14 Temmuz 2019 Pazar

DİNSİZLİK TÜRLERİ-1 (MARKSİZM VE ZEKAT)


Ä°lgili resim
Dini inancımı şahsen iki yıl önce  yitirdim ve çevremde benim gibi dini inancını yitirmiş çok kişi var. Ben de kendi çapımda bu dinsizlikleri sınıflandırdım. Yalnız klasik, deizm, panteizm, panateizm, ateizm, agnostisizm gibi türlere ayırmayacağım.
Bence bir kere dinlere inanmayı bırakmışsanız, bir tanrıya inanıp, inanmadığınızın, emin olmamızın ya da şüphede olmamızın bir değeri yoktur. Sonuçta metafizik ile ilişkinizi kesmiş, din adamları sizin için önemsiz olmuştur.
Ben, insanlar neden metafizik ile bağını kopartıyor, bununla ilgili bir sınıflandırma yaptım.
Şimdi sınıflandırmaya geçeyim:
1)Marksist dinsizlik:Marks'ın meşhur sözünü hatırlayalım, din kitlelerin afyonudur. Hayatım boyunca Marks'ın bu sözünün doğruluğunu gördüm.
Aslında her din, hayatına kölelerin, fakirlerin ve kadınların dini olarak başlar. İktidara geldikçe ya da iktidarlar bu dini benimsedikçe zenginlerin, efendilerin ve erkeklerin dini olur.
Ben buna zekat ve sadaka örneğini vereceğim. Zekat, İslam'da sadece mal ile yapılan tek ibadettir. Bence de ibadetlerin en kolayı olmasına rağmen en az yapılanı ve en az sorgulananıdır.
Mal ve mülkünüzün sadece kırkta biri yani %2,5 'unu sizden daha fakir birilerine veya bazı kuruluşlara bağışlayarak bunu yapabilirsiniz.
zekat ile ilgili görsel sonucu
Hatta bu fakir kişi akrabanız olabilir ve dahası pek çok İslam alimi (o ne saçma bir sıfatsa), bu damga vergisini daha da azaltır. Evin ihtiyaçlarını, şirketin ana sermayesini bunun dışında tutar.
Oysa namazı, tüm sünnetleri ile beraber ister.
İşin doğrusu İslam'ın en başında zekat öyle damga vergisi kadar değildi. Öyle olsa,  Muhammed ölür ölmez müşrikler ilk iş zekat ödememek için isyan etmezdi.
Profesör Bahriye Üçok'un ve İlhan Arsel'in yazdıklarına göre aslında zekat, öyle kırkta bir değil, ihtiyaç fazlasıymış ki, kuranda da öyle yazar fakat Türkçe'de daima gönülden kopan diye yazılır.
Öte yandan Müslüman ülkelerde, hadi o kadar genellemeyelim,  Türkiye'de zenginler, bu damga vergisi kadar parayı, malı, mülkü (akrabası bile olsa) fakirlere verse, Türkiye'de bu kadar yoksulluk olmazdı. Zira Türkiye'nin dolar milyarderi sayısı, nüfusu Türkiye'nin 2 katı ve ekonomisi Türkiye'nin en az 100 küsur katı büyük olan Japonya'dan 3-5 kat daha fazladır.
Ülkenin zenginleri, servetlerinin %2,5'unu bile zekat olarak verse, Türkiye'de asgari ücret en az beş bin lira olurdu.bahriye üçok ile ilgili görsel sonucu
Ha bire namaz, her ramazan oruç sorgulayanlar, zenginlere hiç zekat sorgulamadığı gibi, pek çok din adamı da, zekat ya da cerre-icar vs denen yardımlarla gayet lüks bir yaşam sürer.
Diğer bir soruyu da geçenlerde izlediğim bir konuşmada sorulan soruyu ben de kendime sordum.
Muhammed'in meşhur bir sözü vardır, işçinin terini teri kurumadan veriniz.
Bu sözü din adamları, pek sık olmasa da bu sözü söylemeyi sever ama bir grup var ki ağzına almaz.
Bunlar sendikacılardır. Hadi sol sendikacılar, Marksistliklerinde bu sözü söylemiyor, ya sağcı sendikalar?
Hani kırklarda, ellilerde sendika kurmak dinsizliktik, doksanlarda memurların sendika kurması dinsizliktir diyen sendikalar ve sendikacılar.
Bu sendikalar ne peygamberlerinin işçinin emeği ile ilgili sözlerini, ne de kul hakkı yemek ile ilgili sözlerini dikkate alırlar.
Bu sendikalar işçiler hak arasın diye değil,  hak aramasın diye kurulmuştur.
Her din, önce zenginlere ver der, sonra fakirlere katlan, tahammül et.
Alevilik gibi bazı inançlar, belki bunun dışında sayılır. Bunun sebebi de Aleviliğin hep azınlık inancı olması, bir devlette egemen güç olmamasıdır. Esat ailesinin yönettiği Suriye'nin sadece %8 kadarı Alevi (Nusayri)'dir. Şu anki Baas yönetimi de geniş bir koalisyonun bir parçasıdır.
Dindar toplumlar, fakirliğe daha dayanıklı toplumlardır.
İnsanların pek dindar olmadığı batı toplumlarında şirketler ve varlıklı insanlar, fakirlere daha çok yardım yapmaktadır.
Sadakanın amacı da fakire yardım değil, fakiri yalvartmaktır.

13 Temmuz 2019 Cumartesi

DİPLOMALI GELİNLER RÜYASI-Kız lisesinden, bayan üniversitesine

Diplomalı Gelinler Rüyası
Gerçekten de erkek egemen bir yana, maço bir dünyada yaşıyoruz.
Bize garip gelse de, Atatürkçülüğün bile maço bir tarafı vardır. 
Şimdi itiraz edeceksiniz. İslam dünyasın ilk kadın ne varsa  ve hatta dünyada ilk kadın  ne varsa Atatürk ile başladığını söyleyeceksiniz ve doğru söyleceksiniz. Hatta Atatürk'ün ilk Türkiye güzellik yarışmasını düzenlettiğini de. (Gerçi ilk yasaklatan da Atatürk'dür, ayrı konu.)
İşin doğrusu Atatürkçü zihniyetin kendine ideal olarak gördüğü ev kadını tiplemesi de vardır.
Bu kadın, en rütbeli, kodaman veya yabancı konukları layığı ile ağırlamalı, bunun için; protokol kurallarını kocası kadar iyi bilmeli,  ıstakoz, tüf mantarı gibi yiyecekleri tam tadında pişirebilmesi, gündem ile  ilgili olarak mantıklı ve düzgün sohbetler yapabilmelidir.
Bunların yanında kürk, kaşmir, ipek gibi değerli kumaşları ziyan etmeden kendi elbisesini dike bilmelidir. Evi daima düzgün, temiz ve tertipli olmalıdır.
olgunlaşma enstitüsü ile ilgili görsel sonucu
Kız meslek liseleri bu amaçla kurulmuştur ve ideal gelin yetiştirme arzusu,  bu okulların yönetmeliğine kadar girmiştir. Hatta Ankara Sıhiye'deki Zübeyde Hanım Kız Meslek lisesi ile onun yanındaki Kız Olgunlaşma Enstitüsü de, başkentin yüksek bürokratları ve diplomatlarına ev hanımı yetiştirmek için özel olarak kurulmuştur.

Kız meslek liseleri, bu konuda bayağı da başarılı olmuştur. Atatürkçülüğün meşhur eğitim kahramanı Sıdıka Avar (Banu Avar'ın üvey annesi olur), Elazığ Kız Meslek lisesi müdürüydü.
İki binli yıllardan itibaren de kız meslek liseleri ölmeye başladı. Sebebi de özellikle  konfeksiyon ve giyim sanayinin,  makineleşme ve bilgisayar teknolojisi yardımı ile eskisi kadar orta kalifiye eleman aramaması, ucuz işçilikle yetinmesidir. Kız meslek liselerinin ana gücü uzun zaman giyim bölümleri oldu. Doksanlarda ve iki binli yıllarda, bakıcılık mesleğinin bir ara yüksek ücretli olması sebebiyle çocuk gelişimi oldu. Ana sınıfı öğretmenliği bölümlerinin yayılması, bu bölümleri de öldürdü.
Kız meslek liseleri de bilgisayar, muhasebe gibi bölümlerle kendisini yaşatmaya çalıştı. Pek çoğu da bu bölümleri ve okulları yaşatmak için erkek öğrenciler almaya başladı.
Galiba 2013-14 falan, AKP  meslek eğitim yönetmeliğini değiştirdi ve iki yüz civarındaki meslek lisesi türünü ve yirmi civarı daireyi kapattı.
Kız meslek liselerinin başka bir kapanma sebebi vardı.

Tekli eğitim başarıyı düşürüyor, karma eğitime geçen okullarda başarı artıyordu. (Bunu bizzat milli eğitim bakanlığının bir uzmanı anlatmıştı.)
Öte yandan kız meslek liselerinin kapanması, diplomalı gelin hayaline veda demek değildi.
Bu sefer de devreye kız imam hatipler girdi, amaç dindar ve dolayısı ile itaatkar gelinler yetiştirmekti. İmam hatiplere kız öğrenci alınmasının en baştaki hedefi buydu.
Elektrikli süpürge , çamaşır-bulaşık makineleri ve gelişen konfeksiyon sayesinde eski tip ev hanımlığı becerilerinin modası geçmişti. Kız meslek liselerini demode eden, biraz da buydu.
Kız imam hatiplerde ise, dindar ve itaatkar ev kadını yetiştirmek hedeflendi. Kız lisesi olunca, erkek arkadaşı da olmayacaktı.
Lakin zaman değişmişti. Kız-erkek ilişkileri açısından tek tip liseler tehlikeliydi.
Çalıştığım sağlık meslek lisesi, kız lisesi gibiydi. Türkiye'nin en büyük beş sağlık meslek lisesinden biriydi ve öğrencilerin beşte dördü kızdı. Bazı sınıflarda hiç erkek yoktu.
Okulumuzun etrafında öyle beş kişinin bindiği Tofaşlar, tesbih sallayan serseriler falan gibi kız meslek lisesi çevresi, doğal doku elemanları yoktu. Olmamasını sebebi de bir avuç erkek öğrenciydi.
Bir toplantıda müdürüm en nihayetinde isyan etti.
-Keşke kızlar okuldan oğlanlarla gezse. En azından gözümün önünde, elimin altında olurlar, bir haltlar karıştırmazlar.
Müdürüm, gayet de muhafazakar, dindar biriydi. AKP'yi ve FETÖ'yü pek sevmezdi ama açıkça türbanlı öğrencileri kollardı. (Kendisi erkekti)
Bunun  sebebini televizyon dizilerine bağlıyorlar. Ben de yılların öğretmeni olarak 2007 tarihli Kavak Yelleri dizisinden sonra kız-erkek ilişkilerinin patladığını söyleyebilirim, lakin biz niye öyle olmadık diye de kendime sorarım. Çünkü o dizileri biz de izledik. TRT bir sürü Amerikan gençlik dizisi yayımlardı ve o dizilerde gayet erken yaşta gençlerin flört bir yan cinselliği bile (kendi aralarında konuşma olarak da olsa) vardı. Oysa biz bu çağın gençliğine göre, kız-erkek ilişkilerinde gayet mutaassıp idik. Oysa dizilerdeki gibi Amerikan bar, abartılı saç ve disko için hevesliydik.
O zamanlar sosyal medya yoktu. 2007, sosyal medyanında parladığı yıldı. Bence kadın-erkek ilişkilerinin patlama sebebi sosyal medyadır.
Şimdi cumhurbaşkanımız, tahminimce benzer sebeplerle kadın üniversitesi kurmak istiyor. Projesinin şimdiden batacağını öngörüyorum çünkü;
a)Kız liseleri, kız meslek ve hatta kız imam hatipler bile başarısız.
b)Erkekler artık annelerinin seçtikleri kızlarla değil, kendi tanıştıkları kızlarla evlenmek istiyor ki, bu da kızları kız üniversitesinden kaçıracaktır.
c)Üniversite mezunu olacak bir kız yirmilerini aşmış olacaktır ki,  artık ideal ev kızı olacak yaşı geçmiş olacaktır.
Ve son olarak, eğitim politikacıların oyuncağı, öğrenciler politikacıların oyun hamuru değildir. Eğitimde ideolojik yapılanma her zaman hesaplanmamış sonuçlara sebep olur.


7 Temmuz 2019 Pazar

TARİKAT NEDİR 2 NEDEN TARİKATLARA ÜYE OLURUZ

Tarikat Nedir Neden Tarikatlara Ãœye Oluruz
İnsanların neden tarikatlara üye olduğunu, tarikatların ne olduğu üzerinden gidelim.
 En başta din, ya da din kadar yüceltilmiş bir ideoloji (komünizm, ırkçılık vs)
Sonra her şeyin en doğrusunu bilen, bilge ve cesur bir lider.
Üçüncü olarak birincil ilişkilerin olduğu, herkesin herkesi tanıdığı, tanımasa da bildiği samimi ortam.
Son olarak da resmi olmayan ama gayet net bir hiyeraşi.
İlk olarak bu yüce ideolojiye inanırız, dini daha iyi yaşamak isteriz. Hayatımızı dine veya ideolojiye adamak isteriz.
Sonra o cesur lidere bağlılığımız ve hayranlığımız bizi tarikata çeker. Dini tarikatlarda  o tarikatın kurucusunu adı insanları çeker. Siyasi tarikatlar da genelde lideri ölmeden iktidar göremezse ya dağılır gider, ya da siyasetin içinde sıradanlaşır.
Üçüncü sebep, en yaygın sebeptir, tarikat üyeleri çoğunlukla bunu inkar etse de. İnsanlar genel anlamda sosyolojide birincil denen, halk arasında senli-benli dediğimiz ilişkileri severler. Bu ilişkiler özellikle fakirleri ve düşük eğitimlileri kendilerine çeker.
birincil iliÅŸkiler ile ilgili görsel sonucuFakir insanlar, birincil ilişkilerin olduğu senli-benli ortamlarda kendilerini daha rahat hissederler ve böylesi ilişkileri, fakirlikle mücadelenin, resmi sınav, muamele ve merasimleri aşmanın bir yolu olarak görürler. Rica ile alınan borcu, bin bir türlü  resmi işlem ve ipotekle alınan borca tercih ederler.
Bir diğer konu da yetim ya da yeterince aile saadeti tadamamış, para açıdan zengin de olsa (ki bu kişilerin çoğu işsiz ya da alkolik babalar ve benzeri sebeplerden fakir kişilerdir), duygusal açıdan fakir kişilerin, aile içi birincil ilişki tadını tarikat oluşumlarında bulmasıdır. İlk öğretimi yatılı okumuş, liseyi de pansiyonda okuyan bir öğrencim ile, başka bir öğretmen arasında şöyle bir diyalog gelişmiş.
Öğretmen arkadaş, çocuk yetiştirmenin zorluğundan dert yanıyormuş, öğrenciler de, bu kadar zor olmadığını söylüyormuş.Sonra arkadaş, bombayı patlatmış:
-Sizin ana babalarınız ki gibi ana-babalıkta ne var, yatılı okula bırak, git. Çocuklar bir kaç gün bu sözleri tartışmış.
Laf aramıza öğretmen arkadaş sonuna  kadar haklı. Pek çok aile, çocuk yükünden böyle kurtuluyor, çocuklarda onlardan.
Tarikatların bu samimi, aileye benzeyen, yardımsever havası, kocaman bir yalandır. Çünkü tarikat, bu yardımları sizden fazlası ile alır. Borç için faiz almaz görünür ama size borç vermenin karşılığını, en ala bankacı, hatta tefeci faizinden daha fazla alır.
Son olarak hiyerarşi; hiyerarşinin insanlar için garip bir çekiciliği vardır ki bu bence insanların  özlerinde eşitlikçi olmadıklarının ispatıdır.  hiyerarÅŸi ile ilgili görsel sonucu
İnsanlar hiyerarşide yükselme fırsatları görür. Yetenekleri ile üst mevkilere gelebilecektir artık.
Tarikatların kariyer imkanları da yalancıdır. Tarikatlarda bir kişi ancak ya tarikatın üst mevkilerinden birilerinin çocuğuysa, ya da tarikat dışındaki işinde de zengin veya üst mevkide ise kariyerinde yükselir.
Sıradan bir genç, özelikle ilk iki  yıl,yalancı bir kariyer edinir. Mesela üç ay sonra yeni gelenlere bir şeyler öğretir falan.
Bu son sebep,  zenginleri ve ünlüleri (genelde de az ünlüleri ya da şöhret yolunun başındakileri) kendisine çeker.
Bu sebeplerden ilki, en önemlisidir. Tarikatın kutsalı, kağıt üzerinde de olsa var olmalıdır. Yoksa tarikat, çeteye döner.
Aslında her tarikat, biraz çetedir.

5 Temmuz 2019 Cuma

FAŞİZMİN DEĞİŞİK DAVRANIŞ BİÇİMLERİ 3: KENDİNİ İNKAR (Hindistan cevizleri)

hindistan cevizi ile ilgili görsel sonucuFaşizm o kadar güçlü propaganda yapar ki, bazen kişi, kendisine düşman olmaya başlayabilir. Bazen de ötekileşen birey, kendini saklama çabası içine girer. Pek çok kere de bulunduğu azınlık konumundan kurtulmak ister.
Konfiçyüs'ün dediği gibi, bir kölenin hayali, bir gün özgür olmaktan çok; kendisinin de bir gün köle sahibi olmasıdır. Pek çok insanda ayrıma uğrarken, bir gün kendisinin de ayrıma uğratan olacağı günlerin gelmesi hayalini kurar. Bir gün o da başkalarına karşı faşizm yapacaktır ama ne zaman?
Gurbetçi, Almanya'dan Türkiye'ye  döndüğünde Alevi ve Kürt düşmanlığı yapar. Yaşadığı o ırkçı aşağılanmayı böyle telafi eder. Yahudi veya Ermeni de kendi devletini kurar, kendi devletine göç etmeye çalışır, olmazsa kendi devletini kurmaya çabalar.
Kuramazsa faşistlik yapamaya tek yolu güçlü, egemenin etnik grubundan olmak veya görünmektir.
Pek çok ünlü nazinin aslında ya da bir kaç nesil önce Yahudi olduğu iddia edilir ki, doğru olabilir.
Üniversite de okuduğum yıllarda, çok güçlüydü. Sonraki yıllarda üniversitelerde ülkücülerin gücü azaltıldı.ülkücüler ile ilgili görsel sonucu
Bu yıllarda üniversiteler, ülkücüden geçilmezdi. Zamanla bu ülkücü ya da ülkücü geçinenlerin çoğunun Alevi, Kürt vs olduğunu öğrendim. Pek çoğunun faşistliği, üniversite zamanı ile sınırlıydı.
Bu döneme ait anlatılacak pek çok anım var. Oysa asıl anlatmam gerekeni öğretmenken yaşadım.
Arda ( gerçek adı bu, soy adını yazmayacağım) Kürt'tü, halası okulda öğretmendi, bir kuzeni de aynı okulda öğretmendi. Hem halası, hem de kız olan kuzeninin iki lafından biri, biz Kürt'üzdü. Nüfus kütüğünün olduğu ilçede HDP'nin oy oranı %90'ın üzerindeydi.
Kendisi ise ortalıkta Ülkücülük yapıyor,  özellikle yatılı kalan öğrencilere (okulun üçte ikisi yatılıydı) zulüm eden teşkilatın köpekliğini yapıyordu.
Kendisi, muhtemelen evin içinde Kürtçe konuştuğu halde, benim Kürtlüğüme laf etmişti. Hatta bir kere de bana Atıl Kürt demişti.
Sonra ilçedeki Kürtlerin, daha doğrusu erkeklerinin lise yıllarında böyle yaşadıklarını öğrendim.  İlçedeki yatılı okulun puanı gayet düşüktü (sonradan fen lisesi olunca yükseldi) ve ilçeden de pek çok kişi bu okulu kolayca kazanıyordu.
Okulda ise, üniversitelerden yıllar önce kaldırılan Ülkücü teşkilat yerinde duruyordu. Yeni müdür teşkilatı kaldırmak istiyordu ama bir kaç eski öğretmen koruyordu.
Biröğrencmden, aynı teşkiların daha vahşi olanının, başka bir ilçede yatılı okulda aynen durduğunu ve o ilçeden bu yüzden kaçtığını söyledi. Bu okulda ve ilçede Kürtler çok olduğundan, teşkilatta bu kadar vahşi değildi.
Kasabada Kürtler ise, lise yıllarını sırf bir kaç öğretmene yaranmak için pansiyonda kalan Kürtlere düşmanlık yapıyorlardı.
gayrımüslim milletvekilleri demokrat parti ile ilgili görsel sonucuBu duruma yabancı değildim, doksanlarda çoğu üniversitede, özellikle büyük şehirlerde olmayanlarda, benzer bir durum vardı. Üniversitelerdeki Ülkücü egemenliği nedeniyle pek çok kişi okul zamanı Ülkücü oluyordu.
Mezun olduktan sonra da benzer durumda pek çok kişiyle karşılaştım. Bazı Aleviler,sağcılardan daha sağcı oluyor, namaza-oruca Sünnilerden daha çok dikkat ediyorlardı.
Böyle kişiliksizler ya da bozuk kişilikli insanlar,, her toplumda bulunabilir. Rauf Denktaş, Kıbrıs Barış Harekatı öncesi Kıbrıs Rumları arasında, çoğu Rum ailelere damat olmuş, böylesi TÜRK UZMANLARINDAN bahseder.
Böylesi dönekler,  her ötekileşmiş toplumda olabilir. Hatta Amerika'da siyahiler, böylelerine Hindistan cevizi, Kızılderililer elma derlermiş, içi başka, dışı başka renkte anlamda.
Gene bu dönekler, kendilerini inkar edenler, faşizan partilerin faşizmini inkar bahanesi olur. 6-7 Eylül olaylarının mimari Demokrat Partinin de gayrı müslüm milletvekilleri vardı ve 6-7 Eylül 1955'den sonra da oldu.
Hatta MHP'nin kurucu üyelerinden biri, Levon Debağyan adında bir Ermenidir.
Kendini inkar edenler, faşimin beşinci koludur.
levon dabağyan ile ilgili görsel sonucu

1 Temmuz 2019 Pazartesi

TARİKAT NEDİR-1? TARİKATLAR KİMLERCE YÖNETİLİR?

Tarikat Nedir Tarikatlar Kimlerce Yönetilir
Tarikat yol, gidilen yön demektir. Genelde günlük dilde, dini gruplar ve mezhepten daha küçük dini gruplaşmalara denir. Amerikalı sosyologlar ise,  (lisansta okumuştum, İnternetten bulamadım sosyologların isimlerini, özür dilerim) tarikatı bir örgütlenme biçimi olarak görür.
Şimdi, lise sosyoloji kitaplarında, Alman Sosyolog Ferdinand Tönnies'in cemaat-cemiyet ayrımı vardır. Cemiyet, genelde şehir toplumu, sizli-bizli konuşan, ilişkilerin resmi işlemlerle yapıldığı toplumlardır. Cemaat ise, samimi, senli benli ve işlemlerin gayrı resmi olduğu toplumlardır. Cemiyetler genelde şehirler, cemaatler ise köylerdir. 
ferdinand tönnies ile ilgili görsel sonucuTarikat ise, hem insanların genelde yüz yüze ilişkiler kurduğu (yani cemaat olduğu), hem de  bir hiyerarşinin olduğu topluluklardır. Bu hiyerarşi belirgin değildir. Zira tarikatlar bürokratik örgütlenme değildir.
İnsanları böyle gayrı resmi olarak böyle bir örgüte bağlamanın yolu, yüce  bir amaca yönlendirmektir. . Bu sebeple çoğu kez tarikat örgütlenmesi, din merkezli olur. Amerikalı sosyologlar ise, Rus Bolşevik Partisi ve Nazileri de bir tarikat gibi değerlendirir. Gene bu bağlamda DHKP-C, PKK gibi terör örgütleri de bir tarikattır. Burada ulvi amaç din değilse bile, din kadar yüceltilmiş siyasi bir hedeftir.
Tarikatlar, senli-benli samini ortam, yani Tönniesçi cemaat yapılarından dolayı nispeten küçük gruplardır. Örneğin Bolşevikler Rusya'da devrim yaptıklarında (Bizzat Lenin'in dediğine göre) yüz milyonluk Rusya'da 16 bin 3 yüz kişiydiler. Nazi partisinin ise, hiç bir zaman 37 binden fazla asil üyesi olmamıştı. Castro, Küba'da seksen üç, Sandilistler Nikaragua'da üç yüz kişi ile devrim yaptı.
Tarikat büyüdükçe, hedefine ulaşması zorlaşır. Zira tarikatın büyümesi, (eğer hedefine günler kalmadı ise) genelde tarikattan beslenenler yüzündendir. Mesela 12 Eylül 1980 darbesi olduğunda Türkiye'de sırf Dev-Yol'un (en büyük sol örgüttü) beş yüzden fazla üye ve sempatizanı vardı. 17-25 Aralık öncesi ülkemizin neredeyse en az yüzde on- on beşi , Fetö'nün üyesiydi Çarşıya çıktığınızda esnaflar, Zaman gazetesini gözünüze sokardı. Bürokraside ilerlemenin yolu Fetöcü olmaktan geçiyordu.
Benzer şekilde Dev-Yol'da, özellikle büyük şehirde gecekondu üreten arazi mafyasına dönmüştü. Dev-Yolcu ve Dev-Genç'lilerin, Özgürlük, 1 Mayıs, Devrim gibi adlar verdiği mahalleler, darbeden sonra Kenan Evren, 19 Mayıs gibi adlar aldı.  Daha sonra o gecekondu sahipleri, imar afları ile tapularını alıp,  sonraları da sağcı burjuva oldu.
Bu yenilgilere rağmen tarikat oluşumları kolay kolay ölmez. Tarikatlardan dağılanlar, gene aynı amaçlar altında tekrar birleşebilir. Nitekim  Dev-Yol'un içinden önce Dev-Sol, şimdi de DHKP-C  çıkmıştır.
15 Temmuz yenilgisi hatta Fetullah Gülenn'in ölümü ve hatta (zerre kadar olacağına inanmasam da ) iadesi ihtimaline rağmen şu anki Fetö örgütünden çıkacak parçaların, yeniden örgütlenemeyeceğini sanmak, saflıktır.
Kaldı ki Fetö'de, Said-i Nursi'nin örgütünün yeniden düzenlenmiş halidir. Risale-i Nur denen, Fetöcüler dahil tüm Nurcuların Kurandan daha öncelikli olarak danıştığı (yazıcı Nurcuların erkekleri bu yazıları elleri ile yazarlar)kitapta yazılanlarla, Fetullah Gülen'in yazdıkları arasında ciddi bir fark yoktur.
Tarikatların hiyeraşisinin tepesinde, çok kutsal (tarikat ustası,şeyh,şıh, başbuğ, önder) lider bulunur ve bu kişi ölünce de, genelde yerine daha karizma kişi geçmez. Örgütlenme parçalanır, değişik yollara sapar ve güç kaybeder.
Said-i Nursi'nin 1960 yılında ölümünden sonra da öyle olur. Önce okuyucular-yazıcılar diye ve daha sonra da bir sürü parçaya ayrılır cemaati.
Fakat her ne hikmetse, 1974 Kıbrıs harekatından sonra birdenbire İzmir'de emekliliği yaklaşmış bir vaiz dikkat çeker. Said-i Nursi'nin izinden giden bu vaizin nedense bazıları zengin pek çok seveni olur ve sonrasını biliyorsunuz.
Peki bütün bunları emekli, ilkokul beşi bitirmiş bir vaiz mi başarmıştır?
Şimdi bu konuda biraz da kendi anılarımdan örnek vereceğim.
Kırıkkale'ye tayinim çıktıktan sonra genelde hafta sonlarımı Ankara'da geçiriyordum. Bu arada Kızılay'da, Yüksel caddesindeki ilanlardan kendime bir meşgale buldum. Kendilerine Aktif Felsefe de diyen Yeni Yüksektepe derneğinin kurslarına gidip, gelmeye başladım.yeni yüksektepe ile ilgili görsel sonucu
Kurslar başlarda iyi gidiyordu, şimdi her ayrıntıya girmeyeceğim.İki ay kadar sonra, kurslarda hocaların astroloji burçlarından ciddi ciddi geleceğin görüldüğünü bahsetmesi ve bunun üzerine kurs vereceğini söylemesi ile bazı şeyleri eleştirmeye başladım.
Mesela neden materyalist felsefe ret ediliyordu? Oysa kendileri her hangi bir dine bağlı değillerdi (Ramazan'da sadece bir tane oruçlu vardı). Platon'un insan hayatını 7'li dönemlere bölen bazı tuhaf materyalist söylemleri ön plana çıkarken; onun matematiğe verdiği önem yoktu. Buda ve Hint destanları da benzer şekilde eksik anlatılmıştı.
madam blavatsky ile ilgili görsel sonucuSonra Madam Blavatsky'e konu geldi. Kendisi Avrupa tarihinde bayağı meşhur birisi.  Sherlock Holmes'in yazarı Arthur Conan Doyle ve Ulyesses'in yazarı James Joyce gibi meşhur müritleri var. (Unutmadan, tarikatlar büyümek ve halka şirin gözükmek için ünlü ve yarı ünlüleri sık sık kullanır) On altı yaşında iken, elli beş yaşında bir generalle evlendirilmek isteyince Rusya'dan kaçmış bir Rus soylu kadını. Sonradan da birazcık keçileri kaçırıyor. Hindistan, Tibet, Mısır gibi ülkelere geziler yapıyor. Bilmediği ve kayıp kitaplardan bilgiler aktarıyor falan filan.
Türkiye'ye önce ispirtizmacılar diye giriyorlar. Halide Edip Adıvar'ın bazı romanlarında ve Saatleri Ayarlama enstitüünde adı geçiyr.
Beni dernekten asıl uzaklaştıran olay ise, dernekteki tüm Türkleri yıllardır derneğe para vermesi ve ders almasıydı. On küsur yıldır ders alıyordunuz ve ders almayanlar sadece derneği yöneten iki tane İspanyol'du. Biri Antonyo hoca dedikleri ki derneği, daha doğrusu  derneğin Türkiye ayağının kurucusuydu. Onu hiç görmedim. Diğeri de Maria hoca dedikleri elli yaşının kesin üzerinde, süs köpeği olan bir kadındı.
Ayrıca not, bu tarikat örgütlenmesi ile ilgili daha sonra fazlaca yazmayı düşünmekteyim.
Neyse bu Yeni Yüksektepe, aslında New Akropolis denenen uluslar arası bir örgütlenmenin Türkiye ayağıydı. Derneği zamanında Ankara'da ki diplomatik temsilciliklerde çalışanlar kurup, tanıdıkları Türkleri de üye yapmış.
  Kurstaki diğer kişiler de, aslında Yüksektepeyi bilen, eş-dost edinmiş kişilerdi.
Dernekten ayrıldıktan sonra şimdilerde  kapanan Tempo dergisi, Sokrates tarikatı diye olayı haber yaptı. Ben de dergideki bir çalışana bildiklerimi anlattım.
Şimdi gelelim bu olayı niye anlattığımıa.
15 Temmuz darbesinden sonra tutuklu kalması olay olan ve A.BD başkanını kutsuyacakken, iki duayı ezberinden okuyamayan Rahip Bronson bana Antonyo hocayı hatırlattı.
Aslına Yeni Yüksektepe (halen açıktır) doğrudan Antonyo hoca dedikleri İspanyol'un  ve başka bir kaç yabancının denetimindeydi. Fetö de tahminim, bu Rahip ve benzerinin denetimindeydi.
Tıpkı kurtuluş savaşında bazı tarikatları yöneten ve Nutuk'ta adı uzunca geçen İngiliz Rahip Frau gibi.
Sadece Fetö değil. Mesela Adnan hocacılar, Evrim karşıtı tüm söylemlerini Evahjelistlerden almıştı. Evrenosoğlu ve Işıkçıların lideri Mücahit Ören (Evren Ören'in oğlu) hali hazırda Amerikan vatandaşıdır.
Ölen fesli şahısta, Nakşibendiliğin Kıbrısi koluna mensuptur ki, o tarikat,İngiliz kraliyet ailesinin gizli Müslüman olduğuna inanır. Şu anki şeyhleri de Amerika'da yaşamaktadır.
rahip frew ile ilgili görsel sonucuTarikatların Atatürk düşmanı, Yunan asıllı, İngiliz profesörü de geçenlere nasıl alkışladıkları unutulmamalıdır.
15 temmuzdan sonra Fetö'nün siyasi ayağı, ne iktidar, ne de muhalefet kanadından araştırılmamıştır. İktidar, muhalefeti sadece şuçlamaktadır. Çünkü muhtemel bir soruşturma, muhalifleri koruyan iktidar tarafının da soruşturulması anlamına gelmektedir ve bu da iktidarın işine gelmez.
Fetö'nün soruşturulmayan diğer ayağı da, tarikatlar ayağıdır. Fetö'nün diğer tarikatları boş bıraktığını sanmayın.
15 Temmuzda yenilmiş olabilirler. 1922'dede yenilmişlerdi. Düşman da, hainler de vazgeçmez. Said  Mollalar, Fetullah Gülen olarak tekrar geri gelebileceği gibi, rahip Frau'lar da, Rahip Bronson olur.

21 Haziran 2019 Cuma

FAŞİZM'İN FARKLI DAVRANIŞ BİÇİMLERİ-2 (İKİYÜZLÜLÜK)

Ä°lgili resimİşi bitene kadar iyi davranmak ve tuzak kurmak: 8 Eylül 2015'de Beypazarı'nda Kürtlere seri saldırılar oldu. 1988-89 yıllarından beri ilçeye ara ara göç ederek yerleşmiş, çoğunlukla Mardin ve Diyarbakır'lı olan bu halk, bir günde evlerinden edildi. 
Olayların görünüşte iki nedeni vardı. Biri dağlıca baskını, diğeri de Kürtlerin genel seçimlerde artık  iktidar partisine oy vermemesiydi. Oysa gerçek başkaydı.
O başka gerçek, bir kaç gün sonra ilçeye gelen Suriyelilerle ortaya çıktı. O zamanlarda Beypazarı civarında temel tarım ürünü olan havucu toplamak üzere yerleştirilmişti . O zamanlar bu iş işin gündeliğe 60 lira (dolar 2 tl civarıydı o zamanlar, gene de küçük paraydı) alıyordu. Mesele para değildi. Kürtler, bu düşük ücretlere rağmen Beypazarı'nda ev ve dükkan sahibi olmuştu. 
Faşizmin affedemeyeceği şey işte budur.
Tanıdığım hemen her Maraşlı, 1978'deki katliamın sebebinin, Alevilerin, özellikle de Pazarcıklıların ev ve dükkan sahibi olmasını açıkça söylerler.
Maraş olayları demişken; O olaylarla ilgili olarak kurbanların anıları okurken,  hemen herkesin,  çok güvendikleri bir Sünni komşusunun ihanetine uğramıştı. Bunu en son İrfan Değirmenci'nin, bir uyuyup, uyanalım romanında okurken zihnimde bir aydınlanma anı oldu.
O zamana kadar ben, her gittiğim yerdeki Ülkücülerin ve diğer sağcıların, Alevi olduğumu öğrenince ayrıca bana yakınlık kurmalarını hep iyiye yormuştum. Romanda da, katliam gününe kadar Alevilerle anlaşan, hatta iyice yakınlaşan Ülkücülerden bahsediyordu.
O an birdenbire içime bir ürperti geldi. Acaba hepsi vuracakları o hassas anı mı bekliyordu? Ya da yukarıdan emir gelmesi mi gerekiyordu?
Fatsa olaylarında, askere ve polislere rehberlik yapan Ülkücüler,  Terzi Fikri'nn yakın arkadaşlarıydı. Nikos Samson'da Kıbrıs'ta Türk köylerine, elinde Türk bayrağıyla ve sizi kurtarmaya geldim diye seslenerek vuruyordu. nikos sampson ile ilgili görsel sonucu
Çözüm süreci zamanında Mehmet Ağar'ı hapse atan iktidar, bu gün onun oğlunu kendi partisinden milletvekili yapmıştır.
Faşizmin bu iki yüzlülüğü istatistiklere ve hatta sosyoloji teorilerine bile girmiştir. Amerika'da bile, siyahilere saldırlar ile pamuk rekoltesi arasında doğrudan ilişki vardır.
Amerikalı sosyologlar, hizmet sektörü çalışanları arasında önce ırkçılık araştırması yapmış, sonra da Amerikalıların hoşlanmadığı zenci, çekik gözlü (Asyalı), Latin vb müşteri gönderir. Çok az kişi, ankette ifade ettiği ırkçılığı müşterilerine göstermiştir.
İlk atandığım ilçenin bir özelliği de çoğunlukla giden memuru ezerek ve hatta jandarma astsubayı ise döverek göndermesiydi. İlçenin halk eğitim merkezi müdürü, her eğitim yılı sonunda il merkezinden geçici görevle gelen öğretmeni aşağılayarak gönderirdi. Eğer il merkezi ya da o dönemim (2002 öncesi)
Bendeniz bu kötü muameleyi, dayak değil ama kötü davranış anlamında, lojmanı paylaştığım, açık faşist ev arkadaşımdan gördüm.
Beni dövmemelerinin sebebi, o sıralarda biri astsubay, biri de ücretli öğretmen olmak üzere memur dövmekle ilgili sicillerinin kabarık olmasıydı.
İlçeye de ilk geldiğinizde, bildik Anadolu misafirperverliği görürdünüz, hatta çoğu kez son ana kadar öyle görürdünüz.
Bunun istisnası genelde genelde torpil dediğimiz üst düzey yakını sayesinde ilçeden gidenler ya da ilçedeki DYP-ANAP çekişmesine çok açık taraf tutup, çevre edinenler. Mesela okulun ben gelmeden evvel çalışmış öğretmenlerinden biri, oy vermek için bir günlüğüne ilçeye gelmişti. Lakin onun gibiler çok azdı. Genelde ayrılmaya yakın ya dayak yiyordunuz, ya da bir şekilde sizi aşağılıyorlardı.
Faşizmin iki yüzlülüğünü kendi aşk yaşantımda da gördüm. Yıllar önce türbanlı bir sevgilim vardı ve çevremdeki insanlar ona, benim hakkımda inanılmaz şeyler anlatıyorlardı. Gene aynı kişiler, beni oradaki bazı kızlarla evlendirmek istiyorlar ve bana çöpçatanlık yapmak istiyorlardı.
Olay şuydu ki Esra, hem genç ve güzel, hem de kadrolu devlet memuruydu. Beni ise, yaşı bayağı ileri ve ücretli-sözleşmeli ya da ev kızı ile evlendirme çabaları vardı. Zira  devletten aldığım düzenli maaş, heba olmamalıydı. Bu yüzden her ne kadar beni, Esra'ya kötülüyordu iseler de, yüzüme bir şey diyen yoktu.
Hayatım boyunca zengin biri olmadığım gibi, öyle fazlaca bir yoksulluk da çekmedim. Biraz da bu yüzden olsa gerek, öyle çok fazla açık faşizme maruz kalmadım. Esra olayına kadar da kendimi azınlık hissetmedim. Esra olayından sonra da azınlık olma duygusundan kurtulamadım.
Hitler'in iktidara gelmesine, bazı süper zengin Yahudilerin yardım ettiği söylenir ki, buna inanırım. Kimse süper zengini bırakın, birazcık serveti olan birisine bile kolay kolay hakaret etmez. Onlar da, Hitler'in daha önceki antisemitist siyasiler gibi bunun da birazcık yağma ve tecavüz, bolca da ülkeden atma ile sona ereceği ve varlıklı Yahudilerin biraz para kaybetme ile (daha sonra çok daha fazlasını kazanmak üzere) kendini kurtaracağını sanmışlardı. Ya da en azından Nazizmin sınırlarının Almanya ile sınırlı olacağını, Versay antlaşmaları ile iyice budanmış  Almanya'nın tüm Avrupayı yakacağını da hesap edememişlerdi. Hitler de onları ferahlatacak bir şeyler demiş olabilir.
Faşizan partiler, azınlık oyunu ve   desteğini alabilmek adına çözüm süreçleri üretirmiş gibi yapıp, o topluluğun politik önderlerini de satın alabilirler. O azınlığın çok olduğu yerde seçimi kazanmak için veya daha demokrat görünmek için, azınlık üyelerinden vekil, hatta bakan yapabilir.
Nitekim 6-7 Eylülü planlayan Demokrat patinin onlarca gayrı müslüm milletvekili vardı. Seksenlerde ve doksanlara Yunanistan'ın Batı Trakya'da Türk milletvekilleri olurdu. Yunanistan, Batı Trakyayı Gürcistan ve Rusya'dan aldığı göçmenlerle doldurdu, Türkler ise Almanya'ta, ülkedeki en ağır sanayi olan gemi söküm işinde çalışmaya gitti. Şu anda da Yunanistan'da hiç bir parti Türkleri aday göstermiyor.   mansur yavaÅŸ beypazarında neler yaptı ile ilgili görsel sonucu
Faşizan iki yüzlülüğü son olarak faşizmin kendi içinden göstereyim. Mansur Yavaş, ömrü boyunca Ülkücü siyasetin içinde oldu ve sonunda Beypazarı'nda uzun süre başarılı belediye başkanlığı yaptı. Sonra Ankara büyükşehir belediye başkalığına adayı olmak istedi. Devlet Bahçeli'de, muhtemelen kendisine rakip olur düşüncesi ile engel olak istedi.
İşte burada nedense Yavaş'ın Makedonya göçmeni olduğu lafı dolaştı. Bunda ne vardı? Pek çok Balkan göçmeni MHP'nin içindeydi. Ardından da Yavaş'ın Bektaşi-Alevi olduğu iddia edildi.
Yavaş'ın belki bir kaç nesil ataları öyleydi. Oysa Yavaş, Beypazarı'nda cadde, sokak ve parklara, Ülkücü önderlerin ve yazarların adlarını vermişti.
Not: Tam da yazıyı bitirmek üzereyken, teröristbaşının mektunun devletin resmi ajansı Anadolu Ajansı yayımladı. Bu da başka türlü bir BEKA sorunu.

18 Haziran 2019 Salı

EĞİTİMDE BAKOLARYA-ÖZEL OKUL-İMAM HATİP ÇEKİŞMESİ

Eğitimde Bakolarya Özel Okul İmam Hatip Çekişmesi
Ülkemizde malum, en sık değişen şey, eğitim sistemi. O kadar sık değişiyor ki, artık bir sistemsizlik  sistemine dönmüş durumda. O kadar sık değişiyor ki, öğrenmeye üşeniyorum. Zira öğrenip de,öğrencilerime anlatana kadar gene değişiyor. 20 yıllık öğretmenim, her şeyin değişmeden  aynı kaldığı iki yılı hatırlamıyorum.
Bu seferki sistem değikliğine gelen bir yorum dikkatimi çekti. Dinci-bakolarya karışımı diyorlardı. Bunun nedenini düşünürken, ilk atandığında çok övülen bakanımızın, özel okul sahibi olduğu aklıma geldi.
Pek çok kişiden, özel okul-eğitim piyasasının krizde olduğu dedikodusunu duyuyorum. Eğitimin bizzat içinde olan biri olarak söylemeliyim ki, İmam Hatip-Hafızlık ve dershane dayatmasının esas sebebi, velileri özel okula sevk etmek. Pek çok  veli ve pek çok da öğrenci, imam hatip istemediği için, özel okulu tercih ediyor.
İmam hatip istememenin tek sebebi solculuk veya Atatürkçülük değil. Yeni nesil gençler, flört etmek, keyfince yaşamak ve muhafazakar baskılardan uzak kalmak istiyor. Pek çok AKP destekçisi tarikatın anladığı din, din kültürü dersinde öğretilenlerden farklı vs vs.
Bir de pek çok okul, aileleri tatmin edecek kadar test çözme, ekstra ders hizmeti sunamıyor Pek çok aile de son sınıfta çocuklarını dershanelere yazdırıyor.
Buna rağmen sektör, dışarı belli etmek istemese de krizde. Zira son bir kaç yılda pek çok özel okul açıldı, ülkede çocuğunu özel okula gönderecek kadar mali durumu yeterli aile sayısı az ve Türk halkının kafasında halen eğitim, devletin işi.
Türkiye'de adettir, önce yurt içi için üretim yapılır, tercihen de senden alışveriş etmek zorunda kalan halka satış yaparsın. İç piyasa tükenince de ihracata karar verirsin. Şimdi, benim tahminim (yanılma ihtimalim var, çok emin değilim), krize giren ve iç piyasanın öyle heyecan verici büyüklükte olmadığını keşfeden sektör, üniversiteler gibi dış ülkelere açıldı.

Y.Ö.K (Yüksek öğrenim kurumu) malumunuz, bir kaç hafta kadar önce üniversiteler için yabancı öğrenci üst sınırını kaldırdı zira pek çok üniversite artık öğrenci bulamıyor. Son bedelli askerlik yasasından sonra (adına vakıf denen) özel üniversitelerde yüksek lisans başvuruları %80 (yüzde seksen) azalmış.  Pek çok taşra üniversitesinde öğrencisizlikten kapanan bölümler var. Bu yüzden üniversiteler yabancı öğrencilere kapılarını sonuna kadar açtı.
Liselerde de benzer durum var ve orta öğretimde uluslar arası standardın yolu bakolaryadan geçiyor. Tabi ki de okul, kendi kararı ile bakolaryaya geçebilir. Pek çok devlet okulu bunu yaptı. Lakin yabancı öğrencilerin sektöre gelişi ancak bakolaryanın tüm eğitim sistemine yayılması  ile mümkün.
Bakolarya ve ders programları işin sadece bir yönü. 
Asıl mesele din dersleri. Ülkemize Avrupa'dan öğrenci gelmez. Gelirse Müslüman ülkelerden (özellikle Arap) gelir. Sıkıntı şu ki, onların anladığı İslam ile, bizdeki İslam arasında dağlar kadar fark var. Bu yüzden de din dersi, din1-din2 diye2'e ayrılmış ve galiba din2 Türkler için olacak.
Asıl mesele bu öğrenciler gelince başlayacak. Şu an ülkemizde mülteci ve kaçak-düzensiz göçmez Arap-Afganlı-Paki nüfus yüzünden artan yabancı düşmanlığı ve ateizm; bu öğrenciler okulları doldurunca azalmayacak.
Üzerine de pek çok şey, bu  yabancılar uğruna değiştiğinde de artacak. Mesela 90'larda üniversitelerde Ülkücüler çok güçlü ve kalabalıktı. (Halen de Ülkücüler var demeyin, doksanların yüzde biri bile değiller) İki binli yıllar boyunca budandılar. En son Akdeniz üniversitesinde alnı zülfikar dövmeli (kendisi tabi ki Alevi falan olmayan) bir manyağın öncülüğünde çıkan olaylar da köklerine kibrit suyu döktü. Akp Ülkücüleri kamu yönetiminden (müdür,şef vb orta derece yöneticiler arasında Ülkücülük yaygındı), esnaflıktan ve pek çok alandan azalttı, hatta attı.
Ülkücülük üniversitelerden azaltılma, hatta atılma sebebi, öğrencilerin okulu bırakmalarına sebep olmalarıydı (Özellikle Alevi ve Kürt olanların.)Üniversite mezunu olmak eski çekiciliğini yitirince, Ülkcülerin bu özellikleri göze battı. Birilerin orucuna, içkisine, kız-erkek arkadaşlığına, söylediği türküsüne, giyimine karışan bu oluşum; o çok sevdikleri orta Asyalılarla bile anlaşamaz oldu. Ülkücülerin bir yerde çok ya da güçlü olması, yabancı öğrencileri de kaçırır oldu. Sonrasında da Ülkücülük önce özel üniversitelerden (Bilkent'in meşhur ata-Alparslan Türkeş'in Askerleri) başlatılarak azaltıldı.
Şimdi aynı durum liseler için geçerli. Bu sadece yabancı öğrenci için değil, bir bütün olarak lise gençliğinde Ülkücülüğün azaltılması demektir ki, Ülkücülükte son yıllarda sadece liselilere ait bir etkinlik olarak kaldı, buradan da atılırsa küçük ortak MHP ne tepki verecek acaba?
Bir de diğer sorunlar var. Son yıllarda öğretmenin öğrenci üzerindeki otoritesi giderek azaltıldı. Bir de Ülkücüler ve diğer grupların aksan baskısı azaltılınca AKP, eğitim yolu ile vermek istediği muhafazakarlığı öğrencilere zaten vermekte zorlanırlarken,  bu sefer tamamen vazgeçecek.
Diğer yandan ülkemize batıdan, Avrupa'dan öğrenci gelmeyecek. Arap ve İslam ülkelerinden gelenlerde, ülkelerindeki muhafazakar, din eksenli kültürden uzaklaşmak için gerekecek.
Bu bakolarya yorumları üzerine yaptığım akıl yürütmeler bunlar.  Özel okullar bu reformlara kadar dayanır ya da milli eğitim bu reformlara ne kadar dayanır, onu da pek bilemiyorum.