusuydu.  1906'da İran'da daOsmanlı'da olduğu gibi Anayasa hareketi çıkmıştı. İran'da da Kaçkar hanedanı, ülkeyi yönetemiyordu ve ülkede cumhuriyet istekleri vardı. Aristokrasi için bu tehlikeydi ve çözüm de yeni bir hanedan sülalesi kurmaktı.

Bu hanedanlığı kurmanınn diğer bir nedeni de, İran aristokrasisinin petrol parasından daha çok pay almak istemesiydi. Pehlevi ailesi, her ne kadar şah, şahlar şahı ve bilumum soyluluk ünvanları alsa da, gerçekte BP  ve Exon şirketlerinin, İranlı yerel bir memuruydu. BP, ilk olarak Anglo-Persian yani İngiliz-İran petrol şirketi olarak kurulmuştu. Baba, Şah Rıza Pehlevi,  bir kere İngilizlere karşı çıktı. Rusya'ya, İran üzerinden yardım edilmesine karşı çıktı. İngiltere ve Rusya, yandaş subayları aracılığı ile ülkeyi kolayca işgal edip, baba şahı tahttan indirdi ve sürgüne gönderdi. Oğlu olan Muhammed Rıza Şah Pehlevi ise, Amerika ve İngiltere'ye hiç karşı çıkmadı. İngiltere ve Amerika'ya karşı çıkan başbakanı Musaddık yüzünden bir süre yurt dışında yaşadı, ona Amerikan usulü komplo düzenledikten sonra ülkesine geri döndü. Rıza Pehlevi batıyı, batı da Rıza Pehlevi'yi sonuna kadar destekledi. Şah'ta  BP ve Exon'u zengin etti, çok büyük karlar ettirdi. Bu karları da büyük ölçüde kendisine ve kendi etrafındaki aristokrasiye ayırdı. Sosyal medyada gördüğünüz batılılıaşmanın  amacı, ülkeye yerleştirdiği batılıların rahat yaşaması ve yatırım yapması içindi.

Bütün bunların sonucunda Şah'a karşı en başından itibaren çok kuvvetli bir muhalefet ve bu muhalefete karşı acımasızca saldırı vardı, hemde zor hayal edilir şekilde.  Göstericileri jopla yada su ile (Toma zaten icat edilmemiş.) değilde, doğrudan yaylım ateş ile dağıtıyor, İran ordusu. İstihbarat teşkilatı ve siyasi polis teşkilatı olan SAVAK'ı doğrudan CİA ve MI6 yönetiyor ve eğitiyor. Muhalif kız öğrenciler, sınıflarda ve arkadaşlarının gözü önünde cinsel tacize uğruyor. Zindanlarda mahkumlar bazen sadece su verilerek, açlıktan öldürülüyor. Televizyon-radyo-gazete, matbaaa, ne varsa Şah ve devletin emrindeydi. TUDEH denen solcu örgütün, taşbaskı yada yetmişler teknolojisi fotokopi ile ürettiği basılı şeyler var. Humeyni'nin en önemli propaganda silahı telefon. İran telekomünasyon kurumunda Humeyni'nin adamları çok örgütlü. Kendisi Irak'ın Necef kentinden, her cuma telefonla, camilerde, hem de onlarca-yüzlerce camide aynı anda vaazlar veriyor. İslam devriminin ana ideoloji kitabı Tahrir el Vesile dahil, pek çok kitap da yazmış. Şah 'da dini kullanıyordu, kendisine Allah'ın yer yüzündeki gölgesi (Sayeh eh Hodah) ve Şia'nın kılıcı ünvanlarını veriyordu. Şah'ın muhalifleri, yurt dışında da güvende değildiş, CIA, MI6 ve bilumum NATO  destekli istihbarat örgütünün desteğini arkasına alan SAVAK, Ali Şeriati ve pek çok ünlü muhalifine suikast düzenletmişti.

Bütün bunlara bir de Şah, lenf kanseri olmuştu ve çocukları daha ufaktı. Karısını Şahbanu ilan etti, bu İran tarihinde ilk ve tek olacaktı. Bunun sebebi de karısını, çocuklarına şah naibi atayabilmekti. Öldükten sonra başka bir Şah naibi,  Şahlığı ortadan kaldırabilirdi. Oysa kendi şahlığının da sonu gelmişti. Şahbanu da, bunu halka kabul ettirebilmek için, Eva Peronculuk oynayıp, bol kamera görüntülü fakirlere yardım turları düzenliyordu.

Şahın belini büken, Tahran, büyük çarşı esnafının da muhalefete katılması oldu. Çarşı esnafı da, Humeyni yandaşı olunca, ekonomi tamamen öldü. Bir noktadan sonra askerler, subayları dinlemez, halka ateş açmaz, havaya ateş açar oldu. Eylemler de durmadan artıyordu. Yavaş yavaş subaylar, hatta generaller ve bazı aristokratlar da şahı terk etmeye başladı. Şahın buna karşı yapabildiği, diplomatik baskıları arttırarak, Humeyni'yi, 13 yıldır yaşadığı Irak'tan ayrılmasını sağlamaktı. Humeyni'de, sürgündeki son üç ayını Fransa'nın başkenti, Paris'te geçirdi. Gösteriler o kadar yaygınlaştı ki, sarayın duvarlarına yazı yazılması bile normaldi. Bir gün Şah, yemek masasında, Şah'a ve kraliçeye ölüm yazısını görür ve artık gitmesi gerektiğini anlar. Amerika ve İngiltere, Şah'ın kendisinden bile sonra Şah'dan vazgeçemedi. Şah, Amerika'dan daha Amerikancıydı. Ülkedeki Amerikan askerelerini yargıdan muaf tutmuştı, tam kapütülasyon sistemi.

Amerika ve İngiltere, Humeyni ve adamları arasında kendisine yandaş aradı, Şah'ın verdiği onlarca ayrıcalığı korumak istiyordu. Humeyni ise, kurduğu rejimin devamı için bu şirketleri kovması gerektiğini biliyordu. İran petrolleri, yedi kız kardeşler denen petrol devlerinin (İsimlerini tek tek yazmaya üşendim, Wikipedya hazretlerine sorabilirsiniz) son kalesiydi. 1972 petrol krizi ile önce Fransız Elf, Total ve İtalyan Eni başta olmak üzere pek çok yeni şirket oyuna girmiş, bu dördü Amerikalı, ikisi İngiliz, biri Hollandalı yedi şirket, birleşe birleşe dörde düşmüştü. Amerika'da bunun acısını çıkarmak için Saddam Hüseyin'i, İran'ın üzerine saldırttı. İran-Irak savaşı 8 sene sürdü.

Şah'ın amacı, 1953'de oduğu gibi kumpas ve baskı ile muhalefeti bastırmaktı ama artık çok geçti. İki hafta geçmeden İran'a dönen Humeyni, on milyondan fazla olduğu söylenen devasa bir kalabalığın karşılaması ile İran'a geldi. Şah'ın son hükumetine ve yandaşlarına beddualar ederek, idareyi ele aldı. Şah'ın Amerika'ya ameliyat olarak gitmesi, İran'lı gençlerinAmerikan büyük elçiliğini işgal edip, elçilik personelini bir yıldan uzun süre rehin alınmasına yol açtı. Sonrasında şah, ülke ülke gezdi. Çölün ortasındaki şenliğine davet edip, cebine mücevher sıkıştırdığı krallar-kraliçeler veya devlet başkanları onu kabul etmedi. Enver Sedat'ın yanında sığınmacı olarak son günlerini geçirdi. Şahın bir çocuğu intihar etti, bir çocuğu aşırı doz kokaimden öldü.

Buraya kadar anlattıklarımdan eksik yada yanlış olabilir, İrn tarihi uzmanı falan değilim. Sonuçta katliamlar, kumpaslar, Amerikan-İngiliz desteği, itibardan tasarruf etmemeler falan, çürüyen bir rejimi kurtaramadı. Yerine daha iyisi de gelmedi yada en azından bizim Türkiye'den gödüğümüz bu şekilde. Her ciddi devrimde olduğu gibi bu devrimde de çok kişi asıldı, zindanlarda çürüdü ve yurt dışına kaçtı. Pek çoğu da Türkiye'ye kaçtı. TÖMER, 1984'de Türkiye'deki İranlılara Türkçe öğretmek için kuruldu ilk olarak. İranlı mülteciler kısmen varlıklıydı. Pek sefil olmadılar, çok fazla suça karışmadıkları gibi, Türk halkına da karışmadılar. Seksenlerde ve doksanlarda moda olan, kapı kapı dolaşıp, eşya satma işi yaptıklarını hatırlıyorum.

İran'a yıllardır uygulanan ambargoların asıl sebebi, Humeyni ve sonraki İran iktidarlarının, Şah'ın kapütülasyonlarını ve tahkim mahkemelerini tanımamasıdır. 

28 Haziran 2024 Cuma

FÜRUĞ'UN GÜNAHI

 


Günah

günah işledim lezzet dolu bir günah

titreyen esrik bir tenin yanında
tanrım ne bileyim ne yaptım ben
o karanlık susku dolu zulada

o karanlık susku dolu zulada
baktım gözlerine gizemleriyle dolu
gözlerinin çaresiz isteklerinden
kalbim göğsümde çırpınıp durdu

o karanlık susku dolu zulada
yanında darmadağın oturdum
dudaklarıma heves döktü dudakları
deli kalbimin üzüncünden kurtuldum

aşkın öyküsünü okudum kulaklarına:
seni istiyorum ey benim cânânem!
ey bağrı can bağışlayan, seni
seni ey aşkım benim divânem!

kırmızı şarap camda oynadı
gözlerinde heves yalazlandı
yumuşak yatakta benim bedenim
göğsünde onun sarhoşça kıvrandı

günah işledim lezzet dolu bir günah
alevli yangılı bir kucakta
günah işledim kinci, sıcak
ve demirsi iki kol ortasında

Bu şiir, İranlı şari Füruğ Ferruhzat'ın hayatını karartmıştır. Yayınlanmasının ardından, oğlunun velayeti elinden alınmış, bir daha oğlunu görememiş, oğlu da anası sadece gömülmeden önce ölüsünü görmüştür. Pek çok eserine rağmen, yaşamı boyunca bu şiiri ile anılmış, ardından Fahişe Füruğ diye manşetler atılmış, cesedi gasilhanede iki gün beklemiş, imamlar cenaze namazını kılmayı red etmiş, gassal kadınlar sadece ayakları yıkamış, uzun yıllar mezarına bir taş konmamıştır. Oğlunun ve cüzzamlılar evinden aldığı (meşhur Ev Karadır belgeselini yaparken) evlatlığının bekar ölmesi bile, bu günah şiirinin sonucu olabilir.

Burada ünlü şairin günahının savunmasını yapmayacağım. Kendisi bu şiire konu olan erkekle ilgili hiç konuşmamıştır. Şiirin ilk yayımlandığı Roşanfekr dergisinin baş editörü Naşir Hodayar, bu olay defalarca ve ballandıra ballandıra anlatmıştır. Olay olduğunda Füruğ tahminen 17-18 yaşlarındadır. (16 yaşında, ailesinin itirazlarına rağmen otuzundan büyük biriyle, ailesini, kendisini açlıkla öldürmekle tehdit ederek evlenmiş, sene geçmeden de krize girmiş, bir kaç kez baba evi-koca evi gitgelleri yapmıştır. Olay da bu bu git-gellerden birinde ve baba evinde de değil, kiralık, küçük bir dairede kaldığı günlerde olmuştur.) Kocasından ve oğlundan ayrıdır. Ailesi Ahvaz 'da, kendisi Tahran'da, ana-babası ile de arası bozuk, küçük bir dairede kalmakta, Soğuk Mevsimin Başlangıcına İnanalım, Benim Sobam Yok, Odunum Yok diye şiirler yazmaktadır. (Dağlar arasında kalan Tahran şehrinin bu kadar güneyde olması insanı kandırmamalı. Kışın çok soğuk olabiliyor. Ben Antalya'da, Şubat ayında nasıl titrediğimi hatırlarım) Naşir'de muhtemelen kocasından şiddet gören,  ailesinden de destek görmeyen, parasızlık çeken, 17-18 yaşlarındaki bir kadını kandırıp, ondan faydalanmıştır. Muhtemelen, seni aktrist yapacağım deyip, kızlardan faydalanan Yeşilçam prodüktörleri gibi, gazeteci ve ünlü bir yazar-şair olma peşindeki bu kadından faydalanmıştır. Füruğ, günahının bedelini fazlası ile öderken, Naşir, hiç bedel ödememiştir. Kimse onun ardınsan sapık, iğfelci gibi manşetler atmamış ve sık sık bu olayı bir bahane ile anlatmıştır. Yıllar içinde Füruğ'un şair ve sinemacı olarak (bir yönetmenlik ve bir kaç seneristlik-yönetmen yardımclığı falan vardır) şöhreti arttıkça, o da iki de bir bu olayı anlatmıştır. Füruğ, genç yaşta (32 yalındadır öldüğünde)ölünce susmuştur.

Naşir, bir derginin editörü olacak kadar önemli bir makamda olan bir erkek, muhtemelen evliydi ve belki de birden fazla eşi vardı. Muhtemelen eşi yada eşleri, olaya ciddi tepkiş gösterseydi, bu olayla ilgili olarak iki de bir konuşmazdı. Acaba karısı yada karıları, şu günlerin ( 2024 Haziran) moda olan Roman havasındaki gibi, yırt onu kocacım, yırt yırt falan mı demiştir. Bu aptal şarkının moda olması bile, cinselliğin halen erkeğin elinin kınası, kadının yüzünğn karası olduğunu gösterir. (Bu deyimi Erdal Atabek'den okumuştum.)

Görüleceği üzeri din ve muhafazakarlıkta zina, kadınlara ait bir suçtur ve bu anlamda pek çok Arap ülkesinde fiilen tecavüz suçu yoktur.  Tecavüze uğrayan  kişi, zina ile suçlanır. Recm sırasında kadın göğsüne, erkek beline kadar gömülür. Erkek etrafını kazaak kurtulur, kadın, kolları da gömülü olduğundan kurtulamaz. Recm, Osmanlı tarihinde çok az uygulanmıştır. (4 diyen var, 20 diyen var) Gerçek, ölenlerin hepsinin kadın olmasıdır.

Olay, Ofli Hoca fıkrası ile özetlenebilir. Hocanın köyünde, seks işçiliği ile geçinen bir kadın ölmüş ve kimse de namazını kılmak istememiş. Hoca da, o kadar müşterisi öldü, hepsinin namazını kıldık, bu karının günahı nedir, demiş.

Füruğ, günahının bedelini ödeyip, kısacık ömründe tüm dünyanın bildiği efsane bir şair ve sinemacı oldu. Peki Naşir, adını adını bu olay dışında biliyor muyuz?