Nobel ödüllü yazarımızın son kitabı gene tartışmaların odağında. Kendisi malum, bu tartışmaları çıkarmayı seviyor, çünkü batılı, Avrupalı-Amerikalı okurlara sesleniyor. Ayrıca kendisi zamanının önemli bir kısmını yazmaktan çok, tanıtıma harcıyor ve reklamın iyisi-kötüsü olmaz mantığı ile reklam çalışması yapıyor. Masumiyet Müzesi'nden bu yana her yeni romanı, Türkiye içinde düzenli olarak tiraj kaybediyor. Kendisi genelde batılı okura oynadığı için, bunu mağduriyet madalyası olarak kullanıyor.
Oysa son kitabı o kadar şiddetli bir tiraj düşüşüne uğradı ki, Türk yayımcısı Yapı Kredi, panik halinde, son romanında Atatürk'le alay etmedi, aslında şöyle değil, böyle demek istedi minvalinde mesaj gönderdi, sosyal medya hesaplarından. Zira bu seferki düşüş öyle fena ki, Nobelli yazarımızın kitapları yakında kendisini ucuzluk sepetinde bulabilir. Zira kendisi T24'de düpedüz evet alay ettim dedi. (Günümüze siyasi göndermeler yapmaktan çekinmedim dedi. Peki neden Osmanlı hanedanının zaten komik olan halleri ile alay etmemiş. Yoksa sık sık evine misafir ettiği ve daha 19-20 yaşında üniversite öğrencisi iken tanıştığı Fatih Tezcan, Nagehan Alçı gibi Nurcu ahbapları mı kızarmış?
Son on yıldır her Orhan Pamuk romanı olduğunda aynı şetler sıra ile oluyor. Mart-Nisan-Mayıs ayı gibi (genelde Mart sonu-Nisan başı)Pamuk, Cumhuriyet gazetesi, T24 veya bazı gazetelere ülkem için endişeleniyorum diye başlayan ve ne dediği anlaşılmayan şeylerle ilgili röportaj veriyor (son 2 yıldır bu ritüel eksik). Sonra Ot'dan başlayarak aylık edebiyat dergileri Pamuk'u sıra ile kapak yapıyor. Pamuk'la ilgili tartışmalar sosyal medyada alevleniyor, hain diyenler, ama o Nobel kazandı diyenler falan.
Sonra Pamuk hayranları o meşhur nakaratlarını tekrarlıyor ''Orhan Pamuk bu ülkeye fazla''. Neymiş efendim, Pamuk'u linç etmeye hakkımız yokmuş. Ha bir de ''Böyle ülkede edebiyat ilerlemez' nakaratı var.
Oysa Pamuk, Nobel ödülüne dayanarak aldığı yetkiyle hem Türk milletini, hem de Atatürkçüleri çok şahane linç etmişti ve son kitabı üzerine yazılanlardan anladığım kadarı ile halen Atatürk ve Atatürkçülere saldırmakla meşgul. O bize halen saldırıyorken, biz de onu affetmemekte özgürüz. Bu konuda daha önce de yazdım (https://onbinkitap.blogspot.com/2020/07/adalet-agaoglu-ve-affetmeme-ozgurlugumuz.html )
Bir de sanki hiç gelişmiş ülkelerde bu tür halk linçi olmuyor, olmamış gibi tavır takınıyorlar. Ben de kıt genel kültürümle linç edilen yazarlardan ve sanatçılardan bahsetmek istedim. Boris Pasternak ya da benzeri şekilde devlet tarafından dışlanan yazar ve sanatçılardan bahsetmeyeceğim.
İlk aklıma gelen Herman Menveille, kendisi bu günlerde en çok bilinen romanı Mobby Dick yüzünden linç edilmiştir. Sebebi de, nasıl olur da beyaz ırk, bir hayvana karşı kaybeder miymiş? Oysa Meville, olayı gerçek bir öyküden almıştı. Edebiyat dünyasından ve okurlarından öyle kötü eleştiriler ve hakaretler aldı ki, yazmayı bıraktı. Roman, yazıldıktan ve yazarı öldükten çok sonra, sinemanın icadı ile popüler oldu. Sinemacılar insanların dev bir balina ile mücadelesinin salonları dolduracağını keşfetti. Bu açıdan Mobby Dick, King Kong ve Godzilla'nın da atasıdır.
Diğer bir linç edilen sanatçı da, modacı Coco Chanel. Amerika 2. Dünya savaşı filmlerinin bir klişesi vardır. Alman subaylarıan metres olan ama müttefiklere bilgi sızdıran kadın. İşte o kadın Coco Chanel'dir. Nazi işgali sırasında Nazi subaylarına metres olan ve Fransızların yatay işbirlikçi diye aşağıladığı kadınlardandı. Paris kurtarıldıktan sonra saçları kazıtılan, dışlanan, aşağılan kadınlardan biri olabilecekken İsviçre'ye gitti, orada yıllarca kaldı, Paris'e dönüp, modaevini tekrar açtı ama Fransızlar onu dışlamaya devam etti. Koleksiyonları daha çok Amerika Birleşik Devletlerinde itibar gördü. Gene de Coco Chanel, ülkesinde dışlanmışlığı hep yaşadı. Oysa sırf Chanel no 5 parfümü bile, Isparta'nın gül yağı ihracatının Türkiye'ye sağladığı katma değerden daha fazlasını Fransa'ya kazandırmakta. Kimse de Chanel, Fransa'ya fazla demedi.
Oysa Türk milleti, işgalcileri destekledikten sonra yurt dışına sürgüne giden işbirlikçi yazarlardan Refik Halit Karay ve Cenab Şahabettin gibilerini devletle beraber affetmeyi bilmişti. Oysa Norveç, Knut Hamsun'u hiç affetmedi. Savaştan sonra önce bir genç kız, kütüphanesindeki Hamsun kitaplarını yazarın kapısının önüne attı, ardında neredeyse tün Norveç. Kimse de Hamsun, Norveç'e fazla demedi. Diğer bir linç edilen Norveçli, oyun yazarı Henric İbsen'di. Sebebi de Nora, Bir Bebek Evi oyunun finali, ülkenin muhafazakar kesimince beğenilmemiş, İbsen'de oyuna, bu gün çoğunlukla ne oynanan, ne de basılan 4. perdeyi eklemişti.
Hamsun, Nazi olduğu için linç yerken Thomas Mann, Naziliğe karşı olduğu için linç yedi, öyle ki, savaştan sonra da Almanya'ya gitmedi.
Yenilmenin bedeli hep ağır oldu. Savaştan sonra Nazi yandaşları hep dışlandı. Heiddigger gibi felsefe, Heisenberg gibi fizik ve hatta Von Braun gibi roketbilim dehaları bile bu dışlanmayı hissettiler. Pek çok etkinliğe davet edilmediler ve pek çok kişi onların davetine gitmek istemedi, onlarla dostluk kurmak istemedi.
Herbert von Karajan ise, Naziliğine rağmen, savaştan sonra da şöhretini sürdürdü. Ancak A.B.D'de verdiği konser, boykotla ve tepkiyle karşılaştı. Konserine kimse gitmedi. Türkiye'ye gelmesine de Türk Yahudileri engel oldu. Türkiye'de seksenlerde TRT'de seksenli yıllarda Hikmet Şimşek'in sunduğu Pazar Konseri programına sık sık çıkması yüzünden tanındı. Kimse de Karajan A.B.D'ye fazla; A.B.D Karajan'ı haktemiyor falan demedi. (Kaldı ki bence Karajan hep Nazi kaldı. Sahnede Hitler'i taklit etti. Zira herhangi bir videosunda, orkestra karşısındaki halini, Hitlerin nutuk söyleyen hali ile kıyaslarsanız, anlarsınız. Abartılı el-kol hareketleri, söze aşırı terleme, bitkin düşme, göz yaşı seli, vs)
Linç etmek eskiden fiziksel darp etmek anlamında kullanılırdı. Adını da Amerikalı yargıç Charles Lynch'den almıştır. Mahkumları, halkın öfkesine teslim ederek cezalandırırmış. Kalabalığın birini ya da birilerini darp etmesinin adı, dünyanın her yerince linç etmek yada linçlemek olmuş. Sonra bu linç, Ahmet Kaya'ya olduğu gibi klasik medya üzerinden itibar linçi; ardında da trol ordularınca aynı sosyal medya linçleri yapılmaya başlandı.
Peki Orhan Pamuk linç ediliyor diyelim; gerçek şu ki bu linçleri kendisi istiyor. Çünkü sonrasında mağduru oynayıp, batılı okura, işte böyle vahşi bir ülkede yaşayayım diye ağlıyor. Sonra kendi kitlesi de, Orhan Pamuk bu ülkeye fazla diye ağlıyor. Yoksa neden son romanına, karikatürize, çocukken karga kovalamış kolağası Kamil karakteri eklesin? Belli ki kavgaya hazırlıklı gelmiş. Onun yaşadığı şey linç falan değil, insanları kendisine küstürme.
Lakin, Profesör Aziz Sancar'ın Nobel ödülü almasından sonra, ''ama o Nobel aldı''cı okur kitlesi düşüyor. Batı dünyasında ona karşı sempati de, Türk toplumunu etkilemesi ile orantılı. Kendisinin istikrarlı bir siyasi ideolojisi yok. Son bir yıldır da kitaplarının piyasaya çıkışı ile ilgili. Yakında batılı 'o hem büyük bir Türk yazarı, hem de bizden''ci batılı okurlarını da kaybedecek. Kendisinin istikrarlı bir siyasi tavrı da yok. Kar romanı ile güzelleme yaptığı, yetmez ama evet diyerek desteklediği iktidar, şu an ona terörist diyor o ise yeniden iktidarın rakip gördüğü ideoloji ile uğraşmakta. Atatürk'e küçük burjuva devrimcisi diyerek çok solcu olmanın ve dine engel oldu diye liberal solcu olmanın modası, Gezi döneminden beri bitti. Z kuşağı denen yeni nesil Orhan Pamuk'a tamamen yabancı.
Pamuk, Nobel ödülüne pek güvenmesin. Nobel'e aday bile gösterilmediği halde ölümsüzleşmiş pek çok yazar olduğu gibi, Nobel aldığı halde pek hatırlanmayan ve satmayan da pek çok yazar var. Kendisi onlardan biri olma yolunda hızla ilerliyor.