Dinde daha önce de gözyaşı cihadı diye anlattığım olguyu, daha geniş çaplı açıklamaya çalışacağım. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2018/06/aglama-cihad-bu-deyime-ilk-defa-nevsin.html )Ağlama da, insana suçluluk duygusu yükleme yollarından biri ve en garantili olanıdır. Duyar kasan ya da suç yüklemesi yapan kişi, bunu çoğu kez ağlayarak destekler. Bunu en fazla din adamları yapar, siyasilerden daha fazla yaparlar.
Bunu hemen hemen her din yapıyor. Mesela Buda, gut hastalığından ölmüş. Her heykelinde özellikle göbekli olarak gösterilir. Kendisi aydınlanma yolunda rahatından ve zevklerinden hiç ödün vermemiştir. Buna rağmen çilekeş, inzivada sadece yağsız pirinç pilavı ve baklagillerle beslenmekte. Buda hiç bir din yada ırk mensuplarına düşman değilken, Myanmar'da Budistler Müslüman düşmanlığı yapmakta.
Dinde, din adamlarının sözde dünyadan uzak, yoksul yaşamları bana Breaking Bad dizisindeki Gustavo adlı mafya babasının sözde mütevazı ve hayırsever yaşamını aklına getiriyor. Türkiye'de her tarikatın arkasında bir kaç holding var ama sorsan Allah rızası için çabalamaktadırlar. Holdinglerin yönetim kurulu üyeleri, bayram namazlarını şeyhlerinin tripleks villalarında kılıyor. Tarikatlar, Afrika'da bir yerlerde su kuyusu açmak için halktan dünyanın parasını toplarlar ama, kendileri ile aynı sokaktaki evsizler ya da sokak çocukları için hiç bir şey yapmazlar.
Dinlerdeki suçluluk duygusu, önce kendilerine inanmayanlara karşı tavırları ile başlıyor. Bu tavır da, inanmıyorsan saygı duy saçmalığı. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/12/inamiyorsan-saygi-duy-ben-sana-duymasam.html ) Burada kendileri başkalarının inanç ve arzularına karşı daima bir saygısızlık içindedirler, hele o başkaları azınlıksa. Kendileri çok eşliliklerine, küçücük kız çocukları ile evliliklerine, hoparlörün sesini sonuna kadar açtıkları ezanlarına saygı isterler. Oysa başkalarını bu mantıksız inançlarına inanmamalarına, arada bir eğlenmelerine karşı zerre kadar saygı göstermezler. Bir de şu var ki, toplumu suçluluk duygusu ile yönetmeye çabalayanların arzuladıkları saygının sınırı yoktur. Ezan okunurken ayak ayak üstüne atmamakla, paraya dokunmamakla başlıyor. Sonra tüm Ramazan yemek yememizi istemekle devam ediyor. Kendileri eğlence mekanlarında tebliği diyerek başkalarına rahatsız etmeyi kendilerine görev biliyor. Üstelik bunu da AVM'lerde yapamıyorlar çünkü AVM'lerde tarikat holdinglerinin de payı var. Bir ara gündüz kuşağındaki yiyecek reklamları ile uğraşıyorlardı, tarikatlarında televizyon kanalları olunca, ondan da vazgeçtiler.
Bu inanmıyorsan saygı duy tavrında da bir, Bakara-Makara durumu var. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2020/10/bakara-makara.html ) Mesela üniversitede oruç tutmayanları döven reislerin pek çoğu ramazanda sigara içmeyi bile bırakmaz. Milletin başında oruç oruç diye öten softaların pek çoğu da obezdir. Bence yüz elli kilo ya da boyuna göre obez biri din konusunda, hele de İslam konusunda hiç konuşmamalı. Obez biri olarak, bir ay ya da üç ay boyunca, hakkını vererek oruç tuttuğunu nasıl iddia edebilirsin? Babamın dükkanında oruç yiyen Sünni müşterilerinden bahsetmiştim. Bir de orucu tembelliğe, uykuya tutanlar var. Bunlar olmasa bile, bu kadar obez olmuş birinin tuttuğu orucun da bir kıymeti yoktur. (Şeker veya benzeri bir hastalık da buna dahildir, yani bence)
Namaz konusunda ortalıkta şov yapanlar, normalde pek çok namazı çok kolay kazaya bırakırlar, cuma namazlarında da, farzdan hemen sonra kaçarlar. Alevi olduğumu öğrendikten sonra namaza, sırf beni de çağırmış olmak için başlayanları biliyorum. Amaçları da bana havalarını atmak ya da beni çağırarak kendi suçluluk duygularını aşılamak.
Din de, önce dine saygıya davet ediyor. Sonra dindarlıkla sınıyor seni ve dindarlığın sonu yok, şimdiki gençlerin deyimiyle bir üst level'a, ya da bir üst seviyeye davet ediyor. Ramazan orucu yetmiyor, üç aylar, beş vakit yetmiyor, sünnet olarak yedi vakit namaz kılınıyor. Sadece iki rekat olmasına rağmen çok uzun süren tesbih namazı, ikindiden sonra kılınan kışluk namazı gibi değişik namazlar var. Dinin bu istekleri bitmiyor ve kişi bir noktadan sonra eski hayatına veya ona benzer bir hayata dönüyor. Ancak çoğu kez dindarlığı becerememenin suçluluğunu yaşıyor.
Muaviye'ye ya da diğer başka önemli din kişilerine dair anlatılan bir hikaye vardır. Bir namaza geç kalacaksın diye Muaviye'yi uyandırır. Muaviye'de kendisini uyandıranın şeytan olduğunu anlar. Zira şeytan, onun namazı kaçırmanın üzüntüsünden mahrum etmek istemiştir.
Bir Alevi olarak, Sünnilerin alkolik ve ibadetten uzak olanlarının, Alevilere karşı şiddete daha eğilimli olduğunu gözlemledim. Bu özellikle üniversitede öyleydi. Sonra öğretmen oldum ve ilk atandığım yerde böyle biri ile aynı evi paylaşma durumunda kaldım. ( https://onbinkitap.blogspot.com/2016/07/torpilli-evliyanin-sizofren-dusleri.html ) O anlattığım arkadaşın il merkezine tayininin çıktığı gün, yerine başka bir beden eğitimi öğretmeni geldi. Halefinden daha ilginç birisiydi. Trabzonluydu ve atandığı zaman 32 yaşındaydı. Üniversiteyi Azerbaycan, Bakü'de okumuş, okulunun ilk iki yılında kafe-bar karışımı bir yer işletmişti. 23. yılımı yaşadığım öğretmenlik hayatım boyunca, onun kadar geçmişi karanlık bir öğretmene rastlamadım, rastlayacağımı da sanmıyorum. Azerbaycan'da, kısmen kendi iddiasına göre MİT ya da Ülkü ocaklarına bağlı bir oluşum için de çalışmış ve Aliyev'e karşı başarısız darbe girişiminde bile parmağı olan birisiydi. Onun Azerbaycan anıları bol bol seks içerir, o yıllarda yıkılan ve dağılan Sovyetler birliğinin bir anda ucuzlayan fuhuş pazarından nasıl faydalandığını öğüne öğüne anlatırdı. Azerbaycan'a gitmeden önceki hayatı da karışıktı. Orta okulu imam hatipte ve beş yılda bitirmiş, lisede öğretmeninin dövmüş ve bu yüzden polis olamamıştı. Bir ara Kars'ta bir hafta kadar, asker kaçağı olduğu gerekçesiyle hapis yatmış ve dediğine göre bir albayın sayesinde kurtulabilmişti.
Benimle beraber askere gitti. Aslında yargılanması ve dört ay sonraki dönemde gitmesi gerekiyordu. Ancak ne oldu ise atlattı ve askere alındı. Ben kısa dönemdim, o asteğmen olmuş. Tuzla piyade okulunun zor eğitiminden sonra yeniden alkole başlamıştı. Zaten düşmanlığı belirgindi, askere gitmeden evvel, aynı evde (lojman) kalıyorduk ve kapı-kacağı ayırmanın derdine düşmüştü. Askerden sonra daha da çekilmez oldu ama neyse ki hem askerliği 15 gün uzatmıştı, hem de benim tayinim çıktı.
Kendisi, tipik Alevi düşmanı Ülkücüydü ve alkol ve suça yatkınlığı oranında Alevi-Kürt-Solcu düşmanı oluyordu. Askerden sonra iyice yoldan çıkmış ve daha ileri nefretlerle bürünmüştü. Çünkü suçlulık duygusunu, başkalarını suçlayarak dışarı vuruyordu. Sağın yetiştirmeye çalıştığı insan prototipi de buydu.
Bu suçluluk duygusuyla insanlar, kendilerine fakirliği ceza olarak görüp, zenginlerden zekatını istemiyorlar. Fakirler üç ayların orucunu tutamadığı ya da sünnet namazları, hatta adı üstünde nafile namazları kılamadığı için suçluluk duygusu ile kıvranırken; zenginler vermeleri gereken zekatı bile suçluluk duygusu hissetmeksizin gösteriş için harcar. Yoksullar içlerinde kabaran arzular için bile suçluluk duyarken, zenginler en rezil arzularını bile kolayca gerçekleştiriyor.
Din de, bunu arttırmak için bolca evliya masalı anlatıyor. Yok darı üstünde namaz kılarmış, bir tanesi bile kımıldamazmış; yok bir hurma ile oruç açarmış falan da filan. Oysa bu evliyaların, hatta peygamberin soyundan geldiğini söyleyen evliyalar, koca koca saray gibi köşklere sığmadığı gibi, göbekleri de kendilerinden yarım saat önce içeri giriyor.
Son peygamber bir hurma ile oruç tutardı diyorlar. Oysa o peygamber öldüğünde 30'u cariye, 13'ü eşi, 43 kadınla beraber yaşıyordu. Damadı ve amca oğlu Ali, öldürdüğü adamların karılarıyla, kızlarıyla evlenip, onlardan çocuk yaptı. Torunu Hasan, muta nikahını o kadar çok kullandı ki, karısı Sara (Cude), onu zehirleyerek öldürdü. Peygamber ölür ölmez öyle bir saltanat kavgası çıktı ki, cenaze günlerce yerde kaldı. En sonunda damadı Ali imamlığında ve o da dahil 17 (on yedi) kişilik bir cemaatle, gece vakti defnedildi. Ebu Bekir halife olur olmaz, peygamberin ailesinin elinden hurmalıkları alıp, devlete ait yaptı.
Din, bu suçluluk duygusunu hep kullanır ve sürekli mağduriyet üretir. Sürekli kendisi dışındakileri bir suçlama içindedir. Bize hep dinsiz olduğumuzda depresif ve huzursuz olacağımız söylenmişti. Oysa dini terk ettiğimde içimde bir ferahlama geldi. Bu günlerde fark ettim ki bunun sebebi, sürekli suçluluk duygusundan kurtulmamdı.
Oysa Alevilerin de her ne kadar evliyaları varsa da, Alevilik size dini açıdan bir suçluluk duygusu yüklemez. Bunu bana yükleyen zorunlu din dersleri ve beni Sünni yapmaya çalışan arkadaşlarımdı. Zorunlu din derslerinin amacı gençliği dinin suçluluk duygusu ile doldurmaktı. Bunda önce başarılı oldular, sonra da ters tepmeye başladı. Doksanlardan itibaren Alevi gençliği, iki binli yıllardan itibaren Kürt gençliği, şimdi de Türk gençliği dinsizleşmeye başladı. İmam hatipler, hatta tarikatçılardan bile deistler yetişmeye başlıyor. İnsanlar artık bu suçluluk duygusu yüklemesinden bıktı.