EĞİTİMDE KIZ VE DİN MESELESİ
( MAÇİNLİ KIZIN TÜRBANI 2)
Eğitimcilik
herkesin heves ettiği ama çok az kişinin yaptığı bir iştir, bir de herkesin
yapmayıp, yönetmek istediği. Mesela müfettişlerin teftiş ettikleri öğretmenin
sınıfı bir kere örnek ders anlatmaları gerekir ama hiç biri bunu yapmaz. Arada
bir öğrencilere gönüllü ders anlatmak zevkidir ama (ama kendinden önceki
cümleyi yalanlar biliyorsunuz) ciddi bir öğretme faaliyeti, öğrencinin gelişim
düzeyine göre gelişimine katkıda bulunmak, öğrenciye bir disiplin vermek, bir
de bunları değerlendirerek öğrenciyi yönlendirip, yönetmek, karmaşık ve zor bir iştir.
İktidarlar da eğitimle insanları
yönetmek ister. Eğitimin bir amacı da devletin ideojisini halka aktarmaktır. Bu
konuda felsefeci Louis Althauser’in çalışmaları meşhurdur. Ona göre sadece
derslerin içeriği değil, törenler, bayramlar falan da buna dâhildir. Hatta
dekorasyon bile bunun bir parçasıdır.
Bu
eğitim, okulla sınırlı değildir. Sinema filmleri, televizyon dizileri, şarkı sözleri
hep halkı eğitme, terbiye etme araçlarıdır. Örneğin son yıllarda pek gişe de
yapılmamasına rağmen cinli korku filmleri yapılması tesadüf değildir.
Din
tüccarları Allah korkusundan çok, cin korkusundan para kazanır.
Bu
ideolojik eğitim sadece din, vatan, millet ya da siyasi eğitim değildir, aynı
zamanda erkek egemenliği kadınlara kabul ettirmenin de eğitimidir.
İslam
dünyasının ilk kadın hâkimin, savcısını, valisini ve hatta dünyanın ilk savaş
pilotunu yetiştiren Atatürkçülüğün bile erkek egemen yanı vardır. Cumhuriyetin
ilk yıllarında ders kitaplarında kadınlar neredeyse sadece ev işi yaparken
gösterilmiştir.
Temelde
amaç kadınları iş hayatına katmak da olsa,
Atatürkçülük, kendi idealindeki ev hanımını yetiştirmek için de
çabalamıştır. Kız meslek liseleri ve olgunlaştırma enstitüleri bunun için
açılmıştır. Ortaokul müfredatlarını ev ekonomisi dersi koymuştur. (Biz orta
okuldayken kızlar ayrı bir sınıfta ev ekonomisi, bizlerde ticaret bilgisi dersi
görürdük)
Evlenilecek
ideal kız yetiştirmek, kız meslek liselerinin ve şimdilerde çoktan kaldırılan
kız teknik eğitim genel müdürlüğünün yönetmeliğinde bile vardı. Amaç üst düzey
bürokrat ve subaylara, icabında kürkü dikecek, protokolü evinde misafir olarak
ağırlayabilecek meziyetlerde gelinler yetiştirmekti.
Erkeklerin
çalışan eş arayışına yönelmesi ve özellikle biçki-dikiş, örgü ve diğer
giyim-tekstil ürünlerinde makineleşmelerin yaygınlaşması, kız meslek
liselerinin sonu oldu. Bilgisayar bölümlerinden başlayarak, az da olsa önce
endüstri meslek liselerine kız, sonra da kız meslek liselerine erkek öğrenci
alınmaya başlandı.
Olay sadece giyim,
çocuk gelişimi gibi bölümlere iş piyasasında rağbetin düşmesi de değildi.
Birkaç yıl önce bize bizzat seminer veren bir milli eğitim uzmanının dediği
gibi, karma olmayan eğitimin, akademik (üniversite sınavı) başarısını düşürmesi
ve kız meslek liselerinin önünün serseriler için çekim merkezi olmasıydı.
Peki,
o zaman neden bu iktidar şimdi karma eğitim aleyhine konuşup, bir de ha bire
kız imam hatip açıyor, şimdi bu soruyu yanıtlamaya çalışalım.
Gayet
basit, kendi insan tipini ve ideal kadın tipini oluşturmaya çalışıyor. Azla
yetinen, yoksulluğa alışkın erkekler ve bunlara itaat eden kadınlar. Yeni
iktidar da, kendi ev kadınının prototipini çiziyor.
Gerçekte
de bu türban halka erkek egemen değerler üzerinden pazarlandı. Türkiye’de pek
çok kişinin dinden anladığı erkek egemenliktir. Seksenli ve doksanlı yıllarda
türban, erkeklerin en hassas olduğu NAMUS üzerinden pazarlandı. AHLAK vurgusu
sık sık yapıldı. Muhafazakâr aileler,
türbanlı gelin arayışına gitti.
Aradan
bunca zaman içinde de türbanlılar bu edindikleri imajı harcadı. Önce tek tük
park köşelerinde sevgilileri ile buluşan ergenler bu imajı tırpanlamaya
başladı. Bazıları bunlar türbanlı deüli dedi, bazıları türbanlıların yüz
karaları dedi.
Türban
yaygınlaştıkça, böyle can sıkıcı görüntülere sıkça rastlandı ve
olağanlaştı. İmajı asıl düşürense,
televizyon yarışmaları ve evlenme programları oldu. Büyük darbeyi vuran da
instagramdır. Her türlü modada geri
kalmama çabası, türbanı demode etti.
İktidar
da bunun farkında. Gençler arasında yaygınlaşan ateizm, deizm ve tengricilik
gibi akımların da farkında. Tedavi yöntemi ise seksenlerden, doksanlardan
kalma; daha fazla din dersi, daha fazla imam hatip, daha fazla tarikat.
Bu
yöntem doğru olsaydı zaten bu akımlar böyle yayılmazdı, hele de gençler
arasında. Kız imam hatiplere gelince, onlar da kız meslek liselerinin akıbetine
doğru ilerliyor. Kız meslek liseleri gibi kendini Kazanova zanneden serserilerin
buluşma mekânı olma yolunda hızla ilerliyor.
Yeni
neslin değişen ahlak anlayışı ve öğretmenleri kırılan gücü de bunu tetikliyor.
Bu nesilde herkesin sevgilisi var ve sırf sevgililer diye öğrencileri disipline
veremiyorsun. Disipline versen bile, ceza vermek eskisi kadar kolay değil.
Sınıf öğretmeninin, okul rehber öğretmeninin (psikolojik danışman) ve çocuğun
ailesinin falan fikrini almanız gerek. Kaldı ki kız ailelerin pek çoğu da
çocuğuna bu konuda umduğunuzdan fazla hoş görülü çıkabiliyor.
Din
eğitimini zayıflatan diğer bir etmende, ramazan vaizleri, daha doğrusu
televaizler sayesinde dinin gayrı ciddileşmesi. Önceleri ramazan ayında çıkan
din adamları ya da ilahiyat profesörleri, bunu sabah programlarına ve youtube
kanallarına taşımaya başladılar.
Ardından
Yemen zırh taşı, yanmayan kefen, peygamberi rüyada gösteren terlik gibi şeyler
de bu gayrı ciddileşmeye katkıda bulunuyor. Akp’den önce din, ciddi bir
konuydu. Ateistler bile din zerine ciddi konuşurdu.
Şimdi
dindarlar bile ara ara din üzerine lakayt konuşuyor. Bunlar biraz Adnan
hocacılıkla başladı. O tutuklandıktan sonra evrimsel biyoloji aleyhine Yıldız
Tilbe ve Nihat Doğan gibiler fikir beyan etmeye başladı.
Diğer
bir gayrı ciddileşen ve değeri düşen kurum da tarikatlar. Artık daha ziyade
mason localarına benzediler. Nasıl ki masonluğun evrensel değerleri falan,
masonların umurunda değildir, amaçları yakınları için torpil, zor zamanlarda üç
kuruş borç ise (ki şu devirde de masonluk da kalmamıştır pek fazla ya),
tarikatlar da benzer durumda.
Mesela
özel hastanelerin tamamına yakını tarikatların elindedir. Hepsinin de afili ve
genelde İngilizce adları vardır. Hemen hemen hiç türbanlı hemşire, doktor ve
benzeri sağlıkçı çalıştırmazlar.
Daha
ilginç olansa, bu tarikatların torpille devlet kurumlarına yerleştirdikleri
kadın elemanların pek çoğunun türbanlı olması. Gene bu tarikatlar özel okul
işletirler, gene türbanlı öğretmenleri yoktur, üzerine de zorunlu saatlerin
dışında din dersi seçmezler hatta sözcü, cumhuriyet gibi gazetelere Atatürklü
ilanlar verirler.
Din
bu kadar hafiflemiş ve ucuzlamışken, insanların dine yönelmesini nasıl
bekleyebilirler? Doksanlarda İslamcılar muhalifken, tarikatların da, tarikat
sermayesinin de, türbanlıların da, imam hatiplilerin de bir ciddiyeti, bir
mağrurluğu vardı. İktidara gelince bu kadar çabuk bozulmaları, o zaman da
içlerinde bozukluk olduğunu gösterir.
Şimdi
diyorlar ki türbanlı gösteriş yapamaz mı, tarikatlar türbansız eleman
çalıştıramaz mı falan diye çemkiriyorlar.
O
zaman da sorarım ben, o zaman neden bunu din adına istediniz? Kuran
iki adımda bir gösteriş yapmayın, paranızı Allah yolunda zekât ve sadaka için
harcayın derken siz, gösteriş yaparsanız; peygamberin ağaç sevgisini bol bol anlatıp,
sürekli ağaç katliamları yaparsanız; isterseniz herkesi ana karnında dini
anlatın, dininiz inandırıcı olur mu?