17 Ağustos 2022 Çarşamba

HINCAL ULUÇ TARZI GAZETECİLİK

 


Ölülerle savaşarak gazi (ya da kahraman ) olamazsın diye bir söz var. Ben ölen kişilerden ziyade, halen insanlığa zarar veren fikirleri ile savaşma taraftarıyım. Hıncal Uluç'da düşünce, fikir falan yoktur. Fransızların meşhur fırıldak istihbaratçısı  Joseph Fouche (Fuşe diye okunuyor) bile, Hıncal ve benzeri yazarlar için fazla dürüst kalır. Hıncal için, her devrin adamı demek bile övgü kalır.

Son otuz yıldır yaptığı temel  iş, gazetesindeki köşesinde ahkam kesmek, internet ya da bir yerlerden bulduğu, yer yer gazetedeki stajyer veya benzer alt kademede çalışanların yazdıkları da dahil olmak üzere, mevcut içeriklere bir kaç parça da kendi yazdıklarını ekleyerek, yarım sayfa tutan köşesini doldurmaktır. Kendisi 17 (on yedi) yaşında üniversiteye başladığı yıldan beri gazetecidir ve hep de en iyi gazete ve dergilerde çalışmıştır ama hiç bir zaman yolsuzluk ya da atlatma haber ortaya  çıkarmamıştır. Uzun süren meslek yaşamındaki tek başarısı, o yıllarda erkek dergisi de denen, temel işlevi çıplak kadın fotoğrafları basmak olan Erkekçe dergisinin kurucusu ve yayın yönetmeni olmasıdır. Bu dergi, benzeri dergilerin önüne geçerek, seksenlerin en çok satan aylık süreli yayını olmuştur. Erkekçe dergisi,  bu tür dergilerin atası sayılan Playboy dergisinden önce kurulumuş, ondan sonra kapanmıştır. Bu dergi, sadece çıplak kadın resmi değil, Playboy'un çıplak resimlerin arasında ciddi yazılar yayınlayayım da, çok da itibardan düşmeyeyim politikasında da başarılı olmuş, özellikle röportajları efsane olmuştur. Meşhur siyasal İslamcı şair Necip Fazıl Kısakürek'in ölmeden önceki son röportajı başta olmak üzere, pek çok röportaj, ilk defa bu dergide yayımlanmıştır. Bu dergiden günümüze kalan en büyük miras, Yaşar Kemal'in gerçek bir edebiyat eseri olan röportajlarıdır ve neyse ki kitap haline getirilmiştir. Yeni nesillere röportajın neden edebiyat olduğunu hatırlatmak için okunmayı beklemekteler. Yaşar Kemal'in özellikle sokak çocukları ile yaptığı röportajlar, o zamanın diğer büyük gazetelerini ve tek televizyon kanalı TRT'nin sokak çocukları ile ilgilenmesini sağlamıştı. Bu yüzden Hıncal Uluç; Bags Bany adlı çizgi tavşanın sık sık Oskar ödülünü, Galatasdaraylıların UEFA kupasını göstermeleri-bahsetmeleri gibi, yazılarında sık sık bu dergiden bahseder.

Öte yandan Uluç'un, yıllardan beri kurulduğu o köşede belli güç odaklarına hizmet eder. Kendisi, şu günlerin moda deyimi herbokolog mesleğinin piridir. Bütün sporlardan ve sanat dallarından anlar, siyaseti iyi bilir. Bir futbolcu gol kralı olabilir, takımı şampiyon yapabilir, ama Hıncal ona kötü oyuncu demişse, kötüdür. 2002'de Türkiye'nin Dünya Futbol Lupasında 3. olduğunda, Şenol Güneş'i karizmatik olmamakla suçlayıp, Güneş'in milli takımdan uzaklaştırılmasını sağladı. Şaka gibi gelecek ama aynen  öyle oldu. O zamandan beri Türk futbolu kendisini toparlayamadı. Kendisi pek çok şarkıcıyı, sporcuyu, televizyon programını ve siyasetçiyi, böyle gereksiz bahaneler ile yüceltip, yermiştir.

Son olarak, o neşhur su testisi olayına gelince. Bence o kadın, o gece oraya kendi kendisi gitmedi. Kendisi Fetö kelimesini ilk kullanan kişiydi ve bence bu olay Fetö'nün, bak bize saldıranlar laikçiler böyle aşağılık kişilerdi diye düzenlenmiş bir komploydu. Uluç, o kadar da akraba seven biri değildir. Fetö örgütünün, sıradan bir öğretmene mobbing yapmak için bile, bu kadarcık şey için bile ne dümenler çevirdiğini bilen biri olarak, John Nash tarzı uçuk komplo teorilerin bile gerçekleştirdiklerini bilirim.

Hıncal Uluç, artık nefes alsa bile, birazcık vicdanı ve ahlakı olan kişiler için, hayırla anılmayacak bir ölüdür.

2 Ağustos 2022 Salı

LEYLA GENCER'İ BİLMEMEK

 


Aslında Türk vatandaşlarının yurt dışındaki başarıları üzerine çok hassasız. Bir Türk öğrenci, yurt dışında sınıf birincisi olsa, sosyal medya dalgalanıyor. Ampüte yüzücü Sümeyye Boyacı, jimnastikçi Ayşe Begüm Onbaşı ve okçu Mete Gazoz'u neredeyse komşum kadar sık görür oldum. 

Öte yandan ülkemizin pek çok değeri bilinmiyor. Mesela solcu diye görevden alınan, Mc Charthy'in her delikte komünist avladığı dönemde Amerika'ya giden,  Hırsızlar Mağarası deneyi ile Sosyal Psikolojini değiştiren Muzaffer Şerif, bunlardan biri ama o, ayrı bir yazı konusu. Bu yazının konusu, adı anılmadan opera tarihi yazılmayacak olan Leyla Gencer.

Leyla hanım, maşallah Türkiye'de sağcıların tüm nefret özelliklerini kendisinde toplamış. Hristiyan (Polonezköylü ve Polonyalı) bir anne, zengin ve Alevi-Bektaşi bir baba, üzerine de soyadını aldığı ve tüm internet medyasının Sabataycı olduğunda hemfikir bir koca. Kendisi her zaman ben Türküm demiş, Leyla de Turka ya da Diva Turka diye anılmış. Oysa hayatının önemli bir bölümünün geçtiği İtalya'da, annesinin Katolik kökenlerine atıf yapsa, daha çok popüler olabilir ve New York, Metropolitan başta olmak üzere aforoz edildiği pek çok sahnede kendisini gösterebilirdi. Tüm uluslar arası şöhretine rağmen, Amerika'da çok az sahne almış ve kendisine gizli bir sansür uygulanmış.

Ülkemizde, Leyla Gencer gibi bir efsane yetişmesine rağmen operaya ilginin düşük olduğu bir gerçek. Opera meraklıları da Gencer'den çok Maria Callas'ı biliyor. Callas ise, aşk ilişkileri sebebiyle magazinsel bir kişilik olmuş. Bir de Yıldız Kenter'in, Callas'ın hayat hikâyesini sahneye koymasının etkisi de var. Gencer'in düzenli ve istikrarlı bir aile hayatı olmuş, magazinsel bir kişi  olmamış. Hayatı boyunca Callas ile kıyaslanmış ve onu geçmiş. Operada Gencerate denen bir şarkı söyleme tarzı var. Şarkıcı sesini bir çığlıkmışçasına yükseltiyor, tam çığlık olacakken, şarkıya devam ediyor. Bunu ilk defa yapan Leyla Gencer olduğu için, bu tekniğin adı gencerate.

Gencer ile ilgili Zeynep Oral'ın kitabını ve İKSV (İstanbul Kültür Sanat Vakfı) 'ın belgeselini izledim (Belgeseli de Zeynep Oral hazırlamış). Zeynep Oral, kitabı Leyla Gencer hayattayken ve onunla beraber yazmış. Kitap, baştan aşağıya övgü, bir noktadan sonra olayları anlatmayı bırakıp, sadece övgüye dönüyor, pek çok konuyu da açıkta bırakıyor. İşin kötü tarafı da Gencer ile ilgili tek derli toplu kaynakta bu kitap. Kitabı da, Gencer'in kendisi yazdırmış. İKSV'nin ödülünün de Gencer'in vasiyeti ile veriliyor gibi.

Kendisi, özellikle siyasiler tarafından görmezlikten gelinmiş. Ailesinin kökenleri bile bunu anlamamıza yeterli. Gencer, siyasi açıdan Menderes'i ve Demokrat partisini desteklemiş, Türkiye'yi temelli terk etmesinde de bu etkili olmuş. 27 Mayıs sonrasında, Zeki Müren gibi Demokrat partiye en çok bağlı sanatçılar bile onu terk ederken, Gencer, Türkiye'yi terk etmiş. (Aslında Türkiye'yi terk ediş hikayesi daha uzun ve karmaşık ama ben kitabın yerine geçmek istemedim.

Öte yandan da, 1940'lar Türkiye'sinde,  16 yaşında, konservatuara ilk adım attığında, ya La Skala'da (Milano'daki meşhur sahne, dünya operasının merkezi sayılır) söylerim ya da ölürüm diyecek kadar gözü pek; New York, Metropolitan'da ve pek çok yerde sahne almasının engellenmesini göze alacak kadar vatansever; 20. yüzyıl operasında, Maria Callas'dan bile daha fazla anılacak kadar önemli; daha da pek çok niteliği olan Leyla Turka'nın ülkemizde yeterince bilinmemesi, kültürel bir utançtır.

30 Temmuz 2022 Cumartesi

İSTEMENİN MURPHY KANUNLARI

 


İSTEMENİN MURPHY KANUNLARI

Aradığın şey, aramadığın yerde bulunur

İstediğin şeyi sana artık aramadığın zaman verilir

Hatta istemediğin zaman sana zorla verilir

İstediğin ve uğruna çabaladığın zaten başkalarında vardır

Onlar bazen varlığının farkında bile değillerdir.

Sana vereceklerine, çöpe atarlar

Senin istediğinin, bir sonraki nesil için değersizdir

Çocuğuna sunarsın, yüzüne bile bakmaz

Acele edersen alamazsın

Beklersen ömrün biter

29 Temmuz 2022 Cuma

SON YILLARDA AZALIP -BİTEN BAZI SOLCU ŞEYLER-2 (ECEVİT, LATİN AMERİKA, HALKEVLERİ VE SOLS OSYETE.)

 


(Ecevit, Latin Amerika, Halkevleri, Sol sosyete)

Geçen yazımda bazı şeyleri eksik bıraktığımı fark ettim. Geri her yazı eksik kalıyor ama bu sefer bir yeni yazı çıkacak kadar çoğalmıştı. Bu yüzden de ikincisini yazmaya karar verdim.
1)Bülent Ecevit ve DSP (Demokratik Sol Parti): DSP var mıydı diye sormak gerekir. DSP, Engin Ardıç'ın bir kere televizyonda söylediği gibi, Ecevitsevenler partisiydi. İktidarda olduğu zamanlar, DSP'li bakanların da danışmanlığını yapan Ahmet  Abakay bunu doğruluyor. Dediğine göre DSP'de parti teşkilatı diye bir şey yokmuş. Genel merkezin emri ile il başkanları ya da MKYK (Merkez Karar Yürütme Kurulu) üyeleri, haberleri bile olmadan göreve getirilir veya görevden alınırmış. Sosyal medyada, özellikle ara ara Ecevit övgüsü hortlasa da, Ecevit'in karanlık bir yanı vardı.  Bülent Ecevit ve eşi Rahşan Ecevit ile beraber, DSP'de öldü. Şimdilerde DSP, belediyelerde CHP'nin oyunu bölüp, AKP ve Cumhur ittifakına hizmet eden bir örgüt görünümü veriyor. Özellikle son Ankara Büyükşehir belediye başkan adayı, AKP'nin baskı ve afiş işlerini yapan büyük bir matbaacıydı ve ürünlerini AKP teşkilatlarına DSP'nin araçları ile dağıtıyordu. Sloganı Ankara'ya solcu aday lazım olmasıydı ama kendisinin Alevi bir ailede büyümekten başka bir solcu özelliği yoktu. Bense şu an, Tunceli'nin komünist başkanı da dahil olmak üzere, ondan daha solcu belediye başkanı göremiyorum.

2)Latin Amerika solunun yarattığı heyecan: Latin Amerika siyaseti, Avrupa siyaseti gibi sola çekmeye, sol partiler sürpriz zaferler elde etmeye başladı.  En son (2022 Temmuz) Kolombiya'da sol blok, ordunun darbe tehditlerine rağmen, seçimlerden büyük bir zaferle çıktı. Kolombiya her ne kadar Marksist-Leninist, hatta Stalinist örgütlerin gerillalarının, elli seneye yakın bir süre,  (FARC ve FNL) , ülkenin beşte biri (%20) ve daha fazlasını fiilen işgal ettiği ve hatta başkent Bogota'yı da uzun yıllar, efsanevi icraatları ile bilinen solcu bir belediye başkanı tarafından yönetilse de; Kolombiya, Latin Amerika sağının kalelerinden biridir. Üstelik seçimler, ordunun darbe tehditleri altında yapılmıştı.

Şimdilerde ise, özellikle Venezüella'nın vahim hali konuşuluyor. Bir ara Küba ve Venezüella'nın diplomatları, Ankara ve İstanbul başta olmak üzere, Türkiye'nin pek çok yerinde, küçük Marksist partilerin himayesinde konferanslar veriyordu. Hatta ben bir keresinde, bir Arjantinlinin katıldığı, konferans değil de, seminere katılmıştım. Geziden sonra bu seminerlerin sebebi ortaya çıktı. Meğer Küba'nın, sağlık turizminin reklamıymış. Almanya'da on binlerce Euro tutan aynı tedavi, binlerce kilometrelik uçuşa rağmen daha ucuza mal oluyor, üstelik aynı kalitede. Özellikle kanser hastaları için, ucuz Küba sağlık turizmi vazgeçilmez. Yapılan da bunun reklamıymış.  

Peki ne oldu da Türkiye'de Latin Amerika solu rüzgarı kesildi? Sebep Venezüella ya da Küba halkının yoksulluğu değil. Bu ülkelerin hükumetlerin, AKP, İran başta olmak üzere çeşitli iktidarlarla işbirliğinim artık gizlenemez oluşu.

3)Halkevleri: Halkevleri bitmedi ama eski Halkevleri değil. Artık şenliklerini CHP örgütleri ile beraber yapıyorlar. Eskisi kadar Marksist, en solda takılmıyorlar. Bitmediler ama bitme yolundalar. Bunun bir sebebi de, özgün müziğin tükenişi.

4)Sol sosyete: Bu deyim ilk defa, Leman kafeler yaygınlaştığı doksanlı yıllarda Leman kafelerin franchising (frençayzing )ile genişlemeye başlaması ile ortaya çıktı. O yıllarda Ülkü ocaklıların, özellikle yeni kurulan taşra üniversitelerinde terör estiriyordu. Kendisine reis diyen bazı tipler, kız peşinde koşarken, başkaları da kız arkadaşı yan yana geldiği ya da biraz eğlendiği için ortalıkta terör estiriyorlardı. Doksanların başında tek ya da çok az olan özel (yersen vakıf) üniversiteleri, Bilkent ve Koç olduğu ve üniversite mezunu işsizliği bu kadar yaygınken, sorun değildi. Ancak bir süre sonra bu üniversitelerin puanları düşmeye, pek çok öğrenci, okulu bırakıp, tekrar sınavlara hazırlanmaya başladı. Bu dönemde, hayat tarzına karışılmasını istemeyen gençler,  Leman kafe ve solcu barlarına sığındı. Sonra bu sol sosyete, liberal solcu oldu.


28 Temmuz 2022 Perşembe

KÜÇÜK ESNAFLARI NEDEN SEVMEYİZ ?


KÜÇÜK ESNAFLARI NEDEN SEVMEYİZ?

 Küçük esnafları neden sevmeyiz?

Çünkü onlar Maraş’ta, Çorum’da katliamlarında

Ve diğer tüm progromlarda  bayrak başıydı

Ve bir işaret beklerle, komşularını yağmalamak için

Derin devletten ve Cuma vaazlarından

 

Küçük esnafları neden sevmeyiz?

Çünkü taşrayı yaşanmaz eden onlardır

Askeri, öğrenciyi ve memurları,

Yolunacak kaz, sağılacak inek gibi görüp

Hayatını kurtaran doktor da olsa sevmezler onları

 

Küçük esnafları neden sevmeyiz?

Çünkü bizi mahkûm ederler

Market zincirlerine, yemek zincirlerine

Sahtekârdırlar, ürünleri hilelidir

Müşteri şikâyetlerini umursamazlar

 

Küçük esnafları neden sevmeyiz?

Taksici olarak mesafe beğenmez

Müşteri seçer, turist sever

Yolu bilmiyorsan seni dolaştırır

Garibandır ama Uber’i yasaklatabilir

 

Küçük esnafları neden sevmeyiz?

Çünkü iş yaptıklarında başlarında durmalıyız

En pahalı malzemeyi alıp

Her şeyi komple değiştirtirler

Gene de yaptıkları iş çabucak bozulur

 

Küçük esnafları neden sevmeyiz?

Çünkü onların elleri kırılmalıdır artık

Her seçimden sonra böyle derler

Büyük burjuva olma hayalleri içinde

Bir batar, bir çıkarlar.

 


 

27 Temmuz 2022 Çarşamba

FURYA FİLMLERİNDE KADIN OYUNCULARI

 


Türk sinemasında 1975-80 arasındaki döneme yetişkin filmleri furyası denilir ve bu dönem pek konuşulmaz, konuşulsa da  oyuncuları pek konuşulmaz. Bunun bir sebebi, yetişkin filmlerinde genelde erkeklere göre olması ve genelde kadın oyuncuların ön plana çıkmasıdır. Oysa ülkemizde bunun sebebi erkek egemenlik, bu filmlerde az ya da çok oynamış erkeklerin, furya bitince normal hayatlarına dönmesi, kadın oyuncuların hayatının ise mahvolmasıdır.

Bunu sebebi, cinselliğin erkeğin elinin kınası, kadının yüzünün karasıdır. Yıllar önce bir öğrencim, yetişkin filmi oyuncusu Şahin K'nın, hemşerisi olması ile övünüp, çektirdiği hatıra fotoğrafını göstermek istedi. Ben de espri olsun diye:

-Peki hangi pozisyonda, diye sormuştum. O da, böyle soru mu olur hocam deyip, bir daha bu konuyu açmamıştı. Tam da o yıllarda,  Sibel Kekilli, Berlin film festivalinde, Altın Ayı ödülü aldığında, daha önce çektiği yetişkin filmler gündeme gelmiş, kadın linç edilmişti. Şahin K, sadece oyuncu değil, aynı zamanda yapımcıydı da. Sibel Kekilli'nin hemşerilerinin, onu yetişkin filmleri dışındaki başarılarına rağmen, ondan öğüneceğini falan sanmam.

Ben 1974 doğumlu ve bu günlerde ellisine yaklaşmış biri olarak bu filmlerin afişlerini falan hatırlamıyorum, benden yaşça büyükler konuşurken öğrenmişimdir. Bu filmler, önce doksanlarda özel televizyonların ilgisini çekti kısa bir süre (RTÜK kurulmadan evvel, bir ara bu filmleri gündüz gösterdikleri bile oldu.). Sonra internet siteleri bu filmleri yayımlamaya başladı.

Bu filmlerde oynayan erkek oyuncular, 12 Eylül darbesi ile furya bitince, işlerine-güçlerine geri döndüler ve eski saygınlıklarını geri döndüler. Hatta bazıları, muhafazakârlık uzmanı gibi televizyonlarda konuştu ve konuşuyor. Adını duyduğunuzda ayağa kalıp, önünü ilikleyeceğiniz nice ünlü oyuncu, bu filmlerde rol aldı.

Kadın oyuncular ise, furya bittikten sonra toplumdan dışlandı, aşağılandı, aç ve yoksul kaldı ve pek çoğu kanserden öldü. İlginçtir, bu kadınların birincil ölüm nedeni kanserdir.

23 Temmuz 2022 Cumartesi

GÖÇMEN DÜŞMANLIĞI VE SİNSİ FAŞİZM



 En son, 1934 Trakya progromunu ile ilgili kitabı.okuyunca, aslında çok ortada olan somut bir gerçeği kavradım. Devletten izinsiz progrom olmaz. Mesela Trakya progromunu Atsızcılar İzmir'e ve Romanlara ve kendi aralarında Rumca konuşan Girit göçmenlerine de işin içine katmaya çalışmış ama devlet engel olmuş. En son olarak Almanya'da, basınımızın reyting uğruna dönerci cinayetleri adını verdiği NSD ( Nazi yeraltı  hücresi) cinayetleri de, bir polis cinayeti ve başarısız bir banka soygunundan sonra sonlandı ve failler yakalandı.

Son günlerde göçmenlere duyulan nefrete beslenen yeni parti malumunuz. Bir özelliği de muhalefete muhalefet etmesi. Öteden beri emin olduğum bu şüphe, Buğra Atsız'ın Kanada'dan destek vermesi ile ispatlandı. Kendisi, Türkiye'de mülkleri olan gurbetçilere benziyor. Ülkesi ile tek bağı, babasının kitaplarının geliri. Atsız, Aziz Nesin, Yaşar,Kemal, Orhan Kemal, Necip Fazıl gibi ünlü ve ölü yazarlar, best seler listelerine girmese de, düzenli olarak çok satarlar. Ölümlerinin ilk yetmiş yılında, mirasçıları bu kitaplardan telif ücreti alırlar. Yetmişinci yıldan sonra da ortalık  malı olur, Sabahattin Ali'nin kitapları gibi kapışılırlar.

Atsız'ın kitaplarının satışları, şöhretine göre bayağı düşüktür. Sebebi de iki oğlunun da, özellikle de ölümüne yakın, babalarını yalnız bırakmasıdır. Şimdilerde artık var olmayan Batı (Federal )Almanya'nın başkenti Bonn'da, Kültür müsteşarı olan annelerinin yanlarında olan ve orada üniversite okuyan iki oğlunun, ölüm döşeğinde onlara bir telgraf bile çekmeyip; onun nefret ettiği Cumhuriyet gazetesinin Bonn temsilciliğinde çalışmaya başlamalarıdır.  Bu süreçte, Atsız'ı sevmeyenlerin, iki oğlun da Komünist oldu diye alay etmesi, yarasını deşmiştir. Zaten sağlığı bozulduğu halde, dönemin cumhurbaşkanı Fahri Korutürk onu affetmemekte diretmiş, sevenleri ricacı olmuş, Kadir Mısırlıoğlu gibi kendisini sevmeyenlere alay konusu olmuştur. (Mısırlıoğlu'nun videosu 2022 temmuz itibarı ile Youtube'da mevcut, siz bu yazıyı okuduğunuzda silinmiş olabilir.)

Karısı ve oğullarının böyle davranmaları, muhtemelen aldıkları tehditlerdir. Oğullarının Atsız'dan uzaklaşması, Türkiye'deki ırkçı ve Anti Semitik düşünceyi zayıflattı. Atsızcı üz faşizm, zaten Türk toplumuna uymuyordu. Türk faşizmi, örtük faşizmdir.( https://onbinkitap.blogspot.com/2022/01/ozelde-turk-fasizminin-genelde-fasizmin.html ) 

Türk faşizmi nadiren açı ve nettir. Genelde dost görünür,  yağma gününü bekler. Açık faşizm, çoğu kez ergenlik-gençlik işidir ve pek çok kere yetişkinler, kan davası konulu Yeşilçam filmlerindeki Aliye Rona'nın, sen küçüksün, az ceza alırsın demesi gibi, çocukları öne sürerler. Hrant Dink'in katili Ogün Samast, 17 yaşındadyı, Trabzon'dan gelip, İstanbul'da gazeteci öldürdü. Benin hayatım Ankara'da geçti. Emin Çölaşan, Bekir Coşkun gibi nice ünlü gazeteciler ve yazarlar Ankara'da yaşar. Ben imza günleri dışında, Yüksel caddesinde günün geçiren şair Ahmet Telli ile, yazar Nihat Genç ile karşılaştım. 17 yaşında bir genç, Trabzon'da yaşayıp, İstanbul'da yaşayan bir gazeteciyi nereden bilebilir? Bir insanı öldürmek için, o insanın rutinin bilmek,  silahını tanımak, menzilini bilmek gerekir. Önceden defalarca prova yapmış olmak gerekir. Siz o kişinin, birileri tarafından eğitilmeden, defalarca prova yapmadan, böylesi önemli bir kişiyi öldürmeye götürüldüğünü mü sanıyorsunuz?

Peki binlerce öteden, Kanada'dan, Buğra Atsız'ın, Türkiye'de yeni kurulan bir partiyi nereden biliyor da, destekliyor. Kendisi yıllarca Allahsızlığı yayma kürsü başkanı gibi çalışıp, ateizm propagandası yaptı. Son bir kaç yıldır da birden bire Türkçülüğü ve babasını hatırlayıp, yıl dönümünde Atsızcılara mesajlar gönderdi. 

Bence bunda tek amacı, babasının kitaplarından gelen telif paralarının düşmemesi. Atsız gibi ünlü ve ölü yazarlar, best seller listelerinde görülmese de, düzenli olarak çok satan yazarlardır. Yoksa kızı Maya Atsız'ın Türkçe bile konuşmadığı Buğra beyin, Türkiye'de olan biteni önemsediğini sanmıyorum. Maya hanım, İnstagram hesabına göre taşlardan takılar satıp, Şamanizm üzerine dersler veriyor. Facebook hesabında diğer yarım (çeviri öyle diyor) dediği, faulleri uzun ve Türk olmadığından emin olduğum rock müzik yapan erkekle evli ya da evli gibi.  Ben, Buğra bey ve ailesinin homoseksüel evliliği referandumuna evet dediğinden eminim. Zira böyle referandumlarda hayır çıkması, sağın ve faşizmin yükselmesi, Türkler dahil göçmenlerin hayatını zorlaştırır. Buğra bey, Türkiye'de yeni kurulan bir partiye destek vermek için uğraşacağına, kızına ve varsa ya da olacaksa torunlarına Türkçe öğretmeye çalışsın.

Atsız ailesinin, hele de Kanada ve yurt dışında olan kolunun siyasete ilgisi 2045 Aralığına kadar sürecektir. Bu tarihte Atsız'ın ölümünün 70. yılı dolacağından, telif ücreti alamayacaklardır. Buğra beyin işe girmesi de işin riskini göstermektedir.

Yaşı benden büyük ve 12 Eylülü yaşamış ülkücüler, tutuklanıp, işkence edildiklerinde büyük şok yaşamışlardı. Yaptıkları işi, devlet hizmeti sanıyorlardı, cezalandırılınca, işkence görünce, şok olmuşlardı.

Bu küçük bloğumu okuyanlar, okuyacak olanlar, göçmenlere değil, onları ülkeye girmesine göz yumanlara olsun öfkeniz. Bu yazıyı okuyanlara sesleniyorum. Göçmen düşmanlığı ve onlara karşı saldırmakla, hatta onlar aleyhine sosyal medyada paylaşım yapmaktan sakınalım. Birileri göçmenlere saldıracaksa, bizi maşa olarak kullanmasın.

Bir asker arkadaşımın dediği gibi, elin adamı gaza basar, frene basmaz.