SPARTAKÜS VE DİKTATÖRLER
Geçen hafta ya da aydı, Roma imparatorluğu ile ilgili bir belgesel izliyordum, konu da meşhur Spartaküs isyanıydı. Programın sunucu-yapımcısına göre isyanın kölelerin durumuna bir katkısı olmamıştı. Kölelik, aynı durumda hatta biraz da kötüleşerek devam etmişti.
Sunucuya göre isyanın etkisi köle sahipleri üzerinde büyük olmuş, onların rahatını bozmuştu. Sürekli köle isyanından korkan Romalı aristokratlar, generallere yüksek yetkiler vermişler, onları önce diktatör, sonra da imparator yapmışlardır.
Diktatör kelimesi zaten Latin dilinde başkomutan, sivillere bile emretme yetkisi olan, olağan üstü yetkileri olan general-mareşal demektir.
Garip bir tesadüf, Hitler iktidara gelmeden önce Almanya'nın en önemli komünist grubunun adı da Spartakistlerdi. Tıpkı Romalılar gibi Avrupalılarda, köle isyanlarının korkusundan generaller ve diktatörlere teslim olacak, bu sefer de diktatörlerin zulmüne uğrayacaklardı.
Kaldı ki faşizm kelimesi bile, bizzat Mussoliini tarafından, Roma tarihinden ilhamla üretilmiştir. Her faşizmde bir ilk çağ-orta çağ imparatorluğuna dönme ya da dünyaya düzen verme (Nizam-ı Alem) arzusu vardır.
Bu orta çağ imparatorluklarına ait abartılı haritalar da ayrı bir konudur. Örneğin Orhun Yazıtlarında Bilge Kağan, denize az kala durdum demişken, pek çok 2. Göktürk devleti haritası, Sahalin adasını da içine alır. Tarikatların bazı Osmanlı haritaları, ekvatorun üzerindeki tüm Afrikayı ve Osmanlı ile alakası bile olmayan pek çok ülkeyi içine alır.
Biz Spartaküsler meselesine geri dönelim. Avrupa'nın faşizme teslim oluşu, sadece kendi faşizmlerini iktidara getirme değil, Almanya başta olmak üzere faşist işgallere teslim oluşları açısından da inceleyebiliriz.
En başta Fransa'nın yenilmesi bir yan, uzak sömürgeleri ile Vichy hükumetine teslim olmasına ne demeli? Sadece Karayib adalarındaki Fransız birlikleri (o da tahminim Amerika'ya yakın olmaları sebebi ile) De Goule'ün özgür Fransa birliklerine katıldı. Madagaskar adası dahil, diğer Fransa sömürgeleri, 1943'de Sicilya adası müttefiklerce işgal edilip, Mussolini iktidardan düşünceye kadar Vichy'e bağlı kaldı. Suriye'dekiler, İngilizlere karşı uzun süre direndi. Hatta Çinhindi (Vietnam, Laos Kampoçya) birlikleri , Vichy'in emri ile Japonlara savaşmadan teslim oldu.
Bence asıl sebebi Almanlar gibi komünizmden korkmaları idi. Almanlar karşısında yenilmeleri neyse de, teslimiyetleri kendilerini komünizmden korumak içindi. Tıpkı Spartaküs isyanından sonra Romalı efendiler gibi. Bu teorime saçma diyorsanız, Müslüman Endonezya'nın, Hristiyan Doğu Timor'u işgalinin, ülkenin kilisesinde desteklendiğini hatırlatırım. Sebebi de ülkedeki komünizm tehlikesiydi. Ülkemizdeki fesli delinin, keşke Yunan galip gelseydi, o zaman halifelik kalırdı dediğini hatırlayın.
Cevaplamaya çalışacağım diğer bir soru da, neden sosyalizm ya da komünizm değil de faşizm iktidara geldi?
Bunun cevabını Lenin'den alabilirsiniz. Şöyle demiştir kendisi.,
-Son tahlilde devrimdeki tavrınız, sınıfsal konumunuzla ilgilidir.
Yani gerçekten işçi ya da proletaryaya değilseniz, gerçekten devrimci olamazsınız, özellikle iktidarın değiştiği anlarda.
Türkiye'de atasözü olmaya başlayan bir cümle ile belirteyim; komünizm parayı, feminizm kocayı bulana kadardır. Toplumun gerçek anlamda proleter olmadığı toplumlarda sosyalist devrim gelmez.
Gerçek bir proleter olmak için sadece alt sınıf olmak yetmez, sınıf atlamayı ya da çocuklarının sınıf atlaması umudu da kesmek gereklidir Sınıf atlama heveslisi bir vasıfsız işçi, sınıftan düşme korkusu yaşayan bir esnaftan daha burjuva ruhludur.
Bu yüzden sosyalist devrimlerin tamamı ve devrimlerin de çoğu feodalitenin, kapitalizmle harmanlandığı ve alt sınıfa çıkış imkanı olmayan ülkelerde olur.
1917'de Rusya'da olan tam da buydu. Boyar denen zadegan sınıf, Rusya'nın yüzde, belki de binde birinden az olan topluluk, ülkede sınıf atlamanıza izin vermiyordu. Kökenleri feodal derebeyi aileleriydi. Ticaret, sanayi ve tüm yüksek bürokrasi onların elindeydi. Bu sınıftan doğmamış iseniz, orduda ne kadar başarı kazanırsanız kazanın, binbaşılıktan öteye gidemez, üniversiteden sonra akademik kariyer yapamaz, doktor olsanız bile hayatınız bir kasaba hekimi olarak geçerdi. Papazlıkta bile kardinallik, papalık gibi makamlar bu sınıfa ait idi.
Bu yüzden Sovyet rejimi, işçi iken astronot olan Gagarin, Rus iç savaşında astsubayken harbiyeye girip mareşal olan Zukhov gibi kişilerin propagandalarını bol bol yaptı.
1789 Fransız ihtilali için de benzer bir durum söz konusuydu. Derebeyleri toptan Paris'e taşınmışlar, yörelerinin icarları ve devletten aldıkları arpalık sabit gelir ile geçiniyor, ülkedeki çöküşle de pek ilgilenmiyordu. Devlet yönetiminde söz sahibiydiler ama devlet işlerini çok da önemsemiyorlardı. Onları çok öven Balzac bile bu sınıfı övmeye anca ölürken köy türküleri yerine operalar söylemek, birbirlerinin karılarına-kocalarına aşık olmaları haricinde onları övecek pek bir şey bulamamıştır.
Sonrasında da Fransız aristokrasisi ve burjuvazisi, iki de bir isyan eden proleter yığınlara karşı ilk modern diktatör olan Napolyon'u başa getirmişlerdir.
Hitler'in (ve Mussolini, Salazar, Franco gibi diğer faşist diktatörlerin) aynı dönemde iktidara gelmeleri de bu açıdan tesadüf değildir. Nasıl ki Roma aristokrasisi, Spartaküs isyan sonrası kölelerden korkup, diktatörleri imparator yapmışa, Avrupa burjuvazisi de, işçilerden korkup pek çok vasıfsız şahsı diktatör devlet başkanı yapmıştır.
Hegel'in dediği gibi tarihten öğrenilecek şey, tarihten hiç bir şey öğrenilmediğidir. İktidara gelen diktatörler, zulüm yaparken aristokrasiyi de pas geçmemiştir. Aristokratlar arası kavga ve entrikaları da bahane ederek, onların mallarını ve canlarını almıştır.
Gerçekten isyan etmek için, gerçek köle ya da proleter olmak gerekir demiştim ya. Romalı senatör ve filozof Seneca, German kabilelerinde mülkiyetin olmadığını, insanlığın bu şekilde daha mutlu olabileceğini yazmıştır. Oysa kendisi, hiç gitmediği İngiltere'de sömürü düzeni kurarak, Roma'da çok zengin biri olarak yaşamış, Roma devletinin siyaset entirikalarına karışmış ve zalimliği ile meşhur Neron'un emri ile intihar ederek ölmüştür.
Bir zengin sosyalist olabilir mi derseniz, bu konu o kişi sosyalist devrimden sonra ne olacağı ile ilgilidir. Devrimden sonra sanayi bakanı olacaksa, bir sanayici de sosyalist olabilir. Devlete ait lüks döşenmiş bir lojmanda kalır, çocuklarının da iyi bir mevkiye gelmesini garanti eder.
Yoksa öyle lüks evini bırakıp, 40-50 metre kare apartman dairesine taşınacak, arabasını bırakıp, toplu taşımaya binecek, hatta bir lira daha ucuz diye dolmuşa binmeyecek, otobüse binecek falan, zor iş.
İşte o zaman Frederich Engels bile devrimci kalmaz.
Sunucuya göre isyanın etkisi köle sahipleri üzerinde büyük olmuş, onların rahatını bozmuştu. Sürekli köle isyanından korkan Romalı aristokratlar, generallere yüksek yetkiler vermişler, onları önce diktatör, sonra da imparator yapmışlardır.
Diktatör kelimesi zaten Latin dilinde başkomutan, sivillere bile emretme yetkisi olan, olağan üstü yetkileri olan general-mareşal demektir.
Garip bir tesadüf, Hitler iktidara gelmeden önce Almanya'nın en önemli komünist grubunun adı da Spartakistlerdi. Tıpkı Romalılar gibi Avrupalılarda, köle isyanlarının korkusundan generaller ve diktatörlere teslim olacak, bu sefer de diktatörlerin zulmüne uğrayacaklardı.
Kaldı ki faşizm kelimesi bile, bizzat Mussoliini tarafından, Roma tarihinden ilhamla üretilmiştir. Her faşizmde bir ilk çağ-orta çağ imparatorluğuna dönme ya da dünyaya düzen verme (Nizam-ı Alem) arzusu vardır.
Bu orta çağ imparatorluklarına ait abartılı haritalar da ayrı bir konudur. Örneğin Orhun Yazıtlarında Bilge Kağan, denize az kala durdum demişken, pek çok 2. Göktürk devleti haritası, Sahalin adasını da içine alır. Tarikatların bazı Osmanlı haritaları, ekvatorun üzerindeki tüm Afrikayı ve Osmanlı ile alakası bile olmayan pek çok ülkeyi içine alır.
Biz Spartaküsler meselesine geri dönelim. Avrupa'nın faşizme teslim oluşu, sadece kendi faşizmlerini iktidara getirme değil, Almanya başta olmak üzere faşist işgallere teslim oluşları açısından da inceleyebiliriz.
En başta Fransa'nın yenilmesi bir yan, uzak sömürgeleri ile Vichy hükumetine teslim olmasına ne demeli? Sadece Karayib adalarındaki Fransız birlikleri (o da tahminim Amerika'ya yakın olmaları sebebi ile) De Goule'ün özgür Fransa birliklerine katıldı. Madagaskar adası dahil, diğer Fransa sömürgeleri, 1943'de Sicilya adası müttefiklerce işgal edilip, Mussolini iktidardan düşünceye kadar Vichy'e bağlı kaldı. Suriye'dekiler, İngilizlere karşı uzun süre direndi. Hatta Çinhindi (Vietnam, Laos Kampoçya) birlikleri , Vichy'in emri ile Japonlara savaşmadan teslim oldu.
Bence asıl sebebi Almanlar gibi komünizmden korkmaları idi. Almanlar karşısında yenilmeleri neyse de, teslimiyetleri kendilerini komünizmden korumak içindi. Tıpkı Spartaküs isyanından sonra Romalı efendiler gibi. Bu teorime saçma diyorsanız, Müslüman Endonezya'nın, Hristiyan Doğu Timor'u işgalinin, ülkenin kilisesinde desteklendiğini hatırlatırım. Sebebi de ülkedeki komünizm tehlikesiydi. Ülkemizdeki fesli delinin, keşke Yunan galip gelseydi, o zaman halifelik kalırdı dediğini hatırlayın.
Cevaplamaya çalışacağım diğer bir soru da, neden sosyalizm ya da komünizm değil de faşizm iktidara geldi?
Bunun cevabını Lenin'den alabilirsiniz. Şöyle demiştir kendisi.,
-Son tahlilde devrimdeki tavrınız, sınıfsal konumunuzla ilgilidir.
Yani gerçekten işçi ya da proletaryaya değilseniz, gerçekten devrimci olamazsınız, özellikle iktidarın değiştiği anlarda.
Türkiye'de atasözü olmaya başlayan bir cümle ile belirteyim; komünizm parayı, feminizm kocayı bulana kadardır. Toplumun gerçek anlamda proleter olmadığı toplumlarda sosyalist devrim gelmez.
Gerçek bir proleter olmak için sadece alt sınıf olmak yetmez, sınıf atlamayı ya da çocuklarının sınıf atlaması umudu da kesmek gereklidir Sınıf atlama heveslisi bir vasıfsız işçi, sınıftan düşme korkusu yaşayan bir esnaftan daha burjuva ruhludur.
Bu yüzden sosyalist devrimlerin tamamı ve devrimlerin de çoğu feodalitenin, kapitalizmle harmanlandığı ve alt sınıfa çıkış imkanı olmayan ülkelerde olur.
1917'de Rusya'da olan tam da buydu. Boyar denen zadegan sınıf, Rusya'nın yüzde, belki de binde birinden az olan topluluk, ülkede sınıf atlamanıza izin vermiyordu. Kökenleri feodal derebeyi aileleriydi. Ticaret, sanayi ve tüm yüksek bürokrasi onların elindeydi. Bu sınıftan doğmamış iseniz, orduda ne kadar başarı kazanırsanız kazanın, binbaşılıktan öteye gidemez, üniversiteden sonra akademik kariyer yapamaz, doktor olsanız bile hayatınız bir kasaba hekimi olarak geçerdi. Papazlıkta bile kardinallik, papalık gibi makamlar bu sınıfa ait idi.
Bu yüzden Sovyet rejimi, işçi iken astronot olan Gagarin, Rus iç savaşında astsubayken harbiyeye girip mareşal olan Zukhov gibi kişilerin propagandalarını bol bol yaptı.
1789 Fransız ihtilali için de benzer bir durum söz konusuydu. Derebeyleri toptan Paris'e taşınmışlar, yörelerinin icarları ve devletten aldıkları arpalık sabit gelir ile geçiniyor, ülkedeki çöküşle de pek ilgilenmiyordu. Devlet yönetiminde söz sahibiydiler ama devlet işlerini çok da önemsemiyorlardı. Onları çok öven Balzac bile bu sınıfı övmeye anca ölürken köy türküleri yerine operalar söylemek, birbirlerinin karılarına-kocalarına aşık olmaları haricinde onları övecek pek bir şey bulamamıştır.
Sonrasında da Fransız aristokrasisi ve burjuvazisi, iki de bir isyan eden proleter yığınlara karşı ilk modern diktatör olan Napolyon'u başa getirmişlerdir.
Hitler'in (ve Mussolini, Salazar, Franco gibi diğer faşist diktatörlerin) aynı dönemde iktidara gelmeleri de bu açıdan tesadüf değildir. Nasıl ki Roma aristokrasisi, Spartaküs isyan sonrası kölelerden korkup, diktatörleri imparator yapmışa, Avrupa burjuvazisi de, işçilerden korkup pek çok vasıfsız şahsı diktatör devlet başkanı yapmıştır.
Hegel'in dediği gibi tarihten öğrenilecek şey, tarihten hiç bir şey öğrenilmediğidir. İktidara gelen diktatörler, zulüm yaparken aristokrasiyi de pas geçmemiştir. Aristokratlar arası kavga ve entrikaları da bahane ederek, onların mallarını ve canlarını almıştır.
Gerçekten isyan etmek için, gerçek köle ya da proleter olmak gerekir demiştim ya. Romalı senatör ve filozof Seneca, German kabilelerinde mülkiyetin olmadığını, insanlığın bu şekilde daha mutlu olabileceğini yazmıştır. Oysa kendisi, hiç gitmediği İngiltere'de sömürü düzeni kurarak, Roma'da çok zengin biri olarak yaşamış, Roma devletinin siyaset entirikalarına karışmış ve zalimliği ile meşhur Neron'un emri ile intihar ederek ölmüştür.
Bir zengin sosyalist olabilir mi derseniz, bu konu o kişi sosyalist devrimden sonra ne olacağı ile ilgilidir. Devrimden sonra sanayi bakanı olacaksa, bir sanayici de sosyalist olabilir. Devlete ait lüks döşenmiş bir lojmanda kalır, çocuklarının da iyi bir mevkiye gelmesini garanti eder.
Yoksa öyle lüks evini bırakıp, 40-50 metre kare apartman dairesine taşınacak, arabasını bırakıp, toplu taşımaya binecek, hatta bir lira daha ucuz diye dolmuşa binmeyecek, otobüse binecek falan, zor iş.
İşte o zaman Frederich Engels bile devrimci kalmaz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder