Ezel dizisi 2009-2011 arasında
Türk televizyonlarında yayımlanmış, yüzden fazla ülkeye de ihraç edilmiş, tüm
dünyada bilinen bir Türk dizisidir. Dizi, çok kabaca Alexandere Dumas’ın ilk
yazılmasından yüz elli yıldan fazla bir zaman geçmiş Monte Kristo Kontu
romanının bir adaptasyonudur. Bizim konumuzsa ne bu roman, ne de bu dizinin
genel anlamda konusudur.
Dizinin
kadın karakteri Eyşan’ı, çöküş dönemi Osmanlı ve Osmanlı taklidi iktidarın
diplomasisini anlatmak için bir metafor
(mecaz-eğretileme) olarak kullanacağım. Dizideki Eyşan karakteri,
özellikle 2. Sezonun ikinci yarısı boyunca üç erkek arasında gelip, gidiyor,
sürekli onlara ihanet ediyor, sürekli taraf değiştiriyordu.
Osmanlı’nın,
hele de Abdülhamit’in o çok övülen denge diplomasisini ben Eyşan’ın tavrına
benzetiyorum. (Burada lafım dizi karakterine, yoksa karakter hayat veren Cansu
Dere’ye bir lafım yok. Başarılı oyunundan dolayı da kendisini tebrik ederim.)
Bu tavrın sebebi, Osmanlı’nın bilimde, sanayide, felsefe ve sanatta geri kalıp,
gittikçe daha fazla güçsüzleşmesi; buna karşın da emperyalist heveslerinin
sürekli artmasıydı. Yenileme adına orduda değişiklikler yapıyor fakat halkı
eğitmediği için de bu ordu çok işe yaramıyordu.
İlk
başta uzun süre, yüz yıl kadar Rusya’ya karşı İngiltereyi yanına aldı. 93
Harbi de denen 1878-79 Osmanlı Rus savaşından sonra İngiltere, Osmanlıyı
desteklemenin boşa enerji kaybı olduğunu anladı. Bir de 1870 yılında Prusya
önderliğinde birleşip, Fransayı yenerek kurulmuş olan Almanya, ciddi bir
sanayi ve askeri güç olmaya başlamıştı. İngiltere, bu yeni deve karşı Rusya ile
işbirliği yapmaya, Osmanlı’yı da harcamaya karar verdi. Osmanlı da bu sefer
Almanya ile yakınlaştı.
Aslında
Osmanlı gerileme, hatta duraklama devrinden başlayarak, her askeri yenilgi
sonrası taraf değiştirme, herkese mavi boncuk dağıtma politikasını benimsedi. Sonuçta
kimsenin güvenmediği bir devlet oldu.
Birinci
Dünya savaşı başladığında, hatta başlamadan çok evvel, daha
Avusturya-Macaristan veliahdının suikastından önce Osmanlı umutsuzca savaşa
İngiltere saflarında girmek için çabaladı. Oysa meşhur Riga görüşmesinden beri
Osmanlı artık mirası paylaşılacak hasta adamdı.
Osmanlı’da
mecburen Almanya ile müttefik oldu. Çünkü bir taraf ile müttefik olmazsa
savaştan sonra paylaşılacaktı. Ancak Osmanlı, Almanya için müttefik değil
Eyşan’dı ve pek bir değeri yoktu.
Almanlar
için Osmanlının tek değeri, mümkün olduğunca müttefik (Rus, Fransız, İngiliz)
askerini oyalamasıydı. Bu yüzden Osmanlı
birliklerini yöneten Alman generaller, mümkün olduğunca çok askeri savaş
alanına sürdüler ve mümkün olduğunca Türk askerinin ölmesini sağladı. Kanal
seferinin başarısız olunacağı belliydi. Tek amaç bölgede devasa bir İngiliz
tümeninin kalmasını sağlamaktı.
Sonuçta
dizideki Eyşan nasıl öldürüldüyse, Osmanlı’da Sevr porselen fabrikasının
dibinde öldürüldü.
Giriş
bayağı uzun oldu, nihayet sadede gelebildik. Şimdilerde de Neo Osmanlının
hızlandırılmış versiyonunu izliyoruz.
Özellikle Suriye konusunda daha iyi görüyoruz. Rus uçağının düşürülmesi
emrini ben verdimden, Rusya’dan S-300 füzeleri almaya ya da Amerika ile aramız
hiç olmadığı kadar iyiden, dolar ile burun silmeye geldik. Şimdi de İdlip
meselesinden tekrar Amerikancı olduk. Ülkemizin yönetimi Eyşan’ın sevgili
değiştirmesinden daha hızlı taraf değiştiriyor.
Son
aşamada işin doğrusu Esad (Esed de diyelim) Suriye’de savaşı kazandı, son
İdlip, PKK’nın elindeki birkaç bölge ve Zeytin Dalı operasyonu (hani A.B.D
büyükelçiliğinin önündeki sokağa adın verilen
sokak) bölgeler, acı gerçek, oraları da alacak. Sonuçta Türkiye,
Eyşanlık yaparak tekrar Amerika ile müttefiki olsa bile bu değişmeyecek.
Gelelim
başımızı ağrıtacak asıl meseleye. Esad yakında halkını da isteyecek.
Suriye’nin
tekrar toparlanması için iş gücüne ihtiyaç var. Yunanistan ve İspanya, iç
savaşları sonrasında, özellikle göçle, büyük miktarlarda nüfus
kaybettiklerinden, uzun süre kalkınamadılar. Özellikle Yunanistan bunun
sıkıntısını çok yaşadı. 1920’lerde Türkiye 13-14 milyonken, Yunanistan 4,5
milyon civarıydı. Türkiye şu an 8o milyonu geçmişken, Yunanistan (Oda Rusya ve
Gürcistan’dan 1990 sonrası aldığı göçlerin de yardımıyla) daha yeni 10 milyon
civarına ulaştı.
Ayrıca
bu işgücünün rica minnetle değil, kendi rızaları ile gelmesi, bunun için de
Türkiye başta olmak üzere yaşadıkları ülkeden zorla gönderilmeleri de şart.
Olay sadece Esed’in vatandaşlarını geri istemesi değil. Devlet Bahçeli,
Suriyelilerin geri döndürülmesi gerektiğini söylemeye başladı. Reis de o kadar
Suriyeli ve Afganlının üzerine gelecek üç milyon kadar İdlipli’yi ekonominin
kaldıramayacağını söylemeye başladı.
Muhaliflere
de burada görev düşüyor ve ben de kendi çapımda uyarmak istiyorum.
Zira
iktidar 6/7 Eylül katliamında olduğu gibi suçu muhalefete atabilir. Kabataş
yalanı gibi her an ortaya çıkar diyebilirsiniz. Bu ortaya çıkma, kumpas
davalarındaki gibi pek çok bedel ödendikten sonra da olabilir.
Suriyelilere
yönelik bir faşizan öfke fırtınası sadece Suriyeliler ve diğer Arap-Arap ülkesi
vatandaşlarına değil, ülkemizdeki tüm mülteci ve başka ülke vatandaşlarına da
bulaşma tehlikesi vardır.
Ülkemizi
yakacak ateşin tutuşturucusu veya gaz dökücüsü olmamalıyız. Bu yüzden sosyal medyada, video-foto yorumları
dâhil, hiçbir nefret söyleminde
bulunmamalı, bulunması için de gücümüz yettiğince engel olmalıyız.
Karanlığa
karşı mücadelede pes etme hakkımız yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder