2019'un ilk altı ayında sinemaya giden sayısı, geçen senenin aynı dönemine göre %45 azalmış.
Gayet normal. Hem sinema fiyatları yüksek, üzerine bir de 45 dakika reklam izleyeceksiniz, üzerine de cips-mısır falan hem pahallı olacak, hem de onu katır-kutur yiyenlerle beraber film izlemeye çalışacaksınız... Bu internet çağında hiç akıllıca değil.
Üstelik o sinemada satıldığı için pahallı cipsleri 4-5 ayrı sosla ve tepsi gibi plastik kapla ve sinemada satıldığı için pahallı kolalarla yiyorlar. Yanan cep telefonları da cabası.
Bu sene Mars ve Cinemaksimum denen ve Koreli milyardere satılan tekel oluşumları da her türlü indirimi kaldırdı. Bu tekelden uzun süredir faydalanmış Cem Yılmaz ve BKM ise fazla film üretmeyip, olanı da Netflix ve benzeri platformlara satarak, bu bitişe katkıda bulundu.
Geri toparlanabilir mi, ne zaman toparlanır, belli olmaz. Ben de uzun süredir sinemaya gitmeyerek bu azalışa katkıda bulunuyorum.
İzleyeli epey oldu ama 2014 yapımı Mısır adası filmini anlatmak istiyorum.
Baştan söyleyeyim, bolca sploier var. Gerçi film, çok ağır gidiyor. Film boyunca mısırların büyümesini bile görüyorsunuz.
Film, bir Gürcü filmi, hatta Gürcistan'ın 2015 en iyi film oskar adayı. Oysa başrol oyuncusu çok tanıdık, İlyas Salman. Yardımcı rollerden birinde de Tamer Levent var.
İlyas Salman, iyice esmerleşmiş, kırışmış teni ve bembeyaz saçı-sakalı ile önceki filmlerdeki haline hiç benzemiyor. Hatta bilmeden izlerseniz, bu adam da sanki İlyas Salman'a benziyor diyebilirsiniz.
Filmde baş rolü oynayan Salman, hayatının oyunculuğunu ortaya koyuyor. Öyle ki bir ara Stendal sendromuna yakalandım sandım.
(Stendhal sendromu: Bir sanat eseri karşısında hayranlıktan histeri nöbeti geçirmek.Ünlü yazar Stendhal 'den adını almıştır.)
Film, Gürcistan ve Kafkasya'da yazın ortaya çıkan, sonbaharda da seller yüzünden kaybolan adalardan birinde geçiyor ve gerçekten de bu adalarda mısır tarımı yapılıyor. Filmde Salman, böyle bir adaya, kız torunuyla geliyor.
Sonra epey ağır işleyen bir süreç.Salman ve torunu adaya küçük bir ev yapıyor, sonra toprağı çapalayıp, tek tek mısır tanelerini ekiyor. Mısırların büyümesini aşama aşama görüyorsunuz.
Burada filmi ne kadarlık sürede çektiklerini ve nasıl çektiklerini merak ettim. Aynı alanda sürekli yeni mısırılar mı getirdiler, yoksa mısırlar büyürken mi çektiler acaba?
Olaya aksiyon katan savaş. Tahminen Gürcistan-Abhazya iç savaşı kast ediliyor ama filmdeki üniformalar, hiç bir ordu üniformasına benzemiyor.
Adamız, savaşan iki kesimin ortasında bulunuyor. Dede İlyas Salman, nehrin bir kıyısının bir tarafa, diğerinin diğer tarafa ait olduğunu söylüyor torununa. Sonra adanın da burayı var edene ait olduğunu söylüyor.
Film, her anlamda sembolizmin dibine vuruyor. Filmde tek rahatsız edici sahne, torunun, arkadan da olsa çırılçıplak görülmesi.
Olayların sıradan akışına tek müdahale, bir esir ya da asker kaçağının yaralı bir halde adanın mısır çiftçilerine sığınması ve Taner Levent komutasında bazı askerlerin onu aramak için adaya uğramaları.
Yalnız Türkçe seslendirmede ses, İlyas Salman'ın sesi değil.
Filmin bir yerinde kızımız, sığıntı askerle şakalaşıyor, sonra dan da dedesinin öfkesini üzerine çekiyor. Bu sahnede kızın, arkadan da olsa neden çıplak gösterildiğini anlıyoruz.
Filmin finali ise, sembolizmin zirvesi gibi. Ada, bir fırtına ile sulara gömülürken, İlyas Salman ve torunu, hasat ile uğraşıyor. Adanın son kara parçası da sulara gömülürken, son mısır demeti hasat ediliyor.
Son sahneyi de spolier vermeyip, izleyenlere bırakayım sadece gene sembolizmin zirvesidir deyip, bırakıyorum.
Şöyle çok sıkıcı olmayan felsefi film isteyenlere tavsiye ediyorum.
İlyas Salman, iyice esmerleşmiş, kırışmış teni ve bembeyaz saçı-sakalı ile önceki filmlerdeki haline hiç benzemiyor. Hatta bilmeden izlerseniz, bu adam da sanki İlyas Salman'a benziyor diyebilirsiniz.
Filmde baş rolü oynayan Salman, hayatının oyunculuğunu ortaya koyuyor. Öyle ki bir ara Stendal sendromuna yakalandım sandım.
(Stendhal sendromu: Bir sanat eseri karşısında hayranlıktan histeri nöbeti geçirmek.Ünlü yazar Stendhal 'den adını almıştır.)
Film, Gürcistan ve Kafkasya'da yazın ortaya çıkan, sonbaharda da seller yüzünden kaybolan adalardan birinde geçiyor ve gerçekten de bu adalarda mısır tarımı yapılıyor. Filmde Salman, böyle bir adaya, kız torunuyla geliyor.
Sonra epey ağır işleyen bir süreç.Salman ve torunu adaya küçük bir ev yapıyor, sonra toprağı çapalayıp, tek tek mısır tanelerini ekiyor. Mısırların büyümesini aşama aşama görüyorsunuz.
Burada filmi ne kadarlık sürede çektiklerini ve nasıl çektiklerini merak ettim. Aynı alanda sürekli yeni mısırılar mı getirdiler, yoksa mısırlar büyürken mi çektiler acaba?
Adamız, savaşan iki kesimin ortasında bulunuyor. Dede İlyas Salman, nehrin bir kıyısının bir tarafa, diğerinin diğer tarafa ait olduğunu söylüyor torununa. Sonra adanın da burayı var edene ait olduğunu söylüyor.
Film, her anlamda sembolizmin dibine vuruyor. Filmde tek rahatsız edici sahne, torunun, arkadan da olsa çırılçıplak görülmesi.
Olayların sıradan akışına tek müdahale, bir esir ya da asker kaçağının yaralı bir halde adanın mısır çiftçilerine sığınması ve Taner Levent komutasında bazı askerlerin onu aramak için adaya uğramaları.
Yalnız Türkçe seslendirmede ses, İlyas Salman'ın sesi değil.
Filmin bir yerinde kızımız, sığıntı askerle şakalaşıyor, sonra dan da dedesinin öfkesini üzerine çekiyor. Bu sahnede kızın, arkadan da olsa neden çıplak gösterildiğini anlıyoruz.
Filmin finali ise, sembolizmin zirvesi gibi. Ada, bir fırtına ile sulara gömülürken, İlyas Salman ve torunu, hasat ile uğraşıyor. Adanın son kara parçası da sulara gömülürken, son mısır demeti hasat ediliyor.
Son sahneyi de spolier vermeyip, izleyenlere bırakayım sadece gene sembolizmin zirvesidir deyip, bırakıyorum.
Şöyle çok sıkıcı olmayan felsefi film isteyenlere tavsiye ediyorum.